Mısır: Eskiyi güncellemek için yapılan devrimler ülkesi

Arap Baharı’nın amiral gemisi olan Mısır’ın Arap dünyasında güncellenen yeni liderlik rolünün ABD ve Körfez’in halatıyla sınırlı olacağını gösteriyor.

Mısır’da 3 Temmuz’da kurulu siyasi düzene yapılan müdahalenin bir askeri darbe olup olmadığı tartışılıyor.

İhvanu’l Muslimin (Müslüman Kardeşler) demokratik seçimlerle iktidar olmuş bir yönetimin askeri güç kullanılarak devrilmesini gerekçe göstererek 3 Temmuz’u bir darbe olarak nitelerken, diğer tüm kesimler, bunu bir askeri darbe olarak değil, ordunun halkın devrimine destek vermesi olarak niteliyor.

Bu niteleme sadece askeri müdahaleyi destekleyen laik, liberal, Hıristiyan veya solcu gruplarla sınırlı değil. Ülkenin resmi dini otoritesi olan el-Ezher, selefi Nur Partisi ve eski İhvan liderlerinden Abbdulmunim Ebu’l Futuh liderliğindeki Güçlü Mısır Partisi de 3 Temmuz’un bir darbe değil, 25 Ocak devriminin tamamlayıcısı[1] olduğunu söylüyor.

Tarafların gerekçelerinin haklılığı veya haksızlığı ya da bunun bir darbe mi devrim mi olduğu tartışılır bir şey olarak gözükse de tüm taraflar, 3 Temmuz’un Mısır için yeni bir başlangıç olduğunda birleşiyor.

Müdahaleyi darbe olarak niteleyenler 3 Temmuz sonrasını askeri vesayete dayalı bir istibdadın başlangıcı, destekleyenler ise İhvan iktidarıyla rayından sapan 25 Ocak 2011 devriminin yeniden rayına oturtulması olarak algılıyorlar.

Ancak objektif gerçeklik her iki algıyı da destekleyecek veriler içerse de Mısır toplamında bakıldığında her iki algının da aslında gerçek bir devrim vizyonundan son derece uzak olduğunu gösteriyor.

Mursi yanlılarının tezleri

1- Mursi, meşruiyetini demokratik seçimlerden almaktadır ve ülke tarihinin ilk serbest seçimleriyle iktidara gelen bir yönetimi, yasal süresi dolmadan deviren ordu, başta anayasa olmak üzere tüm sistemi tek taraflı belirleyerek eski rejimi geri getirmek istemektedir.

2- Ordu açıkça yönetimi üstlenmemiş ve bunu yargı bürokrasisine bırakmışsa da kurucu aktör ordudur; dolayısıyla da kurulacak sistem ülkenin siyasi geleneğine uygun olarak bir askeri vesayet sistemi olacaktır.

3- Halkın belli bir kesiminin müdahaleye destek vermiş olması yeni sistemin sivil demokratik araçlarla kurulacağı garantisini içermemektedir.

4- 25 Ocak devrimi ülkeyi askeri vesayetten kurtarıp sivil bir yönetim kurmayı hedefleyen bir devrimdir; dolaysıyla ordunun kurucu rolü devrimin asli hedefiyle çelişmektedir.

Müdahale yanlılarının tezleri

1- Mursi, yüzde 50’lik katılımın olduğu bir seçimle eski rejimin adayı Ahmed Şefik’e karşı yüzde 51 oyla cumhurbaşkanı seçilmiştir. Dolayısıyla toplamda yüzde 26’lık bir halk desteğine sahiptir, Mursi’ye karşı olanlar sadece Şefik’e oy veren yüzde 24’lük kesimle sınırlı değildir. Ne İhvan’ın adayına ne de eski rejimin adayına oy vermemek için seçime katılmayan yüzde 50 ile sırf eski rejimin adayına karşı olduğu için Mursi’ye oy vermiş ciddi bir kesim de artık Mursi’yi istememektedir. Erken seçim için 22 milyon imza toplamıştır, bu ise Mursi’nin seçimlerde kazandığı oydan fazladır.

2- Mursi, erken seçimlere giderek iddia ettiği halk desteğini yeniden kazanmak yerine taraftarlarını sokağa dökerek ülkeyi kaosa sürüklemektedir, ordu ise ülkenin kaosa sürüklenmesini önlemek için “halkın” yanında yer almıştır.      

3- Ordu yönetime doğrudan el koymamış, geçiş sürecinin oluşturulması görevini üstlenen bürokratlarla siyasiler de Müslüman Kardeşler’i sürece katılmaya davet etmiştir. Dolayısıyla siviller tarafından oluşturulan geçiş sürecinin askeri vesayete dayalı bir sistem kuracağı tezi öznel ve tartışmalıdır.

4- İhvan’ın da yer aldığı 25 Ocak devrimi sonrasındaki siyasi süreçleri de ordu hazırlamış ve İhvan o dönemde ordunun kurucu rolüyle işbirliği yaparak iktidara gelmiştir. Dolayısıyla 3 Temmuz müdahalesinin 25 Ocak devriminin hedefleriyle çelişen bir yanı bulunmamaktadır.

