• 05/06/10 - 01:00
  • Yazar: David Ohana
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH- Negev Ben Gurion Üniversitesi’nde tarih profesörü David Ohana, Haaretz gazetesi için yazdığı aşağıdaki yazısında aşırı dinci Yahudi yerleşimcileri “Siyonist Devrimi” içselleştirememekle suçluyor.




    YDH- Negev Ben Gurion Üniversitesi’nde tarih profesörü David Ohana, Haaretz gazetesi için yazdığı aşağıdaki yazısında aşırı dinci Yahudi yerleşimcileri “Siyonist Devrimi” içselleştirememekle suçluyor.

     

    İsrail Harel geçen ay bu sayfada, Yeshayahu Leibowitz ve Jacob Talmon’a yapılan saldırı hakkındaki yazısında, bu iki Hebrew üniversitesi profesörünün ‘en iyi tabirle, İsrail devletinin geleceği ve ahlakı açısından, öngörüden yoksun kişiler’ olduğunu söylemişti.

     

    İsrail’in bu en önemli iki entelektüelinden ne söyleseler tersi çıkan yalancı peygamberler olarak bahsetmişti. Harel peygamberleri bir çeşit kahin olarak algılarken, Martin Buber bir peygamberin misyonunu başka şekilde tanımlıyor: Ahlaki olarak insanlara iki farklı yol gösteren ve bunlardan birini seçmemiz gerektiğini vurgulayan bir düşünür ve örnek bir toplum adamı.

     

    Altı Gün Savaşı’ndan sonra İsrail iki tür milliyetçilikten birini seçmek zorunda kalmıştı: Soy ve toprak milliyetçiliği ya da hümanist ve liberal bir milliyetçilik. Leibowitz ve Talmon, evrensel değerlere hizmet eden aydınlanmacı bir Siyonizme bağlı kalmak gerektiğini ısrarla vurgulamışlardı.

     

    Leibowitz’in insan hakları ve azınlık hakları adına verdiği tavsiyeleri, ‘hahamcı’ bir yapılanmaya şiddetle karşı çıkışı, feminist mücadeleye olan sempatisi, yani genel olarak işgalin yolsuzlaştırıcı etkilerine karşı uyarıları, tutarlı ve sistematik bir değerler zincirinin çeşitli halkaları gibiydiler.

     

    O Bağımsızlık Savaşı’nı bir zorunluluğun ürünü, yani ahlaki açıdan sorgulanmaya müsait olmayan bir durum olarak gördü; fakat bu görüşü onu Kibya ve Kufr Kasem’de Arap sivillere yapılan katliamlara ciddi şekilde muhalefet etmekten geri koymadı. Dini yerleşim hareketinin lideri olan Guş Emunim’e duyulan mesihmişçesine bir bağlılığın ve toprakları kutsal saymanın tehlikelerini göz önüne sermekten hiç kaçınmamıştı.

     

    Tarihçi Talmon da bu mesihleştirmeden korkanlardandı. Totaliter demokrasi üzerine harika üçlemesinde; ‘Mesihleştirme politikaları neden ilk önce bir kurtuluş ve özgürlük tasavvuru iken, sonradan hep köleleştirmenin bir tuzağına dönüşür?’ diye sormuştu ve Guş Emunim’in takipçilerinin, bu toprakların fethedilmesini Tanrısal bir olay olarak gördüklerini yazmıştı.

     

    Leibowitz ve Talmon yerleşimcileri, zamane Sabetayistleri olarak gördüler. Leibowitz, Guş Emunim’i kast ederek, ‘Devletin bir zaferi, ebediyeti ve kutsallığı olmadığı ortaya çıktığı anda, aniden her şey yok olur. Bu tam da Sabetay Sevi’nin müritlerinin yaşadığı şeydi’ şeklinde yazmıştı.

     

    Talmon da; Altı-Gün Savaşı’ndan sonra, ‘bir Sabetayist uyanış ve hayalkırıklığı’nın oluşabileceği konusunda uyarı yapmıştı. Harel’in ‘peygamber’i doğru tanımlamakta başarısızlığa uğraması gibi, o da ‘Siyonist’in ne anlama geldiğini yanlış anlamışa benziyordu.

     

    Harel ve yerleşimci dostları aslında klasik dini Siyonizmi terk eden Siyonizm karşıtlarıdır. Ulusal Dini Parti’nin (NRP) 1967 öncesi son konferansında partinin bir koalisyon hükümeti kurmayacağı, yani Arap devletleriyle barışı öncelikleri arasında üst sıralara koymayacağı açığa kavuşmuştu.

     

    O zamandan beri Şeria Nehri’nden çok çamurlu sular aktı. Hahamlar ve yerleşimciler Bnei Akiva gençlik hareketini kontrol altına aldılar ve din kaynaklı bir tevazu yerine, doğaüstü bir kibirliliği vurgulamayı tercih ettiler. Koyu Siyonistler İsrail toplumunun gerçeklerine yakın durmak yerine, bir yabancılaşma ve entelektüel kafa karışıklığı içinde olan sömürgeciler oldular.

     

    Onlar bizi kendi topraklarımızda egemen kılan Siyonist devrimi içselleştirmeyip, kurbanı oynamayı tercih ettiler. Uzlaşmayı arzu edebilecek kadar özgüven sahibi olan bir egemenin soyluluğuna sırt çevirerek, ikiyüzlü zorbalar olmayı tercih ettiler. Seküler İsrailliler olsun Filistin halkı olsun, yoksul olsun göçmen işçi olsun; etraflarındaki herkesi görmezden geldiler ve sonuç olarak, asla sosyal adalet için mücadele edenlere dahil olamadılar.

     

    Leibowitz ve Talmon bu ve benzeri süreçlerin olacağına dair uyarılar yapmışlardı. Bazen şu veya bu tahminde yanılmışlardı; fakat yine de bizi çağdaş Sabetayistler ya da işgal edilen toprakların yeni Haçlı Birlikleri olmaya götüren kaygan yolun farkına varabilmişlerdi.

     

    10 yıl önce, Kiryat Şimona’da yaşayan bir kesim, üzerlerine Katyuşa füzeleri düşmeye başlamışken kasabayı terk ettiğinde, Harel onların ‘yenilgiyi kabullenmeleri’ni eleştirmişti. Bu gazetede, onları Haçlılara benzetmişti.

     

    Acaba Harel ve onu destekleyenler, bu yaklaşımlarıyla, mesihleştirme zirvelerinden yenilgiyi kabul etmenin diplerine düşenlerin aslında kendileri olduklarını ispatlamış olmuyorlar mı? Bu tam da Leibowitz’in ülkeyi ilk terk edenlerin –mecazi anlamda elbette- yerleşimciler olacağına dair tahminde bulunurken kast etmiş olduğu şey değil miydi?

     

    Çeviren: Gözde Nur Donat

    http://www.haaretz.com/print-edition/opinion/the-latter-day-sabbateans-1.287735