Suriye’deki vekalet savaşında son aşama

Uluslar arası alanda siyasi çözümün daha vurgulu bir şekilde gündeme gelmesi, silahlı unsurları ve onları destekleyen dış güçleri yalnızlaştıracak bir sürece, yani vekalet savaşında son aşamaya girildiğini gösteriyor.

 

Suriye’deki silahlı gruplar, istihbarat servislerinin ortak operasyonu olarak gözüken ve Suriyeli üst düzey güvenlik yetkililerinin öldürülmesiyle sonuçlanan 18 Temmuz’daki birinci dalganın ardından ülkenin siyasi başkenti Şam ile ekonomi başkenti Halep’e yönelik iki büyük saldırı gerçekleştirdiler.

Birinci saldırı dalgasında “sıfır saatini bekleyin” çağrısı yaparak rejimin devrilmesinin an meselesi olduğu algısını oluşturmaya çalışan silahlı gruplar, Şam’da tutunamadıysa da Halep içindeki bazı semtlere ve Türkiye sınırlarına yakın bazı kırsal bölgelere yerleşmeyi başardı.

Kasım ayı sonlarında başlatılan ikinci dalga saldırılarda Suriye ordusuna ait hava üslerini hedef alan silahlı gruplar, 2013 yılının ocak ayı itibariyle başlattıkları üçüncü dalga saldırılarda ise başta uluslar arası havaalanları olmak üzere yeniden Halep ve Şam merkezlerine yöneldiler.

Yakın döneme kadar Özgür Suriye Ordusu ortak tabelasını kullanan silahlı grupların sadece lojistiğinin değil, operasyon hedeflerinin ve kapasitelerinin de kendilerini destekleyen ülkelerin siyasi kararlarına bağlı olarak değişkenlik gösterdiği görüldü.

Ağırlıklı olarak Halep’in hedef alınması, yönetimi ekonomik açıdan çökertmeye, hava savunma üslerinin hedef alınması da muhtemel bir dış müdahaleye zemin hazırlamaya yönelikti.

Hedef gösteren dış güçler ile bu hedefleri gerçekleştiren içerideki silahlı unsurlar arasındaki ilişki, Suriye’de yaşanmakta olan kanlı sürecin yansıtılmaya çalışıldığının aksine “halkın sivil demokratik taleplerinin diktatör rejimin güç kullanılarak bastırılması” değil, “Suriye’nin Dostları” adını kullanan 6 ülkenin Suriye’ye karşı paralı ve gönüllü paramiliter unsurlar aracılığıyla sürdürdüğü bir vekalet savaşından ibaret olduğunu gösteriyor. 

 ABD’nin savaş seçeneğine ikna edilmesi ve vekalet savaşının ilanı

24 Şubat’ta Tunus’ta yapılan Dostlar toplantısında Katar ve Suudi Arabistan’ın muhaliflerin silahlandırılması önerisine karşı çıkan Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton 27 Şubat’ta "Suriye, Libya gibi değil. Tüm muhalefetin temsil edildiği ve operasyonların yönetildiği bir Bingazi yok", "Bu yüzden Türkiye, Lübnan ve Ürdün sınırlarından tankları sokmayacağız. En iyi ihtimalle gizlice içeri otomatik silah sokarsınız. Ama kime, nereye?"[1] diyerek hem dış müdahaleye hem de Libya’daki gibi kontrol edilebilir nitelikte gözükmediği için vekalet savaşına sıcak bakmadıklarını ortaya koymuştu.

Washington bununla da yetinmemiş, Rusya’nın başından beri savunduğu siyasi çözüm planını yansıtan Annan Planına 26 Mart’ta imzaladığı BM başkanlık bildirisiyle destek vermişti.

Ancak 1 Nisan’da İstanbul’da yapılan “Dostlar” toplantısında sonuç bildirisi metnine Annan Planının desteklendiği ifadesini yazdıran Washington, hem Körfez’deki ortaklarının hem de Ankara’nın Şam yönetiminin vekalet savaşıyla devrilmesi yönündeki baskılarından kurtulamadı.

