İran’ın “kurtarılışı” ve Türkiye’nin “süper kahramanlığı”

İran hükümetinin kendini batağa sokup sonra da kurtarılması için yalvarmak zorunda kalmasına sebep olan politik başarısızlığı üzerine kazanılmış bir zafer olsa da Türkiye ve Brezilya hükümetlerinin 17 Mayıs anlaşmasını bir diplomatik zafer olarak kutlamasında yadırganacak veya sorgulanacak hiçbir şey yok.

İran hükümetinin Tahran’daki araştırma reaktörü için ihtiyaç duyduğu nükleer yakıtın temini konusundaki siyasi başarısızlığı, dış politika stratejisini bölgesel bunalımlarda oynadığı arabuluculuk rolü ile kazandığı inisiyatifi uluslar arası düzeyde bir diplomatik krediye dönüştürmek üzerine kuran Türk hükümetini bir “süper kahramana” dönüştürdü.

 

Bugün (17 Mayıs’ta) İran, Türkiye ve Brezilya arsında nükleer yakıt takası konusunda varılan anlaşma, Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva tarafından bir “diplomatik zafer” olarak nitelendirilirken, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da imzalanan bu anlaşma sonrasında BM’nin artık İran’a yaptırım uygulayamayacağını iddia etti.

 

Bugün yapılan nükleer yakıt takası anlaşmasının Brezilya ve Türkiye’nin İran’ın bu konudaki siyasi başarısızlığı üzerine kazandığı bir “diplomatik zafer” olduğu kesin olmakla birlikte Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun bu anlaşmadan sonra İran’a yaptırım uygulanamayacağı yönündeki iddiası salt bir temenniden ibaret gözüküyor.

 

Çünkü İran’ın nükleer programının, Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı Yöneticiler Kurulu’nun gündeminden çıkarılarak BM Güvenlik Konseyi’nde bir uluslar arası bunalım haline getirilmesi, bugün üzerinde anlaşmaya varılan nükleer yakıt takası meselesinden kaynaklanan bir sorun değil.

 

Binaenaleyh, bu konuda anlaşmaya varılmış olması, İran’ın nükleer programı ile ilgili dosyanın Güvenlik Konseyi kapsamından çıkarılarak asli yeri olan Ajans’a geri gönderileceği ve İran’a yönelik yaptırım tehditlerinin sona ereceği anlamına gelmiyor.

 

İran’ın Nükleer programı ile ilgili bunalımın özü

İran’ın nükleer programının, ABD’nin uluslar arası toplumu da yanına alarak NPT çerçevesinde barışçı nükleer programını sürdürmek isteyen İran’ı, nükleer silah edinmeye çalışmakla suçlamasından ve bu programı durdurmaya zorlamasından dolayı bir uluslar arası bunalıma dönüştüğü biliniyor.   

 

Bilindiği üzere İran; İngiltere, Almanya ve Fransa’dan oluşan AB Troykası ile 24 Kasım 2004’te imzaladığı Paris Anlaşması doğrultusunda Batı’ya nükleer programının askeri amaçlar taşımadığı garantisini vermek için bir iyi niyet adımı atarak uranyum zenginleştirme faaliyetlerini geçici ve gönüllü olarak askıya almıştı.

 

İran’ın Paris Anlaşması metninde de açıkça yer alan bu “gönüllü ve geçici” iyi niyet adımına süre sınırlaması getirmemiş olması ve AB Troykası’nın bunu ucu açık bir süreç olarak sürdürmek ve İran’a bu fiili durumu (defacto) bir hukuki durum (dejure) haline getirmeyi dayatmak şeklindeki stratejisi, İran’ın nükleer programının bir uluslar arası bunalım haline gelmesinin şartlarını yarattı.

 

Binaenaleyh “ya nükleer programını durdurmayı bir hukuki durum (dejure) haline getirirsin ya da Güvenlik Konseyi’nin yaptırımlarını göze alırsın” tehdidiyle karşı karşıya bırakılan İran, NPT’den kaynaklanan haklarını, attığı iyi niyet adımlarını, Ajans’ın ikircikli niteliğine rağmen Batı’nın tezlerini bütünüyle teyit etmeyen raporlarını gerekçe göstererek askıya aldığı nükleer faaliyetlerini yeniden başlattı.  

 

İran’ın 3 Ağustos 2005’te İsfahan’daki UCF, ardından da Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesislerini faaliyete geçirmesi, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesiyle AB Troykası’nda yer alan Almanya’nın oluşturduğu 5+1 Grubu, İran’ın nükleer programını Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı Yöneticiler Kurulu kapsamından çıkararak Güvenlik Konseyi’ne taşıdı ve meseleyi bir uluslar arası sorun haline getirdi.

 

Başta ABD olmak üzere 5+1’in 2006 yılı başlarından bugüne kadar Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’nın ikircikli raporlarına dayanarak İran’a karşı sürdürdüğü yaptırım tehditleri, Rusya ve Çin’in bunalımın sürdürülmesinden yana olan; ancak İran’ı büsbütün kurban etmeyi de öngörmeyen politikaları sebebiyle somut adımlara dönüşemedi.

