Soğuk Savaş döneminde Amerika’nın Arnavutluk’a karşı politikaları temelde, onu izole etmeyi ve Arnavutluk dışında itibardan düşürmeyi
YDH-Soğuk Savaş döneminde Amerika’nın Arnavutluk’a karşı politikaları temelde, onu izole etmeyi ve Arnavutluk dışında itibardan düşürmeyi amaçlıyordu
Amerikalılar ve Demokrasi
Amerika Birleşik Devletleri’nin Arnavutluk’a karşı politikalarının değişimi Arnavutluk’un uluslararası toplumdaki tutumuna göre değişiklik gösterir. Bu nedenle, komünizm döneminde, Enver Hoxha (Hoca) zamanında, o, Amerika’yı ülkenin en büyük tehlikesi olarak düşündüğünden ülkede Amerikan dış müdahalesi hemen hemen hiç yoktu.
Soğuk Savaş döneminde Amerika’nın Arnavutluk’a karşı politikaları temelde, onu izole etmeyi ve Arnavutluk dışında itibardan düşürmeyi amaçlıyordu. Birçok tarihsel kayda göre, Churchill, Stalin ve Roosevelt’in Hitler’den sonra Avrupa’nın kaderine karar verdikleri Yalta Konferansı’ndan bu yana Amerikalılar Arnavutluk’a iyi niyet göstermediler. Onlar, Arnavutluk’u toptan ihmal eder göründüler veya onu basitçe, Yugoslavya’nın bir parçası farz ettiler.
Komünizm Arnavutluk’ta yerleştiğinde Amerikalılar onu hoş karşılamadı. Yeni Arnavut hükümeti düşmanlık ve provokasyonlara maruz kaldı. Bu düşmanlık Enver Hoca’nın komünist rejimi tarafından da çoğaltılıyordu ki onlar endişeli ve güvensizdi.
Soğuk Savaş dönemi boyunca Arnavutluk Sovyetler Birliği’nin teklif ettiği desteğe aşırı şekilde güvendi. Stalin öldükten sonra yerine Khrushchev geçti ve Arnavutluk kendini Sovyetlerden uzaklaştırarak Çin ile müttefik oldu. Ancak, yetmişli yıllarda Arnavutluk Çin ile de ilişkilerini bozduğunda Amerikalıların izolasyonu ve düşmanlığı kesintisiz devam etti. Arnavutluk’un komünist rejimi kendini Sosyalist Blok’un tek Marksist devleti olarak düşünüyordu ve bu sebeple o, dünyadaki Anglo–Amerikan hegemonyayı dünya ve komünist devrim için en büyük tehlike olarak görüyordu.
Arnavutluk’un komünist lideri Enver Hoca’nın 1985’de ölümüyle birlikte halefi Ramiz Alia ülkenin özelde Amerika’ya ve genelde Batı’ya karşı olan husumetini yatıştırmaya çalıştı. Alia Arnavutluk’u aşamalı olarak Batı’ya açmayı denedi. Doğu Avrupa’da olanların görülmesiyle Alia, Sovyetler Birliği’nde yeni Glasnot ve Perestroika politikaları başlatan Mikhail Gorbachev’i taklit etmeye çalıştı.
Buna rağmen, Ramiz Alia’nın rejimini katı komünist çizgiden sosyalist çizgiye yöneltmesi Amerikalılar ve Batı tarafından hoş karşılanmıyordu. Nicoale Ceauşescu’nun Romanya’da 1989’da infaz edilmesi Arnavutluk’un komünist rejimine bir uyarı sinyali olarak hizmet etti. Bu, onlara Batı’ya teslim çizgisini takip etmezlerse Ceauşescu’nun yaşadığı aynı kaderle yüzleşebileceklerini gösteriyordu. Bu baskı sebebiyle Ramiz Alia, Birleşmiş Milletler Helsinki Anlaşması’nı imzalamaya ve sonrada ülkede çoğulcu bir sistem yaratmaya mecbur kalıyordu.
1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin düşüşünden sonra Komünist Blok'a karşı yapılan uluslararası baskı Arnavutluk’taki rejimin politik sistemini tekçi yapıdan çoğulcu yapıya dönüştürmeye zorluyordu. Arnavutluk İşçi Partisi kendini Arnavutluk Sosyalist Partisi’ne dönüştürdü ve 1991’de sosyalistlerin kazandığı ülkedeki ilk çok partili seçimleri organize etti. Buna rağmen Arnavutluk’un sosyalist yönetimi uzun sürmedi.
Amerikalılar bütün Doğu Avrupa’yı değişmeye zorluyordu ve komünistlerin yeniden seçilmesini hoş karşılamıyorlardı. Bu sebeple onlar halk ayaklanmaları yoluyla ülkeye açıkça müdahale ettiler. Ayaklanmalar komünizmin sonuna öncülük etti. 1992’de yapılan genel seçimleri yeni kurulan Arnavutluk Demokratik Partisi yüzde 62 oy alarak kazandı. Demokratik Parti’nin lideri Sali Berisha Arnavutluk’un komünizm sonrası ilk başkanı olarak ilan ediliyordu. Demokratların zaferiyle Arnavutluk’taki Amerikan etkisi zirveye çıkıyordu.