Arap ortaklarıyla birlikte sınırlarından Suriye’ye silah ve militan sevkiyatına izin veren Türkiye 10 Nisan’da yürürlüğe girecek olan Annan planını 9 Nisan’da “kadük”[2] ilan ederek Washington’a vekalet savaşı konusundaki kararlılığını gösterdi.

Washington’un Rusya ve Çin’in 4 Şubat’taki Güvenlik Konseyi toplantısındaki vetosu sebebiyle Suriye’ye uluslar arası müdahaleye hevesli olmadığı görülüyordu; ancak Türkiye “tampon bölge”, Fransa ise “insani yardım koridoru oluşturulması” talebiyle BM dışında bir kararla Suriye’ye müdahalede bulunulması için Amerika’ya baskı yapmayı sürdürdü.

  Bir başka deyişle Suriye’de Tunus ve Mısır gibi kitlesel bir devrimden umudu kesip Annan planıyla siyasi çözüm yönünde dümen kırmaya eğilimli gözüken Obama yönetimi, Suriye’ye müdahaleye liderlik etmeye zorlandı.

Obama yönetimine, siyasi çözümü devre dışı bırakmak için önerilen iki seçenek ve bu seçenekleri öneren aktörler şunlardı:

1- Dış müdahale seçeneği: Bu seçenek Ankara ve Paris tarafından öneriliyordu. Ankara’nın “tampon bölge”, Paris’in ise “insani yardım koridoru” adıyla talep ettiği şey, Libya modelinin şartlarının Suriye’de dış müdahale yoluyla gerçekleştirilmesinden ibaretti.

Çünkü beklenenin aksine Tunus ve Mısır’da olduğu gibi kitlesel bir devrim gerçekleştirebilecek halk desteğinden yoksun olduğu görülen Suriyeli muhalifler, Libya’da olduğu gibi bir kurtarılmış bölge yaratmayı da başaramamıştı ve Ankara ile Paris, Suriye’de muhalifler tarafından yaratılamayan “Bingazi’nin” uluslar arası müdahale ile oluşturulmasını istiyordu.

Nitekim 4 Şubat’taki Güvenlik Konseyi toplantısına konu edilen bu plan Rusya ve Çin vetosuna takılınca Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Dostlar Grubu”nun kurulması için temaslarda bulunmak üzere Washington’a giderken “İstiyoruz ki... Birleşmiş Milletler dışında kapsayıcı bir platform içinde çözüm arayalım”[3] diyerek oluşumuna öncülük ettiği bu gruba BM’yi bypass edecek müdahale kararı alma rolü biçtiğini açıkça ifade etmişti.

2- Vekalet savaşı seçeneği: Bu seçeneğin en hararetli savunucusu Katar ve Suudi Arabistan’dı. Rusya ve Çin vetosu sebebiyle BM’den Suriye’ye yönelik bir müdahale kararı çıkmasından umudu kesen Katar ve Suudi Arabistan, kurtarılmış bölgenin silahlandırılacak ve dışarıdan getirilecek militanlarca desteklenecek silahlı gruplar eliyle oluşturulabileceğini düşünüyordu.

Tunus’taki Dostlar toplantısında açıkça muhaliflerin silahlandırılmasını teklif eden Suudi Arabistan ve Katar, Erdoğan yönetimini bu fikre ikna etmekte zorlanmadı. Sınırlarını belli ölçülerde koruyan Irak, Lübnan ve Ürdün üzerinden Suriye’ye silah ve militan geçişi konusunda yaşanan sorun Türkiye’nin desteğiyle aşılmış olsa da buna uluslar arası siyasi destek için Amerika’nın liderliği şart gözüküyordu.

Amerikan başkanlık seçimleri, Obama yönetimini siyasi çözümden vazgeçerek vekalet savaşına dümen kırmaya zorlayan etkenlerden oldu.

Nisan ayında Türkiye’ye gelen eski Cumhuriyetçi başkan adayı John McCain ile Senatör Joe Lieberman’ın Obama yönetimini Suriyeli muhalifler konusunda “ahlaki sorumluluklarını” yerine getirmemekle suçlaması ve başkanlık seçimleri arifesinde ““Türkler, Amerikan liderliğini istiyor ve Amerikan liderliğinin bütünüyle eksik olduğunu biliyorlar. Türkler -eğer bu mülteci akını devam ederse- uluslar arası desteğe ihtiyaç duyabileceklerini söylüyorlar. Konuştuğumuz her yerde, Amerikan liderliği isteniyor. Şimdiye kadar harekete geçmemiş olmaları tam bir ayıp”[4] diyerek baskılarını arttırması Obama yönetimi fikir değiştirmeye sevk etti.

