Suriye’deki Alevilere dair bir cehaletin analizi

img
Suriye’deki Alevilere dair bir cehaletin analizi YDH

YDH Suriye Temsilcisi Mehmet Serim, Suriye’deki Alevilerin siyasi tutumuna ilişkin çok tekrar edilen yanlış bilgi ve değerlendirmeleri yazdı.




Suriye’de olayların başladığı Mart 2011’den bu yana yapılan haber / analiz sayısı yüzbinleri geçti. Bu haberlerin bir kısmı gerçekleri yansıtıyor elbette; geri kalanların kimisi fabrikasyon, kimisi cehalet ürünü, kimisi hükümetlerin dikte ettirdiği haberler.

Herkes görmek istediği gibi Suriye haberleri / analizi yapıyor. Burada birkaç kez bu haberler de dahil olmak üzere söylenenler ile gerçekler arasındaki farkı; sadece olay bazında değil, siyaset / diplomasi bazında da birtakım saiklerin yanılsamalara yol açtığını anlatmaya çalışmıştık.

Obama, Erdoğan, Davutoğlu gibilerin kendi siyasetlerini sürdürebilmek için gerçekleri yansıtmayan söylemleri kullanmalarının bir mantığı var elbette ve bu, bir ölçüde anlaşılabilir.

Ancak durum gazeteciler ya da analistlere gelince farklılık arz ediyor.

Bilerek mi, cehaletten mi?

Örneğimiz ‘Foreign Affairs’te yayınlanan bir haber / analiz.[1]

Alrifai’nin yazısını yazdığı dergi Foreign Affairs, ABD’nin önde gelen ve bir hayli faal olan Council on Foreign Relations (CFR) adlı düşünce kuruluşunun yayın organı.

CFR adı birçok ülkedeki açık / gizli ABD faaliyetleri ile birlikte anılıyor. Dolayısıyla kuruluşun dergisinde yayınlanan yazılar da o ölçüde etkili.

Alrifai yazısında verdiği örnekler ile (özetle) “sonunda, mensubu olduğu Alevilerin de Esad’a tepki göstermeye başladığını” anlatıyor.

Söz konusu yazıda anlatılanların bir kısmı doğru; ancak Alrifai’nin çıkardığı sonuçlar için yeterli değil. Sözü edilenler okuyucuda gerçeklerden uzak bir algı yaratacak şekilde verilmiş.

Alrifai’nin yazdıklarının bir kısmının özet çevirileri aşağıda. Yazının tamamı linkten okunabilir.

MEZHEPÇİ KÖRLÜK

Dünya medyası Suriye olaylarına mezhepçi bakıştan kurtulamadı. Buna bakış açısına göre:

1) Esad (ve geçmişte babası) mensup olduğu Alevi azınlıkla birlikte ülkeyi inim inim inletmekte ve Aleviler iktidarın getirdiği nimetlerden fazlasıyla yararlanmaktadır.

2) Sünni çoğunluk ve diğer azınlıklar Alevilerin hakimiyeti altındadır.

3) Alevilerin hepsi Esad’ı taparcasına sevmekte buna karşılık Sünnilerin hepsi Esad’dan nefret etmekte ve Esad’ı devirmeye çalışmaktadır. Aleviler ve Sünnilerin başını çektiği bir mezhep savaşı / iç savaş vardır.

4) Ordu içinde Alevilerden başka kimse kalmamıştır ve Aleviler bir yandan Esad için bir yandan da iktidar değişikliği durumunda kendi geleceklerinden korktukları için can havliyle rejimin düşmemesi için savaşmaktadır.

Şimdi Alrifai’nin yazısından yola çıkarak hem yazıyı hem de örneği olduğu bakış açısını ele almaya çalışalım:

“Son aylarda Esad’ın klanında ve Aleviler içinde (Esad’a karşı) artan öfkenin / kırgınlığın belirtileri görülmeye başlandı.”