 

Tahran’la Kum arasında inşa edilen Fordo tesislerinin Ajans’tan gizlediğini iddia eden ABD’nin bunalımı tırmandırma yönündeki son adımı istisna edilecek olursa İran’ın nükleer programı konusunda yaşanan bunalımın, son beş yılda taraflarını 5+1 ile İran’ın oluşturduğu rutin bir seyir izlediği söylenebilir.

 

Ancak İran yönetiminin Tahran’daki araştırma reaktörü için ihtiyaç duyduğu yakıtı temin etme konusunda izlediği başarısız politika, 5 yıldır rutin bir seyir izleyen bunalımın Batı’nın lehine gelişmesine ve soruna yeni aktörlerin ilave olmasına sebep oldu.

 

Tahran araştırma reaktörünün yakıtı ve İran yönetiminin zikzakları

İran yönetimi bir süre önce tamamen nükleer tıp alanında faaliyet gösteren ve 800 bin hastanın tedavisi için gerekli izotopların üretimi için kullanılan Tahran’daki araştırma reaktörünün yakıtının bitmek üzere olduğunu belirterek yakıt temini konusunda Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’na bildirimde bulundu.

 

Tahran’daki araştırma reaktöründe yakıt olarak kullanılmak üzere yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyum almak istediğini Ajans’a bildiren İran, bu yakıtı ABD de dahil olmak üzere tüm NPT üyesi ülkelerden temin edebileceğini açıkladı.

 

ABD, Fransa ve Rusya, bu konudaki müzakereler sırasında İran’ın satın alma önerisine karşılık takas formülünü teklif etti. İran Atom Enerjisi Ajansı Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi, ellerindeki yüzde 3.5 oranında zenginleştirilmiş 1 ton uranyuma karşılık yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş 100 kilo uranyumu takas etmeye hazır olduklarını açıkladı.[1]

 

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest, 8 Mayıs’ta İran devlet televizyonunda katıldığı bir programda yakıtı satın alma konusunda herhangi bir sorun olmadığını; ancak takas formülünü şu iki sebepten dolayı kabul ettiklerini açıkladı:

 

1- Ajans’la işbirliğinin geliştirilmesi ve güven ortamının oluşmasına yardımcı olunması,

2- İran’la nükleer yakıt alanında takas yapılmasının, karşı tarafın İran’ın nükleer gücünü kabul etmesi anlamına geleceğini düşünmeleri.

 

Batı’nın İran’la uranyum takası yapmasının İran’ın yüzde 3.5 oranında uranyum zenginleştirmesiyle ilgili olarak daha önce çıkarılan kararları anlamsızlaştıracağını savunan Mihmanperest kendileri açısından takas meselesinde şu üç noktanın taşıdığı öneme vurgu yaptı:

 

1-Takas edilecek yakıtın miktarı,

2-Takasın eş zamanlı olması

3-Takasın gerçekleştirileceği mekan,

 

Kendilerinin takas formülünü genel anlamda kabul etiklerini açıklamalarından sonra karşı tarafın görüşmeler sırasında İran’ı aldatmaya yönelik “ahlaksız” bir girişimde bulunduğunu belirten Mihmanperest, karşı tarafın takas edilecek yakıtın miktarı, zamanlaması ve takasın gerçekleşeceği mekan konusunda kabul edilemeyecek şartlar ileri sürmeye başladığını ifade etti.

 

Görüşmeler sırasında kendilerine ellerindeki yüzde 3.5 oranında zenginleştirilmiş uranyuma karşılık bir sene sonra başka bir ülkeden yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyum almalarının teklif edildiğini belirten Mihmanperest, 800 bin kişinin tedavisini ilgilendiren insani amaçlı bir reaktörün yakıtı için 1 yılık bir süre şartı tayin edilmesinin gayri insaniliğine dikkat çekmekle birlikte şunları söyledi:

 

“Bizim şartımız şudur: Takas edilecek yakıtın miktarını biz tayin edelim, takas eş zamanlı olursa bu daha iyi olur; ama illa da zaman söz konusu edilecekse sorun değil, bize yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş uranyumun teslim edileceğinin garantisini verin. Onlara ayrıca takasın mutlaka İran’da yapılması gerektiğini söyledik.”[2]

 

Aylar önce dönemin Uluslar arası Atom Enerjisi Başkanı Muhammed el-Baradei’nin uranyum takası konusunda Türkiye’yi önermesini, İran hükümetinin bu öneriye sıcak bakmayan tutumunu ve İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ramin Mihmanperest’in yukarıda naklettiğimiz bu açıklamalarını birlikte düşündüğümüzde İran’ın bu konudaki politikası ile ilgili olarak şu hedeflerin öne çıktığını görüyoruz.

 

1- İran Tahran araştırma reaktörü için ihtiyaç duyduğu yakıtı, takas yoluyla elde etmeyi bir fırsata dönüştürmek istedi.

