Riyad-Tahran savaşında yeni aşama

Riyad-Tahran savaşının kaderi, Suriye'de belirlenecek.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal’ın 13 Mayıs’ta İranlı meslektaşı Muhammed Cevad Zarif’i davet etmesi, bölgedeki birçok krizin çözülebileceği yönünde iyimser bir hava yarattı.

İran-Suudi Arabistan ‘soğuk savaşı’, sadece Körfez’i değil; Suriye, Irak, Lübnan ve Afganistan’ı da doğrudan etkilediği için Riyad-Tahran ilişkilerinin seyri, gerek bölgesel ve gerekse uluslar arası düzeyde dikkatle izleniyor.

Suudi Arabistan ile İran arasında, ikili çıkarlardan çok uluslar arası ve bölgesel gelişmelerin ortaya çıkardığı bir karşıtlık söz konusu.

Tahran ile Riyad ilişkilerinde düşmanlık temelinde bile bir istikrar sağlanamamasının en önemli sebeplerinden birinin bu olduğu söylenebilir.

Suudi Arabistan-İran çelişkisine son 30 yılda temel teşkil eden gelişmeleri şöyle özetlemek mümkün:

1- Filistin sorununa yönelik yaklaşım farklılığı.

2- İran-Irak savaşı ve Amerika’nın Körfez’e müdahalesi.

3- Irak işgali.

4- Lübnan sorunu.

5- Arap isyanları ve Suriye sorunu.

Tahran-Riyad çelişkisinin tarihi

Suudi Arabistan’ın Şah döneminin İran’ı ile çelişkisi Washington ve Tel Aviv ile Tahran gibi bir ilişki biçimi kuramamasından kaynaklanıyordu.

Henüz Camp David’in olmadığı dönemlerde Arap dünyasının bir parçası olmaktan kaynaklanan siyasi pozisyonu gereği İsrail’in varlığını reddetmek zorunda olan Riyad, ABD ve İsrail’le benzersiz ilişkilere sahip olan İran’ı bir tehdit olarak gördü.

Arap dünyası ile İran, 1978’deki Camp David anlaşması ve 1979’daki İslam Devrimi ile birlikte Filistin politikası bakımından adeta yer değiştirdi. Çünkü Camp David anlaşması sonrasında Arap Dünyası aşamalı olarak İsrail’i kabullenirken; İran, devrimden sonra İsrail’in varlığını reddetti.

Saddam Hüseyin rejiminin İran’a saldırısı ile başlayan 8 yıllık savaş, 1980’li yıllarda Riyad-Tahran çelişkisine eklenen yeni bir faktör oldu.

Suudi Arabistan ABD ile müttefiklik ilişkisinden dolayı ve Arap dayanışması gereği savaşta Saddam yönetimini destekledi.

İran-Irak savaşının sona ermesi, Riyad-Tahran ilişkilerinde normalleşme yaratmadı; çünkü Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi, 1990’lı yıllarda Suudi Arabistan’a ‘Körfez’in güvenliğini’ ABD askeri varlığına emanet etmesi için gerekçe oluşturdu.

Suudi Arabistan’ın İran’la çelişkisini birkaç katına çıkaran en tarihi gelişme, 2003’teki Irak işgaliydi.

Irak, Amerika’nın Suudi Arabistan ve Körfez’deki askeri güçleriyle işgal edilmiş olsa da 2005’te başlayan siyasi süreçler, Irak’ta öngörülenin aksine İran lehine bir siyasi yapının oluşmasına neden oldu.

2006’daki Temmuz Savaşı’nda Hizbullah’ı maceracılıkla suçlayarak açıkça ABD ve İsrail yanında yer alan Suudi Arabistan, Lübnan’daki iç siyasi dengeyi de Direniş aleyhine yönlendirmeye çalıştı.

Riyad’la Tahran arasındaki tüm bu karşıtlıklar, 2011’deki Arap isyanları ve özellikle de Suriye konusunda zirve noktasına ulaştı.

Yeni bir başlangıca doğru mu?

Bu özet, Suudi Arabistan ile İran arasında ‘düşmanlık’ temelinde bir istikrar tablosu görüntüsü veriyor olsa da ‘düşmanlığa’ temel teşkil eden uluslar arası ve bölgesel gelişmelerin ikili ilişkilerde olumlu atmosferler yarattığı dönemler de oldu.

