YDH- Suriye’nin ABD ve Fransa’dan oluşan büyük “dostlarının” kurdukları muhalif örgütün çapını ve Suriye içindeki gerçekliği dış destekli devrim oyunundan çekilmesi “küçük dostları” kızdırmış görünüyor.
Dış politika karar süreçlerine verdiği bilgi ve propaganda desteği ile tanınan bir düşünce kuruluşunun yetkilisi, bir yıldır kan ve vicdan söylemiyle gerekçelendirilen Suriye politikası konusunda Ankara adına ağzındaki baklayı çıkardı.
Ağızdaki bakla çıkarılınca bir yıldır Suriye’de dış destekli devrim projesini örten “kan” ve “vicdan” maskesi de inmiş oldu.
Bugünkü noktaya nasıl gelindiğini anlamak için İsrail’den yayın yapan ve istihbarat çevrelerine yakınlığıyla bilinen Debka internet sitesinin geçtiğimiz yılın haziran ayına ilişkin haberini hatırlamakta yarar var.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in 20 Haziran’da yaptığı 3. konuşmasından birkaç saat sonra görüşen Başbakan Erdoğan’la ABD Başkanı Obama, Esed’in 4 ila 6 ay içerisinde düşeceği kanaatine vardığını öne süren Debka, bu ihtimale göre yeni bir strateji oluşturulduğunu ve Esed’in daha erken devrilmesi amacıyla, ABD ve Avrupa’nın Suriye üzerindeki ekonomik baskıları arttıracağını belirtmiş ve Türkiye’ye de Suriye ile “askeri gerilimi tırmandırıcı” adımlar atmak rolünün düştüğünü iddia etmişti.[1]
Geçtiğimiz haziran ayından bu yana ABD, Türkiye, Fransa ve Arap Birliği tarafından Suriye’ye yönelik atılan adımlar, Debka’nın iddialarını doğruluyor.
Peki “Suriye Mitleri ve Klişeler”[2] ile artık maskesiz konuşmak zorunda kalanlar ne diyor?
1- ABD ve Batı, Suriye’de rejim değişikliği istememektedir. “ABD, tıpkı Mısır'da "Mübareksiz bir Mübarekizm" arzuladığı gibi Suriye'de ise "zayıflamış bir Esad'ı" görmek istemektedir. Ama süreç aksini zorlamaktadır. ABD'nin önümüzdeki süreçte açık bir şekilde tavır değiştirmesi de yine kanlı sürecin bir zorlamasıyla mümkün olacaktır.”
Müttefikleriyle Esed’in 4 veya 6 ay içinde gideceği hesabını yapan ABD’nin, müttefikleriyle birlikte kurduğu muhalif örgütlerin çapını, Çin ve Rusya engelinden kaynaklanan uluslar arası müdahalenin imkansızlığını ve Şam yönetiminin direncini gördüğü için zayıflamış bir Esed’i belirsizliğe tercih ettiği ve “küçük dostları” Annan planına sattığı doğrudur.
Ancak bu iddia edildiği gibi ABD ve Batı’nın İran ve Rusya ile birlikte Şam yönetimini yaşatma hevesinden değil, “küçük dostların” soktuğu tünelde ışığı görememesinden kaynaklanmaktadır.
2- Kanlı bir süreç, ABD’yi “zayıflamış bir Esed”den “Esed’in devrilmesi” fikrine yeniden döndürebilir, zaten mevcut süreç de bunu zorlamaktadır. Ancak kan akmasından korkmamak gerekir çünkü “yaşanması muhtemel gelişmelerin "bütün Ortadoğu'yu ateşe verecek gelişmeler" olacağı tezi, çok abartılı bir kehanetten öteye gitmemektedir. Yüzyıllardır birbiriyle savaşmamış; daha önemlisi bütün jeopolitiklerini savaşmama üzerine kurmuş olan aktörlerin, Suriye üzerinden ilk adımlarının savaş olacağını söylemek sadece içi boş korkutma taktiğinden başka bir şey değildir. Mezhepçi gerilimler elbette tehlikelidir ve yönetmesi zordur. Ama Irak üzerinden çıkmayan büyük savaş, nüfusun ezici çoğunluğunun bir mezhepten olduğu Suriye'de kuvvetli bir ihtimal değildir. Bu elbette bölgesel gerilim olmayacağı anlamına gelmiyor. Bu savaşın tarafları olduğu farz edilen devletlerin tarihsel tecrübesi de felaket kehanetlerini boşa çıkarmaktadır.”
