Erdoğan’ın İran temasları bölgesel çözüm üretecek durumda değil

img
Erdoğan’ın İran temasları bölgesel çözüm üretecek durumda değil YDH

YDH- TRT Arapça kanalında yayımlanan Stüdyo İstanbul programına konuk olarak katılan YDH Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu Başbakan Erdoğan’ın İran temaslarını değerlendirdi.




 

YDH- TRT Arapça kanalında yayımlanan Stüdyo İstanbul programına konuk olarak katılan YDH Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu Başbakan Erdoğan’ın İran temaslarını değerlendirdi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Seul’de yapılan Nükleer Güvenlik zirvesinden sonra gerçekleştirdiği İran ziyaretinde ikili ilişkilerin yanı sıra bölgesel konuların da ele alınacağının açıklandığına işaret eden YDH Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu, Türkiye’nin İran’la 5+1 Grubunun müzakerelerine ev sahipliği yapması, ikili ekonomik ilişkilerin 16 milyar dolardan 30 milyar dolara çıkarılması hedefi ve Suriye konusu gibi hususların ana gündem başlıkları olduğunu söyledi.

Alptekin Dursunoğlu Başbakan Erdoğan’ın bu üç ana başlık içerisinde somut sonuç alabileceği tek hususun ikili ticari ilişkileri geliştirmekle sınırlı olduğunu belirterek İran’ın nükleer programının ve Suriye sorununun çözümü konusunda somut herhangi bir sonuç elde etmesini beklemediğini söyledi.

İran’ın nükleer programı ile ilgili olarak Batılı ülkelerle ve İsrail’le yaşadığı sorunun Türkiye’nin müdahalesi ile çözümlenmeyecek kadar çok taraflı ve karmaşık bir sorun olduğunu belirten Dursunoğlu, Batılıların İran’dan nükleer programını durdurmasını istediğini, İran’ın ise NPT konvansiyonu çerçevesinde gerçekleştirdiği barışçı nükleer programın yasal hakkı olduğunu belirterek bu isteği reddettiğini hatırlattı ve Türkiye’nin bu çerçevede sadece İran’la 5+1 arasında yeniden başlaması beklenen müzakerelere ev sahipliği yaparak sürecin bir tarafı olmaya çalışmakla sınırlı bir rolünün olabileceğini söyledi.

Başbakan Erdoğan’ın Tahran’da bölgesel sorunlara ilişkin temaslarının olacağının hatırlatılması üzerine de Dursunoğlu, bölgesel sorunlardan Suriye meselesinin kastedildiğine dikkat çekerek Arap Birliği ve BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan’ın başlattığı girişime değindi ve şunları söyledi.

“Annan’ın başlattığı girişime BM de başkanlık bildirisiyle destek verdi. Dolayısıyla bundan sonraki çözüm yolunun BM’nin de destek verdiği Annan planı çerçevesinde olması bekleniyor. Suriye meselesi bu kadar uluslar arası bir boyut kazanmışken Türkiye ve İran bu meseleyi tek başlarına ve ikili olarak çözme yönünde karar alabilmesi ve uygulaması mümkün değil.  

Eğer Suriye meselesi bu ölçüde uluslar arasılaşmasaydı böylesi bir şey olabilirdi. Türkiye, İran ve Rusya’nın arabuluculuğunda barışçı bir çözüme gidilebilirdi. Nitekim BM Güvenlik Konseyinde 4 Şubat’ta yapılan oylamadan sonra Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Şam’a ziyareti olmuştu. Lavrov, şam ziyaretinde İran, Türkiye ve Suriye’nin bu sorunu bir bölgesel girişimle çözebileceğini söyledi. Esed yönetimi de buna sıcak bakmıştı; ancak Türkiye “Suriye’nin Dostları” adı verilen grup çerçevesinde adımlar atınca böylesi bir çözüm gerçekleşemedi. Şu anda Kofi Annan’ın girişimi söz konusu iken ve Suriye meselesi bu kadar uluslar arasılaşmışken Türkiye ve İran’ın bu meselenin çözümü için somut bir adım atabileceğini gerçekçi bulmuyorum.”

