ABD’nin Hamas stratejisi ve Arapların operasyonel rolü

Arap ülkelerinin ABD ve İsrail tarafından Hamas hükümeti konusunda ortaya koyduğu strateji planında operasyonel aktörler olarak devreye girmesi öngörülen planı işlevsel kaldı.

Ortadoğu’da geçen ayın en önemli siyasi gündemi 24 Mart’ta Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da toplanan Arap zirvesi olmuştu.

 

Ariel Şaron’un Haremü’ş- Şerif çıkarmasıyla Ortadoğu Barışı’nı mezara gömmesiyle birlikte yeniden büyük uluslar arası ve bölgesel bunalımların kaynağı olan Filistin’de herkes Arap zirvesinden çıkacak kararları ve bu kararların bunalımlı bölgelere yönelik somut etkilerini merak ediyordu.

 

Çünkü önce Ariel Şaron iktidarı, ardından da 11 Eylül’le bölgede izlenen radikal militarist politikalar, bölgede de buna karşı eğilimleri güçlendirmiş, Oslo Anlaşması’yla oluşturulan “müzakere”, “var olma hakkının tanınması”, “barış” ve “birlikte yaşama” gibi siyasi değerler sisteminin kavramsal içeriğini boşaltmıştı.

 

Binaenaleyh, 11 Eylül’ün yarattığı siyasal ve moral atmosferin gücüyle İsrail yönetiminin Filistin’e uyguladığı “şiddet ve sindirme” politikası, Filistin’de “direniş”i güçlendirdi; müzakerelerden ve barıştan umudunu kesen Filistin halkı geçen on yıl içerisinde İsrail’in “var olma hakkını” tanımayan Hamas’ı iktidara taşıyarak geçirdiği değişimi ortaya koydu.   

 

Hamas’ın geçtiğimiz yılın başında demokratik bir seçimle iktidara taşınması, son on yıldır bölgeye ve Filistin halkına kazandırılmaya çalışılan “müzakere”, “var olma hakkının tanınması”, “barış” ve “birlikte yaşama” gibi siyasi değerler sisteminin Filistin halkı tarafından reddedilmesi anlamına geliyordu.

 

Filistin halkı Hamas yönünde yaptığı bu siyesi tercihle, “direniş”, “1948’den beri işgal edilen tüm toprakların kurtarılması”, “meşru hakların pazarlık konusu yapılamayacağı” ve “Filistin’in bağımsızlığı” şeklinde bir değerler sistemini benimsemeye başladığını ortaya koymuştu.

 

Filistin sorunuyla ilgili olarak uluslar arası düzeyde sadece İran’a ait olan bu siyasal değerler sisteminin Hamas iktidarıyla Filistin’in resmi tezi haline gelmiş olması, sadece İsrail ve ABD açısından değil, bölgesel ve yerel bazı aktörler tarafından da kabul edilebilir bulunmadı.

 

Hamas’ı iktidar yapan Filistin halkı ekonomik kuşatmayla cezalandırıldı, el-Fetih’in Muhammed Dahlan liderliğindeki Amerikancı kanadının kışkırtıcı saldırıları, Filistin’i iç savaşın eşiğine getirdi.  Dışarıdan ekonomik kuşatmayla, içeriden de yaratılan güvenlik sorunlarıyla Hamas hükümetini yönetimde iktidarsızlaştırmayı hedefleyen çelmeler başarılı oldu ve sonuçta Hamas, ulusal birlik hükümeti formülüyle demokratik seçimlerle kazandığı meşru iktidarını paylaşmaya mecbur edildi.

 

Hamas’ı meşru hakkı olan iktidarını başkalarıyla paylaşmaya zorlayan sürecin stratejik planlamasının ABD ve İsrail tarafından yapıldığı biliniyor. Fakat bu planın operasyonel aşamasında Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır’la Katar başta olmak üzere bazı Körfez emirlikleriyle el-Fetih içerisindeki “Amerikancı” kanadın son derece başarılı bir rol oynadığı görülüyor.

