İsrail’in “beni Gazze’den kurtarın” mesajı

İsrail, “beni Gazze’den kurtarın” mesajı veriyor. UNRWA merkezinin vurulmasından sonra 20 günlük sessizliğini bozan BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un, Doha’da ya da Riyad’da zirve toplamak için paçaları tutuşan İsrail’in Arap dostlarının ve insan hakları şampiyonu Batılı liderlerin, İsrail’in bu mesajını aldıkları görülüyor.

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Gazze Savaşı’nın 2006 Temmuz’undaki Lübnan Savaşı’nın bir kopyası olduğuna dikkat çekmişti.

 

Her iki savaşın siyasi hedefleri, taraftarları ve direnişlerin mücadele stratejileri açılarından taşıdığı benzerlik, savaşın sonlandırılmasına yönelik gelişmeler açısından da paralelikler gösteriyor.

 

2006 Temmuz Savaşı’nda savaşın durdurulmasını sağlamak için Kana’daki BM kampını vurarak katliam yapan İsrail, Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararı çıkarmasına vicdani zemin hazırlamayı hedeflemişti.

 

15 Ocak’ta Gazze’deki BM’ye ait UNRWA binasının vurulması, İsrail’in Gazze savaşının Hamas aleyhine bitirilmesini bekleyen uluslar arası topluma ve Arap rejimlerine “beni Gazze batağından kurtarın” ihtarı olduğu söylenebilir.

 

Direniş’i İsrail’in güvenliğini ebediyen sağlamaya zorlamayı hedefleyen 1860 sayılı BM kararının Hamas tarafından kararlı bir şekilde reddedilmesi, inisiyatifin hala direnişte olduğunu ve İsrail’i ikinci bir yenilginin beklediğini gösteriyor.

 

Lübnan ve Gazze savaşı arasındaki benzerlikler

 

1-İsrail’in her iki savaşta da öngördüğü siyasi hedefler,

2-İsrail’in “uluslar arası toplum” diye nitelenen BM, ABD, AB’nin yanı sıra Arap desteğine de sahip oluşu,

3-İsrail’in savaş stratejisi,

4-Halkın direnişe olan inancı ve direniş dışındaki seçenekleri reddetmesi,

5-Direniş’in savaş stratejisi,

Lübnan ve Gazze savaşlarının birbirinin kopyası olarak nitelenmesini haklı çıkaran başlıklar olarak gözüküyor.

 

İsrail’in siyasi hedefleri

A-Lübnan Savaşı

İsrail askeri Gilad Şalit’in Gazze’de Filistinli direnişçiler tarafından esir alınmasından bir hafta sonra Hizbullah’ın iki İsrail askerini esir alması, 2006 yılındaki 33 günlük savaşın başlamasının zahiri gerekçesi kılındı ise de İsrail’in Lübnan savaşı sırasında ortaya koyduğu siyasi hedefler şunlardı:

 

a) Hizbullah’ın askeri altyapısının çökertilmesi,

b) Hizbullah’ın İsrail sınırından, Litani Nehri’nin kuzeyine (yaklaşık 30 kilometre) çekilmeye zorlanması,

c) Hizbullah’tan boşaltılan bu bölgeye (Güney Lübnan) Hizbullah’ın yeniden silahlanmasını önleme misyonuyla çok uluslu güç yerleştirilmesi,

d) Lübnan içerisinde ülkenin uğradığı yıkımdan Hizbullah’ın sorumlu tutulmasının sağlanması ve Hizbullah’ın Lübnan halkı nezdinde yalnızlaştırılması.

 

B-Gazze Savaşı

İsrail, Hamas’ın 6 aylık ateşkesi uzatmama kararını, Gazze Savaşının başlamasının gerekçesi olarak ortaya koyuyor. Halbuki Filistinlilerin roket saldırılarının durdurulmasına karşılık sınır kapılarının açılmasını öngören ateşkes anlaşmasının İsrail’in sınır kapılarını açmaması sebebiyle bozulduğu biliniyor.

