Barış yapamayan İsrail, Lübnan ve Suriye’yle savaş mı istiyor?

İsrail, bir barış veya savaş kararı alabilecek durumda değil bu doğru; ama İmad Muğniye’nin intikamını almaya yemin etmiş olan Hizbullah da, artık 2006 Temmuzu öncesinde olduğu gibi kendi başına İsrail’e operasyon düzenleme kararı alabilecek sıradan bir örgüt değil.

Geçtiğimiz yıldan bu yana Lübnan sınırında çok sayıda askeri tatbikat yapan İsrail’in Suriye’yi Hizbullah’a Scud füzeleri vermekle suçlaması, eğer Hizbullah yetkililerinin resmi açıklamalarında dile getirdiği gibi dikkatleri Filistin meselesinden saptırmaya yönelik bir psikolojik savaş manevrası değilse Lübnan’la yeni bir savaş için bahane yaratma girişimi olarak okunabilir mi?

 

İsrail’in Lübnan ve Suriye’ye yönelik tehditkar açıklamalarını ve son olarak Suriye’nin Hizbullah’a Scud füzeleri verdiğine dair iddiasını, dikkatlerin Filistin meselesinden saptırılmasına yönelik bir psikolojik savaş manevrası olarak değerlendiren analizin doğru olduğuna dair aşağıda sıralanan değişkenlere dikkat çekilebilir.

 

1- İsrail’deki koalisyon hükümetinin aşırı sağcı niteliği ve kırılganlığı,

2- ABD yönetiminin görünürde de olsa bir Filisin-İsrail barış görüşmesi sürecini başlatma yönündeki kararlı tutumu,

3- Ilımlılar ekseni olarak nitelendirilen Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün’ün zahiren de olsa Filistin Özerk Yönetimi ile İsrail arasında hiçbir görüşme zemininin bulunmamasından dolayı İran ve Suriye’nin oluşturduğu direniş eksene radikal bir karşıt bir pozisyon alamaması,

4- Gazze’de Hamas yönetimine son verilememesi ve Filistinliler nezdinde direniş seçeneğinin müzakere seçeneğine göre giderek daha fazla kabul görmeye başlaması,

5- İran’ın nükleer programının uluslar arası bir bunalıma dönüştürülmesi; ancak uluslar arası toplumu bu konuda askeri seçeneğe başvurmaya zorlayacak şartların da oluşturulamaması,

6- 2005’ten bu yana yalnızlaştırılmaya çalışılan Suriye’nin, yalnızlaştırmadan kurtulmakla kalmayıp özellikle Lübnan üzerinde giderek daha etkin bir oyuncu haline gelmesi,   

7- Yukarıdaki sebeplerden dolayı İsrail’in halihazırda ne bir savaş ne de bir barış yapabilecek durumda olmaması,

 

Aslında yukarıda sıralanan 7 maddelik değişkenler listesi dikkatle incelendiğinde 1. maddede yer alan değişkenin, geri kalan tümüne sebep teşkil ettiği; 7. maddedeki değişkenin ise yukarıdakilerin tümünün bir sonucu olduğu söylenebilir.

 

İsrail’in aşırı sağcı hükümetleri elbette sadece bugüne özgü bir problem değil. Oslo süresinin 1999 sonlarında sona ermesi, Filistinlilerde “barış” fikrine duyulan güveni sarstığı gibi İsrail’de de aşırı sağcı “şahin”lerin önünü açtı.

 

ABD’de 20 Ocak 2001’de savaşçılık ve tek taraflılık konusunda İsrail’deki “şahinleri” bile gölgede bırakan George W. Bush’un Yeni Muhafazakar hükümeti kuruldu. 11 Eylül Saldırılarının ardından ABD, İsrail’in güvenliğine tehdit gördüğü bölgedeki her ülkeye ve örgüte savaş ilan etti.     

 

Mart 2001’de “Beyrut Kasabı” olarak anılan Ariel Şaron’u iktidara taşıyan bu gelişmeler; Likud, Kadima ve ardından tekrar Likud hükümetlerinin kurulmasını sağlarken, tek siyasi vizyonu “Ortadoğu Barışı” konusunda “güvercin” rolü oynamak olan İşçi Partisini bile şahinleştirdi.

 

Likud Partisi’nden ayrılan Ariel Şaron tarafından kurulan Kadima Partisi, İsrail siyasi hayatındaki aşırı sağcılık katsayısının yükselmesine sebep oldu. Çünkü Kadima Partisi ile birlikte güvercin rolündeki İşçi Partisi giderek zayıfladı.