Obama yönetiminin Türk ve Arap ortaklarının talep ettiği vekalet savaşına liderlik etmeye başladığı, haziran ayından itibaren basında yer alan haberlerden de anlaşılıyordu.

New York Times Suriyeli muhalif gruplara silah sevkiyatını Türkiye'nin güneyinde faaliyet gösteren bir grup CIA ajanının organize ettiğini[5], Independent[6] gazetesi ile Reuters[7] ise Katar ve Suudi Arabistan tarafından finanse edilen silahların Suriye’de silahlı eylemler yapan militanlara MİT aracılığıyla ulaştırıldığını bildiriyordu.

Türk ve Arap ortakların daha önce başlattığı silahlı grupların lojistik açıdan takviye edilmesi süreci, haziran ayından itibaren ABD liderliğinde geliştirildi ve 18 Temmuz’dan itibaren vekalet savaşı açıkça başlatılmış oldu.

Suriye’deki vekalet savaşının başlatılmasının ve silahlı grupların birinci saldırı dalgasının uluslar arası arka planı böyle. Uluslar arası siyasi gelişmeler ile silahlı grupların ikinci ve üçüncü dalga saldırıları arasındaki ilişkinin hikayesine gelince...

ABD’nin yeniden yapılandırdığı muhalif örgütten beklentisi ve örgütün komuta kapasitesi

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, başkanlık seçimlerinden birkaç gün önce “artık Suriye Ulusal Konseyi’nin muhalefet lideri olarak görülemeyeceğini açık bir şekilde ortaya koyduk”[8] diyerek sadece 1 Nisan’da “meşru temsilci” olarak tanıdığı Ulusal Konseyin değil başta Türkiye olmak üzere bu örgütün arka planındaki aktörlerin rolüne de son verdi.

Bu, Washington’un daha önce biraz da zorlanarak girdiği vekalet savaşı sürecinde işlerin iyi gitmediğini gördüğünün ve artık komutayı ele almak istediğinin mesajıydı.

Çünkü Amerika, Türkiye ve Katar komutasında sürmekte olan bu vekalet savaşında kontrol edilebilir unsurların belirleyiciliğinin giderek zayıfladığını ve sahaya “cihatçılar” diye adlandırılan “kontrol dışı” unsurların hakim olmaya başladığını düşünüyor ve muhalif örgütü yeniden yapılandırarak durumu kontrol altına almayı öngörüyordu.

11 Kasım’da Doha’da kurulan Ulusal Koalisyon adlı muhalif örgüt, bu öngörünün sonucu olarak doğdu.

Kendisinden Libya’daki Ulusal Geçiş Konseyi’nin rolünü oynaması beklenen Ulusal Koalisyon, 9 Aralık’ta Antalya’da; ABD, İngiltere, Fransa, Körfez ülkeleri ve Ürdün'den güvenlik yetkililerinin de katıldığı bir toplantıyla[9] askeri örgütünü kurarak sahadaki tüm komutanın kendisine ait olduğunu ispata çalıştı.

Başta İsrail’i izleyen Merc el-Sultan radar üssü olmak üzere Deyr ez-Zor, Halep ve İdlib civarındaki hava savunma üslerini ve havaalanlarını hedef alan[10] ikinci saldırı dalgasının kasım sonu ila aralık ayı başlarında gerçekleşmesi bu ispata yönelikti.

Suriyeli muhaliflerin komuta kapasitesinin turnusol kağıdı

“Suriyeli muhalifler” denince akla sahip olduğu uluslar arası destekten dolayı Doha Koalisyonunun gelmesi ve sahadaki tüm silahlı grupların “Özgür Suriye Ordusu” adını kullanması, siyasi muhaliflerin de silahlı unsurların da homojen ve disiplinli yapılar olduğu yönünde bir algı oluşturuyordu.

