Irak Anayasası ve Yeni Süreç

Irak’ta etnik, mezhebi ve siyasi açıdan çok parçalı ve çok başlı bir toplumsal yapının bulunuyor olması, Saddam rejiminin küçük bir azınlığa dayalı olarak 30 yıl hüküm sürmesinde en önemli etken olmuştu.

Irak’ta 15 Ekim’de referanduma sunulan anayasa, iç ve bölgesel dengelerde yaratacağı etki açısından daha uzun süre tartışılacak gibi gözüküyor. Bu yazının kaleme alındığı 17 Ekim tarihi itibariyle referandum sonuçları henüz resmen ilan edilmiş değil. Bununla birlikte şu ana kadar Irak’tan gelen haberler, anayasanın kabul edilme ihtimalinin güçlü olduğuna işaret ediyor.

 

Irak’ta etnik, mezhebi ve siyasi açıdan çok parçalı ve çok başlı bir toplumsal yapının bulunuyor olması, Saddam rejiminin küçük bir azınlığa dayalı olarak 30 yıl hüküm sürmesinde en önemli etken olmuştu.

 

9 Nisan 2003 tarihinde Saddam rejimi resmen sona erdi; ama bu rejime son verenler, ortak bir siyasal düzen kurma hedefiyle birlikte hareket eden yerli unsurlar değil, ABD liderliğindeki bölge dışı güçlerdi. Bu durum 9 Nisan’dan sonra her ne şekilde olursa olsun kurulması kaçınılmaz olan düzenin meşruiyetini tartışmalı kılıyordu.

 

Çünkü BM Güvenlik Konseyi iradesine rağmen, ABD’nin tek taraflı girişimiyle başlatıldığı için, uluslar arası hukuk açısından da gayri meşru olan bir işgal bulunuyordu ve Saddam rejiminin yıllar boyunca ezdiği halklar, bu gayri meşru işgalin gölgesinde Irak’ta yeni bir düzen kurmak zorundaydı.

 

Irak’taki siyasî süreçler gayri meşru mu?

Meselenin zahirine bakanlar, yeni düzenin işgalin gölgesinde kuruluyor olmasını dayanak edinerek 30 Ocak 2005 seçiminden, geçici hükümetin kurulmasına, anayasanın yazılmasından, bunun referanduma sunulmasına kadar olan tüm süreçleri gayri meşru ilan ettiler.

 

Hâlbuki işgal sonrası yeni düzen kurmaya ilişkin süreçleri “gayri meşru” görenlerin, 25 milyonluk bir ülkede sağlık, güvenlik, eğitim, hukuk ve belediye hizmetleri gibi en temel toplumsal ihtiyaçların hangi “meşru” otorite tarafından giderilmesi gerektiğine ilişkin ikna edici bir cevapları bulunmamaktadır.

 

Söz konusu toplumsal ihtiyaçların giderilmesi ne işgalcilerden ne de onlar tarafından tayin edilen yerli veya yabancı unsurlardan beklenmeyecek kadar, Irak halkını birinci dereceden ilgilendiren sorunlar olmuştur. Kaldı ki yukarıda sözü edilen bu süreçler, işgalcilerin irade ve arzularıyla aynı istikamette gelişmemiştir.

 

1- 30 Ocak 2005 seçimleri, ABD’nin Paul Bremer eliyle kurmaya çalıştığı düzene karşı Ayetullah Sistanî tarafından dayatılmıştır.

 

2- Seçim sonrasında ortaya çıkan parlamento tablosu, ABD’nin hiç istemediği bir şekilde İslamcı siyasal kesimleri iktidara taşımıştır.

 

3- İslamcı ağırlıklı parlamento tarafından kurulan anayasa tedvin komisyonu, zahiren destek veriyor gözükse de aslında başta dibace metni olmak üzere ABD’yi hiç de razı etmeyen bir anayasa çıkarmıştır. Zira ABD’nin Irak büyükelçisi Zalmay Halilzad’ın tüm baskılarına rağmen Irak anayasasında Irak; laik değil, İslam’a aykırı kanunların çıkarılamayacağı bir İslamî devlet olarak tanımlanmıştır.

 

Elbette ABD, işgal sonrasında kendi isteğine uygun bir şekilde biçimlendiremediği bu süreçleri zahiren sahiplenir gözükerek, askerî olarak kontrolü sağlayamadığı Irak’ta siyasî kontrolü elinde bulunduruyor izlenimi vermeye çalışmaktadır. Çünkü ABD’nin Irak işgali ile ilgili olarak öne sürdüğü üç gerekçe bulunuyordu.

- Irak’ta kitle imha silahlarının bulunduğu,

- Saddam’ın başta el-Kaide olmak üzere uluslar arası terör örgütlerine destek verdiği,

- Saddam rejiminin halkını ezen diktatör bir rejim olduğu ve Irak’ın özgürleştirilmesi gerektiği.