 

“Siyasi değerler sisteminin değiştirilmesi karşılığında iktidar”, İsrail ve ABD’nin Hamas konusunda öngördüğü stratejik planın temasını oluşturuyordu. Bu çerçevede Hamas hükümetine, iktidarda kalmasının, İsrail’in var olma hakkını tanıması, FKÖ tarafından daha önce yapılan anlaşmaları kabul etmesi ve askeri direnişi lağvetmesi şartlarına bağlı olduğu mesajı verildi.

 

Bu şartları kabul etmeyen Hamas hükümetine yönelik uygulanan ekonomik kuşatma ve yaratılan güvenlik sorunları planın operasyonel seçenekleri olarak uygulamaya konuldu. İsrail, ABD ve AB tarafından uygulanan ekonomik kuşatma, Arap ve İslam ülkelerinin Hamas hükümetine vereceği mali destekle etkisiz bırakılabilirdi. İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik saldırılarıyla yarattığı güvenlik sorunları da Filistin halkını ve diğer direnişçi grupları Hamas etrafında kenetlenmeye sevk edecek riskler taşıyordu.

 

Arap ülkelerinin ABD ve İsrail tarafından Hamas hükümeti konusunda ortaya koyduğu strateji planında operasyonel aktörler olarak devreye girmesi öngörülen planı işlevsel kaldı.

 

Suudi Arabistan, Ürdün ve Mısır gibi ABD müttefiki Arap ülkeleri, zahiren ülkelerini ziyaret eden Hamas yetkililerinin cebine para sıkıştırsalar da bankalarına Filistin’e para transferi konusunda yasak getirerek, ABD planının ekonomik kuşatma maddesini etkinleştirdiler.

 

Aynı Arap ülkeleri, istihbarat servisleri aracılığıyla kontrol etmekte hiç de zorlanmayacakları Muhammed Dahlan’a Filistin iç savaşına zemin hazırlayacak eylemleri konusunda –destek vermedilerse de- engel de çıkarmadılar.

 

ABD ve İsrail’in sadece el-Fetih’i muhatap alan tutumunun aksine söz konusu Arap ülkeleri, Hamas’la da sıkı bir diyalog geliştirerek ekonomik sorunlarla güvenlik bunalımlarının baskısı altında bulunan Hamas’ı sahip olduğu siyasal değerler sistemini değiştirmeye ikna etmeye çalıştılar.

 

ABD ve İsrail’in “siyasal değerler sistemini değiştirme karşılığında iktidar” vaat ettiği Hamas, Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz’in girişimiyle gerçekleşen Mekke Anlaşması’nda “siyasal değerler sistemini esnetmesi karşılığında iktidar paylaşımı”na ikna edildi.

 

Mekke Anlaşması sonrasında artık İsrail’in var olma hakkını tanıdığını söyleyen bir Hamas olmasa da artık FKÖ’nün İsrail’le yaptığı anlaşmalara “ihtiram” (saygı) göstermeyi kabul eden ve bu anlaşmaların “iltizam”ını (bağlayıcılığını) söz konusu eden ulusal birlik hükümeti siyasi programını imzalayan bir Hamas bulunuyordu.

 

Mekke Anlaşması sonrasında kurulan ulusal birlik hükümetiyle Hamas iktidardan kısmen de olsa uzaklaştırılmış, İsrail’le yapılan daha önceki anlaşmaların en kötü ihtimalle “saygınlığı” garanti altına alınmış, aynı zamanda Hamas’ın da süreç dışına itilmemesi sağlanarak umutlarını Arap barış planına bağlayan etkiye ve nüfuza açık bir Hamas yaratılmıştı.