Alptekin Dursunoğlu, Türkiye’nin İran’a uluslar arası toplumdan ne tür bir mesaj iletmiş olabileceğine ilişkin bir soruya da şöyle cevap verdi:

“Türkiye’nin nükleer mesele ile ilgili olarak Tahran’a iletebileceği bir mesaj yok. İran’la 5+1 grubu zaten müzakere yapıyorlar. Bu müzakerelerin niçin kesildiğini bunlardan neden bir sonuç alınamadığını her iki taraf da biliyor. Nükleer meseleyle ilgili olarak İran’ın ne istediği de Batılıların ne istediği de belli. Batılılar İran’dan bu barışçı nükleer programı durdurmasını istiyor. İran ise bunun NPT konvansiyonundan kaynaklanan yasal bir hakkı olduğunu savunuyor ve barışçı nükleer programını devam ettireceğini söylüyor. Mesle burada tıkanıyor. ABD ve İsrail, İran’ın nükleer programının durdurulması yönünde siyasi girişimlerde bulunuyor. İran’ın bu programı silah için kullandığı iddialarını gündeme getiriyor. Bu durumda Türkiye’nin bu konuda Batı adına Tahran’a herhangi bir mesaj iletmesi de gerçekçi değil.

Suriye meselesine gelince. İran’ın burada abartıldığı gibi Suriye meselesiyle ilgili çok fazla bir rolü bulunmuyor. Bu konudaki diplomatik etkinlik Türkiye tarafından gösterildi. Bir sene boyunca Dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’nun önce ikili temaslar şeklinde daha sonra Arap Birliği çerçevesinde şimdi de “Suriye’nin Dostları” adı verilen uluslar arası grup çerçevesinde adımları oluyor. Bütün bu bir yılık süreç içerisinde bu konuyla ilgili olarak İran’dan Şam’a tek bir ziyaret bile olmadı. Yani İran bu meselenin aslında dışında. Ancak eğer bundan Tahran’la Şam arasındaki olumlu ilişkilerin Şam yönetimine bir baskı aracı olarak kullanılması kastediliyorsa bu imkansız bir şey; çünkü Suriye ile İran arasında 30 yılı aşkın bir stratejik müttefiklik ilişkisi var ve İran bu sağlam ilişkiyi Batı adına ve Batı’nın çıkarları adına Suriye’ye yönelik bir baskı aracı olarak kullanma konusunda hiç de gönüllü olmayacaktır.”

Başbakan Erdoğan’ın Tahran ziyareti kapsamında ikili ilişkilerin geliştirilmesi dışında somut bir netice alınabileceğini düşünmediğini belirten Dursunoğlu, Başbakan Erdoğan’ın Tahran ziyaretinde bir netice alınacaksa bu neticenin de 16 milyar dolar civarında olan ticaret hacminin 30 milyar dolara çıkarılması yönünde adımlar atmak olacağını söyledi.

İran’ın nükleer meselesinin Tahran’la 5+1 grubu ve İsrail’le ilgili olduğunu ve bu yüzden Türkiye’nin bu meselede ciddi bir çözümleyici rolünün olamayacağını belirten Dursunoğlu aynı şeyin Suriye konusu için de geçerli olduğunu savunarak BM tarafından da desteklenen Kofi Annan girişimiyle bu sorunun barışçı bir şekilde çözümü yönünde bir süreç başladığını hatırlattı ve 1 Nisan’daki toplantıdan da herhangi bir sonuç çıkmasını beklemediğini, İran’ın da Türkiye’nin Suriye konusundaki politikasını destekleyici bir mesaj verebileceğini sanmadığını söyledi.

Türkiye’nin İran’ın nükleer programıyla ilgili olarak 2010 yılında Brezilya ile birlikte oynadığı arabuluculuk rolünün hatırlatılması ve böyle bir rolün yeniden söz konusu olup olmayacağının sorulması üzerine de Alptekin Dursunoğlu şunları söyledi.

“Türkiye’nin İran’ın nükleer programıyla ilgili oynadığı rolün niteliği Türkiye’de çok da doğru bilinmiyor. 2010 yılındaki mesele şuydu: İran, Tahran’daki araştırma reaktörü için kullanmak üzere yakıta ihtiyacı vardı. Yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyuma ihtiyacı vardı. İran bunun Ulusalr arası Atom Enerjisi Ajansı’ndan satın alma yoluyla temin etmek istediğini açıkladı. ABD ve Fransa ise bunun satın alma yoluyla değil, takas yoluyla olmasını talep etti. İran bu teklifi kabul ederken bu kez Batılılar bu takasın İran topraklarında olmamasını ve takasın eş zamanlı yapılmaması şartını getirdi. Türkiye ile Brezilya’nın devreye girişi bu noktada oldu. İran Türkiye ve Brazilya’nın arabuluculuğunu kabul etti; ancak ABD buna rağmen BM Güvenlik Konseyi’nden İran’a yönelik ağırlaştırılmış yaptırım kararı çıkardı. Yani Türkiye ve Brezilya uluslar arası toplum adına olumlu bir adım attı ve netice de elde etti; ancak ABD Türkiye ve Brezilya’yı çiğneyerek Güvenlik Konseyi’nden karar çıkardı. Şu an böylesi bir durum söz konusu değil. Şu an bahis konusu olan şey 5+1 ile İran arasında yapılacak müzakerenin nerede yapılacağı. 13 Nisan’da yapılacağı belirtilen bu müzakerelerin şu an nerede yapılacağı belli değil. Türkiye’nin bu noktadaki tek başarısı bu müzakerelerin Türkiye’de yapılamasını sağlayarak sürecin bir parçası olmasıdır. Yoksa bu sorunun çözümü noktasında Türkiye’nin hiçbir etkisi söz konusu değildir.”