Demokrat Parti’yi kuran Sali Berisha, Gramoz Pashko, Aleksander Meksi, Azem Hajderi, Genc Ruli, Ridvan Peshkepia ve diğerleri demokrasinin ilk yılında Amerikanın ülkede çalıştığı başlıca kişiler oluyordu. Komünizm sonrası haksızlıklara karşı genel başarısızlıklar / zulümler ve kahramanlıklar kullanılarak Amerikancılık ve Batıcılık 1990’ların başlarında Arnavutluk’un ana sloganları oluyordu. “E duam Shqipërinë si e gjithë Evropa” (Avrupa gibi bir Arnavutluk istiyoruz) gibi sloganlar ülkenin önünde ilerleyen genel Batıcı coşkuyu en iyi şekilde gösteriyordu.
İktidara gelişinden sonra Arnavutluk Demokratik Parti’si Cumhuriyet’in ilk demokratik hükümetini kurdu. Hükümet 9 Nisan 1992’de Başbakan Aleksander Meksi yönetiminde kuruldu. Liberal ekonomi ve devlet mülklerinin özelleştirilmesini kapsayan serbest pazar politikaları onun başlıca politikalarıydı. Amerikalılar yeni rejim üzerindeki tüm nüfuzlarını kullanarak yeni hükümeti komünizm dönemi boyunca yapılan tüm altyapı sistemlerini yok etmeye ittiler ve Arnavutluk tüm kalbiyle Amerika’ya yöneldi.
Berisha’nın ilk bakanlar kurulu süresince Ekonomi Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak hizmet eden Gramoz Pashko Amerikalıların Arnavutluk’taki kuklalarının en fanatiklerinden biri olarak hatırlanıyordu. O, bu güne kadar ülkeye geçmişinden miras kalan devlet kooperatiflerini, fabrikaları, orduyu ve tüm altyapıyı yıkmayı tümden savunduğu için Arnavutluk’ta bir anekdot olarak hatırlandı. Onun, “Arnavutluk bir ‘Şok Terapi’ye ihtiyaç duyuyor” meşhur açıklamasından dolayı Amerikalılar onlara ülkeyi yeniden inşa etmek için “Açık Çek” vermeye söz vermişti. Fakat Pashko’nun tahminleri doğru çıkmadı. Ülke komünizmden demokrasiye dönüşüm döneminde en zorlu yıllarıyla yüzleşiyordu.
1990’ların başlarındaki Arnavutluk’ta Amerikan dış politika yapıcılarının en önemli çehresi Amerika’nın Tiran’daki ilk elçisi William Ryerson oluyordu. O, 1991’de ülkedeki ilk Amerikan elçiliğini açtı[1] ve Amerika’nın Arnavutluk’a yönelik bir çok politikasına yön verdi. Ryerson Sali Berisha’nın Demokratik Parti’sine verdiği diplomasi dışı destek ve emirler ile birlikte komünizme olan nefretiyle hatırlanıyordu. Ryerson’un elçiliği döneminde Arnavutluk’taki Amerikan müdahalesi en üst noktaya ulaştı. Ryerson seçim mitinglerinde Berisha’dan sonra kürsüye çıkmaktan utanmadı ve sıklıkla komünizm karşıtı demeçler verdi ve insanları komünist kurumlara/ileri gelenlere karşı kışkırttı.
Onun elçiliği yönetiminde Amerikan hükümeti Demokratik Parti’ye iktidarını sağladı ve Arnavutluk’u askeri, ekonomik ve politik açıdan tamamen destekledi ve ülke en iyi isteklere yöneldi. William Ryerson Amerika Birleşik Devletleri elçisi olarak 1991’den 1994’e kadar hizmet etti. Bu dönem boyunca Arnavutluk Amerika’dan yaklaşık 236 milyon dolar ekonomik yardım aldı. Amerika, İtalya’dan sonra Arnavutluk’a ikinci en büyük çift yönlü ekonomik bağış yapan ülke oluyordu. Bu dönemde Amerikalılar Arnavutlar için en fazla sevilen insanlardı. Onların müdahalelerinden sonra ülke komünist boyunduruğu yılları boyunca kaybettiği özgürlükleri kazanmış ve sonunda Arnavutlar geçmişteki izolasyonları kesmiş ve Batı Dünyası’nın ekonomik üstünlüğünü görüp hissedebilmişlerdi.
Komünizm sonrası Amerikalılar
Bununla birlikte, Amerika’nın Arnavutluk ile aşk ilişkisi uzun sürmedi. Berisha Amerika’nın adamıyken bile, onun muhalefete ve Güney Arnavutluk’a yayılmayı amaçlayan Yunanistan’a karşı politikaları ve yine Berisha hükümetinin Türkiye ve İslam Dünyası ile yakın ilişkiler kurması Amerikalılar için kaygı doğuruyordu. Amerikalılar Berisha’nın hükümet döneminin ilk yıllarında onun rejimini açıkça destekliyor olsa bile, daha sonra, Bosna çatışmasının gelişmesiyle Berisha ve Demokratlar Arnavutluk’u yönetmek için yanlış kişiler olarak görüldüler.
Komünizmden kurtardıktan, temizledikten sonra Amerikalılar Müslüman dünyadaki ve özelde Balkanlardaki İslam’ın yeniden doğuşunu ve Müslüman kimliği büyük bir ilgiyle izlemeye başladılar. Onlar yeni Müslüman ve milliyetçi unsurların Demokratik Parti etrafında toplanması sebebiyle endişeleniyorlardı. Bu unsurlar Kosova Arnavutlarının ve Bosna Hersek Müslümanlarının desteklenmesi için Yugoslavya’daki çatışmaya müdahil olmayı savunuyorlardı.
