İran seçimleri, gürültülü azınlık ve sessiz çoğunluk

Siyaset sahnesi, siyasal programını halkın beklentilerine, öfkelerine ve heyecanlarına dayalı bir söylemle dile getirmesini bilen ve bu beklentilere, öfkelere ve heyecanlara tercüman olan sloganlar üretmesini bilen liderlerin zaferleriyle doludur.

Siyaset sahnesi, siyasal programını halkın beklentilerine, öfkelerine ve heyecanlarına dayalı bir söylemle dile getirmesini bilen ve bu beklentilere, öfkelere ve heyecanlara tercüman olan sloganlar üretmesini bilen liderlerin zaferleriyle doludur.

 

İran Cumhurbaşkanı Dr. Mahmud Ahmedinejad’ın 12 Haziran’da yapılan onuncu dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerini ezici bir farkla kazanması; siyasi mücadelenin zafere dönüştürülmesinde liderlik, halk ve söylem ilişkisi bağlamında yukarıda yapılan tespiti doğrular nitelikte oldu.

 

***

İran’da iktidar dönemleri ve siyasal öncelikler

Ayetullah Hamenei’nin cumhurbaşkanlığı ve Mir Hüseyin Musevi’nin başbakanlık dönemleri devrimin ilkelerinin devlet olarak kurumsallaştırıldığı ve savaşın yönetildiği dönemlerdi.

 

Güvenliği ülkenin temel önceliği kılan devrim ve savaş yıllarının ardından İran, Ayetullah Haşimi Rafsancani’nin “onarım ve inşa dönemi” (sazendegi) diye adlandırılan 8 yıllık cumhurbaşkanlığı döneminde Irak’ın dayattığı 8 yıllık savaşın yaralarını sarmakla meşgul oldu ve bu dönemde, onarım ve inşa, ülkenin öncelik sıralamasında güvenliğin önüne geçti.

 

Devrim, savaşın da yarattığı ulusal dayanışma ikliminde yerleşip kurumsallaşmış, savaşın yaraları sarıldığı gibi savunma sanayi ve nükleer program konusunda da İran’ı günümüzün bölgesel gücü haline getiren sürecin temelleri atılmaya başlanmıştı.

 

Güvenlik ve yeniden yapılanma kavramlarını ülkenin temel önceliği kılan devrim, savaş ve onarım-inşa dönemlerini geride bırakan İran, Ayetullah Haşimi Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığının ikinci döneminden sonra yeni önceliklerle tanışıyordu.

 

1997 yılında cumhurbaşkanlığına seçilen Muhammed Hatemi’nin 8 yıllık iktidar dönemi İran’da iç politikada “siyasi kalkınma”, (tovsie-yi siyasi) dış politikada ise “gerginlikleri ortadan kaldırma” (teniş zodai) dönemi olarak adlandırıldı.

 

Devrim ve savaş gibi olağanüstü şartları geride bırakan İran, Rafsancani dönemiyle “normal bir devlet” haline gelmiş ve bu “normalleşme” ile gündeme gelen “siyasal katılım”, “çoğulculuk”, “bireysel özgürlükler”, “demokratikleşme” ve “ekonomik kalkınma” gibi talepler Muhammed Hatemi’yi cumhurbaşkanlığına taşımıştı.

 

Binaenaleyh, Hatemi’nin siyasi kalkınma döneminde “güvenlik” ve “inşa-onarım” öncelikler sıralamasında daha aşağı sıralara kayarken “demokratikleşme” ve “ekonomik kalkınma” temel öncelikler haline gelmişti.

 

Mir Hüseyin Musevi’nin savaş, Haşimi Rafsancani’nin “inşa ve onarım” dönemlerindeki öncelikler ulusal konsensüslerle gerçekleştirilirken Hatemi’nin “siyasi kalkınma” döneminin öncelikleri iki farklı politik tutumun ortaya çıkmasına sebep oldu.

