İran ve ABD arasında yeni bir sayfa ‘kahramanca esneklik’

ABD’nin iki seçeneği var; ya Netanyahu’nun sözünü esas alarak Ruhani’yi ‘kuzu postuna bürünmüş kurt’ olarak görüp 10 yıllık baskı ve tehdit politikasını sürdürecek ya da Ruhani’nin önerdiği ‘kazan-kazan’ esasına dayalı bir ilişkiyle yeni bir başlangıç yapacak.

Bu haftaki BM Genel Kurulu toplantısı, hangi uluslar arası sorunların öne çıkacağı merakıyla değil, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile ABD Başkanı Barack Obama arasında bir görüşme olup olmayacağı sorusuyla gündeme geliyor.

Ruhani ile Obama arasında bir görüşme ya da en azından bir tokalaşma olup olmayacağının BM Genel Kurul toplantısının bizatihi kendisini gölgeleyecek kadar öne çıkmasının son derece anlaşılabilir iki sebebi var.

Birincisi, BM Genel Kurulu, Güvenlik Konseyi’nin aksine bağlayıcı karar alabilme yetkisine sahip değil, dolaysıyla da herhangi bir uluslar arası sorunun burada gündeme gelmesiyle herhangi bir düşünce kuruluşunda gündeme gelmesi arasındaki fark sadece resmi konumlara sahip katılımcıların niceliğinden ibaret kalıyor.

İkincisi ise dünyada yeni ‘Soğuk Savaş’ dengelerinin oluşumuna sebep olan sorunlarda İran ve Amerika karşıt kutuplarda ve mutlaka birer taraf olarak yer alıyor.

Dünya’da belirgin bir yeni ‘Soğuk Savaş’ dengesi yaratan Suriye sorunu başta olmak üzere diğer uluslar arası güçlerin de şu ya da bu şekilde müdahil olduğu Filistin ve Irak sorunu, Körfez’in güvenliği ve nükleer program meselelerinde İran ve Amerika zıt kutupların en etkili aktörleri olarak öne çıkıyor.    

Dolayısıyla Ruhani ile Obama’nın sembolik değer taşıyan bir tokalaşma görüntüsü bile tüm dünyayı ilgilendiren bu sorunların çözümüne yönelik iyimser bir havanın oluşmasına neden oluyor.

İran-ABD yumuşamasının arka planı

Ruhani ile Obama’nın BM Genel Kurulu’nda görüşebileceğine ya da en azından tokalaşabileceğine dair iyimserliğin aslında Obama’nın ilk seçim kampanyasına kadar uzatılan bir mazisinden söz ediliyor.

İsna haber ajansı, ‘değişim’ vaadiyle iktidara gelen Obama’nın seçim kampanyasında verdiği mesajlarla sürekli ‘itidal’ vurgusu yapan Ruhani’nin mesajları arasındaki paralelliğe dikkat çekerek[1] Ruhani ile Obama’nın varlığının ABD ile İran arasında yeni bir sayfa açılması için benzersiz bir fırsat sunduğunu ima ediyor.

Obama’nın Ruhani’yle iki kez yazılı olarak temas kurduğunu açıklaması ve Ruhani’nin de cevabı, iki liderin BM Genel Kurulu toplantısında doğrudan temas kurabileceğine dair iyimserliği arttırdı.

Ruhani’nin ‘karşılıklı saygı ve çıkarlar temelinde ön şartsız müzakere’ vurgusu ve Obama’nın kendi yetkisinde olmasına rağmen Suriye’ye saldırı kararını Kongre’ye bırakarak savaş seçeneğinden uzak durması, bu iyimserliği besleyen gelişmeler oldu.

İran-ABD yumuşamasının fırsatları ve tehditleri

İran’la Amerika arasında 1979’dan beri yaşanan ‘Soğuk Savaş’, ikili siyasi ve diplomatik ilişkinin bulunmaması sebebiyle hem iki taraf hem de bölge açısından ağır sonuçlar doğuruyor.