 

İlk iki gerekçenin tamamen uydurma olduğunun dönemin ABD’li Dışişleri Bakanı tarafından da itiraf edildiği düşünülürse, Beyaz Saray’ın hâlihazırda üçüncü gerekçeye dayanmak ve Irak’taki misyonunu bu gerekçeyle izah etmekten başka bir seçeneği bulunmamaktadır.

 

Dolayısıyla ABD, Irak’ta yeni kurulmakta olan ve teknik olarak demokratik zeminlerde gelişen siyasal süreçleri sahiplenir görünmeye ve böylece hem kendi kamuoyuna ve hem de uluslar arası topluma Irak’ta işlerin yolunda gittiği görüntüsünü vermeye çalışmaktadır.

 

Yeni Irak anayasasının, üç farklı ve zıt taleplere sahip kesimi bütünüyle memnun edecek ve üç kesimin de desteğini alabilecek sihirli bir metin olmadığı ortadadır. Yeni anayasada her kesimin itiraz edeceği maddelerin bulunuyor olduğu ve her kesimin de itirazlarını haklı kılacak talepleri ve gerekçeleri olduğu gerçektir. Bununla birlikte bu anayasa Irak’ın tarihi boyunca halkının fikrinin sorulduğu ilk anayasadır.

 

Yeni anayasa; Şiilerin İslamîliğine, Kürtlerin federatifliğine ve Sünni Arapların da Araplığına vurgu yaparak şekillendirmeye çalıştığı bir devlet tanımı yapmak durumundaydı. Haklar ve özgürlükler, kültür, ekonomi, siyasal kurumlar vs. gibi daha alt düzeydeki alanlara tekabül eden anlaşmazlıklar da aslında tarafların devletin kimliği ile ilgili bu farklı taleplerinden kaynaklanıyordu.

 

Kesimleri içerisinde güçlü toplumsal tabana sahip olan Şii ve Kürt siyasal önderlikler, uzlaşma zeminlerini güçlendirerek anayasa ile yeni kuracakları sistemi azami ölçüde talepleri doğrultusunda şekillendirmeye çalıştılar.

 

En büyük Sünnî parti olan Hizb-i İslamî hariç tutulacak olursa, 30 Ocak seçimlerini “gayri meşruluk” gerekçesiyle boykot eden Sünni siyasi gruplar, anayasa referandumunda da kendilerini sürecin dışına iten bir siyasal tavır içerisine girdiler. En büyük ve İslamî Sünnî grup olan Hizb-i İslamî’nin, son anda anayasaya evet diyerek sürece dâhil olması Sünnî Arap kesim açısından olumlu bir gelişme oldu.

 

Hizb-i İslamî’yi sert bir şekilde eleştiren, hatta tekfir ederek bürolarına saldırılar düzenleyen diğer Sünnî grupların gelecek süreçte daha da marjinalleşeceği söylenebilir. Ciddi bir toplumsal tabana sahip olmayan çok parçalı bu Sünnî grupların anayasa ile ilgili temel itiraz noktaları, devletin Arap kimliğinin istedikleri ölçüde vurgulanmamış oluşu, federal yapı ve Baas Partisi’nin tasfiyesi idi.

 

Bu gruplar, referandum öncesinde bir iç savaş zemini oluşturmaya dönük şiddet eylemlerini tırmandırdılar. Böylece Irak’ta bir iç savaşın olduğu dolayısıyla da böylesine olağanüstü bir ortamda yeni sürecin demokratik zeminde değil, milli mutabakat zemininde oluşturulması gerektiği mesajını vermeye çalıştılar. Nitekim bu mesaj, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi bölge ülkeleri ile Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa tarafından da verildi.     

 

Toplumsal tabandan mahrum bu siyasi elitler, bir siyasal aktör olarak seçimle dâhil olamayacaklarını bildikleri yeni sürece “milli mutabakat” zemininde tepeden inme bir şekilde dâhil olma stratejisi izlediler.

 

Muhtemelen bölgedeki Arap rejimlerinin onlara benimsettiği bu strateji, Şiilerin iç savaş tahriklerine kapılmaması ve özellikle de Hizb-i İslamî gibi toplumsal tabanı olan Sünnî İslamî bir partinin referanduma evet demesi sebebiyle iflas etmiş oldu.

 

Anayasanın kabul edilmesi ile başlayacak yeni sürecin, işgalcilere kapıyı gösterecek istikrarlı bir devlet yapısının kurulmasına ve mazlum Irak halkının kendi geleceğini kendi eliyle kurmasına vesile olması, Irak halkının ve Irak’ın dostlarının ortak dileğidir.



Makaleler

Güncel