 

 “Siyasi kalkınma döneminin” önceliklerini hayata geçirme konusundaki politika ve yöntem farklılıkları Türkiye’de “reformcu”, “muhafazakar” olarak bilinen siyasi kanatların oluşumuna sebep oldu.

 

Hüccetulislam Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanlığının son yıllarında, ABD’nin Afganistan ve Irak’a askeri müdahalede bulunması, güvenlik kavramının İran’da yeniden temel öncelik haline gelmesine sebep olacak bir sürecin başlayacağına işaret ediyordu.

 

“Siyasi kalkınmanın” öncelikleri konusunda ulusal bir konsensüs sağlanamaması ve Hatemi hükümetinin 8 yıl boyunca bu öncelikleri toplumsal ayrışmayı derinleştirecek şekilde sloganlaştırması sebebiyle “demokratikleşme” ve “özgürlük” hedefleri neredeyse birer öncelik olmaktan çıkarak birer sorun olarak algılanmaya başlandı.

 

George W. Bush doktrininin İran’a güvenliği yeniden bir öncelik olarak dayatması, “siyasi kalkınma” konusunda yaşanan başarısızlık ve İran’ın uluslar arası ilişkileriyle petrolün fiyat konjonktürünün yarattığı şartların sebep olduğu ekonomik sorunlar, “halktan biri” imajına sahip olmaktan başka bir özelliğiyle tanınmayan Tahran Belediye Başkanı Mahmud Ahmedinejad’ı iktidara taşıdı.

 

Bush doktrini, Irak işgali, Büyük Ortadoğu Projesi, nükleer programına yönelik tehditler ve Irak, Lübnan ve Filistin meselelerine ilişkin politikaları sebebiyle Arap ülkeleriyle gerilen ilişkileri, İran’ı “güç gösterisi” ve “müzakere” kavramlarını bir sopa ve havuç politikası olarak kullanmaya sevk etti.

 

Holokost’un, İsrail’in varlığının ve Irak’ın işgalinin reddi, Filistin ve Lübnan direnişinin açık ve yoğun bir şekilde desteklenmesi, nükleer programın tavizsiz bir şekilde sürdürülmesi, savunma sanayinde atılan ciddi adımlar, Ahmedinejad’a dış politika ve güvenlik politikalarını hücuma dayalı yöntemlerle gerçekleştiren bir lider profili kazandırdı.

 

Öte yandan ülkenin petrol gelirlerini halkın sofrasına yansıtma vaadinde bulunan Ahmedinejad, dört yıllık iktidarı boyunca kabine toplantılarını her hafta ülkenin bir başka ilinde yaparak, halkla sürekli ve doğrudan temas kurarak, "ülke zenginliğini hortumlayan güçlerden" söz edip bunlara karşı mücadele vaat ederek ve “adalet payı” adı altında belli bir gelir düzeyinin altındaki ailelerin her ferdine 70 bin Tümen'lik (70 Dolar) ödemelerde bulunarak “halktan biri” imajını sürekli canlı tuttu.

 

Muhammed Hatemi’nin “siyasi kalkınma dönemi” birçok reformcu açısından bile öngördüğü hedefleri yerine getirmede başarısız olması sebebiyle içi boş siyasi sloganlarla ülkenin 8 yılının heba edilmesi şeklinde değerlendirilse de bu dönemin İran halkının siyasi katılım, demokratikleşme, bireysel özgürlükler, hukukun üstünlüğü ve sivil toplumun güçlendirilmesi yönündeki kazanımlarına etkisi inkar edilemiyor.

 

Öte yandan Mahmud Ahmedinejad’ın her kesim nezdinde emperyalizm karşıtı, bağımsızlıkçı, İslamcı, halkçı ve dürüst bir imajı bulunduğu kadar; yine her kesim tarafından ifrat ve tefrit arasında gidip gelen tutarsız, programsız, farklı seslere tahammülsüz, popülist, saldırgan ve slogancı nitelemeleriyle söz konusu edilen bir de olumsuz imajı bulunuyor.