 

Binaenaleyh, savaşın aslında Gazze’nin abluka altında tutulmasını olağanlaştıran ve İsrail’in güvenliğini Hamas’a garanti ettiren bir ateşkesin dayatılması için başlatıldığı ortadadır. Dolayısıyla İsrail’in Gazze Savaşı’yla aşağıdaki siyasi hedefleri gerçekleştirmek istediği söylenebilir:

 

a)Hamas’ın ve diğer Filistinli direniş gruplarının askeri altyapısının çökertilmesi,

b)Direniş gruplarının yeniden silahlanmasını önlemek için Gazze’ye uluslar arası bir güç (veya gözlemci güç) yerleştirilmesi,

c)Gazze’deki seçilmiş Hamas hükümetinin devrilmesi ve Gazze’nin yeniden İsrail’le Annapolis sürecini devam ettiren Filistin Özerk Yönetimi’ne devredilmesi,

d)Gazze’nin uğradığı yıkımdan Hamas’ın ve direniş seçeneğinin sorumlu tutulması, Filistin halkının müzakere ve uzlaşmadan başka bir seçeneğin bulunmadığı inancını kabule zorlanması ve Hamas’ın Filistin halkı nezdinde yalnızlaştırılması.

 

İsrail karşısındaki Arap edilgenliği Arap desteğine dönüşürken

Uluslar arası güçlerin Ortadoğu bölgesine yönelik projesinin bir ürünü olan İsrail’in adına uluslar arası toplum denen ABD ve Avrupa ülkeleri ile bunların jeopolitik çıkarlarına hizmetle vazifeli BM Güvenlik Konseyi’nin Tel-Aviv rejimine verdiği ölçüsüz destek biliniyor.

 

Devlet olarak ilan edildiği 1948’den 1973 yılına kadar İsrail’le savaşan ve Filistin meselesini bir Arap-İsrail meselesi olarak ortaya koyan Arap devletleriyle FKÖ; 1978’deki Camp David, 1991’deki Madrid ve 1992’deki Oslo süreçleriyle artık İsrail’i bir gerçeklik olarak kabul etti ve Filisin davası artık “Filistin devrimi” olmaktan çıkarılıp “Filistin (Ortadoğu) Barışı” olarak tanımlanmaya başladı.

 

İsrail’i bir gerçeklik olarak kabullenip hem kendilerinin hem de Filistin’in İsrail’le olan sorunlarını müzakereler yoluyla çözebileceklerine inanan uzlaşmacı Arap ekseni ile bu eksenin Filistin içindeki uydusu olan Filistin Özerk Yönetimi, İran İslam Devrimi’nden sonra güçlenen direniş seçeneğinin İsrail’le yapılan müzakere süreçlerini zehirleyen bir sorun olarak görüyor.

 

Uzlaşma ve direniş eksenlerinin geniş Ortadoğu coğrafyası düzleminde “Arap-İran” yahut “Şii-Sünni” çelişkileri üzerinde yükselen gerginlikleri, Lübnan ve Filistin’de yaşanan sıcak savaşlarda somut kamplaşmalara dönüşüyor.

 

A-Lübnan cephesi

a)Başta Suudi Arabistan ve Mısır olmak üzere uzlaşmacı Arap ekseni, Lübnan’da 2000 yılında ülkenin güneyini İsrail işgalinden kurtaran Hizbullah’ın silahsızlandırılması için çalışan 14 Mart koalisyonunu destekleyegeldi.

 

b)2006 yılındaki Temmuz Savaşı’nda Hizbullah’ı maceracılıkla suçlayan uzlaşmacı Arap ekseni, bu savaşta açıkça İsrail’i destekledi ve bu destek şu anki İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez tarafından da takdir gördü.

 

c)Uzlaşmacı Arap ekseni, Lübnan’daki cumhurbaşkanlığı seçimi krizi, ulusal birlik hükümeti kurulması ve direnişin muhabere ağının sökülmesi gibi siyasi konularda mezhep çelişkileri üzerinden Lübnan ulusal birliğini bozmaya yönelik adımlara siyasi, psikolojik, dinsel motivasyon ve medya desteği sağladı.

 

B)Filistin Cephesi

a)Direniş seçeneğinin herhangi bir örgüt söylemi olmaktan çıkıp Filistin halkının temel seçeneği haline geldiğini ortaya koyan Hamas’ın seçim zaferi, en az İsrail ve ABD kadar uzlaşmacı Arap cephesini de şoke etmişti.

 

b) El-Fetih’in Hamas’la ulusal birlik hükümeti kurması engellenip Hamas, İsrail’i tanımakla ekonomik kuşatmaya maruz kalmak şeklinde bir tercihe zorlandı.

 

c)Uzlaşmacı Arap cephesi, seçilmiş Hamas hükümetine İsrail tarafından uygulanan ekonomik kuşatma politikasına Arap bankalarından Filistin’e para transferini durdurarak destek verdi.