Aleviler ile ‘Alevi birinin iktidarını’ birbirinden ayırmak lazım. Elbette Esadları fanatik bir şekilde sevenler de, iktidarın nimetinden sonuna kadar faydalananlar da var Aleviler içinde. Ancak bu tüm Alevilerin rejim ile her zaman barışık olduğu anlamına gelmiyor. Aleviler bu anlamda birkaç bölüme ayrılıyor:

1) Kronik muhalifler. Bunlar 60’lı yıllardan bu yana Arap milliyetçisi / sol / komünist parti ya da hareketler içinde yer almış, yaşları 20 ile 80 arasında değişen ve halen sadece Esad’a değil aynı zamanda tüm Baas ve burjuva partilerine karşı olan insanlar. Sayıları da az değil, yaklaşık 100 bin olduğu belirtiliyor. Bunların binlercesi Baas iktidarı boyunca hapis yattı, işkence gördü, baskı altında tutuldu.

2) Din adamları: Katı laik Esadların Alevi bir aileden gelmelerinin dışında Alevilik ile resmi bir ilişkileri bulunmuyor. Ortadoğu’da liderler genellikle dini bir zümreden gelirler ve o dini zümre adına (da) siyaset yaparlar. Lübnan örneğinde olduğu gibi. Ancak Suriye’de böyle bir durum söz konusu değil. dolayısıyla toplum içinde kanaat önderleri olarak Alevi din adamları ile Esad(lar) arasında hiçbir zaman ilişki olmadı şimdi de yok.

Din adamlarının çoğu siyasete tamamen karşı. Alevilerin dinsel bir topluluk olarak sade bir hayat yaşaması gerektiğini düşünüyorlar. Siyaseti ‘kirlilik’ olarak değerlendirdikleri için de Şam’daki iktidar ile ilişkileri ‘Allah ülkemizi ve reisimizi korusun’ duasından öteye çekmemiştir.

3) Kitleler: Bunlar kimisi çiftçi. Kimisi devlet memuru, kimisi bürokrat, kimisi asker, kimisi esnaf vs.. bunlar bir şekilde yaşamını sürdüren ve iktidar ile ilişki içinde olmayan geniş bir kitle.

4) Mutlu azınlık klanı üyeleri: Bunların içinde Esad ailesi (kuzenler, akrabalar vs), yüksek rütbeli subaylar / bürokratlar ve işadamları var. Her türlü yolsuzluğa bulaşmışlar. Aleviler içinde iktidar ile ilişki içinde olan tek zümre bunlardır. Alevilik ile ilişkileri sadece köylerine yaptırdıkları villaları arada bir ziyaretten ibaret olan bu kitle ‘Şam dinine’ mensuptur. Şam dini ifadesi ile din, mezhep, ırka bakmaksızın iktidarın nimetlerinden faydalananları anlatmak istiyoruz.

Bunların içinde Alevi Rami Mahluf da var, Sünni Greyvatiler de var, Hıristiyan, İsmaili, Dürzi işadamları / tüccarlar da var.

“ABD, eğer Esad ailesi ile Şam’daki ortakları ve ‘sahil halkı’ (Aleviler) içinde kendisini destekleyenler ile karşı olanlar arasındaki bu çatlağı dikkate alırsa iyi olur.”

ABD’nin bunu dikkate alması bir fayda getirmez; çünkü Alevilerin geneli Esad’a değil Esad’ın uygulamaları olduğunu düşündükleri hatalara karşı tepki gösteriyor. Bunu yazı içinde anlatıyoruz zaten.

“Esad ile yakın çevresi arasında tansiyonun yükseldiğinin ilk işaretleri Esad’ın kuzeni Dureyd Esad’ın; Tabaka askeri üssünde 120 askerin infaz edilmesinin ardından geçtiğimiz Ağustos ayında Savunma Bakanı Fahd Casım Freyc’e istifa çağrısında bulunması ile ortaya çıkmıştı.”

Savunma Bakanı Freyc’e tepki gerçekten var. Özellikle 17. Birlik ve Tabaka askeri üssünün kaybedilmesi ve üsteki askerlerin onur kırıcı şekilde infaz edilmesi sadece Aleviler değil diğer din ve mezheplerden insanların da tepkisine neden oldu.