Bu algının nesnel gerçeklikle bağdaşmadığı, “cihatçı” grupların artık kendi rollerini, ağırlıklarını ve ajandalarını gizleme gereği duymamaya başlamasıyla anlaşıldı.

Cihatçı grupların Ulusal Koalisyona ve ona bağlı askeri örgüte kendileriyle ilgili nasıl bir rol verildiğini fark etmesi, onların da kartları daha açıktan oynamaya başlamasına neden oldu.

Ulusal Koalisyon, Amerika’nın Nusra Cephesi’ni terör örgütü listesine almasına tepki göstererek cihatçılara güven vermeye çalışsa da sahadaki etkinlikleri artan cihatçılar ile hem sıradan halkın hem de Ulusal Koalisyon ve silahlı bileşenlerin çelişkileri artık gizlenemez boyutlar kazandı.

Örneğin cihatçılar ile Koalisyonun silahlı bileşenleri arasında sınırlı da olsa çatışmalar yaşanırken[11] cihatçılar artık rejim devrildikten sonra savaşlarının Özgür Suriye Ordusu ile olacağını gizlemiyor.[12]

Daha önce Özgür Suriye Ordusu adını kullanmakta beis görmeyen cihatçılar, ayrı bir ad altında birleşerek[13] onlarla yollarını tamamen ayırdıklarını gizleme gereği duymuyorlar.

Koalisyonun bileşenleri ile cihatçılar, kontrolün ele geçirildiği bölgelerde düzen sağlama ve yargı konularında karşı karşıya geliyor. Ulusal Konsey'in Halep ve İdlib’deki hakim olunan bölgelerde sivil mahkemeler kurma çabasının, İslam şeriatı isteyen cihatçıların varlığı sebebiyle başarısız olduğu belirtiliyor.[14]

Kontrolü ele geçirilen bölgelerdeki yerel halk “İslam devleti” kurmak isteyen cihatçılarla karşı karşıya gelirken;[15] cihatçılar, Özgür Suriye Ordusu militanlarını kendilerini arkadan vurmakla suçluyor[16] ve Koalisyonun Başkanı Muaz el-Hatib’i kafasını koparmakla tehdit ediyor.[17]

Cihatçıların kartlarını artık gizleme ihtiyacı duymamasına rağmen Ulusal Koalisyon ve bileşenlerinin arada hiçbir sorun yokmuş gibi davranmaya çalışması, iki ihtimali gündeme getiriyor.

1- Ulusal Koalisyon ve silahlı bileşenleri “devrimin bir parçası” diye niteledikleri cihatçıları gerçekten de bir ortak olarak görüyor ve devrimden sonra iktidarlarını onlarla paylaşmaya hazır.

2- Ulusal Koalisyon ve silahlı bileşenleri, sahada kendilerinden çok daha etkin ve güçlü olan cihatçıları şimdilik karşılarına almaktan çekiniyor ve şimdilik durumu idare etmeye çalışıyor.

Ancak hangi ihtimal doğru olursa olsun bunların ikisi de Katar’da yeni bir ayar verilen muhalif örgütün Washington’un beklentilerini karşılayabilecek liderlik rolünden oldukça uzak olduğuna işaret ediyor.

John Kerry ile değişen tutum ve vekalet savaşında son aşama

Washington’un cihatçılardan duyduğu kaygıya rağmen, artık Ulusal Koalisyonun liderlik rolüne pek de umut bağlamadığı, Dışişleri Bakanı John Kerry’nin siyasi çözümü vurgulayan açıklamalarından anlaşılıyor.

18 Temmuz’dan bu yana açıkça sürdürülen vekalet savaşı; Suriye’yi ekonomik, toplumsal ve askeri olarak tahrip etmesi ve İsrail karşısında dirençli bir bariyer olmaktan çıkarması bakımından Amerika ve bölgesel müttefiklerine eşsiz kazanımlar armağan etmiş olsa da bu savaşın kontrol dışına çıkması riski Washington’u siyasi çözüm konusunda daha kararlı hale getiriyor.