 

d)El-Fetih Hamas gerilimleri, Filistin Özerk Yönetimi Ulusal Güvenlik Danışmanı Muhammed Dahlan aracılığıyla tırmandırılarak Hamas hükümetinin enerjisinin içeride tüketilmesine ve Filistin ulusal bütünlüğünün bozulmasına çalışıldı.

 

e)Ekonomik kuşatma ve iç baskılarla geri adım attırılamayan Hamas’ın, Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdulaziz aracılığıyla el-Fetih’i hükümetine ortak etmesi sağlandı.

 

f)Suudi Kralı Abdulah’ın girişimiyle yapılan Mekke sözleşmesinin ve kurulan Filistin ulusal birlik hükümetinin amacının Filistin’de ulusal bütünlüğü sağlamak değil, Gazze Ramallah bölünmesine gidecek süreci başlatmak olduğu iç çatışmalar tırmandırılarak ortaya kondu.

 

g)Hamas’a, Muhammed Dahlan’a teslim olmakla Gazze’de durumu kontrol altına alarak direnişi savunmak arasında iki seçenek dayatıldı.

 

h)Meşru savunmayı tercih eden ve teslim olmayan Hamas, Filistin’in siyasi açıdan Ramallah ve Gazze diye ikiye bölünmesinden sorumlu tutuldu.

 

ı)Mısır, Gazze’deki Hamas hükümetini devirmek için ekonomik kuşatmayı ablukaya dönüştüren İsrail’e Rafah sınır kapısını kapatarak destek verdi.

 

i)Hamas hükümetine abluka altında kalmaya boyun eğerek İsrail’in güvenliği sağlamayı öngören bir ateşkes dayatıldı.

 

j)İsrail’in güvenliğini garanti ederek abluka altında yavaş ve sancılı bir ölüme razı olmayan Hamas, ateşkesi bozduğu gerekçesiyle Gazze’de şu an tanık olunan katliamların suçlusu ve sorumlusu ilan edildi.

 

Stratejik bir seçenek olarak direniş gerçekliği

Gerek Lübnan savaşında gerekse Gazze savaşında halkların direnişe verdiği destek ve gösterdiği fedakarlık, bölge halkları nezdinde direnişin bir slogan değil, gerçekçi bir stratejik seçenek olarak algılandığını ortaya koyuyor.

 

Bölgedeki siyasi, ideolojik veya mezhebi farklılıklardan kaynaklanan gerilim ve çatışmaların İsrail’in en önemli siyasi, diplomatik hatta askeri kozu haline dönüşebildiği biliniyor.

 

Arap devletleri arasındaki bir diğeri aleyhine geliştirilen rekabetin, Lübnan’ın dini, etnik ve mezhebi bakımlardan ciddi çatışma potansiyelleri barındıran demografik yapısının ve Filistinli gruplar arasındaki ideolojik ihtilafların, İsrail’in siyasi, diplomatik ve askeri seçeneklerini arttırdığı söylenebilir.

 

Hizbullah’ın, ulusal bütünlüğe ve Lübnanlılık üst kimliğine yaptığı güçlü vurguların, bu partinin İsrail karşısındaki askeri başarısının da Lübnan içindeki siyasi nüfuzunun da en temel etkenlerinden biri olduğu belirtilebilir.

 

Amerikalı General Dayton’un el-Fetih üzerinden Muhammed Dahlan aracılığıyla Filistin içerisinde Batı Şeria ve Gazze şeklindeki coğrafi bölünmüşlüğü siyasi bölünmüşlüğe tebdil etmesi mümkün olabilmiş ise de en ağır ablukalara ve vahşi katliamlara rağmen Gazze halkının Hamas’tan uzaklaştırılması, ayrışması veya bölünmesi sağlanamadı.

 

33 günlük savaşta bin yüz şehit veren Lübnan halkının birliği ve direnişle dayanışması, Lübnan direnişinin, Gazze halkının 20. gün itibariyle verdiği bin yüz şehide rağmen iradesinde hiçbir sarsılma göstermemesi ve Hamas’ın yanında durması da Filistin direnişinin zaferinin garantisi olarak okunabilir.

 

Savaş stratejilerindeki benzerlik

Ortadoğu’nun en güçlü ordusu olarak nitelenen İsrail ordusunun hava kuvvetleri üstünlüğü ve konvansiyonel olan ve olmayan silah ve mühimmat kapasitesi biliniyor.