Arnavutluk, CIA’e üsler sağlıyor, gelecekte Arnavut nüfusun yaşadığı Kosova’da Yugoslavya çatışmasının çıkabilmesi sebebiyle Amerikalılar için bölgede stratejik bir partner oluyor olsa da Washington’da büyük bir endişe ile izleniyordu. Bu sebeple Demokratik Parti’nin 1991’den 1996’ya kadar süren ilk yönetimi boyunca Amerikalılar Demokratik Parti hakkında iki tutuma sahiptiler.
1991’den 1994’e kadar Arnavutluk’un bir müttefik olarak görüldüğü Bush yönetimi onların ilk pozisyonu olarak izleniyordu ve komünizm karşıtlarını destekleyip siyasal yapının iç yönetimine yatırım yapmaları sebebiyle ülkeye nüfuz ettiler. 1992’de Arnavutluk’ta Askeri İrtibat Timi konuşlandırdılar ve Arnavutluk ordusunu öldürücü olmayan malzemeler, teknik uzmanlar ve eğitim imkanlarıyla teçhiz etmeye başladılar. Aynı zamanda onlar Arnavutluk hükümetini Sovyet askeri malzemelerini yok etmeye ve Amerikalılara geçmişten kalan tüm güçlerini göstermeye zorluyorlardı. Daha sonra onlar ülkeyi NATO üyesi olmak isteyen ilk Doğu Avrupa ülkesi olmaya sevk ettiler ve Şubat 1994’de NATO-Barış için Ortaklık grubunun bir üyesi yaptılar. Arnavutluk, CIA’nin Bosna ve tüm Yugoslavya üzerindeki keşif uçuşları için uygun üsler sağlarken, aynı zamanda ülkenin kara, deniz ve havaalanı imkanlarını NATO’nun Eski Yugoslavya’daki operasyonları için hizmete veriyordu.
Ancak, Bosna Savaşı’nın bitmesi ve 1993’de Clinton’ın Beyaz Saray’a seçilmesiyle Berisha’nın yaklaşan Kosova Sorunu hakkındaki tutumu ve Arap Dünyası’ndan gelen yatırımlar sebebiyle kuşkulanan Amerikalılar kendilerini Demokratlardan uzak tuttular ve nihayet ülkede istikrarsızlık meydana geldi. Clinton yönetimi Berisha’yı güçlendiren Bush yönetimine muhalifti ve bu konuda da öyle yaptı. Clinton yönetimi Amerika’daki güçlü Yunan lobisi sebebiyle ağır bir etki altında kalıyordu. 1995’te CIA’nın başkan yardımcısı ve sonra da başkanı olan George Tenet’in yakın arkadaşı Nicolas Gage’nin liderliği altında Yunan lobisi Amerika ve Brüksel’de Arnavutluk hükümetine karşı onu “İslamcı”, diktatör ve Yunan ayrımcısı olarak suçlayan bir lobi faaliyeti yürüttü.
Arnavutluk’taki Amerikan politikalarının değişmesine Berisha’nın dostu ve hararetli bir kıdemli komünist karşıtı olan elçi Ryerson’un Joseph Lake (1994 – 1996) ile değiştirilmesi de eşlik ediyordu. Elçilik ve yönetimin değişmesiyle Amerikan politikaları Berisha ve onun hükümetiyle olan ilişkilerinde U dönüşü yaptı. Arnavutluk’a karşı düşmanlıklar işaretlerini Amerikalıların 1995’de Berisha hükümetini insan hakları ihlalleri ve Yunan azınlığa karşı ayrımcılık yapmakla suçlayamaya başlamasıyla gösterdi. 1995’in sonlarında ABD Dışişleri Bakanlığı Arnavutluk’taki demokrasi hakkında ciddi endişeler açıklamaya başladı ve Demokratik Parti’nin yönetiminin meşruiyetini sorguladı.
Amerika’nın Arnavutluk hakkındaki politikalarının dönüşüyle paralel olarak 1995’in sonunda ve 1996’nın başlarında ülke büyük bir entrika dalgasıyla sarsılıyordu. Bu entrika gizli bir şekilde geliştiriliyordu. Arnavutlara, hayatlarını kurtarmak için çok yüksek oranda karlarla mevduat toplama teklifi başlatıldı. Caferi, Sudja ve Populli gibi bankerler Arnavutlara aylık yüzde 12 -19 oranında mevduat faizi teklif etmeye başladı. Tüm politikalarını çok uzun süre Amerikalıların tavsiyelerine dayandıran Arnavutluk hükümeti, entrikaların artışı ile bir acemilik ve şaşkınlık yaşıyordu.
Berisha’ya ne yapıp ne yapmayacağı konusunda her konuda tavsiyelerde bulunan Amerikalılar entrikalar yayılınca sustular. Onlar ancak 1996 seçimlerinde Demokratik Parti oyların büyük çoğunluğunu kazanınca Berisha ile konuştular. Seçimlerin tamamen demokratik olarak yapılmadığını ilan ettiler ve bu seçimleri “Arnavutluk’un demokratik gelişiminde geriye dönük ciddi bir adım” olarak nitelendirdiler.
Bu esnada bankerler Arnavutluk’ta sihir etkisine sahipti. Onlar, Arnavutluk sadece 3 milyon nüfusa sahip olduğu halde bir kaç ay içinde tüm ülkeden 2 milyon hesap sahibini cezbettiler. 1996 yılı boyunca bankerler aylık faiz oranlarını arttırdılar. Kasım ayına gelindiğinde bankerler Arnavutların bütçesinin 1 milyar 200 milyon dolarlık kısmını toplamayı başarmışlardı. Aşırı para çekmeleriyle bankerler Arnavutları evlerini, çiftliklerini ve her şeylerini onların yatırımları için satmaya zorladılar.