 

12 Haziran seçim süreci

İran, onuncu dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bu olumlu ve olumsuz imajlara sahip olan Mahmud Ahmedinejad’ın en güçlü rakibi, savaş döneminin Başbakanı Mir Hüseyin Musevi’ydi.

 

Mir Hüseyin Musevi, yaklaşık 20 yıldır siyasetten uzak bir şekilde kültürel çalışmalarıyla meşgul olması sebebiyle yıpranmamış, her kesimin zihninde saygın bir isim olarak kalmış olsa da son derece genç bir nüfusa sahip olan İran’da yeni neslin hiç tanımadığı bir isimdi.

 

20 yıl boyunca siyasete dönmesi için yapılan çağrılara olumlu cevap vermeyen Musevi, bu seçimlerde aday olmasının gerekçesini televizyonda diğer adaylarla tartışması sırasında “ülkenin Ahmedinejad döneminde tehlikeye sürüklendiğini ve bu tehlike karşısında sorumluluk hissettiği için geldiğini” söyleyerek açıkladı.

 

Mir Hüseyin Musevi, adaylığını açıklamasından sonra kendi lehine adaylıktan çekilen Muhammed Hatemi’nin aksine kendisini “reformcu” veya “muhafazakar” tanımlamaları içine hapsetmedi.

 

O kendini, devrimin ilkelerini muhafaza etmede kararlı bir "muhafazakar"; ama aynı zamanda devrimin ve halkın zaman içerisinde oluşan yeni ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli reformları yapmakta kararlı bir "reformcu" olarak tanımladı.

 

Musevi, bu söylemiyle kısa zamanda hem Ahmedinejad’ın yukarıda sıralanan olumsuz profilinden rahatsız olan muhafazakar kesimlerin hem de Hatemi çizgisindeki reformcu kesimlerin umudu olmuştu.

 

Seçim propagandaları sırasında kendi iktidarını “Ümit Hükümeti/ Dovlet-i Omid” sloganıyla tanımladı. Her kesimden insanın teyidini ve desteğini kazanmayı başardı.

 

Toplumdaki her türlü yaşam tarzına sahip insanlardan geniş destek buluyordu. Din alimlerinden devrim muhafızlarına, aydın ve sanatçılardan işçi topluluklarına, çarşaf giyen bayanlardan başı açık hanımlara kadar her kesimden yoğun bir taraftar kitlesi vardı. Bu toplumsal çeşitliği sebebiyle düzenlediği mitingler devrim yıllarının yürüyüşlerini hatırlatıyordu.

 

Ancak bütün büyü, televizyonda düzenlenen tüm adayların birbiriyle tartıştığı programlarda bozuldu.

 

Herkes 20 yıldır sesini duymadığı Musevi’nin tartışma programlarında diğer adaylardan farkını görmeyi ve programını öğrenmeyi istiyordu.

 

İran siyasi tarihinde ilk defa cumhurbaşkanları adaylarına tartışma imkanı veren devlet televizyonunun 3. Kanalı (İran’da özel kanal bulunmuyor) seçim yarışının alevlenmesine sebep oldu. Daha önce seçimlere çeşitli gerekçelerle katılmayan milyonlar, TV’de izledikleri adaylarının tartışmaları sebebiyle kendilerini ateşli bir siyasi propaganda sürecinin içinde buldular.

 

Ancak Musevi-Ahmedinejad tartışması, Musevi taraftarlarında hayal kırıklığı yarattı. Hitabeti son derece kötü olan ve sürekli olarak “şey” diyen, gözlerini sürekli olarak rakibinden kaçıran, kendine güvensiz ve son derece hazırlıksız bir görüntü veren Musevi’ye karşın, tane tane konuşan, sürekli rakibinin gözlerinin içine bakan, kimi zaman alaycı, kimi zaman yapmacık bir nezaketle rakibini aşağılayan, saldırgan, rakibinin hazırlıksızlığından kaynaklanan öz güvenle verileri kolayca çarpıtmayı başarabilen bir Ahmedinejad vardı.