Elbette hem ikili ilişkilerde hem de bölgesel politikalarda her iki tarafın da kırmızıçizgilerinin bulunduğu biliniyor; ancak taraflar arasında siyasi ve diplomatik ilişkinin bulunmaması, sorunların üçüncü taraflar üzerinden ele alınmasını zorunlu kılıyor.

Bu da ikili temaslar ile yönetilebilecek krizlerin daha da derinleşmesine ve şiddetlenmesine neden oluyor.

Örneğin NPT üyesi İran’ın Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı denetimindeki nükleer programı, tarafların karşılıklı ekonomik çıkarlarına hizmet edebilecek bir işbirliği alanı. Ancak ‘nükleer silah üretilebileceği kuşkusu’ üzerinden saldırı tehditlerinin gündeme getirilmesi Körfez’deki petrol trafiği güvenliğini dolayısıyla da bölgesel bir savaş ihtimalini söz konusu eden bir bunalıma dönüşüyor.

İran, NPT’den kaynaklanan yasal bir hak olarak Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’nın denetiminde uranyum zenginleştirmesi yaptığını belirtirken, Amerika İran’ın zenginleştirdiği uranyumu nükleer silah yapımında kullanacağını öne sürüyor.

NPT, uranyum zenginleştirmesini yasaklamamasına rağmen, İran’dan ‘nükleer silah üretebilir’ kuşkusu ve ihtimali ile uranyum zenginleştirme tesislerini kapatması isteniyor.

İkili temasla, NPT’den kaynaklanan hukuksal zeminle ve Ajans’ın teknik denetimi ile yönetilebilecek bir kriz, tek taraflı ekonomik veya siyasi yaptırımlarla yahut askeri tehditlerle savaş potansiyeli taşıyan uluslar arası bir bunalıma dönüştürülüyor.

Soğuk Savaş döneminde dahi ABD ile Sovyetler Birliği arasında siyasi ilişkinin hep korunduğu dikkate alınırsa, İran ve ABD arasında ikili ya da bölgesel sorunların sürekli olarak derinleşmesinin ve çıkmaza saplanmasının en temel sebebinin ikili ilişkinin bulunmaması olduğu söylenebilir.

İran’la ABD arasında ikili ilişkinin bulunmaması, bazı üçüncü taraflar açısından bir fırsata, bazı üçüncü taraflar açısından ise bir tehdide dönüşüyor.

İsrail'in ABD'yi İran'a müdahaleye zorlamasıyla da bu ilişkisizlik vekillerin asılları yönlendirdiği ters bir ‘soğuk vekalet savaş’ manzarası oluşturuyor.

Nükleer programı sebebiyle İran’a tek taraflı olarak yaptırımlar uygulaması, ABD’nin enerji bağımlısı müttefiklerinden Japonya’yı, bazı AB ülkelerini ve Türkiye’yi olumsuz etkiliyor.

Buna karşın ABD’nin İsrail ve Arap müttefikleri ile rakipleri Rusya ve Çin açısından fırsatlar yaratıyor.

ABD ile İran arasındaki sorunları ikili düzeyde ele alacak bir mekanizmanın olmaması, İsrail’e askeri seçenek de dahil olmak üzere her türlü yolla İran'ın nükleer programdan caydırılması için manevra alanı açıyor.

İran’ın dünyayla ticaret yapamaz hale getirilmesi, sadece Dubai bankalarının işine yaramıyor; Birleşik Arap Emirlikleri İran’a ait Ebu Musa, Büyük ve Küçük Tomb adalarında hak iddia etme, Suudi Arabistan ve Katar ise İran’ın nüfuz alanlarına operasyon yapma cesaretini Tahran’ın ekonomik ve siyasi yalnızlığından ve maruz kaldığı askeri tehditten alıyor.