2- Takasın miktarında ve zamanlamasında müzakereye açık olsa da mekanın İran olmasını bir kırmızıçizgi olarak öngördü.

3- Barışçı nükleer programının haklılığını savunan ve sorunun görüşmeler yoluyla çözülmesini vurgulayan Türkiye de dahil olmak üzere üçüncü tarafları sürece dahil etmek istemedi.

 

Tahran’ın başarısızlığı üzerine kazanılan “diplomatik zafer”

Bununla birlikte takas konusunun gündeme gelişinden bugüne kadar yaşanan gelişmeler, İran’ın bu konudaki politikasında hiçbir hedefine ulaşamadığı görülüyor. Çünkü;

 

1- Tahran’ın güven telkin etmek ve nükleer gücünün kabulünün sağlamak amacıyla satın alma hakkından vazgeçerek takas formülünü müzakereye açması, Batı’ya bu konuyu da yeni bir krize dönüştürme fırsatı verdi. Takasın kendi topraklarında yapılmasını isteyen ve söz konusu yakıtı İran’a kendisi satmak isteyen Rusya, İran’ı baskı altına almak için ABD’ye yakın pozisyonlar almaya başladı. Dolayısıyla İran, 5+1 içerisinde Çin’le birlikte kendisine en yakın duran en önemli ortağı Rusya’yı ABD’nin yanına itmiş oldu.

 

2- Takas formülünü kabul ederek sıkıntı yaşamaya başlayan İran, takastan da satın almadan da vazgeçerek ihtiyaç duyduğu yakıtı, kendi tesislerinde üretme tehdidinde bulundu.[3] Ancak bunun bir blöf olarak algılanması üzerine uygun teklif verilmesi halinde bundan vazgeçeceğini açıkladı.[4] Gelinen noktada ise takas mekanının İran olmasını bir kırmızıçizgi olarak ortaya koyan İran hükümeti, 17 Mayıs’ta Türkiye ve Brezilya ile yaptığı anlaşmayla takas mekanının Türkiye olmasını kabul etmek zorunda kaldı.

 

3- Aylar önce Muhammed el-Baradei’nin takasın Türkiye’de yapılması önerisini elinin tersiyle iten ve üçüncü tarafları sürece sokmak istemediğini gösteren Tahran yönetimi, aylar sonra Türkiye ve Brezilya’ya sürece dahil olmaları için adeta yalvarmaya başladı. Aylar önce sürece dahil olmak için İran’dan adeta lütuf ve izin bekleyen Türk hükümeti de dün Tahran’a şartlar dayatarak gitti.[5]    

 

Şimdi gerek Türkiye ve gerekse Brezilya hükümetleri, dünyanın çözmekte başarısız olduğu bir sorunu nasıl bir gecede çözdüklerinin ve İran’ı nasıl kurtardıklarının destanını anlatıyor ve kazandıkları “diplomatik zaferi” kutluyor.

 

İran Dışişleri Bakanı Menuçehr Mutteki’ye ise imzalanan anlaşmanın eğer takas olmazsa Türkiye’nin kendisine teslim edilen yüzde 3.5 oranında zenginleştirilmiş uranyumu kayıtsız şartsız İran’a iade etmesini öngördüğünü söyleyerek İran halkının içini serinletmek düşüyor.

 

Çünkü yapılan anlaşmaya göre İran, Türkiye'ye yüzde 3.5 oranında zenginleştirdiği 1200 kilo uranymu hemen verecek, buna karşılık Tahran araştırma reaktörü için ihtiyaç duyduğu yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş 120 kilo uranyumu ise bir sene sonra alabilecek.

 

Bu anlaşma, İran'ın takasın hem zamanlaması hem de mekanı konusundaki kırmızıçizgilerinden geriadım atması ve teslim olması anlamına geliyor. Türkiye ve Brezilya'nın diplomatik zaferinin sırrı işte bu.

 

İran hükümetinin kendini batağa sokup sonra da kurtarılması için yalvarmak zorunda kalmasına sebep olan politik başarısızlığı üzerine kazanılmış bir zafer olsa da Türkiye ve Brezilya hükümetlerinin 17 Mayıs anlaşmasını bir diplomatik zafer olarak kutlamasında yadırganacak veya sorgulanacak hiçbir şey yok.

 

Ancak İran halkının, kendinde dünyayı adaletle dolduracak süper kahraman misyonu vehmeden İran hükümetini, kendi başarısızlığı üzerinden başkalarına diplomatik zaferler hediye eden beceriksizliği sebebiyle yadırgamasa bile sorgulayacağı kesin gözüküyor.

 



[1] http://www.fararu.com/vdcevf8e.jh8nzi9bbj.html

 

[2] http://www.fararu.com/vdcceiq0.2bqm08laa2.html

 

[3] http://www.yakindoguhaber.com/haber_detay.php?haber_id=7572

 

[4] http://www.yakindoguhaber.com/haber_detay.php?haber_id=7585

 

[5] http://www.haber7.com/haber/20100517/Erdogannin-Irana-rest-cektigi-sozleri.php

 



Makaleler

Güncel