17. Birliğin ‘satıldığı’ üst düzey subayların baskından bir gece önce Freyc’in gönderdiği helikopterle alındığı öne sürüldü. Daha sonra Freyc’in evinde göz hapsinde tutulduğu ve görevden alınacağı dedikodusu yayıldı. Ancak Freyc birkaç gün sonra ortaya çıktı ve birlik denetiminde bulundu. Bu, Freyc ile ilgili rahatsızlığın olduğu haberlerinin tamamen asılsız olduğu anlamına gelmiyor tabii.

Ancak Freyc’e gösterilen tepki yazıda verilmeye çalışılan anlamda; yani mezhepsel ya da yönetim içinde çatlak olduğu için değil, herhangi bir komutana askeri operasyonları iyi yönetmediği gerekçesi ile gösterilen bir tepki.

Freyc’in eleştirildiği birçok konuşmaya tanık oldum, bunların hiçbirinde Freyc’in mezhebi dile getirilmedi. Ancak özellikle İŞİD’in kuzey doğuda ani ilerlemesi ve güneyde el-Nusra’nın etkili olmaya başlaması bir anda tepkilerin Freyc üstünde toplanmasına neden oldu. Son birkaç aya kadar Freyc başarılı olarak kabul ediliyordu.

“Şam istihbarat sorumlusu; Esad’ın kuzeni Hafız Mahluf ise ‘gönüllü olarak’ görevinden ayrıldı.”

Freyc ile ilgili iddialarla birlikte bu iddia da ‘Esad ile yakın çevresi arasında sorun olduğu’ iddiasına dayanak olarak sunulmuş. Hafız Mahluf’un Esad tarafından Şam merkezi istihbarat sorumluluğundan alındığı doğru. Ancak sorun Esad ile Mahluf arasında değil Mahluf ile Freyc arasındaydı.

Mahluf’un Freyc’e itaatsizlik ettiği ve aralarında tartışma çıktığı ve olayın Esad’a ulaşmasından sonra da görevden alındığı dile getiriliyor.

Bu tavır, Esad’ın ‘devlet mekanizması içinde aksama yaratacak kişi ve gelişmelere izin vermeyeceğinin’ bir sinyali olarak değerlendirildi.

Esad Sünni bir general / bakana itaatsizlik eden Alevi kuzenini görevden almaktan çekinmedi.

“Aynı zamanda sahil bölgesindeki  Alevi aktivistler; kriz sırasında çok sayıda Alevinin ölmesini protesto için ‘Esad’a Karşı’ kampanyası çerçevesinde ‘ölüm bakanı’ olarak adlandırdıkları Freyc’in istifasını istediler. Rejim yanlısı bir Alevi avukat ise İŞİD tarafından kaçırılan 120 asker için twitter’da ‘neredeler’ hashtag’i attığı için gözaltına alındı. Kendilerine ‘Suriyeli Aleviler Cemaati’ adını veren oluşum ise rejim değişikliği çağrısında bulundu.” (Yazıda link verilmiş, orijinali için bkz: http://eldorar.com/node/61839)

Esad’a bir tepkinin olduğunu / Aleviler içinde de Esad’a karşı olanların olduğunu / on yıllardır Baas rejimini istemeyen, bu nedenle gözaltına alınan, tutuklanan, hapis yatan, işkence gören binlerce Alevi olduğunu yukarıda anlatmaya çalıştık.

“Diğer bölgelerden binlerce Alevi’nin yanı sıra sadece Ceble’den (Lazkiye’nin bir ilçesi) 8000 yönetim yanlısı (Alevi) asker olaylar sürecinde hayatını kaybetti. Lazkiye’de binlerce kişi gösteri yaptı, kayıp çocuklarının cesetlerinin getirilmesini istedi ve ‘inşallah senin oğlunun cenazesine de katılacağız’ sloganları attı. Humus – İkrime’de bir ilkokula yapılan ve 17 çocuğun hayatını kaybettiği bombalı saldırı sonrası Humus halkı, Vali Talal el-Barazi’nin istifasını istedi.”