Washington ve Tahran arasındaki temassızlık, İran’ı kendilerine daha muhtaç hale getirdiği için ABD’nin rakipleri Rusya ve Çin için de önemli fırsatlar yaratıyor.

Çin enerji ihtiyacını, petrol ambargosu altındaki İran’dan istediği şartlarda temin edebiliyor.

İran’ın yalıtılmışlığı Rusya’yı Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamada da İran’ın nükleer tesislerle ilgili yatırımlarında da alternatifsiz hale getiriyor.

Elbette ABD’nin bölgesel müttefiklerine ve uluslar arası rakiplerine eşsiz fırsatlar yaratan Tahran-Washington geriliminin sürmesini her iki ülkede destekleyen kesimler de yok değil.

Amerika’da İsrail lobisinin İran’da ise ulusal güvenlikle ilgili kurumlar ile ideolojik kaygıları vurgulu olan kesimlerin Washington ile Tahran arasındaki normalleşmeden tedirgin olduğu görülüyor.

‘Kahramanca esneklik’

İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei’nin Devrim Muhafızları Ordusu komutanlarına yaptığı bir konuşmada ‘diplomaside kahramanca bir esnekliğe’ inandığını[2] söylemesi, Cumhurbaşkanı Ruhani’nin ABD ile buzları eritmeye yönelik adımlarına destek olarak algılandı.

Ayetullah Hamenei’nin Cumhurbaşkanı Ruhani’ye “dünyanın değişmesi, idealleri ve hedefleri değiştirmek için bahane kılınmamalıdır” uyarısıyla verdiği bu desteğin zoraki ve taktik gereği olmadığı İran basınında yer alan ilginç bir anekdotla delillendirildi.

Ayetullah Hamenei’nin 30 yaşındayken Razi Al-i Yasin’den tercüme ettiği Hz. Hasan’ın Muaviye ile yaptığı barışı anlatan ‘İmam Hasan’ın Barışı’ adlı kitaba ‘Tarihin en görkemli kahramanca esnekliği’ alt başlığını ilave ettiğinin[3] hatırlatıldığı bu anekdotla Ruhani’ye verilen desteğin de yapılan uyarının da dayandığı çerçeve yansıtıldı.

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’ye başta ABD ile ilişkiler olmak üzere dış politikada ‘kahramanca esneklik’ konusunda verilen desteğin sadece sözle sınırlı olmadığı anlaşılıyor.

 Daha önce Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi’nin yetkisinde olan nükleer müzakere konusunun hükümetin yetkisine bırakılması[4] İran’da Ruhani’ye duyulan güveni de verilen desteğin niteliğini de yansıtıyor.

Cumhurbaşkanı Ruhani, ‘kahramanca esnekliği’ Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri ve Ayetullah Hamenei’nin temsilcisi sıfatıyla göstermişti.

Ruhani, Nükleer programın henüz Güvenlik Konseyi’ne gitmediği ve karşı tarafın sayısının 5+1’e yükselmediği dönemlerde; İngiltere, Almanya ve Fransa’nın oluşturduğu AB Troykası ile yaptığı Sadabad anlaşmasıyla Natanz’daki uranyum zenginleştirme ve İsfahan’daki UCF tesislerinin faaliyetlerini ‘zorunluluktan kaynaklanmayan geçici ve gönüllü bir iyi niyet adımı’ şerhiyle askıya almıştı.

Sadabat anlaşmasıyla atılan bu iyi niyet adımının ardından İran’la AB Troykası arasında Paris anlaşması yapıldı.

Bu anlaşma çerçevesinde iki taraf arasında ‘objektif garantiler’ ve ‘mütekabil garantiler’ çerçevesinde bir müzakere süreci başladı.

Buna göre İran, Avrupalı muhataplarına nükleer programının barışçı olduğu yönünde “objektif garantiler”; Avrupalı muhataplar da İran’ın nükleer programının olağan mecraya çekilmesi için “mütekabil garantiler” verecekti.