 

Öte yandan Musevi’nin son derece kuru, heyecanlara hitap etmeyen, sevgileri ve öfkeleri kışkırtmayan soğukkanlı ve ancak akademik toplantılarda katlanılabilecek sıkıcılıktaki sunumuna karşılık, Ahmedinejad, dini vurgusu güçlü, kimi zaman duygusal, kimi zaman esprili, halkın sevgilerini ve öfkelerini kışkırtan ve her kesimden sürekli olarak eleştirildiği söylemini kullanarak mazlum rolü oynayan bir sunum yaptı.

 

Demogojinin ve popülizmin zaferi

Ahmedinejad, holokostu reddeden söylemiyle İsrail’in mazlum rolü oynamasına ve uluslar arası desteğini arttırmasına sebep olduğu için kendisini eleştiren Musevi’yi İsrail’i destekleyen biri konumuna sürüklemeyi başardı.

 

İngiliz askerlerinin önce yakalanıp daha sonra törenle gönderilmesini eleştiren Musevi’yi, İngiliz Başbakanı Tony Blair’in yazılı bir özür mektubu gönderdiğini söyleyerek susturmayı başaran Ahmedinejad, mektubun dışişleri bakanlığının arşivinde bulunduğunu söyleyerek rakibinin hazırlıksızlığını istismar etmekte zorlanmadı.

 

Çünkü bir gün sonra İngiliz Dışişleri Bakanlığı, Blair’in İran’a özür mektubu göndermesinin söz konusu olmadığını BBC kanalıyla açıkladı. Binaenaleyh Ahmedinejad’ın yandaşı olan sitelerde de yayımlanan mektup Tony Blair’in değil Tahran’daki İngiliz konsolosluğunun İran Dışişleri Bakanlığı’na yazdığı bir mektuptu ve o mektupta da yaşananlardan duyulan üzüntü dile getiriliyor, bir daha böyle bir şeyin yaşanmamasının umulduğu belirtiyordu ve özür dileme gibi bir ifade de söz konusu edilmiyordu.

 

Daha önceki İçişleri Bakanı’nın üniversite diploması olmadığı halde kendisini Oxford mezunu olarak tanıtmasını “ben diplomaya değil liyakate değer veririm” diyerek savunan Ahmedinejad, Musevi’nin eşi Dr. Zehra Rahneverd’in Azad Üniversitesi’nden aldığı doktoranın itibarını sorguluyor ve Musevi’yi savunmada bırakmayı başarıyordu.

 

Ayetullah Haşimi Rafsancani’den, Muhammed Hatemi’ye, Natık Nuri’den Musevi’ye ve cumhurbaşkanlığının diğer adaylarına kadar herkesi kendi hükümetine karşı karalama kampanyası başlatmakla suçlayıp bir taraftan kendini mazlum gösteren Ahmedinejad diğer taraftan da sağın dev ismi Rafsancani’yi yolsuzlukla ve hükümetine karşı yabancı güçlerle işbirliği yapmakla suçlayarak güç ve cesaret gösterisi yapıyordu.

 

Ahmedinejad’ın bu tartışma yöntemini Muhsin Rızai dışındaki diğer iki rakibine karşı başarıyla uygulayarak kararsızları ve Musevi tarafındaki muhafazakar oyları kendi yanına çekmeyi başarırken, Musevi ise tartışmalardaki kötü hitabeti ve hazırlıksızlığıyla Tahran’daki duvarlara “Musevi-yi kahraman boro be kilas-ı zeban/ Kahraman Musevi bir dil kursuna git” yazılmasına sebep olmuştu.