 

Binaenaleyh İşçi Partisi, son seçimlerde ancak üçüncü olabildi; dolayısıyla da İsrail’de Likud’un “şahin” iktidarı sırasında “güvercin” rolü oynayan bir ana muhalefet yerine bugün artık Likud’un “şahin” iktidarına “daha şahin” taleplerle muhalefet eden bir Kadima; ya da Kadima’nın “şahin” iktidarına karşı “daha şahin” taleplerle muhalefet eden bir Kadima olgusu söz konusu.

 

İsrail’de “merkezde” yer alan bu partiler arasında 2000’li yılların ortalarından itibaren tırmanan sağcılık ve şahinlik yarışı, merkez siyasetle daha önce marjinal görülen “aşırı dinci” ve “ultra aşırı sağcı” partiler arasındaki mesafenin kapanmasına neden oldu. Bu ortam da, marjinal partilerin en uçuk politikalarını bile bugünkü gibi şahinlik yarışına girmiş kırılgan yapıdaki koalisyon hükümetlerinde uygulama imkanı bulmasını sağladı.

 

Obama yönetiminin, Filistin İsrail barış görüşmeleri konusunda Bush’un fiyaskoyla sonuçlanan Annapolis sürecinden daha ciddi girişimler başlatmak istediği biliniyor. Ancak ABD’nin İsrail karşısında hissettiği yükümlülüklerin korkunç bağlayıcılığı ve İsrail’deki mevcut aşırı sağcı hükümetin bunu bilmekten kaynaklanan özgüveni, Obama yönetiminin İsrail’le Filistin arasında barış görüşmesi başlatmak yönündeki kararlılığını ve etkisini sınırlıyor.

 

ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi George Mitchell’in son olarak İsrail’in Yahudi yerleşkeleri inşasını sürdürmesine rağmen Filistin Özerk Yönetimini dolaylı görüşmelere zorlukla ikna ettiği halde İsrail hükümetinin bu kez de Filistinlilere ait kutsal mekanları Yahudi kültür mirası ilan ederek bu süreci baltalaması, Washington’un ise bunu sadece izlemekle yetinmesi, ABD’nin bu konuda yapabileceklerinin ne kadar sınırlı olduğunu ispat etmiş oldu.

 

İsrail’deki siyasetin ve diplomasinin aşırı sağcılık ve şahinlikle kilitlenmiş olması;

1) ABD’nin barış görüşmeleri başlatma konusunda yapabileceklerini sınırlıyor.

2) “Ilımlı Arap ekseninin” “direniş eksenine” karşı daha radikal bir tutum almasını engelliyor.

3) Filistinlilerin direniş seçeneğine olan inancını pekiştiriyor ve Gazze’deki Hamas yönetimini güçlendiriyor.

4)İsrail’in, İran’ın nükleer programı konusunda askeri seçeneği vurgulayan söylemini değersizleştiriyor.

5)Suriye’nin yalıtılmasını daha da zorlaştırıyor, aksine Şam yönetiminin etkinliğini arttırmasına yarıyor.

6) Bütün bunların bir sonuç olarak İsrail, savaş yapmaktan da barış yapmaktan da giderek daha aciz hale geliyor.

 

Hizbullah yetkililerinin İsrail’in Lübnan’a ve Suriye’ye yönelik tehditlerini bir psikolojik savaş manevrası olarak değerlendirmelerinin sebebi işte bu.

 

Bu analize göre bölgesel şartlardan dolayı sorunlarını savaş yoluyla çözemeyeceğinin farkında olduğu için savaşmaktan aciz olan; ancak yerel şartlardan dolayı da Filistinlilerle barış yapamayan İsrail, Filistinlilerle görüşme zeminlerini yok etmesinden dolayı maruz kaldığı uluslar arası baskıları; İran, Suriye ve Hizbullah’tan varlığına yönelik tehditler söz konusu olduğunu söyleyerek ve dünyayı bölgesel bir savaşla korkutarak azaltmaya çalışıyor.

 

Bu analiz ve analizden çıkarılan sonuç son derece gerçekçi ve tutarlı gözüküyor; ancak yerel şartlarından dolayı barış yapamayacak durumda olan İsrail’in başta ABD olmak üzere “uluslar arası toplum”un kendine açtığı olağanüstü krediye güvenerek barış yapmak istememesini, kendisine savaş dayatıldığını söyleyerek gerekçelendirmesi ve bunun için de Scud füzesi bahanesiyle bölgesel bir savaşı göze alması da ihtimal dışı gözükmüyor.