 

Binaenaleyh, İsrail’in hiçbir hava savunma silahına sahip olmayan Lübnan ve Gazze’deki direnişe karşı -sahip olduğu siyasi desteğe de güvenerek- azami sivil kayıp verdirmeyi öngören yoğun bir hava bombardımanı başlattığı görüldü.

 

İsrail savaş stratejisinin ülke altyapısını çökertmeyi, azami sivil kayıp verdirmeyi ve bu şekilde yaratacağı şok ve dehşet sayesinde düşmanından dayatacağı siyasi şartlara boyun eğmesini öngördüğü söylenebilir.

 

Dehşet yaratmaya ve düşmanı teslime zorlamaya dayalı bu stratejinin sonuç alıcı olmasının en temel şartı, savaşın çok kısa bir sürede bitirilebilmesine imkan verecek siyasi sonuçların alınmasına bağlıdır. Bundan dolayı olsa gerek ki İsrailli bazı stratejisyenler, 1967 savaşına işaretle İsrail’in 6 gün içinde zaferle çıkmadığı bir savaştan galip ayrılamayacağını ifade ediyorlar.

 

Binaenaleyh, bu yıldırım harekat doktrininin İsrail’e 1967 savaşında 6 Arap ülkesine 6 gün içinde karşı zafer kazandırdığı, 1982’de İsrail tanklarının bir hafta içinde Beyrut’a girmesini sağladığı biliniyor.

 

Buna karşın zamana yayılan asimetrik bir yıpratma savaşının, İsrail içinde ciddi siyasi çalkantılara sebep olduğu ve İsrail’i başarısızlığa sürüklediği de ortadadır.

 

1967 savaşında düzenli ordulara karşı savaşta sahip olduğu üstün silah gücü sayesinde İsrail’e zafer kazandıran söz konusu doktrinin İsrail’e karşı asimetrik savaş veren Lübnan ve Gazze direnişlerine karşı da uygulandığını söyleyebiliriz.

 

Binaenaleyh, gerek Lübnan gerekse Gazze direnişinin, İsrail’i kara harekatına zorlayan ve muharebeyi bir yıpratma savaşına dönüştüren bir strateji izlediği görülüyor.

 

Hava saldırılarıyla kendilerine sivil kayıplar verdiren İsrail’e savaşı bir yıldırım harekatıyla bitiremeyeceği mesajının verilmesi direnişin en önemli argümanı olarak dikkat çekicidir. Bu cümleden olmak üzere direnişin savaşı aşağıda sıralanacak araçlar üzerine inşa ettiği bir stratejiyle yönettiği söylenebilir:

 

1-Stratejik derinlik bakımından yetersiz olan İsrail’e asla güvende olamayacağının mesajının verilmesi için kapasite oranında düzenli füze saldırıları yapılması.

 

2-Kara harekatı içerisindeki askeri unsurların direnişin bulunduğu topraklara girebileceği; ancak burada tutunamayacağı mesajının verilmesi için kararlı bir gerilla savaşının sürdürülmesi.

 

3-Lojistik, ikmal, muhabere ve istihbaratın düzenli ordu ciddiyeti içinde yürütülmesi.

 

4-Psikolojik savaşta inisiyatifin elde tutulması ve iç cephenin motivasyonunun zinde tutulması için TV, radyo vb gibi iletişim araçlarının susturulmasına izin verilmemesi.

 

5-Ateşkes konusunda yapıcı olunması; ancak kırmızıçizgilerin kararlılıkla korunması.

 

 “Beni Gazze’den kurtarın” mesajı

Hizbullah’ın bu beş madde ile özetlenen savaş stratejisini başarılı bir şekilde uyguladığı için savaşı 33 güne yaydığını ve savaştan zaferle çıktığını; Filistinli direnişçilerin de 20. günü itibariyle aynı çerçevede savaşı başarıyla yönettiğini söylemek mümkün.

 

ABD’nin Lübnan savaşını sürdürmesi için İsrail’e olağanüstü baskılar yaptığını ve İsrail’in bu savaştan kurtulmak için Kana’daki BM kampında katliam yapıp 1701 sayılı kararın çıkmasına zemin hazırladığını tekrar hatırlatarak 15 Ocak’ta Gazze’de BM’ye ait UNRWA binasına yapılan fosfor bombalı saldırının vermek istediği mesajı okumaya çalışalım.