 

Bu tartışmalar sonunda anketlerde Musevi’ye verilen destekte sert düşüşler gözlemlenirken Ahmedinejad’ın oylarında büyük artışlar olduğu görülüyordu. Çünkü tartışmalardan sonra halk arasında ve basında yer alan değerlendirmelerden kamuoyunda şu algıların oluşuğu anlaşılıyordu:

 

1- Ahmedinejad, İran’ın ulusal onurunun ABD ve müttefiklerine karşı korunmasını savunurken, Musevi ulusal onur, bağımsızlık ve İslami izzete inanmıyor.

 

2- Ahmedinejad, Filistin ve Lübnan’a açık ve yoğun bir destek vererek İslami sorumluluğunu yerine getirirken; Musevi Filistin ve Lübnan konularında İran’ı önceleyen pasif ve ulus devletçi bir politika savunuyor.

 

3- Ahmedinejad, ülkeyi hortumlayan güç odaklarıyla mücadele ederken; Musevi bunlardan destek alıyor.

 

4- Ahmedinejad, devrimin ilkelerini şiar edinirken; Musevi reformcu politikalarıyla ülkeyi İslami niteliğinden uzaklaştırmayı hedefliyor.

 

5- Ahmedinejad’ın yoksul ailelerdeki fert başına 70 Dolar’lık adalet payı ödemesi, Musevi tarafından kesilecek.

 

6- Hatemi döneminde gevşetilen başörtüsü yasağı uygulaması Musevi ile birlikte tamamen ortadan kaldırılacak.

 

İran halkı, bu algısını yüzde 85 katılım gösterdiği seçimlerde Ahmedinejad’a 24 milyon, Musevi’ye 13 milyon oy vererek eyleme döktü.

 

Musevi ve taraftarları, milyonluk mitinglerini göz önünde bulundurarak seçimlere hile karıştırıldığını düşünecek kadar şok ve şaşkınlık içerisinde…

 

Onlar da dışarıdaki siyasi gözlemciler gibi 13 milyonluk seçmen kitlesinden yararlanarak başarılı bir seçim kampanyasıyla sokaklarda propaganda hakimiyeti kurmuş olmalarından dolayı 10 milyondan fazla bir oy hilesinin yapılabileceğine inanacak kadar şoka girmiş bulunuyorlar.

 

Ahmedinejad’ın rakiplerinin doğum yerleri olan kentlerde tüm adaylardan fazla oy almasını anlayamıyorlar. Mehdi Kerrubi, geçersiz oy sayısının kendisine verilen oy sayısından fazla olmasını anlayamıyor. Bir Türk olan Musevi’nin Tebriz’de birinciliği Ahmedinejad’a kaptırması anlaşılamıyor.

 

Halbuki Musevi’nin Tebriz’deki milyonluk mitinginden hemen sonra Ahmedinejad hükümetinin yıllardır askıda tutulan bir kararı hayata geçirerek bir gecede Tebriz Üniversitesi’nde Türk dili kürsüsü kurulması emrini verdiğini hatırlayarak, bir de şöyle düşünebilirler:

 

Siyaset sahnesi, siyasal programını halkın beklentilerine, öfkelerine ve heyecanlarına dayalı bir söylemle dile getirmesini bilen ve bu beklentilere, öfkelere ve heyecanlara tercüman olan sloganlar üretmesini bilen liderlerin zaferleriyle doludur.

 

12 Haziran seçimleri konusunda daha gerçekçi düşünmesi gereken bir diğer kesimin de İran üzerinde rejim değişikliği hedefleri olanlar olduğu söylenebilir. Başta ABD olmak üzere İranlı tüm rejim muhaliflerinin temel tezi şuydu: İran’da bir sessiz çoğunluk var ve rejime karşı olan bu sessiz çoğunluk seçimleri boykot ediyor.

 

12 Haziran seçimlerine katılım yüzde 85 ve bu oyların 24 milyonu Ahmedinejad’a 13 milyonu da Musevi’ye gitti.

 

Demek ki gürültülü azınlığın sessiz çoğunluktan öğreneceği çok şey var.

 



Makaleler

Güncel