Bu paragrafta anlatılanlar da kısmen doğru. Lazkiye’de Tartus’ta insanlar Esad’ın (Sünnilere karşı değil) teröristlere karşı gerekli sertliği göstermediği ve bu nedenle ölümlerin arttığı görüşündeler.

ALEVİLER ORDUDA NEDEN FAZLA

Peki neden Aleviler orduda bu kadar öne çıkıyor ve dolayısıyla ölenlerin çoğu Alevi?

Bunun tarihsel, sosyo-ekonomik ve konjontktürel sebepleri var:

1) Alevilerin yaşadığı sahil bölgesi tarımsal üretim açısından yeterli değil. Sahil bölgesi sanayi açısından da çok zayıf. Şimdilerde tarımda bir gelişme var ancak 50 – 60 – 70’li yıllarda Aleviler için 3 seçenek vardı:

Tarım yapmak, üniversite okumak, asker olmak. Bunlar içinde en kolayı asker olmaktı; çünkü devlet askeri okullara giden gençlere hemen aylık bağlıyordu. Üniversite okumak ise maddi imkan gerektiriyordu. Bu nedenle Alevi gençlerin çoğu çareyi orduya yazılmakta görüyordu. Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek lazım: Suriye’deki Sünni kesim askerliği hor görür. (Peygamber sünneti olduğunu ifade ettikleri bir görüş gereği) ticaret ile uğraşmaları gerektiğini düşünürler. Bu nedenle askeri akademilere her zaman ilgisiz kaldılar. Ordu kademelerinde zamanla Alevilerin artmasının nedenlerinden biri de budur.

Konjonktürel sebeplere gelince:

Olayların başında Şam ve Halep başta olmak üzere burjuvazi ve köklü Sünni aileler kırsaldan gelen, camilerden çıkan dalgaya ilgi göstermediler. Bu, ilk zamanlarda Esad için yeterliydi; ancak zamanla sorun gösteri sorunu olmaktan çıkıp Nusra, IŞİD gibi örgütler ile silahlı çatışmaya dönüştü.

Orduda kayıpların artması üzerine yeni asker alımları yapılmaya başlandı; ancak devlet bunda sıkıntı yaşadı. Bir yandan Sünni ve Alevi burjuvazi çocuklarını orduya göndermemek için ülke dışına çıkardılar, diğer yandan sorunlu bölgelerden asker toplamak imkansızlaştı. Devlet de doğal olarak Alevilere ve hakimiyeti altındaki Sünni bölgelere yöneldi.

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız durumun sonucu olarak  ordu içinde kalan ve savaşan askerler içinde Aleviler öne çıktı. Alevi askerlerin ‘daha çok ölmesinin’ sırrı burada yatıyor. Alevilerin kendi bölgelerinde verdikleri şehit sayısının yaklaşık 50 bini bulduğu söyleniyor.

Önemli bir nokta da şu: Ordu içinde Sünni, Hıristiyan, İsmaili, Dürzi, Kürt askerler göz önüne alındığında Alevilerin hala azınlık olduğu görülür. Yani sanıldığı gibi ordu Alevilerden oluşmuyor sadece. Ancak haberlerde ordu ‘Suriye ordusu’ olarak değil ‘Alevi ordusu’ olarak yansıtılıyor.

Başlarda insanlar gönüllü olarak orduya yazılıyordu. Ancak çatışmaların şiddetlenmesi, askerlerin vahşi infaz ediliş görüntüleri ve hemen her evde en az bir kişinin hayatını kaybetmiş olması insanlarda tepki oluşturmaya başladı.

Bu arada yasal askere alma işlemlerinin devletin hakim olduğu yerlerde devam ettiğini, kaçakların arandığını, yakalandıklarında orduya teslim edildiklerini, askeri disiplin kurallarının işletildiğini, disiplinsizlikten dolayı onlarca askerin şu anda hapishanelerde olduğunu da belirtmek lazım.