Bankerler çok güçlüydüler. Onlar Arnavut politikacılarla dost olmaya ve ülkenin politikalarında güçlü bir oyuncu olmaya başladılar. Buna rağmen bankerlerin oyunu uzun sürmedi. Ocak 1997’de Sude ve Gjallica’nın bankerleri parayı kaçırdılar ve çöktüler. Onların çöküşüyle halkın para kazanmanın bu kolay yoluna olan güveni yok oluyor ve Arnavutlar tasarruflarını diğer bankerlerden geri almaya başlıyordu. Banker Skandalının patlamasıyla yüzleşen hükümet, Ocak 1997’de 250 milyon dolar veya ülkenin GSMH’nin[2] yüzde 10’una karşılık gelen miktarda parayı Caferi ve Populli’nin hesaplarında donduruyordu. Ancak Mart 1997’de bankerler Arnavutluk’u toptan bir kaosa sürükledi. Hükümet, iflasların korkusuyla oluşan genel paniği önleyemiyorken eski komünistler tarafından hükümete karşı yayılan genel hayal kırıklığı sebebiyle muhalefet ülkeye yayıldı. Aynı zamanda Amerika askeri yardımlarını ve Arnavutluk hükümetiyle olan hizmet programlarını donduruyordu.
Banker skandalının patlaması Arnavutluk’u 1998’e kadar süren bir sivil kargaşaya sürükledi. Bankerlerin Arnavutluk kurumlarında etkili olduğu siyasi şokların benzerleri ancak Soros’un 1997’de Güney Asya’ya yüklediği krizde bulunabilir. Ancak, Arnavutluk’ta sivil kargaşa son derece şiddetli ve öldürücüydü. Kargaşa evvela spekülasyonlarda paralarını kaybetmiş uyuşturucu kaçakçısı çetelerin silahlanıp polis ve askeri garnizonlar ile devlet kurumlarına saldırdığı Güney Arnavutluk’ta başladı. Spekülasyonlarda parasını kaybetmiş halk umutsuzlukla devlet yatırımlarından özel şirketlere kadar her ne olursa yağmalamaya başladı. Diğerleri arasında onlar, yaklaşık bir milyon silahı da yağmaladılar ve onları Tiran’ın demokratik seçimle gelen hükümetine karşı isyanda kullandılar.
Amerika’nın Sesi’nin Arnavutluk’taki o zamanki raportörü Mero Baze 1997 ayaklanmaları hakkında yazdığı ve bu dönemde olanların büyük kısmının karşılandığı “Amerikan– Arnavutluk Gerçekleri” (Realitete shqiptaro-amerikane) isimli kitabında bir çok olayın Amerika’nın Sesi programı ve Tiran’daki Amerikan Elçiliği’ne rağmen Amerikalıların kendileri tarafından kışkırtıldığını anlatır. Bu dönemde Tiran’daki Amerikan diplomasisi 1996’da Joseph Lake’in yerine atanan Marisa Lino tarafından yürütülüyordu.
Marisa Lino saldırgan ve güçlü bir bayandı ve hükümetinin olabilecek tüm desteğiyle Berisha’nın hükümetine karşı muhalefeti idare etti ve saldırdı. O, Berisha’ya 1990’ların başında Ryerson’un komünistlere davrandığı gibi davrandı. Clinton yönetiminin ilan edilmemiş desteği ve bir çok gözlemciye göre ülkedeki CIA yöneticilerinin hazır bulunmasıyla güneyli çeteler Arnavutluk idaresine karşı açık bir politik saldırı yürüttüler. Arnavutluk hükümetine karşı isyancılara Güney’den, Kuzey Epir’i veya Güney Arnavutluk’u kurtararak Yunanistan’a katmak isteyen bir çok Yunan ve Ortodoks Ulah da katılıyordu. Yunan medyası ve devleti de aynı şeyi yaptı. Onlar, kendilerine göre 1913’den bu yana Arnavutluk’un işgali altında olduğunu iddia ettikleri Güney Arnavutluk’u kurtarmanın hakları olduğunu iddia ederken Güney ayaklanmasını açıkça destekliyorlardı. Arnavutluk’un şimdiki dışişleri bakanı Edith Harxhi 1998 yılındaki “Arnavut Demokrasisine karşı Yunan-Komünist Komplosu”[3] isimli incelemesinde tüm Yunan yöneticilerinin Güney’deki bölgesel kazançlarında büyük umutlara sahipken yüksek düzeydeki Yunan politikacıların 1997’deki isyana karıştığını dile getiriyordu.
Amerikalıların ve Avrupalıların onun rejiminin yaşamasına sempatiyle bakmadığını anlayan Başkan Berisha, Haziran sonundan evvel yeni bir parlamento seçimi yapmaya ve geçici bir koalisyon hükümeti kurmaya mecbur kalıyordu. Bu dönemde Arnavutluk, bir milyona yakın kalaşnikof ve diğer silahları yağmaladıktan sonra ülkenin çoğunu kontrol altına alan silahlı çeteler tarafından yönetiliyordu.