Öncelik iktidar mı devrim mi?

Mısır’daki taraflar 30 Haziran sonrası sürecin darbe mi devrim mi olduğu konusunda zıtlaşsalar da 25 Ocak’ı devrim olarak yüceltmeyi sürdürüyorlar. Halbuki 25 Ocak’la 30 Haziran arasında iktidarı kaybedenin kimliğinden başka bir fark gözükmüyor.

Bir başka deyişle her iki süreçte de iktidarı devirenler “devrim” sonrası sürece kurucu aktörler olarak değil, kuruculuğu teslim ettikleri ordunun dağıttığı rolleri oynamaya talip figüranlar olarak dahil olmayı tercih ettiler.

25 Ocak 2011’de başlayan gösteriler, ordunun yönetimden yana durmaması ve Tahrir’e müdahale etmemesi üzerine Hüsnü Mübarek’in 11 Şubat’ta istifasıyla sonuçlanmıştı; ancak devrimi yapanlar geçici hükümet kurarak yeni siyasi süreci kendileri belirlemek yerine ordunun kurucu rolünü desteklemişlerdi. Ordu tarafından kurulan siyasi süreç ise Müslüman kardeşleri iktidara taşımıştı.

30 Haziran’da ise ordu bu kez Tahrir’den yana durarak yönetime müdahale etti. 11 Şubat’ta ordunun kurucu rolüne itiraz etmeyen İhvancılar bu kez buna itiraz ederek yeni süreçten Hüsnü Mübarek rejiminin güncellenmiş versiyonun çıkacağını iddia etse de ordunun bu rolüne destek veren karşı taraf 3 Temmuz’u 25 Ocak devriminin tamamlayıcısı olarak görüyor.

Sonuç

Müslüman Kardeşler’in 25 Ocak’ta, diğer kesimlerin ise hem 25 Ocak hem de 3 Temmuz’da ordunun kurucu rolünü desteklemiş olması, Mısır’daki devrimcilerin devrimcilik misyonunun sistemi tamamen değiştirmeyi öngörmediğini, ordunun belirleyici olduğu bir sistemde iktidar olmakla sınırlı olduğunu gösteriyor.

Arap Baharı devrimleri dünyaya içerideki iktidara dış destekle ulaşmakta sakınca görmeyen bir “devrimci” tipi armağan etti. Libya’dakiler; NATO, Yemen’dekiler Körfez İşbirliği Örgütü müdahalesiyle iktidar oldu. Tunus ve Mısır devrimcilerinin iktidara geçer geçmez yaptıkları ilk açıklama eski rejimlerin imzaladığı uluslar arası anlaşmalara bağlı kalmayı taahhüt etmek oldu. Suriye’dekiler ise Dostlar grubu adını kullanan uluslar arası ve bölgesel güçler adına verdikleri vekalet savaşıyla iktidara oynuyor.

Arap dünyasındaki en örgütlü hareketin İhvancılar olduğu tespitiyle Arap Baharı sonrasında bu grubun iktidara en yakın kesim olduğu varsayıldı. Türkiye ve Katar bu varsayımı Müslüman Kardeşleri destekleyerek elde edecekleri bir bölgesel nüfuz projesine dönüştürdü.

Bu iki ülke açısından Arap Baharı’nın Amiral gemisi Mısır’dı; çünkü tarihsel olarak Mısır ne olmuşsa tüm Arap dünyası da o olmuştu. Örneğin Nasır’ın Mısır’ı Arap dünyasında devrimci rüzgarlar estirirken Sedat ve Mübarek’in Mısır’ı tüm Arapları Camp David’ci yapmıştı.

Şimdi Arap Baharı ile bölge yeni bir çehre kazanıyordu ve desteklenecek İhvan sayesinde Mısır’la birlikte Arap dünyasının kazanacağı yeni çehre 1.7 milyonluk Katar’a Arap dünyasının patronluğu, Ankara’daki Yeni Osmanlıcılara da Osmanlı tarihsel coğrafyasında eşsiz bir nüfuz armağan edecekti.

3 Temmuz müdahalesi bu rüyayı kabusa çevirecek potansiyeller taşıyor. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt’in Mısır’daki yeni hükümete daha şimdiden 15 milyar dolar kredi vaat etmesi, durumun ciddiyetini gösteriyor.

Çünkü Katar ve Türkiye’nin rüyası, Mısır’daki yeni yönetime kesenin ağzını açan Körfez ülkelerinin kabusuydu. Katar’ı oyun dışına ittiği görülen emir değişikliği ve ABD’nin Mısır’daki darbeye verdiği örtülü destek Arap Baharı’nın amiral gemisi olan Mısır’ın Arap dünyasında güncellenen yeni liderlik rolünün ABD ve Körfez’in halatıyla sınırlı olacağını gösteriyor.

Evrensel Pazar eki


[1]http://www.ydh.com.tr/HD12020_ebul-futuh--misirda-yasanan-bir-darbe-degildir.html



Makaleler

Güncel