Örneğin 90’lı yıllarda İran Cumhurbaşkanı Rafsancani’nin ‘savaş bittiğine göre yeni bir başlangıç yapabiliriz’ temalı girişimi, Suudi yönetiminden Şiilere uygulanan baskıların azaltılması ve İranlı hacı kontenjanının arttırılması şeklinde olumlu sonuçlar doğurdu.

Riyad-Tahran ilişkilerinin 90’lı yılların sonuna kadar nispeten olumlu düzeyde devam etmesinde İran’da ‘gerginlikleri giderme’ politikasının mimarı olan Muhammed Hatemi’nin ve 11 Eylül’e kadar bölgeyi derinden etkileyecek bir uluslar arası krizin olmaması da etkili oldu.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Suud el-Faysal’ın İranlı meslektaşı Cevad Zarif’e yaptığı davet, Riyad-Tahran ilişkilerinde yeni bir başlangıca mı işaret ediyor?

Rafsancani ve Hatemi’nin dış politika geleneğini sürdüren Ruhani’nin yeni bir başlangıç arzusu içinde olduğu açık; ancak Riyad-Tahran ilişkilerinin niteliğini tek taraflı iradelerden çok uluslar arası veya bölgesel gelişmeler belirliyor.

Suudi Arabistan ile İran arasındaki soğuk savaşın doğrudan etkilediği yerlerdeki güç dengesinin kimin lehine geliştiğini görmek, bu davetin Riyad’la Tahran arasında tüm bölgedeki çatışmaları durduracak yeni bir başlangıçla sonuçlanıp sonuçlanmayacağını tahmin etmek açısından yararlı olabilir.

1- Suriye cephesi: Bu cephede Suudilerin müttefikleri parçalanmışlığın da ötesine geçerek bir iç savaş yaşarken, İran’ın müttefikleri son derece koordineli hareket ediyor.

Hizbullah’ın 2013 yılı mayısında savaşa girmesi, haziranda Kusayr’ın 2014 nisanında da tüm Kalamun bölgesinin kontrol altına alınması, savaştaki dengeyi bariz bir şekilde Suriye yönetiminin lehine değiştirmiş bulunuyor.

Öte yandan İran ve müttefikleri, sorunun çözümüne yönelik bir plana sahipken, Suudilerin müttefikleri kendileri açısından geleceğe dair bir umut vermeyen savaşı sürdürmekten başka çözüm üretemiyor.

Tüm bu olumsuz şartlara rağmen Londra’daki son ‘Dostlar’ toplantısının da gösterdiği üzere Suudiler ve müttefikleri, İran ve müttefiklerinin öngördüğü şartlarda masaya oturma ihtiyacı duymuyor.

Dağınık disiplinsiz ve programsız da olsa on binlerce silahlı militanın varlığını Suriye yönetiminin kesin zafer kazanamayacak olmasının garantisi olarak gördüklerinden dolayı savaşı yıllara yaymakta sakınca görmüyor.  

Suriye’nin Batı’yı ve bölgeyi tehdit eden terör potansiyeli kaygı yaratıyor olsa da Suudiler ve müttefikleri bu cephede henüz teslim bayrağı çekmiş gözükmüyor.

2- Irak cephesi: 30 Nisan seçimlerine ilişkin gayri resmi sonuçlar, bu cephedeki şartların 2010 yılındakinden bile çok bariz bir şekilde İran müttefikleri lehine değiştiğini gösteriyor.

2010’da Suudiler ve müttefikleri tarafından desteklenen Allavi grubu, bir sandalye farkla seçimi kazanmış olsa bile, İran’ın hükümet koalisyonunu Maliki lehine oluşturmayı başarması Suudiler açısından başarısızlık oluşturmuştu.

30 Nisan seçimleri öncesinde oluşturulan terör ve isyan atmosferi, dengenin 2014’te Maliki aleyhine bozulmasına yetmemiş gözüküyor.

Çünkü resmi olmamakla birlikte basına akseden sonuçlardan, İran’ın müttefiklerinin açık bir farkla seçimi kazandığı, Suudi müttefiklerinin ise başbakan belirleme ihtimalinin kalmadığı anlaşılıyor.

3- Lübnan cephesi: Hizbullah’ı Suriye politikasından dolayı eleştiren ve Hizbullah’ın silahının meşruiyetini sorgulayan 14 Mart İttifakının Lübnan’a yönelik terör tehdidinden dolayı Hizbullah’tan yardım istemesi[1] Suudilerle müttefiklerinin bu cephede de güçlü bir konumda olmadığını gösteriyor.