Washington’un 8 aydır liderlik ettiği bu vekalet savaşından siyasi çözüme nasıl bir manevrayla geçiş yapacağı şimdilik belirsiz gözükse de John Kerry’nin bu konudaki kararlılığının 18 Mart’tan 2011’den beri siyasi çözümü reddeden muhalif örgütte bile kırılmaya yol açtığı görülüyor.

Ulusal Koalisyon tecrübesindeki başarısızlık, silahlı unsurların sonuç elde etmekten çok uzak olması ve bu savaşın en hararetli tarafı olan Ankara’nın bile sadece görünürdeki 600 milyon Dolarlık[18] ekonomik yükü sebebiyle bu vekalet savaşını artık taşıyamayacak hale gelmesi, siyasi çözümü dayatan şartlar olarak ortaya çıkıyor.

  BM Suriye Özel Temsilcisi Ahdar İbrahimi aracılığıyla hazırlanacak ikinci bir Annan planının Güvenlik Konseyi kararıyla desteklenmesi, silahlı gruplara destek veren Türkiye ve Arap ortaklarını engelleyici bir etki yapacağı için vekalet savaşını bitirecek olsa da kuşkusuz savaşı durdurmayacaktır.

Ocak ayında başlatılan üçüncü dalga saldırılar ve Özgür Suriye Ordusu’nun Hizbullah’ı Suriye meselesinin içine çekmeye çalışması, siyasi çözüm çabalarını sabote etmeye yönelik adımlar olarak gözüküyor.

Ancak Suriye ordusunun operasyon üstünlüğünü elinde tutması ve uluslar arası alanda siyasi çözümün daha vurgulu bir şekilde gündeme gelmesi, silahlı unsurları ve onları destekleyen dış güçleri yalnızlaştıracak bir sürece, yani vekalet savaşında son aşamaya girildiğini gösteriyor.

 



[1]http://www.hurriyet.com.tr/planet/20010750.asp

[2]http://www.cnnturk.com/2012/dunya/04/09/annan.plani.kaduk.oldu/656611.0/index.html

[3]http://www.mfa.gov.tr/sayin-bakanimizin-esenboga-havalimaninda-duzenledigi-basin-toplantisi_-8-subat-2012_-ankara.tr.mfa

[4]http://thecable.foreignpolicy.com/posts/2012/04/18/obama_administration_searches_for_a_plan_b_in_syriave http://www.ydh.com.tr/YD332_18-temmuz-saldirisi-ve-suriyede-cok-uluslu-savas.html

[5]http://www.nytimes.com/2012/06/21/world/middleeast/cia-said-to-aid-in-steering-arms-to-syrian-rebels.html?_r=4&ref=global-home&

[6]http://www.independent.co.uk/news/world/middle-east/exclusive-arab-states-arm-rebels-as-un-talks-of-syrian-civil-war-7845026.html

[7]http://www.reuters.com/article/2012/06/14/us-syria-crisis-turkey-idUSBRE85D10P20120614

[8]http://www.amerikaninsesi.com/content/washington-suriye-ulusal-konseyi-gozden-cikardi/1537498.html

[9]http://www.hurriyet.com.tr/planet/22107261.asp

[10]http://www.bbc.co.uk/news/world-middle-east-20487492

[11]http://www.ydh.com.tr/HD11457_halepte-silahli-gruplar-arasinda-catisma.html

[12]http://www.ydh.com.tr/HD11439_ebu-seyyaf--esed-devrilirse-cihatcilarla-oso-catisir.html

[13]http://www.posta.com.tr/dunya/HaberDetay/Suriye-deki-gruplar-birlesti.htm?ArticleID=160824

[14]http://www.ydh.com.tr/HD11460_ozgur-yargi-konseyi-cihatcilar-karsisinda-aciz-kaldi.html

[15]http://www.ydh.com.tr/HD11477_idlip-te-islam-devleti-tartismasi-yumruklu-kavgaya-donustu.html

[16]http://www.ydh.com.tr/HD11481_nusra-cephesi-militanlari-oso-kursunuyla-mi-olduruldu-.html

[17]http://www.ydh.com.tr/HD11462_libyali-cihatci--diyalogcularin-kapasini-koparacagiz.html

[18]http://www.dha.com.tr/besir-atalay-suriyeli-kardeslerimiz-icin-harcamamiz-600-milyon-dolar_429782.html