Makalede belirtildiğine göre, Batı medyasının “milis” terimini seçici kullanımı, Iraklı silahlı grupların meşruiyetini ortadan kaldırmayı amaçlıyor. Makalede, direnişçilerin kaotik veya yabancı kontrolünde gösterildiği, buna karşılık Batı destekli güçlerin meşru aktörler olarak sunulduğu söylendi.

Lea Akil’in el-Meyadin’de yayımlanan makalesinde, Batı medyasının Irak’taki Haşd Şabi güçlerini “milis” olarak nitelendirerek hem yasal statülerini hem de başarılarını görmezden geldiği belirtiliyor. Makaleye göre, ABD ve Batı yanlısı gruplar ayrıcalıklı biçimde “asker” veya “güvenlik güçleri” olarak sunulurken, Haşd Şabi’nin teröre karşı yürüttüğü mücadele küçümseniyor ve yabancı müdahaleyi meşrulaştıran bir algı yaratılıyor. Lea Akil, dilin savaşta stratejik bir araç olarak kullanıldığını ve bu çerçevelemenin Irak’ın ulusal güvenliğinin yanlış temsil edilmesine yol açtığını vurguluyor.
YDH- Irak üzerindeki mücadele sadece askeri ya da siyasi değil, aynı zamanda söylemseldir. Dil, bir savaş aracı olarak algıları şekillendirir, gerçeklikler inşa eder ve bir güç aracına dönüşür. On yıllardır Batı medyası Iraklı silahlı grupları “milisler” olarak etiketledi ve genellikle bu terimi “İran destekli” gibi nitelemelerle eşleştirdi. Bu çerçeveleme, meşruiyet, otorite ve egemenlik algılarını şekillendirerek Irak’ı yabancı müdahaleye ihtiyaç duyan istikrarsız bir devlet olarak sunmaktadır.
Silahlı grupları tek bir etiketle indirgemek suretiyle, Batı medyası onların meşruiyetini bilinçli bir şekilde ortadan kaldırmakta, üyelerin yaptığı fedakârlıkların tarihini silmekte ve Irak’ın toplumsal, siyasi ve tarihsel gerçekliklerini basitleştirilmiş ve yanlış bir anlatıya indirgemektedir.
İngilizcede “militia” (milis) yasadışılık, düzensizlik ve kaos çağrışımı yapar. Batılı medya organları bu terimi kullanırken oldukça seçicidir. ABD bağlantılı silahlı gruplar, örneğin Kürt güçleri, “askerler” ya da “güvenlik güçleri” olarak tanımlanırken, Batı etkisine karşı çıkan grupların meşruiyeti “milis” etiketiyle ellerinden alınmaktadır.
ABD ve Britanya’ya bağlı Blackwater gibi özel askeri şirketlerin 2007’de 17 sivilin öldürüldüğü Nisur Meydanı katliamı gibi vahşetlerden sorumlu olduğu durumlarda dahi, Batı medyası bu suçları birkaç bireyin hatası ya da kötü davranışı olarak sunmakta; şirketin Irak’taki varlığını ya da ona yetki veren devletleri sorgulamamaktadır. Meşruiyetsizliğin gerçek yüzü hiçbir zaman bizzat bu kötü şöhretli kuruma ya da arkasındaki hükümetlere yöneltilmemektedir.
Buna karşın Irak’ın güvenliğini IŞİD’e karşı savunan Haşd Şabi (Halk Seferberlik Güçleri), tamamen “devlet dışı”, “gayrimeşru” aktörler olarak basitleştirilmekte; grubun ülkenin resmî güvenlik yapısına entegrasyonu tamamen göz ardı edilmektedir.
Haşd Şabi’nin yasal statüsü ve Batı’nın gayrimeşrulaştırması
Haşd Şabi, 2014’te Irak’ın en yüksek dini otoritesi Ayetullah Ali el-Sistani’nin Musul’un düşmesinin ardından Iraklıları IŞİD’e karşı devleti savunmaya çağıran fetvasıyla ortaya çıktı. Grup kısa sürede belirleyici bir güce dönüştü; 2003’teki ABD öncülüğündeki işgalden sonra çöken Irak kurumlarının bıraktığı boşluğu doldurdu. 2016 itibarıyla Haşd Şabi resmen ülkenin güvenlik aygıtına entegre edildi.