Humus valisine tepki gösterildiği haberi de doğru. Yaklaşık 50 çocuğun hayatını kaybettiği patlama sonrası gösteri de yapıldı ve bu gösteride gözaltına alınanlar oldu. Valiye gösterilen tepki ise bir cenaze ziyaretinde oldu. Vali’nin istifası istendi; ancak Esad, valiyi görevde tuttu.

Bu arada yazarımızın Humus’taki patlama ile ilgili kaynağı da ilgi çekici. UNICEF’in resmi açıklaması. Açıklamada 17 çocuğun öldüğü belirtiliyor. Oysa ölen çocukların sayısı 50’nin üzerinde.

ABD ve dünya medyasının bugünlerde Ayn el-Arab’da IŞİD’e karşı savaşan Kürtlere gösterdiği ilgiye aldanmayın. Dünya medyası daha önce Kürt, Sünni ya da Alevi katliamlarını görmeden geliyordu.

Bugünlerde Kürtlere gösterilen ilginin nedeninin birtakım hesaplar olduğun biliniyor.

UNICEF’in de aynı tavır içinde olduğunu görüyoruz. Eğer ölenler muhalif bölgelerden birinden olsaydı ortalığı ayağa kaldırırlardı. Ancak kısa bir açıklama ile geçiştirdiler. Diğer yandan yazarımız araştırma gereği duymadan açıklamayı olduğu gibi kaynak olarak kullanmış.[2]

“Aleviler içindeki bölünme yeni değil. Esad’ın kendi ailesinin mensup olduğu Kelazi klanının tarafını tutmasına olan tepkiyi yansıtıyor. Bu klan (Kellasiye) kuşatıldığı yerde (Kırdaha’da) olayların etkisinden korunuyor; ancak Haydariye gibi diğerleri cepheye gitmeye ve Suriye muhalefetine karşı savaşmaya zorlanıyor.”

Yazar, “Kellasiye’ye (Kelazi) bir klan (kullandığı İngilizce kelime zümre anlamına da geliyor; ama bu, dinsel kol olan Kelaziye’yi anlatmıyor)” diyerek hakkında yazdığı toplumu bilmediğini belli ediyor. Bu konuya şimdilik girmeyeceğiz; ancak yazar ‘Esad’ın mensup olduğu Kelazilerin Kırdaha bölgesinde savaşın etkilerinden uzak yaşadığını ve Haydarilerin cepheye sürüldüğünü öne sürmüş.

Birincisi böyle bir ayrımın yapıldığına dair en ufak bir işaret yok. İkincisi yazarın bizzat verdiği örnek olan Ceble’de 8 bin asker hayatını kaybetmiş. Ceble’de ve çevresindeki Haydari oranı yüzde 2’yi geçmez. Nasıl oluyor da cepheye sürülenler Haydari ve ölenlerin hemen hepsi Kelazi oluyor?

“Yetkililerin aileleri lüks içinde yaşarken kalanlar çocuklarını doyurabilmek için mücadele veriyor. Şam’da yaşayan Aleviler (bürokratlar, askerler vs) işe Esad ile daha yakın ilişki içinde ve daha fazla ayrıcalıklara sahipler. Buna karşılık Lazkiye dağlarında hatta Esad’ın memleketi Kırdaha’daki bir dükkan sahibi ya da çiftçi eğer rejim için çalışan bir yakını yoksa iltimasa sahip değil. Şam’da yıllardır yaşayan Aleviler menfaatleri söz konusu olduğunda yönetime yakın olmanın avantajlarını kullanıyor, hatta gerektiğinde kendilerini belli etmek için (tehditkar biçimde) ‘sahil ağzı’ ile konuşuyor. Kırdaha’da fakirle zengin arasındaki uçurum büyük. Esad’ın klanı ve yönetime yakın arkadaşları lüks villalar, otomobiller, motosikletler vs’ye sahipken, kimisi ise  toprak evlerde yaşıyor. Bugün bu aileler Esad’ın, çocuklarını ön cephede kullanması yüzünden savaşın ağır faturasını ödüyorlar.”

