Hamas için üçüncü yol mümkün mü?

Enver Sedat liderliğindeki Mısır’ın 1981 yılında Camp David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıyıp diplomatik ilişki kurması, İsrail’in bölgedeki 33 yıllık meşruiyet mücadelesinin ilk zaferi olmuştu.

Enver Sedat liderliğindeki Mısır’ın 1981 yılında Camp David anlaşmasıyla İsrail’i resmen tanıyıp diplomatik ilişki kurması, İsrail’in bölgedeki 33 yıllık meşruiyet mücadelesinin ilk zaferi olmuştu.

 

Arap dünyasında Sedat’ın hain ilan edilmesine ve hayatına mal olan İsrail’in tanınması meselesi, 10 yıl gibi kısa bir süre içerisinde Madrid ve Oslo süreçleriyle birlikte Arap dünyasında Filistin halkının yasal temsilcisi olarak kabul edilen FKÖ’yü de içine alan güçlü bir siyasal eğilime dönüştü.

 

İsrail’le 8 ay gizli görüşmeler yürüten Arafat liderliğindeki FKÖ, İsrail’in kendisini Filistin halkının tek yasal temsilcisi olarak tanıması karşılığında, 13 Eylül 1993’te Oslo’da imzaladığı “İsrail-FKÖ Prensipler Deklarasyonu” ile “İsrail’in güvenli sınırlar içerisinde var olma hakkı”nı tanıyordu.

 

1993’ten, Ariel Şaron’un 2000 yılındaki Harem-i Şerif provokasyonu ile sabote ettiği “toprak karşılığı barış” ve “İsrail’le bir arada yaşayacak bağımsız Filistin devleti projesi”, hep “İsrail’in güvenli sınırlar içerisinde var olma hakkı”nın kabulü şartına dayandırıla geldi.

 

1981’de Mısır’ın, 1993’te FKÖ’nün, tanıdığını ilan ettiği bu şartın, 26 Ocak seçimlerinden zaferle çıkan Hamas tarafından da tanınması isteniyor.

 

ABD, AB Rusya ve BM’den oluşan uluslar arası dörtlü, Ortadoğu sorununun çözümünü Filistin’in İsrail’i tanımasına, bunun karşılığında da bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına bağlı görüyor. Demokratikliği konusunda hiçbir şaibe bulunmayan 26 Ocak 2006 seçimlerinden zaferle çıkan Hamas’a dayatılan İsrail’i tanıma ve direnişi bırakma şartının ve Filistin’e uygulanan ekonomik ambargonun meşruiyet gerekçesini de bu siyasal tez oluşturuyor.

 

Halbuki Ortadoğu sorunu, Filistin’in İsrail’in var olma hakkını tanımasıyla ve bunun karşılığında da bağımsız bir devlete sahip olmasıyla çözümlenebilecek kadar basit bir sorun olsaydı, muhtemelen bugün mevcudiyetini ve meşruiyetini Oslo Anlaşması’na borçlu olan Filistin parlamentosunda ve Filistin hükümetinde bir Hamas iktidarından söz edilemeyecekti. Zira FKÖ’nün bütün bu şartları kabul ederek İsrail’le yürüttüğü 7 yıllık barış müzakereleri, bağımsız Filistin devletini getirmediği gibi el-Fetih’e de seçim hezimeti yaşattı.

 

Hamas’ın, meşruiyetini Oslo sürecinden alan Filistin Yasama Meclisi seçimlerine katılması da, 26 Ocak’taki seçimlerden zaferle çıkması da büyük bir sürpriz olarak değerlendirildi. Uluslar arası toplumu olduğu kadar Hamas’ın kendisini de şaşırtan bu seçim zaferi, Filistin halkının demokratik iradesine saygı duyulmasını ve Filistin içinde, bölgede ve uluslar arası alanda yeni bir sürecin başlatılmasını beraberinde getirmedi.

 

El-Fetih, Hamas’ın koalisyon önerisini reddederek kenara çekildi ve yaşanan ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunların faturasını Hamas’a ödettirme yönünde bir tutum takındı. Zira parlamento aritmetiği gereğince 132 sandalyenin 76’sını kazanan Hamas’ın tek başına hükümet kurması; böylece içerideki toplumsal ve ekonomik sorunlarla birlikte bölgesel ve uluslar arası siyasi baskıların yükünü de omuzlamak zorunda bırakılarak halk desteğini kaybetmesi beklendi.

 

İçeride Filistin Özerk Yönetimi liderliğini ve güvenlik bürokrasisini elinde bulunduran el-Fetih’in çelmeleri, bölgede İsrail’in ekonomik ve askeri baskıları ve uluslar arası alanda da ABD ve AB’nin ekonomik ve siyasi kuşatması, Hamas’ı ikili bir yol kavşağına sürüklemeye dönüktü.

 

Hamas ya İsrail’i tanımak, FKÖ’nün yaptığı anlaşmalara bağlı kaldığını açıklamak, direnişi tasfiye ederek el-Fetih tecrübesini sürdürerek hizaya gelmek ya da ağırlaşan toplumsal ve ekonomik sorunların sorumlusu olarak hükümetten ayrılmak seçenekleriyle yüz yüze bırakılıyordu.

 

Hamas hükümetinin ekonomik kuşatmayı İslam ülkelerinden aldığı yardımlarla kırma çabası, ABD’nin Arap ülkelerine yönelik baskısı ve Arap bankalarının Filistin’e para transferini durdurması sebebiyle başarılı olamadı.