Ancak Batı medyası grubu gayrimeşrulaştırmak için “İran destekli milisler” ya da “Şii militanlar” gibi tanımlar kullandı. Bu, grubun hem yasal statüsünü hem de tabandan gelen meşruiyetini görmezden gelmek anlamına geliyordu. Oysa Haşd Şabi yalnızca Şiilerden değil, Sünni ve Hristiyan fraksiyonlardan da oluşuyordu. Buna rağmen Batı medyası onları “mezhepçi vekiller” olarak resmediyor, böylece kendi devletlerinin güvenliğini koruma rolünü kabul etmeyip yabancı kontrol altında oldukları izlenimini yayıyordu.
Örneğin 2016’daki Musul savaşı sırasında Batı medyası, Haşd Şabi’nin IŞİD’in daha fazla Irak topraklarını işgal etmesini engellemedeki çabalarını ve başarılarını tamamen göz ardı etti.
BBC’nin 2017 tarihli bir haberinde şu ifadeler yer aldı: “Binlerce Irak askeri, Kürt savaşçılar, Sünni Arap aşiret mensupları ve Şii milisler, ABD öncülüğündeki koalisyonun savaş uçakları ve askeri danışmanlarının desteğiyle saldırıya katıldı.” Burada Haşd Şabi’den hiç söz edilmedi; sadece “Şii milisler” denildi.
Yine 2017’de Time dergisi Musul savaşı hakkında şu ifadeyi kullandı: “Felluce ve diğer muharebelerde, hükümet, çoğunluğu Şii olan ‘Haşd Şabi’ veya Halk Seferberlik Güçleri adı verilen milislere bel bağladı.”
Mücadeleyi bir “milisler savaşı” gibi sunarak Batı medyası gerçeği çarpıttı: Haşd Şabi yalnızca mezhep çatışmasında karşılıklı silahlı adamlar değil, Irak’ın ulusal savunma yapısının kilit bir bileşeniydi.
Seçici haberler, siyasi önyargı
Batılı medya kuruluşları sürekli olarak Haşd Şabi’nin başarılarını küçümsedi, onların faaliyetlerini dış etki ve tartışmalar üzerinden çerçeveledi.
Operasyonel zaferlerin haberleştirilmesinde bu silinme açıkça görülüyor. Başlıklar genellikle Haşd Şabi’nin kurtardığı bölgelerden, etkisiz hale getirilen IŞİD unsurlarından ya da korunan sivillerden bahsetmiyor. Bunun yerine, haberler siyasi sonuçlara kayıyor, Haşd Şabi’nin sadakati ve yasallığı sorgulanıyor, sahadaki gerçeklik görmezden geliniyor ve Irak’ın teröre karşı mücadelesinin imajı çarpıtılıyor.
2015’te Tikrit’in özgürleştirilmesi buna örnektir. Haşd Şabi öncülüğünde kazanılan bu zafer Batı medyasında orantısız şekilde ABD öncülüğündeki koalisyon hava saldırılarına atfedildi; Haşd Şabi’nin katkısı ve belirleyici rolü geri plana itildi. Bu, yalnızca Haşd Şabi’nin hak ettiği tanınmayı reddetmekle kalmadı, aynı zamanda Batı’nın anlatısını da güçlendirdi: zafer ancak Batı müdahalesiyle mümkündü.
Benzer senaryo Bağdat’ta da yaşandı. IŞİD’in sızmaları sırasında başkentin güvenliğini sağlamak için Haşd Şabi birimleri konuşlandırıldı. Ancak bu operasyonlar, kenti istikrara kavuşturma çabaları olarak değil, “kaostan kaosa” giden tartışmalı ve mezhepçi girişimler olarak sunuldu.
“Milis”in semantiği
Seçici terminoloji kullanarak Batı medyası yabancı varlığı “düzenli” olarak sunarken, Haşd Şabi’nin faaliyetlerini “kaotik” olarak gösterdi. Onların sözlüğünde ABD askerleri “barış yapıcılar”, Iraklı güçler ise “militanlar”dır. Grubun siyasi ve tarihsel bağlamı yok sayılarak, yabancı müdahale kamuoyunun gözünde meşrulaştırılmakta, Haşd Şabi’nin gerçek niteliği gizlenmektedir.
Bu tür dilsel çerçevelemenin sonuçları vardır. Kamuoyu, ABD müdahalesi lehine şekillendirilmekte, Bağdat’ın kendi güvenlik güçlerini kontrol edemeyen “aciz” bir başkent olduğu algısı yaratılarak Irak’ta atılacak her türlü adımı haklı çıkarmak kolaylaştırılmaktadır.
“Milis” etiketi bir başka Batı stratejik aracıdır. Savaşın dili, bizzat savaşın bir parçası olarak anlaşılmadıkça, Iraklı silahlı grupların yanlış temsil edilmesi ve Batı müdahalesinin daha geniş politikaları doğru biçimde kavranamaz.
Çeviri: YDH