Yazar kısmen doğru söylüyor. Şam’daki subay ya da üst düzey bürokratlar lüks içinde yaşıyor. Rüşvet ya da yolsuzluktan kazandıkları paralar ile yaptırdıkları villalar köylerde hemen göze çarpıyor. Ancak bu durum bu subay ya da bürokratların Alevi / Esad’a yakın olmasından kaynaklanmıyor.

Yolsuzluk hangi din ya da mezhepten olursa olsun istisnasız tüm üst kamu çalışanlarını sarmış durumda. Yani aynı lüks villaları bir Sünni köyünde de bir Hıristiyan köyünde de görebilirsiniz.

Şam’daki Alevilerin ezici çoğunluğu ise ister öğretmen, ister albay, ister başka görev ve düzeyde memur olsun gecekondu mahallelerinde çoğu sıvasız, içinde doğru dürüst eşyası olmayan evlerde yaşıyor. Şam’da Mezze 86, Iss el Verver gibi yerler bunun örnekleridir. Bu insanlar işlerine dolmuşla gidip gelirler.

Suriye halkının büyük çoğunluğu ise zaten kısıtlı imkanlarla yaşıyordu. Bunun Alevilikle, Sünnilikle ilgisi yok. Dolayısıyla ‘gecekondular dünyanın her yerinde aynıdır.’

Yani sorun din, mezhep değil sınıf sorunu. Alevi de olsa Sünni de olsa milyonlarca kişi aynı sorunu yaşıyor.

Alevilerin savaşın ağır faturasını ödedikleri de doğru; ancak çıkış noktası yanlış. Aleviler Esad’ı korumak için savaşmıyor. İşin gerçeği şu:

Suriye ordusu içinde çoğunluğu Sünni olmak üzere askerler çeşitli silahlı örgütlere karşı savaşıyor. Bu örgütler içinde Suriyeli yerel dinamikleri barındıran tek örgüt ÖSO’dur. Ancak zamanla ÖSO yok olma noktasına geldi. Bugün birkaç cephe dışında ÖSO adı anılmıyor bile. Peki ordu kimlere karşı savaşıyor?

Kuzey ve doğu (Cezire) bölgesi tamamen IŞİD’in elinde. Rakka’nın tamamı, Deyrezzor’un doğu bölümünün tamamı, Halep’in kuzeyinde kalan bölgelerin bir kısmı tamamen IŞİD’in hakimiyeti altında.

İdlib tarafları ise Nusra ve diğer örgütlerin hakimiyeti altında. Halep merkezde ise Nusra, İŞİD (doğu kesimler), ÖSO ve diğer örgütler var.

Güney’de ise (Dera ve kırsalı ile eski Kuneytra) Nusra ve İslami cephe gibi örgütlerin elinde. Üstelik burada somut İsrail (topçu ateşi dahil) desteği ile savaşıyorlar.

El Nusra Kalamun bölgesinde de savaşıyor. Bunların hangisi muhalif? Dünyanın çeşitli ülkelerinden gönderilen beyni alınmış vahşiler siyasal literatürde ne zamandan beri muhalif sayılıyor?

Suriyeli milyonlar ordunun bu vahşilere karşı savaştığını tüm Suriyeliler biliyor; ama dünya medyası ‘bilmiyor.’!

Bu savaşın faturasını sadece Aleviler değil, tüm Suriye halkı ödüyor. Diğer yandan iktidar(dan) sayıldıkları için faturanın Alevilere ödetilemeye çalışıldığı ve kısmen başarılı olunduğu da söylenebilir.

“Ceasar tarafından sızdırılan ve Amerikan Soykırım Müzesine bağışlanan işkence fotoğrafları Alevilerin bile Esad’ın zulmünden kaçamadığını gösteriyor.”

Bu konuda bir şey yazmaya gerek var mı? Bu yalana daha ne kadar devam edilecek? Fotoğrafların aç bırakılan askerlere ve / veya yönetim yanlılarına ait olduğunu aklı olan herkes biliyor.

Ayrıca Esad neden ‘kendisi için savaşan’ askerleri öldürsün ki?

“Alevilerin bu çıkışları yine de muhalefet için iyi haber sayılmaz; çünkü Tartus’taki gösteride muhalifleri istemedikleri sloganları atılmıştı.”