Suriye politikasından dolayı Hizbullah’la aynı kabinede yer almayı reddeden 14 Martçıların Hizbullah’la birlikte Temmam Selam kabinesine girmesi, elbette 14 Martçıların kendi başına verdiği bir karar değildi.

Lübnan cephesindeki konumlarının zayıf olduğunu gören Suudilerle müttefiklerinin cumhurbaşkanlığı seçimleri için atmak zorunda oldukları zorunlu bir adımdı.

Çünkü süresi dolan Mişel Aun’un yetkileri anayasal olarak bakanlar kuruluna intikal etmek zorundaydı ve yeni hükümetin kurulamaması durumunda Lübnan’da yasal olarak devlet kalmamış olacaktı.

Hizbullah’ı Kalamun savaşına katılması durumunda Trablus’tan Sayda’ya kadar Lübnan’ı yakmakla tehdit eden Suudilerin 14 Martçı müttefiklerini Hizbullah’ın yer aldığı kabineye girmeye zorlaması, onların da Hizbullah’tan terörle mücadele konusunda yardım istemesi, bu cephedeki dengenin Suudiler aleyhine olduğunun açık bir göstergesi olarak gözüküyor.

4 Afganistan cephesi: Afganistan seçimlerine ilişkin sonuçlar hala açıklanmamış olsa da Pakistan dolayısıyla burada da Suudiler ile İran arasında ciddi bir soğuk savaşın yaşandığı görülüyor.

Arap siyasi analist Abdulmecid el-Buluvi’ye göre Suud el-Faysal’ın Zarif’e davet göndermesinde anahtar rolü Tahran’ı ziyaret eden Pakistan Başbakanı Nevaz Şerif oynadı. Çünkü İran-Suudi soğuk savaşının yarattığı çatışmalar Pakistan’ın güvenliğini tehdit ediyordu.

Öte yandan Pakistan’ın Suudi Arabistan’la yakın ilişkilere sahip olmasına rağmen İran’la yakın olamaması İran’la Hindistan’ın yakınlaşmasına sebep oluyordu ve bu eksen, Afganistan’da Pakistan’ın aleyhine olacak bir hükümet kurabilirdi.[2] Dolayısıyla Pakistan, artık Suudilerle İran arasındaki soğuk savaşın bitmesini istiyordu.

Krizleri çözmek için değil, dizginlemek için yeni bir başlangıç

İran’la Suudi Arabistan ilişkilerinin uluslar arası ve bölgesel gelişmeler tarafından belirlenen doğası ve iki tarafın ‘savaşına’ sahne olan ‘cephelerdeki’ durum, Suud el-Faysal’ın Zarif’e yaptığı davetin şimdilik bir barış daveti olduğunu düşündürmüyor.

Afganistan’da Abdullah Abdullah’ın cumhurbaşkanı, Irak’ta Maliki veya Maliki’nin onay vereceği bir ismin başbakan ve Lübnan’da da 8 Martçıların reddetmeyeceği birinin cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda bu üç cephede Suudiler aleyhine tamamlanmış süreçlerden söz edilebilir.

Ancak Riyad-Tahran savaşının kaderinin Suriye’de belirleneceği söylenebilir.

Suriye’de cumhurbaşkanlığı seçimini engelleme yönünde yakın vadeli bir strateji izleyen Amerika’nın Beşşar Esed’in yeni görev süresini de göz önünde bulundurarak savaşı sürdürmek ya da siyasi çözümde samimi olmak yönünde bir tercih yapmak zorunda kalacağı gözüküyor.

ABD’nin Beşşar Esed’in 7 yıllık yeni cumhurbaşkanlığı süresini dikkate almaması ve siyasi çözüme yanaşmamakta ısrar etmesi, Tahran-Riyad savaşına 7 yıl daha yatırım yapacağı anlamına gelecek.

 



[1]YDH. 21 Nisan 2014. Ordu olarak silahı sorgulanan Hizbullah’tan polis olmasını da istemek http://www.ydh.com.tr/YD410_ordu-olarak-silahi-sorgulanan-hizbullahtan-polis-olmasini-da-istemek.html

[2]Abdulmecid el-Buluvi, Al Monitor, 16 Mayıs 2014. Saudi invitation a first step with Iran. http://www.al-monitor.com/pulse/originals/2014/05/saudi-arabia-iran-region-deescalation.html#



Makaleler

Güncel