Onlar Tiran hükümetini devirmek için Amerika’nın ve Batı Avrupa’nın açık desteğine sahiptiler. Asilerin Berisha hükümetine karşı sahip oldukları en büyük destek Nisan 1997’de Güney Arnavutluk’taki Vlora limanına geldiğinde Arnavutluk’un düzenini ve “Yeniden Doğuş”u sağlamak için İtalya komutasında çok uluslu bir güce ihtiyaç olduğunu söyleyen İtalya Başbakanı Romano Prodi’den geliyordu. Ağır silahlı İtalyan ordusunun korumasıyla yasadışı olarak Arnavutluk’a girdiğinde Prodi kötü şöhretli katil Myrteza Caushi idaresindeki isyancılar tarafından alkışlanıyordu. Kısa zaman sonra hükümet seçimleri yaptığında Güneyli uyuşturucu kaçakçıları ve Ortodoks politikacıların baskın olduğu Sosyalist Parti seçimi kazandı. Zamanın birçok gözlemcisine göre seçimler tamamen manipüle edilmişti. Ancak Berisha’nın önünde bir dilemma vardı: İç savaş veya politik yenilgi. O ikincisini tercih etti.
Amerikalılar, Sosyalistler ve Uyuşturucu Ağaları
1997’de Sosyalist Parti ve müttefiklerinin el koyduğu ülke, Hamit Karzai’nin Afganistan’ına çok benzemişti. O, ilk olarak Berisha’yı düşürmek için yaratılan ve ülkedeki uyuşturucu ve suç imtiyazlarını genişleten uyuşturucu şebekeleri, eski komünistler ve ağalar tarafından yönetiliyordu. Berisha’nın düşürülmesi için ayaklanan halkın çoğu onun gidişinden sonra kendilerini politikanın içinde buldular ve Sosyalist Parti’ye katıldılar. İktidarın gücü sonucu Sosyalist Parti içindeki farklı gruplardan güçlü imtiyazlılar, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı yollarını kısa ömürlü Sosyalist hükümetler serisinin Arnavutlukta var olduğu gelecek 8 yıl boyunca kontrol ettiler. Sosyalistlerin bu süreçte oluşturdukları hükümetler aşağıdadır:
Fino Hükümeti: 11 Mart 1997 – 24 Temmuz 1997 Bashkim Fino liderliğinde
Nano Hükümeti: 24 Temmuz 1997 – 2 Ekim 1998 Fatos Nano liderliğinde
Majko Hükümeti: 2 Ekim 1998 – 29 Ekim 1999 Pandeli Majko liderliğinde
Meta Hükümeti: 29 Ekim 1999 – 22 Şubat 2002 İlir Meta liderliğinde
Majko Hükümeti: 22 Şubat 2002 – 31 Temmuz 2002 Pandeli Majko liderliğinde
Nano Hükümeti: 31 Temmuz 2002 – 11 Eylül 2005 Fatos Nano liderliğinde
Arnavutluk’un onların çiftliğine döndüğü yönetimleri döneminde Sosyalistler kendilerini Amerikalılara sadık vasallar olarak gösterdiler. Marisa Lino’nun 1997’de Amerikan elçisi olarak başlayışıyla Arnavut politikalarına açık ve doğrudan müdahalelerin -emsalleri ancak Latin Amerika veya bu günlerin Irak’ında bulunabilecek- evvelki örnekleri devam etti. Amerikalıların Arnavutluk’un politikalarına müdahalesi öylesine doğrudandı ki, birçok olayda Amerikan elçisinin sosyalist hükümet için bakanları bile bizzat seçtiği söylentileri yayıldı.
Berisha’nın iktidardan uzaklaştırılmasıyla saltanat süren Marisa Lino Amerika’nın en saldırgan elçilerinden birisiydi. O, Arnavutluk’un genel valisi gibi davranıyordu ve tüm politikacılar ondan çekiniyordu. Onu izleyen elçi Joseph Limprecht (1999-2002) daha da saldırgandı. Öyle ki Arnavut politikacılara ne yapacaklarını dikte ediyordu. Marisa Lino’dan James Jeffrey’e (2002-2004) Amerikan elçileri Arnavutluk’un içişlerine açık bir müdahale politikası yürüttüler.
Onlar, yerel politikacılar üzerinde, ne yapıp ne yapmayacaklarına dair, bir dikte politikası kurdular. James Jeffrey de saldırgan Amerikan elçilerinden biriydi. Örnek verirsek; muhaliflerin sosyalist yönetimi protesto etmesine karşıydı ve basında yer alan, Amerikan hükümetinin protestocuların ne yapmak istediğini sorgulayan ve memnun olmadığını bildiren deklarasyonu ile muhaliflere açıkça saldırıyordu. O aynı şeyi, her ne isterlerse onu yapmayı, iktidar pozisyonundakilere de yapıyordu.
Amerikalılar tüm Arnavut hükümetlerin bekası endişesini yerleştirdiklerinden ardı ardına gelen tüm sosyalist hükümetler de Amerikalılarla onların sömürgeci teşebbüslerinde müttefiktiler ki Amerika bu dönem boyunca Ortadoğu’da da bunu yaptı. Sosyalist hükümetler yalnızca Irak ve Afganistan’a paralı asker göndermekle kalmayıp, 11 Eylül sonrası Arnavutluk’taki Arap ve Müslüman çevreleri peşini bırakmamacasına avlamak için CIA ile de çok yakın bir işbirliği yaptılar. Bu süreç boyunca bu insanların birçoğu eziyete uğradı, öldürüldü, işlerine el konuldu, kaçırıldı ve ülkeden atıldı.
Amerika’nın teröre karşı savaş olarak isimlendirdiği dönemde Tiran’da bir FBI ofisi açıldı. O dönemde ülkenin CIA’nın Arap muhalifleri ve gizli tutukluları sorguladığı bir üs olarak hizmet ettiğine inanılıyordu. Arnavutluk aynı zamanda CIA’nın zorla kaçırdığı meşhur Araplara gizli bir hapishane olarak hizmet ediyordu. Halid el Masri bu kötü muamelelerden sonra Amerikan hükümetine dava açmıştı.