Aleviler muhalifleri de istemiyor. Peki milyonlarca Sünni muhalifleri istiyor mu? Bir kısmı yolsuzluğa bulaşmış büyük bir kısmı ise Suriye’de tanınmayan dolayısıyla tabanı olmayan SUK gibi örgütler mi muhalif?

Ya da yukarıda bahsettiğimiz örgütler mi? Suriye halkı Sünnisi ile Alevisi ile Hıristiyanı, Dürzisi ile bunların hiçbirini kabul etmiyor.

“Esad’a yönelik bir askeri darbe de mümkün görünmüyor. ‘kayını’ Asıf Şevket de dahil bazı isimlere yönelik suikast düzenletmişti.” (Bkz: http://www.thedailybeast.com/articles/2012/07/18/murder-mystery-of-assad-s-brother-in-law.html )

Asıf Sevket Esad’ın kayını değil eniştesi. Büşra Esad ile evliydi. Belli ki yazar bir başkasından alıntı yaparken sorgulama gereği duymamış.

“Hafız Esad Aleviler tarafından sadece bir politik lider değil; aynı zamanda (Aleviliği daha önce küçümsemesine karşın) bir dini figür olarak da görülüyordu.”

Hafız Esad kendilerinden biri olması bakımından Aleviler tarafından övülerek anılan biridir, doğru. Ama hiçbir Alevi buna dinsel anlam yüklemez.

“Normalde Aleviler ile Sünniler Esad’ı devirmek ve IŞİD’e karşı savaşmak için birleşebilirlerdi. Ancak bulunulan durumda bu çok da olası görünmüyor çünkü Aleviler ile sünniler arasındaki güvensizlik devam ediyor. aynı güvensizlik sünniler ile kürt, hıristiyan gibi diğer azınlıklar arasında da var.”

Normalde Aleviler ile Sünniler zaten birleşmiş. Cephede savaşanların durumunu anlatmıştık. Ama sahil bölgesine Humus’tan, Hama’dan, Halep’ten, Deyrezor’dan, göçen milyonlar kimlerin arasında / kimlerle birlikte yaşıyor?

İki tarafta da fanatikler var elbette; ancak bunlar çok çok küçük bir kesimi oluşturuyor ve Aleviler ile Sünniler savaşın olmadığı yerde (daha doğrusu silahlı örgütlerin olmadığı yerde) sorun çıkmadan yaşıyorlar. Bu, Suriye’deki olayları mezhepsel bakış açısıyla değerlendirenlere en güzel cevaptır.

“Suriye’de Mart 2011’de başlayan devrim, ilk 6 ay boyunca barışçı şekilde devam etti, toplumun tüm kesimleri Esad’ın diktatörlüğüne karşı gösteri yapmıştı. Ancak Esad’ın İran ile işbirliği yapması ve cihadistlerin belirmesi ile birlikte kanlı bir savaşa dönüştü.”

Gerçekten öyle mi? Mart 2011’de Dera’da göstericilerin de güvenlik güçlerinin de üzerine ateş açılmıştı ve iki taraftan da ölenler olmuştu. Nisan 2011 Banyas katliamı ve ardından Markab kalesinde ortaya çıkarılan kamyonlar dolusu silah, yakalanan İsrailli ajanlar, Saad Hariri’nin bağlantıları, haziran 2011’de yapılan Cisr eş-Şugur katliamı, daha ilk günlerde polislerin kafasının kesilmesi, Dera kırsalında ordu lojmanlarına yapılan saldırılar ve subay eşlerine tecavüz edilmesi barışçı mıydı? Diğer yanda milyonların katıldığı Esad yanlısı gösteriler şiddet gösterileri miydi?

Deralı bir milletvekili bizzat bana daha ilk aylarda ölen asker sayısının 150’yi geçtiğini anlatmıştı. Üstelik ilk birkaç ay içinde öldürülen güvenlik mensuplarının listesi Suriye Dışişleri Bakanlığı tarafından BM’ye de sunuldu.