Tahran Esed’e çekilme çağrısı yapar mı?

Alptekin Dursunoğlu, Başbakan Erdoğan’ın Tahran temasları sonrasında İran’ın Beşşar Esed’e çekilme çağrısı yapıp yapmayacağına ilişkin bir soru üzerine de şunları söyledi:

“Hayır ne münasebet, Suriye’deki rejimin gitmesi, Katar, Suudi Arabistan, Fransa ve ABD gibi bazı ülkelerin talebidir. Bir ülkedeki rejimi ABD, Fransa, katar ve Suudi Arabistan beğenmiyor diye bir ülkenin rejimi niye gitsin?

Kaldı ki Kofi Annan girişimine dikkat edersek orada Beşşar Esed’e çekilme çağrısı yapılmıyor. Bir siyasi çözüm süreci başlatılıyor. Şu an BM Güvenlik Konseyi’nin başkanlık bildirisiyle de desteklenen bu girişim Suriye’de barışçı bir çözümün önünü açmış oluyor. Dolayısıyla da BM başkanlık bildirisiyle de desteklenen bir girişim Beşşar Esed’e çekilme çağrısı yapmazken İran neden ABD, Fransa, katar ve Suudi Arabistan’ın isteği doğrultusunda Beşşar Esed’e çekilme çağrısı yapsın? Bunun hiçbir gerçekçiliği yok.

Bu çekilme çağrıları üzerinden Suriye’de rejim değişikliği girişimleri de esasen Kofi Annan planı ile ve Rusya ve Çin’in de vetosuyla çökmüş durumdadır. Dolayıyla meseleyi yeniden Suriye’de rejim değişikliği olması yönünde gündeme getirip tartışmak son derece yanlıştır.”

Alptekin Dursunoğlu, Başbakan Erdoğan’ın Tahran’da Suriye konusunda ne talep edeceğine ilişkin bir soru üzerine de şunları söyledi: “Doğrusunu isterseniz bunu ben de çok merak ediyorum. Sanıyorum Başbakan, Kofi Annan planından sonra bu “Suriye’nin Dostları” adı verilen grubun önünü açacak bir adım atmaya çalışıyor. Doğrusu ben Suriye’nin Dostları adı verilen bu grubun oluşturulmasından beri atılan adımları anlamakta güçlük çekiyorum ve doğru da bulmuyorum.

Çünkü Suriye’nin Dostları girişimi, bana şunu hatırlatıyor: Amerika, 2003 yılında Irak’ı işgal için Güvenlik Konseyi’ni ikna edemeyince 40 tane ülkeyle koalisyon kurdu ve Irak’ı işgal etti. Suriye konusunda Arap ve Avrupa ülkelerinin hazırladığı taslak Rusya ve Çin vetosu sebebiyle Güvenlik Konseyi’nden çıkmayınca Suriye’nin Dostları diye bir grup kurduk ve BM’den karar çıkamıyorsa buradan karar çıkarıp gidip Suriye’de rejim değişikliği yapmak istiyoruz. Böylesi bir şey olamaz. Bunu ABD 2003’te Irak’ta denedi ve BM’nin de tüm uluslar arası kurumların da itibarını mahvetti. Sorunuzda belirttiğiniz şeyi ben de merak ediyorum. Başbakan hala bu Suriye’nin Dostları girişimiyle ilgili hala ne elde etmek istiyor ben de çok merak ediyorum.

Kofi Annan’ın girişimiyle barışçı bir çözüm yoluna gidilirken buna şans vermek gerektiğini düşünüyorum. İsrail’le Filistin sorununun siyasi çözümünden yana olan bu ülkeler yani Katar, Suudi Arabistan, Türkiye, neden Suriye’deki sorunun siyasi çözümünü değil de silahlı veya dış müdahale ile rejim değişikliği istiyor ben bunu anlamıyorum.”



Makaleler

Güncel