 

İran ve Suriye cumhurbaşkanları ile Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın geçtiğimiz ay Şam’da ortak bir cephe fotoğrafı vermesi, İran’ın nükleer programı, Lübnan’daki Suriye karşıtı liderlerin birbiri ardına Şam’a biat ziyaretlerinde bulunması ve nihayet Hizbullah’a Lübnan’ın her noktasından İsrail’in her noktasını vurabilecek Scud füzelerinin verilmesi, uluslar arası topluma İsrail’in varlığının ciddi bir tehdit altında olduğunu düşündürtmeye yetecek gelişmeler olarak gösterilebilir.

 

Filistinlilerle barış noktasından gittikçe uzaklaştığı için tek başına bir savaş başlatamayacak duruma düşen İsrail’in Hizbullah ve Suriye ile savaş başlatmayı göze alması durumunda sadece “uluslar arası toplum”u değil, “Ilımlı Arap eksenini” de yanında bulması sürpriz olmayacaktır.  

 

Bununla birlikte artık bölgede 2005 yılında olduğu gibi 14 Martçılar ve 8 Martçılar diye ikiye bölünmüş bir Lübnan; 1559 sayılı kararla Lübnan’dan çıkarılan ve Irak işgalinin ardından sıranın kendine gelebileceğinden endişe eden bir Suriye ve aynı şartlarla nükleer programını geçici olarak askıya alan bir İran bulunmuyor.

 

Hizbullah’ın 2006 savaşındaki savaş kapasitesiyle kıyaslanmayacak ölçüde güçlendiğini itiraf eden İsrailli yetkililerin yeni bir savaşla ilgili olarak üzerinde en çok düşündüğü hususa, İsrail istihbaratına yakın olduğu belirtilen DEBKAfile adlı internet sitesi dikkat çekti.

 

Bu da, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın yeni bir savaşta, kara muharebesinin Lübnan’da değil İsrail topraklarında yaşanacağına ilişkin sözüydü.

 

Bütün bu şartlardan kaynaklanıyor olsa gerek ki, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı ve ABD’nin eski Lübnan Büyükelçisi Jefrey Feltman, Suriye’nin Hizbullah’a Scud füzesi verdiğine ilişkin iddialarla ilgili olarak İsrail’in bu psikolojik manevrasına destek vererek böylesi bir şeyin olması durumunda ABD’nin bundan kaygı duyacağını ve Suriye ile ilgili her türlü seçeneği masaya getireceğini söylemekle birlikte, ABD’nin bu tür bir iddiayı doğrulamadığını söyleyerek meseleyi kapatmaktan yana olduğunu gösterdi.

 

Sonuç

 

İsrail, bir barış veya savaş kararı alabilecek durumda değil bu doğru; ama İmad Muğniye’nin intikamını almaya yemin etmiş olan Hizbullah da, artık 2006 Temmuzu öncesinde olduğu gibi kendi başına İsrail’e operasyon düzenleme kararı alabilecek sıradan bir milis gücü değil.

 

Binaenaleyh, Hamas’ın Gilad Şalit adlı İsrail askerini esir almasından sonra İsrail’in Gazze’ye yoğun saldırılarda bulunduğu 2006 yılında “Doğru Vaat” adlı operasyonla iki İsrail askerini ölü olarak ele geçiren Hizbullah’ın, Gazze 22 gün buyunca İsrail’in “Dökme Kurşun” adlı saldırılarına hedef olurken hiçbir şey yapamaması da bundan kaynaklanıyordu.  

 

2006 sonrasında kazandığı askeri, siyasi ve diplomatik seviye sebebiyle Hizbullah, artık bir örgüt değil bir devlet gibi hareket etme zorunluluğunu yüklenmiş bulunuyor ve alacağı savaş kararını Lübnan’daki her kesime teyit ettirmesi gerekiyor.

 

Hizbullah’ın Lübnanlı siyasi gruplar arsında yapılan ulusal diyalog toplantılarında bir ulusal savunma stratejisi belirlenmesini gündeme getirmesi ve bunun ulusal bir vesika olarak kabul edilmesini sağlamaya çalışması da bundan kaynaklanıyor. Çünkü ulusal diyalog toplantılarında ulusal konsensüsle belirlenen ulusal savunma stratejisi, Hizbullah’ın savaş anayasası hükmünde olacak.

 



Makaleler

Güncel