Amerikalıların Arnavutluk’ta yerleştirdikleri sömürgeci yönetim tarzının en iyi temsilcisi olan James Jeffrey, Arnavut politikacıları elinde tutması ve onlara dikte etmesi gibi iyi sonuçları sebebiyle Washington tarafından Mart 2005’ten Haziran 2005’e kadar Amerika’nın Irak’taki koordinatörü olarak atanıyordu. Onun liderlik tarzı Washington’u çok etkilemişti ki, onu Arnavutluk’tan alarak söz dinlemez sömürge Irak’a rehber olarak göndermişti.
Kosova Çatışması
Arnavutluk kendi iç rahatsızlığı ile meşgul iken bir başka bölgede, eski Yugoslavya’nın Kosova eyaletinde istikrarsızlık gelişiyordu. Bölgenin yıllardan beri Sırp boyunduruğu altında acı çeken Arnavut sakinleri Arnavutluk’taki istikrarsızlığı kendi çıkarları için bir şans olarak kabul ediyorlardı. Kosovalılar büyük sayılarda silahı Arnavutluk’tan satın alarak Kosova’ya, evlerine gönderdiler. Kendilerini kalaşnikof ve diğer askeri malzeme ile silahlandırdıktan sonra Kosova Kurtuluş Ordusu’nu (Ushtria Çlirimtare e Kosoves – UÇK) yaratmaya çalıştılar ve onunla bölgedeki Sırp askeri varlığını tehdit ettiler.
Kosovalıların silahlanması Balkanlardaki statükoyu değiştirdi. 1998 yılına kadar Kosova İbrahim Rugova’nın ve partisi Demokratik Lig’in şiddet karşıtı politikaları sebebiyle sessizlik içindeydi. Arnavutluk ayaklanmalarıyla Kosovalı politikacılar da rotalarını değiştirdiler. Kosovalı Arnavutlar uluslararası toplumca hayal kırıklığına uğratılıyordu. İnsan hakları gözlemcilerinin ve uluslararası diplomatların Sırplar tarafından Arnavutlara yapılan bağışlanamaz ve sistematik olan insan hakları ihlallerine dair periyodik raporlarına rağmen uluslararası toplum onların kötü durumunu fark etmek ve yardımlarına gelmek için fazlaca bir şey yapmıyordu. Kosovalı Arnavutlar Bosna Savaşı’nı sona erdiren Dayton Anlaşması’nda uluslararası toplumun kendi problemlerini bütünüyle göz ardı ettiğinde de derin bir hayal kırıklığına uğramışlardı.
Bosna örneğinde olduğu gibi Amerikalılar sadece Müslümanlar kurban olduğu müddetçe çatışmayı ihmal etmek ve bunu Sırbistan’ın bir iç meselesi olarak görmek istiyorlardı. Onlar, Arnavut savaşçıları terörist olarak da isimlendiriyorlardı. Ancak Kosova çatışması Eski Yugoslavya’nın en eski çatışmasıydı. O, Tito’nun 1980’lerdeki ölümüyle başlamıştı. Ama uzun bir süre için bu çatışma, Sovyetlere karşı savaşılırken Sırbistan ile iyi ilişkiler kurmak isteyen Amerikan dış politika yapıcıları tarafından bir kenara konulmuştu.
Ancak, Tito’nun ölümünden sonra Yugoslavya Arnavutlara karşı saldırgan ve şovenist olan yeni Sırp elitlerinin egemen olduğu bir devlet haline gelmişti. Sırp milliyetçileri için Kosova, 14. yüzyılda Türkler tarafından yenilgiye uğratıldıkları bir yer olduğundan bu yana bir çeşit Filistin olarak görülüyordu.[4] Bu saldırganlıklarıyla Sırplar iddia ediyorlardı ki, Kosova’nın onların milli hislerinde/hallerinde sahip olduğu anlam ancak Siyonizm ile benzerlik bulabilirdi. Sırplar Yahudilerin Filistinlilere yaptığını Kosovalı Müslüman Arnavutlara yapmak istiyorlardı. Arnavutların Tito’nun dönemi boyunca Yugoslavya içinde bir otonomiye sahip oldukları gerçeği Sırplar için bir kabus idi.
Ancak Tito’nun ölümü ve Amerikalıların dikkatlerini Sovyetler Birliği’ne yöneltmesiyle onlar Kosovalıların insan haklarına karşı toptan bir saldırı başlattılar. 1980’lerin ortalarından 1999’a kadar Sırp elitleri Yugoslavya cumhuriyetlerinde nasıl egemen olabileceklerine ve Arnavutları nasıl imha edebileceklerine dair birçok plan hazırladılar.
Arnavutların Sırp egemenliğinden kurtulma ümitleri Sırplara karşı barışçı muhalefeti savunan ve Arnavutlara Batı’nın problemlerini çözeceğini söyleyen, kendini Kosova’nın başkanı ilan eden İbrahim Rugova’nın kötü liderliği sebebiyle 1990’lı yıllarda manipüle ediliyordu. 1997’de Kosovalılar Arnavutluk için büyük umutlar besliyorlardı; ama Batı onlara sırtını döndü ve onlar kendi kaderlerini kendi ellerine almaya karar verdiler.