İran, Avrupalı muhataplarına aşırı güven duymaktan kaynaklanan diplomatik bir ihmalde bulundu ve Paris Anlaşması sonrasında başlayan müzakere sürecini belli bir zaman tahdidiyle sınırlamadı. Dolayısıyla da İran’ın gönüllü ve geçici iyi niyet adımları, AB üçlüsü tarafından ucu açık bir süreç içerisinde adeta kalıcı hale dönüştürülmeye çalışıldı.

İran gönüllü ve geçici olarak durdurduğu tesisleri tekrar açtı ve süreç içerisinde bugünkü noktaya gelindi. O dönemde uranyumu yüzde 3 oranında zenginleştirme kapasitesine sahip olan İran, saldırı tehditleri ve ambargolara geçen zaman içerisinde Tahran’daki nükleer araştırma reaktörünün ihtiyacı olan yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş yakıtı üretebilecek kapasiteye ulaştı.

Ruhani, 2004-2005’te nükleer müzakereci sıfatıyla gösterdiği somut iyi niyeti, şimdi hem halkın hem de Devrim Lideri'nin güvenini ve desteğini taşıyan cumhurbaşkanı sıfatıyla göstereceğinin mesajını veriyor.

Müzakereler yoluyla tüm endişeleri gidermeyi vaat eden Ruhani’nin istediği, her ülkeye tanınan hakkın kendilerine de tanınması.

Yani NPT’nin hukuki zemininde ve Ajans’ın teknik denetiminde İran’ın barışçı nükleer programının kabul edilmesi.

ABD’nin önünde iki seçenek bulunuyor; ya İsrail Başbakanı Netanyahu’nun sözünü esas alarak Ruhani’yi ‘kuzu postuna bürünmüş kurt’ olarak görüp geleneksel baskı ve tehdit politikasını sürdürecek ya da Ruhani’nin önerdiği üzere ‘kazan-kazan’ esasına dayalı bir ilişkiyle hem nükleer meselenin hem de diğer bölgesel sorunların çözümü için bir başlangıç yapacak.

     


[1]http://www.asriran.com/fa/news/296714/%D8%AA%D8%BA%DB%8C%DB%8C%D8%

B1%D8%A7%D8%AA-%D8%A8%DB%8C%E2%80%8C%D8%B3%D8%A7%D8%A8%D9%82%D9%87-%D8

%AF%D8%B1-%D8%AF%DB%8C%D9%BE%D9%84%D9%85%D8%A7%D8%B3%DB%8C-%D8%A7%DB%8C%D8%B1%D8%A7%D9%86

[2]http://www.farsnews.com/newstext.php?nn=13920626000723

[3]http://www.asriran.com/fa/news/296106/%D9%86%D8%B1%D9%85%D8%B4-%D9%82%D9%87%D8%

B1%D9%85%D8%A7%D9%86%D8%A7%D9%86%D9%87-%D8%A7%D8%B4%D8%A7%D8%B1%D9%87-

%D8%B8%D8%B1%DB%8C%D9%81-%D8%B1%D9%87%D8%A8%D8%B1%DB%8C-%D8%A8%D9%87-

%D8%B5%D9%84%D8%AD-%D8%A7%D9%85%D8%A7%D9%85-%D8%AD%D8%B3%D9%86

[4]http://isna.ir/fa/news/92062918494/%D8%B1%D9%88%D8%AD%D8%A7%D9%86%DB%8C-%D8%AD%D9%84-

%D9%85%D8%B3%D8%A7%D9%84%D9%87-%D9%87%D8%B3%D8%AA%D9%87-%D8%A7%DB%8C-

%D8%B3%D8%A7%D8%AF%D9%87-%D8%A7%D8%B3%D8%AA-%D9%86%D8%A7%D9%85%D9%87-%D9%86%DA%AF%D8%A7%D8%B1%DB%8C-%D9%87%D8%A7%DB%8C



Makaleler

Güncel