 

Irak ve Lübnan sorunlarına da yüzeysel atıflar yapsa da 24 Mart’taki Arap zirvesinin ağırlıklı gündemi Suudi Arabistan tarafından 2002 yılında öne sürülen Arap Barış planı oldu. 1967 sınırlarında kurulacak bağımsız bir Filistin devletinin tanınması karşılığında Arap ülkelerinin İsrail’le ilişkilerini normalleştirilmesini öngören plan, Suudi Arabistan-Hamas temasları sürecinde çok ironik bir şekilde Hamas’ın da umudu haline gelmişti.

 

Hamas, ulusal birlik hükümeti kurmaya razı olarak ekonomik kuşatmayı aşmayı, içerideki güvenlik sorunlarını çözmeyi ve 1967 sınırlarında bağımsız bir Filistin devletine sahip olarak da önemli bir siyasi mevzi kazanmayı hedefliyor olabilir.

 

Ulusal birlik hükümetinin kurulmasına rağmen ekonomik kuşatmanın kaldırılacağına dair henüz hiçbir işaret bulunmuyor ve içerideki çatışmalarla gerginlikler, başka boyutlar kazanarak sürüyor. Ulusal birlik hükümetini olumlu bir gelişme olarak gören uluslar arası çevrelerin yeni kabinenin Hamaslı üyelerine yönelik ayrımcı tutumları da sürüyor.

 

Ekonomik kuşatmanın, Hamas’a çok daha ciddi siyasi tavizler verdirinceye kadar sürdürülmesi ve el-Fetihli yeni bakanların Hamas dönemindeki kadrolaşmayı bahane ederek silahlı grupların baskısıyla yeni kadrolaşmalara gitmesinden kaynaklanan yeni iç gerginliklerin ve çatışmaların farklı boyutlar kazanarak sürmesi bekleniyor.

 

İsrail’in de prensip olarak olumlu karşıladığı Arap barış planı konusunda ise en sorunlu hususu, Filistinli mültecilerin dönüşüyle ilgili maddeler oluşturuyor. İsrail’in değiştirilmesini önerdiği mültecilerle ilgili madde konusunda Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Prens Bender bin Sultan, İsrailli yetkililerle temasları sonucu yeni bir formül geliştirdi.[1]

 

Bender’le İsraillilerin formülü, Filistinli mültecilere geri dönmekten vazgeçmeleri halinde tazminat ödenmesini öngörüyor. Başta Hamas ve İslami Cihat olmak üzere birçok Filistinlinin pazarlık konusu yapılamayacağını belirttikleri Filistinli mülteciler konusu, gelen tepkiler üzerine açıklamasını yalanlasa da Ürdün Kralı Abdullah’ın da gündemini oluşturuyor.

 

Hamas’ın siyasi süreç içerisinde şimdiye kadar ortaya koyduğu politika, Hamas’ın iktidara ve siyasi sürece hazırlıksız olduğu yorumlarını yapan analistleri haklı çıkaracak zafiyetler taşıyor. Mülteciler konusunun kolay çözümlenecek bir mesele olmadığı ortadaysa da Ortadoğu Barış görüşmelerinde de Kudüs’ün statüsü ve mülteciler meselesinin müzakere gündeminin en sonuna bırakıldığı ve Filistin halkının 10 yılına mal olan bu süreçte Filistinlilerin hep kaybeden, İsrail’in ise hep kazanan taraf olduğu söylenebilir.

 

Dolayısıyla geniş bir halk desteğine sahip olduktan sonra çözmesine izin vermedikleri ekonomik sorunları ve güvenlik bunalımlarını bunların müsebbiplerine bırakarak siyasi süreçten, siyasi bir tavırla çekilmek yerine, kendini müdahil olamadığı siyasi gelişmelerin akıntısına bırakan Hamas’ın önümüzdeki süreçte yapısal varlığını dahi tartışmaya açan gelişmeler yaşanabilir.

 



[1] http://www.saafonline.com/haber_detay.php?haber_id=2752



Makaleler

Güncel