Sahadaki gerçeklik, giderek kimlik, mezhep ve coğrafyaya dayalı fiilî bir bölünmeyi yansıtıyor. Geçmişte halk, işgale karşı direnen atalarıyla gurur duyuyor ve birleşik devlet fikrini bu mirasa dayandırıyordu ancak Şam’daki otoriteyi hâlâ meşru gören bazı grupların bile artık bölünme fikrine yaklaştığı görülüyor.

YDH- El-Meyadin'de yer bulan analizinde Nadir Faris, Suriye'nin fiilen bölünmüş duruma gelmiş siyasi, toplumsal ve coğrafi yapısını, bu sürecin tarihsel kökenlerini ve güncel gelişmelerle nasıl derinleştiğini işliyor. Halkın tarihsel olarak birleşik bir devlete olan inancının hâlâ önemli bir direnç noktası olduğunu vurgulayan Faris, eğer Sünni çoğunluk, geçmişin ortak direniş hafızasına sahip çıkar ve kapsayıcı bir milli proje geliştirebilirse, ülkenin yeniden birleşebileceğini öne sürüyor.
Suriye'nin bölünmesiyle ilgili tartışmalar zaman zaman azalsa da, ülke her kritik dönemeçte bu meseleyle yeniden yüzleşiyor. Bu senaryolar genellikle, Suriye'de karışıklık çıkararak kendi çıkarlarını korumaya çalışan bölgesel ve uluslararası aktörlerle ilişkilendiriliyor. Ancak eski rejimin devrildiği kısa bir dönem dışında, ülkede etkili ve saygın hiçbir siyasi aktör açıkça bölünme çağrısı yapmadı. Bunun en temel nedeni, geçmişi, mezhebi veya bölgesi ne olursa olsun Suriyelilerin büyük çoğunluğunun birleşik bir devlet fikrine bağlı kalmalarıdır.
Bu duruş, 1920'lerde Fransız mandasının ilanından sonra Suriye’yi dört mezhepsel kantona ayırma girişimine karşı verilen tarihî direnişe dayanıyor. Osmanlı döneminde yönetim mezhebe göre düzenlenmezken, Fransızlar ilk kez mezhep temelinde ayrılık fikrini dayatmaya çalıştı. Dürzilere Süveyda’da bir devlet kurmaları için destek verildi, Şiilere şeriat mahkemeleri vaad edildi, Halep ve Şam’daki tüccarlar ise çeşitli makamlarla ikna edilmeye çalışıldı.
Ancak bu bölme girişimleri, manda yönetimiyle birlikte halk tarafından reddedildi. Ülkenin tüm bileşenleri işgale karşı ortak bir direniş sergiledi. Azınlık olarak tanımlanan gruplar da bu isyana katıldı, hatta bazıları öncülük etti.
Sultan Paşa el-Atraş’ın Cebel el-Arab’dan başlattığı devrim, Salih el-Ali’nin kıyıdan verdiği destekle birleşti; Şam ve Halep’teki devrimciler de kilit roller üstlendi.
Geçmişte halk, işgale karşı direnen atalarıyla gurur duyuyor ve birleşik devlet fikrini bu mirasa dayandırıyordu. Ancak son aylarda, ayrışma talepleri daha açık şekilde dile getirilmeye başlandı. Özyönetim, uluslararası koruma ya da mezhepsel ve bölgesel özerklik talepleri artıyor. Hatta Şam’daki otoriteyi hâlâ meşru gören bazı grupların bile artık bölünme fikrine yaklaştığı görülüyor.
Rejimden muhalefete kadar resmî söylem hâlâ birleşik Suriye vurgusu yapıyor. Ancak sahadaki gerçeklik, giderek kimlik, mezhep ve coğrafyaya dayalı fiilî bir bölünmeyi yansıtıyor. Alınan bazı kararlar ve atılan adımlar, farkında olmadan farklı toplulukları ayrışmaya itiyor.
Mart ayında kıyı bölgelerinde yaşanan katliamlar ve Süveyda’da infazlarla sonuçlanan çatışmalar, şu soruyu gündeme getiriyor: Resmî olarak ilan edilmese de, Suriye'de fiilen bir bölünme gerçekleşmiş olabilir mi? Rejim her fırsatta ülkenin birliğine ve egemenliğine bağlılığını dile getiriyor. Ancak uygulamaları bu söylemle çelişiyor.
Kıyı bölgelerinde yeniden otorite kurmaya, silahları toplamaya ve Kürtlerle müzakere etmeye çalışıyor. Aynı anda, mezhepçi söylemlere göz yumuluyor, medya ve güvenlik kurumları ayrımcılığı meşrulaştırıyor. Süveyda’da güvenlik boşluğu çatışmaları körüklüyor ve ölümler artıyor.
Devletin çözüme yanaşmaması ya da yetersiz kalması, bölünmeyi durdurmak yerine yönetmeyi tercih ettiği izlenimini veriyor. Kıyıdaki soruşturmalar ise ya sonuçsuz kalıyor ya da etkili olmuyor. Bu da şiddet ve adam kaçırma olaylarının sürmesine neden oluyor.
Bugün Suriye’nin kontrol haritası, birleşik bir devletten çok, korku ve izolasyon içinde yaşayan farklı toplulukların elindeki dağınık bir yapı izlenimi veriyor:
- Kuzeydoğu, SDG kontrolündeki Kürt Özerk Yönetimi’ne bağlı.