 

İsrail, “beni Gazze’den kurtarın” mesajı veriyor. UNRWA merkezinin vurulmasından sonra 20 günlük sessizliğini bozan BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon’un, Doha’da ya da Riyad’da zirve toplamak için paçaları tutuşan İsrail’in Arap dostlarının ve insan hakları şampiyonu Batılı liderlerin, İsrail’in bu mesajını aldıkları görülüyor.

 

20 Ocak’ta ABD başkanlığı koltuğuna oturacak olan Barack Obama’nın İsrail’in bu feryadına kulak tıkamayacağını tahmin edebilir ve önümüzdeki hafta sonuna kadar 1860 sayılı kararı tadil eden bir yeni kararın acilen çıkarılabileceğini bekleyebiliriz.

 

Haftaya çıkacak Hamas’ın kırmızıçizgilerine uygun bir ateşkesin başta Tzipi Livni ve Ehud Barak olmak üzere birçok siyasi kelle götürmesi de hiç sürpriz olmayacak.

 

Tek taraflı ateşkes ne anlama geliyor

 

Yazının kaleme alındığı ve saldırıların şiddetli bir şekilde sürdürüldüğü 15 Ocak’ta, 1860 sayılı ateşkes kararının tadili üzerinden yeni bir ateşkes kararı beklenebileceğini söylemiştik. Ancak İsrail, 17 Ocak tarihi itibariyle tek taraflı ateşkes ilan etti.

 

Binaenaleyh, İsrail’in tek taraflı ateşkes ilanının hedefleri ve savaşın sonuçlarına ilişkin son bir not düşmekte de yarar bulunuyor.

  

İsrail kabinesinin 17 Ocak’ta aldığı ve gece saat 2’den itibaren uyguladığını açıkladığı tek taraflı ateşkes, kara birliklerinin şimdilik Gazze’den çekilmemesi sebebiyle kırılganlığını korurken, İsrail yönetimi Hamas, ateşkes ilan etmedikçe Gazze’den çekilme konusunda bir takvim açıklamayacağını belirtti.

 

Başta Hamas olmak üzere Filistinli direniş grupları, İsrail askerlerinin Gazze’den çekilmemesi durumunda ateşkesin söz konusu olamayacağını belirtmişlerdi.

 

Tek taraflı ateşkes kararı, Gazze’deki direnişin askeri altyapısını çökertmeyi ve bölgeye silah girişinin tamamen durdurulmasının siyasi zeminlerini yaratacak bir ateşkes anlaşmasını dayatmayı öngören İsrail’in Gazze Savaşı’ndaki başarısızlığını gizleme çabası olarak değerlendirilebilir.

 

Gözüken o ki Filistin direnişine siyasi şartlar dayatmayı başaramayan İsrail’in tek taraflı ateşkes kararı alarak, hem Gazze’ye yönelik saldırılarını hem de uyguladığı ablukayı ucu açık bir fiili durum haline getirmeyi hedefliyor.

 

İsrail’in yaratmak istediği ucu açık fiili durumun 20 Ocak’ta göreve başlayacak olan ABD Başkanı Barack Obama’nın konuya ilişkin tutumu ve 10 Şubat’taki İsrail seçimlerinin oluşturacağı şartlar çerçevesinde şekillenmesi bekleniyor.

 

Soykırım niteliği kazanan katliamlara ve uygulanan ağır ablukaya rağmen Filistin direnişinin İsrail’in dayattığı, Batılı ülkelerle Arap rejimlerinin de açık bir şekilde desteklediği teslim anlaşmasına boyun eğmemesi, başta Gazze’deki meşru Hamas yönetimi olmak üzere tüm direniş grupları açısından bir zafer olarak değerlendiriliyor.

 

Temmuz Savaşı’nda askeri bir zafer kazanan Hizbullah’ın, bu zaferini Lübnan içerisinde siyasi kazanıma dönüştürdüğü Doha Anlaşması’na kadar olan süreçte attığı adımların Filistin direnişine de örnek olması, Filistin direnişinin siyasi kazanımları açısından da önemli gözüküyor.

 

Bu çerçevede; Filistin’deki Hamas, İslami Cihat ve diğer direniş gruplarının, Lübnan’daki Hizbullah, Ulusal Özgürlük Hareketi ve Emel’in 8 Mart Muhalefet Cephesi gibi siyasi bir koalisyon teşkil etmesi ve direnişin siyasi girişimlerinin bu koalisyon tarafından ortak bir görüş halinde söz konusu edilmesi son derece önemli gözüküyor.

 

 



Makaleler

Güncel