 

Uygulanan ekonomik kuşatma sebebiyle yaşanan sorunlar, İsrail’in askeri saldırılarıyla insani trajediye dönüşürken, Hamas İsrail cezaevlerindeki Filistinli esirlerin yayınladıkları bir uzlaşı belgesini esas alarak el-Fetih’e ulusal birlik hükümeti kurma çağrısı yaptı.

 

Hamas, zahiren kendi siyasi tutumundan dolayı Filistin halkının cezalandırılmasını önlemek amacıyla siyasi fedakarlık yapıp iktidarı bölüşme yönünde adım atarak, el-Fetih’e de yeniden iktidar imkanı sunuyordu.

 

Elbette Hamas’ın bu adımında İsrail ve ABD taleplerinin el-Fetih tarafından karşılanmasını sağlamak ve böylece kendi ideolojik ve ilkesel tutumundan vazgeçmediğini göstermek çabası pek de gizli kalmıyordu.

 

Binaenaleyh Mahmud Abbas’la ortak bir basın toplantısı düzenleyen Başbakan İsmail Heniye’nin, kurulacak ulusal birlik hükümetinin siyasi programıyla ilgili temel noktalarda anlaşma sağlandığını açıklamasından bir gün sonra Hamas Sözcüsü Gazi Hamad, 12 Eylül’de yaptığı açıklamada, ulusal birlik hükümetinin kurulmasıyla birlikte Hamas hükümetinin sona ereceğini, Filistin’de yeni kurulacak olan ulusal birlik hükümetinin İsrail’le barış görüşmeleri yapmak gibi bir sorunun olmayacağını açıklıyordu.[1]

 

Hamas’ın mevcudiyetini Oslo’ya borçlu olan Filistin Yasama Meclisi seçimlerine katılması, önemli bir siyasal esnekliğe işaret ediyor olsa da bedeli her ne olursa olsun mevcut süreçte İsrail’i tanımak yönünde adım atması mümkün gözükmemektedir. Binaenaleyh Hamas’ın ulusal birlik hükümeti formülünü gündeme getirmesi, uluslar arası baskıyı el-Fetih kalkanıyla karşılamaya yönelik pragmatik bir adım olarak gözüküyor.

 

Nitekim, el-Fetih de Hamas’ın bu adımını fark etti ve Filistin Özerk Yönetim Lideri Mahmud Abbas’ın Basın Danışmanı Nebil Amr, Hamas’ın imzalanan barış protokolünün İsrail’i tanımadığını açıklamasının üzerine Mahmud Abbas’ın ulusal birlik hükümeti için yapılan müzakereleri durdurduğunu açıkladı.

 

Aslında uluslar arası baskılar karşısında sıkışan taraf sadece Hamas değil, kurulması düşünülen ulusal birlik hükümetinin İsrail’i tanıması konusunda el-Fetih ve Mahmud Abbas da en az Hamas kadar baskı altında bulunuyor.

 

İsrail’de yayınlanan Yediot Ahronot gazetesi, Amerika’nın Kudüs’teki konsolosu Jack Wallace’ın Abbas’ı “Bizim el-Fetih’in Hamas hükümetine katılmasıyla ilgili herhangi bir sorunumuz yok; ama şunu bil ki uluslar arası toplumun isteklerini kabul etmeyen bir hükümetin ortağı olduğun an, Hamas’a yaptığımızı sana da yaparız” diye tehdit ettiğini yazıyor,[2] Mahmud Abbas da BM Genel Kurulu’nda görüştüğü İsrail Dışişleri Bakanı Tzippi Livni’ye Filistin’de kurulacak ulusal birlik hükümetinin İsrail’i tanıyacağını söylüyordu.

 

Filistin’de halk ekonomik ve askeri kuşatmanın; Hamas, İsrail’i tanıma talebinin; el-Fetih İse ABD ve İsrail’in beklentilerinin baskısı altında ezilirken, ABD ve İsrail Suudi Arabistan’ın 2002 yılında Beyrut’ta söz konusu ettiği planı Hamas düğümünü çözmek için devreye sokmaya çalışıyor ve Katar’ı bu işe aracı kılıyor.

 

Arap planı İsrail’in 1967 sınırlarından çekilmesini, burada bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını ve Arap ülkelerinin de İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesini öngörüyor. Hamas’ın “ıslah edilmesi gerekir” dediği bu planın, Olmert’in Lübnan savaşı sonrasında rafa kaldırdığı tek taraflı geri çekilme projesi kapsamında kazanacağı şekille gündeme gelmesi durumunda Hamas ve diğer Filistinli direniş grupları yeni bir sınavla karşı karşıya kalacak gibi gözüküyor.

 

Esnemeyenlerin kırılma tehdidiyle karşı karşıya bulunduğu, esneyenlerin ise başkalaştığı, çürüdüğü ve kendine yabancılaştığı Ortadoğu’da Hamas’ın, Hizbullah olması da el-Fetih’e dönüşmesi de gerçekçi gözükmüyor.

 

Kaynak: Haberajanda dergisi

 


[1] http://www.saafonline.com/haber_detay.php?haber_id=1259

[2] http://www.saafonline.com/haber_detay.php?haber_id=1313



Makaleler

Güncel