- Süveyda’nın güneyi, son çatışmalar sonrası Dürzilerin fiilî denetiminde.
- Kıyı kesiminde devletin varlığı olsa da, halk hâlâ uluslararası koruma çağrıları yapıyor.
- Merkez ve çevre bölgeler teknik olarak devletin elinde, ancak kırsalda yerel reisler ve güç odakları hâkim.
Bu bölgeler resmen Suriye'de yönetime getirilen Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütünün başında olduğu yönetime bağlı görünse de, her biri kendi kurallarını, güvenlik yapılarını ve mezhepsel otoritelerini oluşturmuş durumda. Bu fiilî ayrışma, özellikle Kürtlerle bir uzlaşı sağlanamaması ve kuzeyde devlet kontrolünün kurulamaması nedeniyle kalıcı bir bölünmeye dönüşme riski taşıyor.
Süveyda’da yeniden etkinlik kurmak ise yalnızca uluslararası güvencelerle sağlanabilecek karmaşık anlaşmalara bağlı. HTŞ, Suriye yasalarında eskiden “düşman” olan İsrail'e 'düşman' denilmesini yasakladı, İsrail ise son dönemde sahaya doğrudan ve dolaylı müdahalelerini artırdı.
İsrail’in, Süveyda’daki Dürzileri koruma iddiasıyla yaptığı müdahaleler, Golan sınırında bir “güvenli bölge” kurma ve Dürzi yapıları yarı-bağımsız hale getirme çabalarıyla yakından bağlantılı.
Bu adımlar aynı zamanda, HTŞ'nin ABD arabuluculuğundaki müzakerelerdeki pozisyonunu zayıflatmayı hedefliyor.
Şam’daki Genelkurmay ve Halk Sarayı’na düzenlenen İsrail saldırısı, HTŞ lideri Colani ile İsrail’in Bakü’de yaptığı görüşmelerin ardından geldi. İsrail, bu görüşmelerde Colani'nin Golan’daki işgali tanımayacağını fark etmişti.
İsrail’in “azınlıkları koruma” söylemi, hükümet yanlısı milislerin işlediği suçları kullanarak azınlıkları korkutmayı, İsrail’i kurtarıcı gibi göstermeyi ve güney Suriye’yi silahsızlandırmayı amaçlıyor. Bu bölgeler, İsrail’in etkisini artırmak istediği arka bahçelere dönüşüyor. Aynı zamanda, Türkiye’nin desteklediği yeni HTŞ örgütüyle yaşanan rekabet de İsrail’i tedirgin eden bir unsur haline geliyor.
Tüm bu tehlikeli gelişmelere ve mezhepçi seferberliklere rağmen, Suriye’nin birleşik yapısını koruyabilecek güçlü toplumsal dinamikler hâlâ mevcut:
- Fransız mandasına karşı verilen ortak direnişin kolektif hafızası,
- Resmî bölünmeye karşı halk arasında yaygın olan ret duygusu,
- Mezhepler arası yüzyıllık iç içe geçmiş sosyal ve ekonomik bağlar.
Fransa’nın 1920’lerdeki bölme girişimi, halkın bilinci sayesinde başarısız olmuştu. Bugünkü fiilî bölünme ise artık bir komplo teorisi değil; kimlik, coğrafya ve çıkar temelli bir gerçeklik haline geldi. Bu sürecin kalıcı olması, ulusal bir iradenin yokluğuna bağlı.
Bu noktada en büyük sorumluluk, ülkenin en büyük mezhebi olan Sünni topluluğun önderlerine düşüyor. Bu kesim, diğer grupları rahatlatacak, mezhepçiliğe karşı duracak ve toplumsal bağları onaracak bir birlik projesi ortaya koymalıdır.
Eğer hükümet, bölünmeyle yüzleşmek yerine onu yönetmeye çalışır; mezhepçiliğe göz yumar, güvenlik sağlayamaz, siyasi tekelde ısrarcı olur ve halkta aidiyet hissi uyandıracak reformlar yapmazsa, bölünme çağrıları güçlenir ve dış müdahalelerle kalıcı hale gelir. Bu karanlık senaryo kaçınılmaz olabilir.
Ancak Suriye halkı sürecin ciddiyetini fark eder ve çözümü dış güçlerde değil, kendi içinden yükselen bir ulusal iradeyle oluşturursa, tıpkı yüzyıl önce olduğu gibi bu bölünme planları da boşa çıkabilir.
Planlar boşa çıkarılırsa, Suriye, tüm halklarıyla birlikte yeniden tek bir vatan olarak ayakta kalabilir.
Çeviri: YDH
Daha fazla okuyun: İsrail'in Dürzileri "koruması" iddiasının arkasında hangi gündem yatıyor?
Daha fazla okuyun: Suriye'nin Şaraa ikilemi: Faruk ve ''Ahmed'' arasında
Daha fazla okuyun: Bu bir devrim değil, komploymuş ve bugün mızrağın çuvala sığmadığını gördük!
Daha fazla okuyun: Direnişçileri ağırlamaktan tutuklamaya: Beşşar el-Esed sonrası Suriye rejimi
Daha fazla okuyun: İsrail'in güney Suriye'yi yutma startejisi