Peki Tarık Haşimi meselesi üzerinden “mezhepçilik gerilimi ve iç savaş” gerekçeleriyle Bağdat’la köprüleri atma noktasına gelen Ankara “abartılı bir kehanette” mi bulunmuştu?
Ankara’nın Şam yönetimi ile bir yıl öncesine kadar sürdürdüğü romantik dostluğu Şam yönetimini her türlü aracı mübah görerek devirme politikasına dönüştürmesin gerekçesi “daha fazla kan akmaması” değil miydi?
3- Irak’a müdahale bir bölgesel savaşla veya mezhep savaşıyla sonuçlanmadığına göre Suriye’ye müdahaleden korkmaya da gerek yoktur. Suriye’ye müdahalenin bütün Ortadoğu’yu ateşe vereceği sözü içi boş bir korkutma taktiğinden başka bir şey değildir.
Peki bölge, hiçbir dış müdahalenin hiçbir şekilde zarar veremeyeceği kadar güvenli ve istikrarlı bir zemine oturuyordu da “Irak küçük bir Ortadoğu, Kerkük ise küçük bir Irak’tır” diyen Ankara neden Irak’la ilişkileri bozma pahasına Bağdat’ın iç politikasına müdahil olmaya çalıştı ve neden Kerkük’ün Kürdistan bölgesine bağlanmasına karşı çıktı?
4- Batı Esed’i kınayarak, Rusya ve İran ise açıkça destek vererek Suriye Baas rejiminin varlığının devam etmesini sağlamaktadır.
Peki ekonomik ve siyasi yaptırımlarla ve uluslar arası kurumlardaki girişimleriyle Şam yönetiminin devrilmesi için zemin yaratan ABD ve Fransa, İran ve Rusya gibi Baas rejiminin varlığını sürdürmesi için çalışıyorsa Ankara’nın şimdiye kadarki “Suriye’nin Dostları” kimlerdi?
6- "Direniş hattı iddiasının çöktüğünün en basit göstergesi Hamas'ın Baas katliamları karşında Suriye'yi terk etmesidir. Hamas'ın terk etmek zorunda kaldığı her yer İsrail'e daha yakın, direniş eksenine daha uzaktır.”
Peki Hamas terk ettiği için direniş ekseni çöküyorsa ve Hamas terk ettiği için Suriye İsrail’e daha yakın olmuşsa, Hamas’ın gittiği Katar mı direnişe yakın olmaktadır?
Hamas, İsrail’le ticaret hacmini 2005’te 1.5 milyar dolardan günümüzde 4 milyar dolara çıkaran Türkiye’ye geldiğinde, Ankara Hamas’ın İsrail’e karşı direnişini sürdürmesi için ne tür bir lojistik vaat etmektedir?
Bu sözler, Suriye konusunda en çok kan ve vicdan edebiyatı yapanların Amerika ve Fransa’dan oluşan “Büyük Dostların” Suriye’de dış destekli devrim projesi tünelinin ucunda ışık göremediği için kendilerini Annan planına satanlara duyduğu öfkeyi yansıtıyor.
Bu yüzden adeta tanrıyı kıyamete zorlar gibi Suriye’de kanlı bir süreçle Annan planını sabote edip ABD’yi Şam’a müdahaleye zorlamaya çalışıyorlar.
Ancak bu kez “Büyük dostların” satışının öfkesiyle şimdiye kadar “kan ve vicdan” maskesinin ardına sakladıkları gerçek yüzleriyle konuşuyorlar. İyi de yapıyorlar; çünkü maskeli yüzleri gerçek yüzlerinden daha çirkindi.
[1] http://www.sabah.com.tr/Dunya/2011/06/26/debka-suriyeye-karsi-turkiyeisrail-isbirligi
[2] http://www.sabah.com.tr/Perspektif/Yazarlar/ozhan/2012/04/14/suriye-mitleri-ve-kliseler