1997 sonlarında Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) açıkça ayaklandı ve dünyanın her tarafındaki Arnavutlardan Sırp baskısına karşı savaşmak için destek istedi. UÇK’nın taleplerine cevap çok büyüktü. Arnavutluk’tan Amerika Birleşik Devletlerine kadar Arnavutlar geleceklerini İbrahim Rugova ve ona bunu öğütleyen sponsoru Vatikan gibi çiçeklerle değil silahlarla kurmayı isteyen Kosovalılara para, asker ve silah göndermeye başladılar. Amerikalılar evvela her anlamda mümkün bir savaşı durdurmakla ilgileniyor ve İbrahim Rugova’nın barışçı politikalarını destekliyorlardı. Fakat Sırplar Kosovalıların hareketlerine şiddetli cevap veriyordu. Sırp askeri kuvvetleri ilk büyük katliamlarını 1998 yılının ilkbaharında Drenica’da organize ettiler. Burada Adem Jashari ailesinden 51 kişi katledilmişti. Bu katliam Arnavutların İbrahim Rugova’nın barışçı politikalarından ayrılışlarına hizmet etti.
Kosovalılar Sırpların boyunduruğuna karşı isyan ettiğinde Amerikanın cevabı karışıktı. Evvela onlar Kosovalı savaşçıları terörist olarak andılar ve terörist örgütler listesine almakla tehdit ettiler. Buna rağmen Sırp rejiminin kameralar önünde Arnavutlara karşı işlediği suçlar ve uluslararası toplumun Bosna’da neyi yanlış yaptığına dair taze anılar ve yine Arnavut göçmenlerin Batı Avrupa’ya yönelik demografik tehdidi Batı’yı ve Clinton hükümetini birçok konuda baskı altına soktu.
Amerikalılar ve Batı, Arnavutlara karşı bir nefret-sevgi ilişkisiyle doluydular. Bir tarafta Fransa tarafından idare edilen Avrupalılar kendilerini Avrupa Hıristiyanlığının savunucusu olarak resmeden Sırplara karşı nostaljik bir hisse sahipti. Ancak öbür taraftan Batı savaştan kaçmaya başlayan 2 milyon Arnavut ile ne yapabilirdi? Amerikalılar için Kosova’ya müdahale etmek kolay bir iş değildi. Washington’da birçok ses buna karşı çıkıyordu. Colin Powel’a ve birçok benzer düşüncedeki ulusal güvenlik uzmanına göre Amerika kuvvetlerini arttırmalı ve ancak onun hayati çıkarları tehlikede ve zafer kesine yakın olduğunda müdahale etmeliydi. Kosova Powel Doktrini olarak anılan kriterlerin hiçbiri ile karşılaşmadı.[5]
Yine de 1998 yazında Amerikalılar ve Avrupa Birliği seçeneksiz kalıyordu. Arnavut kurbanların Batı’ya kaçışı görülüyordu. Onlar Kosova krizine katılmaya karar verdiler ve Sırbistan’a katliamlara son vermesi için baskı yaptılar. Bunun için ülkeye ambargo koydular ve çatışmaların kızışmasıyla Batılı güçler Sırpları ve Arnavutları uyuşmazlığı müzakere etmek üzere 1999 Mart’ında Fransa’daki Rambouillet’e çağırdılar. Anlaşma UÇK’yı silah bırakmaya ve Milosevic’i Kosova’daki askeri mevcudiyetini kesin bir şekilde azaltmaya çağırıyordu. Otonomiye ilişkin yetkiler restore ediliyor ve NATO Barış gücü kuvvetleri yerleştiriliyordu. Ancak bunlar, tam bağımsızlık için garanti isteyen Kosovalılar için çok az ve bölgenin tamamını kontrol etmeyi, Sırp ruhunu gözeten askeri kuvvetlerini bölge dışına çıkarmamayı hesap eden Milosevic için ise çok fazlaydı.
Müzakereler sürerken Milosevic ağır silah ve araçları Kosova’ya göndermeye devam ediyordu. NATO, eğer Sırplar anlaşmayı imzalamaz veya Kosova’dan tamamen çekilmez ve Kosovalılar planı kabul etmezse bombalamakla tehdit etti. Bu gerilimin içinde Kosovalılar dokümanı imzalamanın imkanı olmadığını söylediler ve planı sunmak üzere Kosova’ya döndüler. Yeniden Rambouillet’e dönüldüğünde Kosovalılar anlaşmayı imzaladı. Fakat Milosevic bunu reddetti ve Kosova’nın etnik temizliği için hazırlıklara başladı ki onun kuvvetleri bölgeyi doldurmuştu. Arnavutlara karşı etnik temizlik Sırpların yararına olduğundan Amerika bunu Kosova’ya hücum etmek ve Sırbistan’ı bombalamak için bir bahane olarak kullandı.
24 Mart 1999’da Başkan Clinton Kosova Arnavutlarını Sırp baskısından kurtarmak ve Kosova çatışmasının Makedonya’ya yayılmasını önlemek için bombalama emri verdiğini açıkladı. Bu gibi bir gelişme iki NATO ülkesinin -Yunanistan ve Türkiye- bölgesel bir savaşına meydan verebilecek potansiyele sahipti.[6] Amerika’nın müdahalesi sonucunda Birleşmiş Milletler 1124 sayılı karar ile Sırp kuvvetlerinin Kosova’dan çekilmesi ve bölgenin Birleşmiş Milletler koruması altına girmesini deklare ettiğinde, NATO ittifakının müsaadesiyle Amerikalılar 1999’da Sırbistan’ı mağlup eden savaşa komuta ettiler.