Güvenlik güçlerinin şiddeti olmadı mı? Tabii ki oldu.

Ancak şiddetin tek taraflı başlatıldığını söylemek gerçeği yansıtmaz. Dünya medyasında yer alan yalan haberlerin çoğunun kaynağı olan; Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlem Evi’nin geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve Suriye’de ölü sayısının 200 bini geçtiğini anlatan raporu çarpıcıdır.

Rapora göre ölenlerin yaklaşık 63 bini sivil. Geri kalanların yaklaşık 73 bini asker.

Peki ya diğerleri? Ölen her militana karşılık kaç asker ölmüş? Bu bile şiddetin tek taraflı olmadığını ve sarmal bir kez başladıktan sonra önüne geçilemeyeceğini gösteriyor.

Neden Rusya değil de İran? Tipik Amerikan söylemlerinde daha popüler / daha ‘şeytani çağrıştıran’ olduğu için mi?

Esad’ın tüm ‘direniş hattını’ hedef alan bir saldırıya karşı İran ile işbirliği yapması kadar doğal bir şey olabilir mi? Hizbullah’ dünyanın her yerinden silahlı örgütler Suriye’ye akmaya başladıktan sonra girmedi mi Suriye’ye?

“Bugün Esad hala Alevilerin desteğine sahip. Ancak önemle belirtilmeli ki Aleviler tek parça değiller.”

Bugün Esad hala Alevilerin desteğine sahip cümlesi yazının bütünü ile çelişmiyor mu? Evet Aleviler Esad’a kızgın, kırgınlar. Ama Esad ile devam eden mücadeleyi birbirine karıştırmıyorlar.

SONUÇ

Suriye’de savaş devam etmektedir; ancak bu savaş bir iç savaş değildir. Belli bölgelerin birtakım örgütlerin hakimiyeti altında olması iç savaş nitelendirmesinin kullanılması için yeterli değil.

Suriye’de yaşanan savaş mezhep savaşı da değildir. Milyonlarca Sünni ve Alevi bir arada yaşamaya devam etmektedir ve tam tersi bu savaş iki kesimi daha da yakınlaştırmıştır.

Suriye’de yaşanan savaş Esad’ın halka / halkın Esad’a karşı savaşı değildir. Elbette bu rejimin kalmasını artık kimse istemiyor. Ancak savaşın, bu durumu kendi çıkarları için kullanan emperyal güçlere karşı olduğunu artık Suriyelilerin birçoğu kabul ediyor.

Bu savaş tarihsel, siyasal, ekonomik sebeplerle bölgesel, küresel aktörlerin, dinamiklerin karmaşık bir şekilde birbirleri ile mücadele ettiği bir savaştır.

Bu tür haber ve analizler yazarına para kazandırmanın dışında bir fayda sağlamıyor. Bu tür değerlendirmelerin neden olduğu yanılsama nedeniyle “sırtını sadece içinden çıktığı Alevilere dayamış olan Esad” yaklaşık 4 yıldır her gün devriliyor, Sünniler ile Aleviler birbirini boğazlıyor, Esad kendi halkını öldüre öldüre bitiremiyor(!)

Bu önyargılarla ya da bilerek dünyaya pompalanan bu tür haber / yorum / analizler daha ne kadar devam edecek?

Bu haberleri yapanlar, meseleyi sadece bu açıdan görenler cehalet örneği sergilemekle kalmıyor aynı zamanda kendi halklarını da yanıltıyorlar.

 

 

[1] Oula Abdulhamid Alrifai, Foreign Affairs, 3 Aralık 2014. Not Alright With Syria's Alawites Growing Resentment Splinters Assad’s Power Base http://www.foreignaffairs.com/articles/142410/oula-abdulhamid-alrifai/not-alright-with-syrias-alawites

[2] UNICEF. 1 Ekim 2014. Statement by Hanaa Singer, UNICEF Representative in Syria, on double bombing in Homs http://www.foreignaffairs.com/articles/142410/oula-abdulhamid-alrifai/not-alright-with-syrias-alawites



Makaleler

Güncel