O tarihten bu yana Kosova Birleşmiş Milletler tarafından yönetiliyor görünse de dolaylı yoldan Amerikalılar tarafından yönetiliyordu. Arnavutluk yönetimi çatışmadan tamamıyla uzak tutulurken Amerika’nın tüm otoritesi bölgeye yerleştirilmeye ve onların Kosova’ya müdahaleleri Amerika’nın İslam’ın lehine yaptığı bir müdahale gibi gösterilmeye çalışıldı.
11 Eylül’ün akabinde yaşanan uluslararası gelişmelerde Amerikalılar sürekli olarak Kosova örneğini Müslümanlara düşman olmadıklarını göstermek için kullandılar. Böylelikle 11 Eylül’den iki ay sonra Başkan Clinton Georgetown Üniversitesindeki bir konuşmasında, “Gerçekleri açığa çıkarmak ihtiyacımız olan çok iyi bir iştir. Ortadoğu’daki Müslümanların çoğu, ben garanti edeceğim, siz en son seferde bizim askeri kuvvetlerimizi Bosna ve Kosova’nın zayıf Müslümanlarını kurtarmak için kullandığımızı bilmiyorsunuz.” demişti.[7]
Kosova çatışmasının kontrol altına alınmasıyla Amerikalılar aynı yolu tüm Batı Balkanları egemenlikleri altına almada kullandılar. Bundan sonra da onlar Kosova ve Arnavutluk’taki Arnavut politikacıları manipüle ettiler ve kendilerini Arnavutların en iyi dostları olarak gösterdiler.
1998–1999’daki göçmenlerin yükünün büyük kısmını çeken ülke olması sebebiyle Arnavutluk Kosova Savaşı’nda çok acı çekti. Ancak Kosova’dan Sırpların sürülmesi Arnavutluk ve Kosova’daki Amerikan nüfuzunu kuvvetlendirdi. Bunun sonucu olarak, 2005 yılındaki seçimlere kadar Arnavutlar, Amerikalıları kurtarıcıları olarak düşünmeleri sebebiyle, İsrail’den sonra dünyadaki en büyük Amerikan taraftarı halk olarak gösteriliyordu
Arnavutluk gerçeğinde, geçmişteki Amerikan oyunlarından ve 1997’deki iç savaştan ülkenin büyük acılar çekmesine rağmen Amerikan taraftarlığı karşı konulamayacak kadar büyük önemde bir tabudur. Bugün Balkanlarda Arnavutluk veya Kosova hükümetlerinin hiçbiri Amerikan desteği olmaksızın devam edemez. Bu histeri ve korkunun Arnavut politikacılara yerleştirildiği, medyatik tüketim için bir kısım tılsımlar olarak Amerikan bayraklarını özel ofislerinde bile tutan Arnavut politikacılar ve liderler yoluyla görülebilir.
Bu gün Arnavutlar hararetli Amerikan taraftarı politikacılar tarafından yönetiliyor. Eski bir komünist general olan Arnavutluk’un Cumhurbaşkanı Alfred Moisiu buna bir örnektir. O, 1991’den sonra NATO için Arnavut Derneği’nin başkanı yapıldı. Bir Ortodoks Ulah ve sadık Amerikan taraftarı olan Moisiu, USAID tarafından 2006 yılında Tiran’da yapılan bir anket çalışmasıyla ülkenin en onurlu politikacısı olarak derecelendiriliyordu. O, 2005 yılında Londra’da “Arnavutluk’ta Müslüman yoktur” açıklamasını yaparak Arnavutluk Müslümanlarına saldırmışsa da, Tiran’daki Amerikan elçiliğinin en sevdiği adam ve Amerikanın Irak’ta, Afganistan’da ve dünyanın birçok yerinde işlediği suçların başlıca savunucularından biridir.
Temmuz 2005’de yapılan seçimlerde Arnavutluk Demokratik Partisi iktidara geri gelmişse de Sali Berisha ve onun Demokratik Partisi Arnavutluk’un evvelki hükümetlerinin Büyük Birader ile sahip oldukları yolu -ki Büyük Birader evvelki hükümetleri olduğu gibi yeni hükümeti de göz altında tutmaktadır- izlemektedir. Aynı şey Kosovalılara da olmaktadır. Kosova ve Arnavutluk Arnavutları çok iyi bilmektedirler ki Büyük Birader’in lütfu olmazsa onların Balkanlardaki kaderi çok kolayca değişebilir.
Kosova Müslüman Forumu Kurucu Üyesi
Dr. Olsi Jazexhi
Çeviren: Gürkan Biçen
[1] http://www.presidency.ucsb.edu/ws/index.php?pid=20159
[2] The Rise and Fall of Albania's Pyramid Schemes: http://www.imf.org/external/pubs/ft/fandd/2000/03/jarvi7s.htm
[3] Komploti greko-komunist kundër Demokracisë Shqiptare, http://www.edsh.org//kombi/repshqiperise/komploti1.htm
[4] “Yahudiler ve Sırplar”, Sırbistan'ın Dışişleri Bakanı Vuk Draskovic'in 6 Kasım 2006 tarihli, Sırbistan'ın Kosova hakkındaki düşüncesini gösterir konuşmasından alındı. Web adresi: http://www.mfa.gov.yu/Policy/Minister/Govori/061106_e.html
[5] “The Lesson of Kosovo” David Callahan, Washington Monthly, July 1 1989.
[6] Robert Greenberg, “Balkans Overview: Need for a Regional Solution,” (Silver City, NM & Washington, DC: Foreign Policy in Focus, December 23, 1999).
[7] Remarks as delivered by President W. J. Clinton at Georgetown University November 7, 2001