Suriye krizi halkın taleplerinin ötesine geçti

26 Eylul 2012

YDH- İran Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Yetkilisi ve emekli diplomat Muhammed İrani, Suriye’de yaşanmakta olan krizin Suriye meselesi olmanın ötesine geçtiğini söyledi.

 

YDH- İran Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Yetkilisi ve emekli diplomat Muhammed İrani, Suriye’de yaşanmakta olan krizin Suriye meselesi olmanın ötesine geçtiğini söyledi.

İran; ABD, Fransa, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın girişimiyle İstanbul’da kurulan Suriye Ulusal Konseyi adlı muhalif örgüt ile Suriye içerisinde silahlı eylemlerde bulunan gruplar tarafından sorunun çözümünü engellemekle suçlanıyor.

İran Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi Yetkilisi ve emekli diplomat Muhammed İrani ile İran’ın Suriye politikasını ve Suriye’de yaşanan krizin sebeplerini ve muhtemel sonuçlarını Tahran'daki ofisinde konuştuk.

Suriye ve Lübnan’da büyükelçi yardımcılığı ve Ürdün’de de büyükelçilik görevinde bulunan Muhammed İrani, halen İran Dışişleri Bakanlığına bağlı Stratejik Araştırmalar Merkezi’nde görev yapıyor.

- Suriye’de halen yaşanmakta olan kriz, kimileri tarafından bölgede Arap Baharı olarak nitelenen sürecin doğal bir uzantısı, kimileri tarafından ise dışarıdan müdahale ile yaratılan bir bunalım olarak değerlendiriliyor. Siz, Suriye sorununu nasıl tanımlıyorsunuz?

-  Ben, Tunus’ta başlayıp Mısır’a sıçrayan daha sonra da Libya ve Bahreyn’e yayılan ayaklanmaların Suriye’yi de etkilediğine inanıyorum. Başlangıçta halkın taleplerinin bu ülkenin dış politikasından bağımsız olarak siyasal yapı açısından ötekilerine benzeyen bir yönetimden yani tek parti yönetiminden ya da Suriye halkını etkileyen zorlu şartlardan kaynaklandığı söylenebilir.

Bu da doğaldı ve nitekim bazı gösteriler ve itirazlar söz konusu oldu. Ancak bu durum, nihayetinde Suriye ile geçmişten beri siyasi sorunları olan ve hesapları olan tüm grupların, hareketlerin, uluslar arası ve bölgesel güçlerin halkın iktidarının söz konusu olmadığı bu ülkede meydana gelen ortamı istismar etmesi için zemin yarattı.

Tüm bu güçler ve uluslar arası ve bölgesel taraflar da meseleye girmeye ve Suriye’deki gelişmelere müdahale etmeye başladı.  Dolayısıyla ben bu olayların başlangıcının diğer ülkelerde olduğu gibi birtakım siyasi şartlardan dolayı meydana geldiğine inanıyorum. Fakat bir müddet sonra yapılan gösterilere halkın çoğunluğunun katılmadığı, düzenlenen gösterilerin Tunus’la ya da Mısır’la kıyaslanmayacak kadar küçük hacimli ve bazı bölgelerle sınırlı olduğu görüldü.

Elbette bu da normaldi, itiraz etmek, gösteri düzenlemek kuşkusuz halkın doğal hakkıydı. Suriye halkının taleplerini biliyorum, bunların bir kısmı, ekonomik, bir kısmı siyasi bir kısmı kimlikseldi bunlar gerçekti; ancak tüm bunlara rağmen gösteriler çok geniş ve kitlesel değildi.  

Sınırlı düzeyde başladı, sınırlı bazı bölgelerde sürdü, nihayet, Suriye ile geçmişten kaynaklanan siyasi hesapları, hedefleri ve emelleri olan birtakım bölgesel ve uluslar arası güçler bu durumdan istifade etti.

Bizim bu noktada sürekli olarak sorduğumuz soru şudur: Acaba neden tüm bölgesel ve uluslar arası güçler her türlü sert ve yumuşak unsurları kullanarak Suriye meselesine dahil oldular?

Yani hem medya, gelişmiş iletişim araçları ve istihbarat desteği gibi yumuşak araçları hem de silahtan, diğer lojistik imkanlara ve askeri eğitime kadar her türlü sert aracı kullanmaya başladılar? Biz şimdiye kadar böylesi bir şeyi Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de, Bahreyn’de  görebildik mi?  Hayır görmedik.

Bu da Suriye meselesinin onlar açısından çok daha önemli bir mesele olduğunu gösteriyor. Binaenaleyh şu an Suriye’de tanık olunan olay bir bölgesel ve uluslar arası çekişmedir. Suriye’nin sınırlarını ve Suriye halkının taleplerinin boyutunu aşan bir olaydır.

Dolayısıyla ben onların Suriye’de yükselmekte olan dalgaya binerek bu meseleye dahil olmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Çünkü Suriye, öteden beri uluslar arası sistemde Batı cephesinin karşısında yer almıştı, Batı kampının dışında yer almaktaydı. Devrimlerin olduğu diğer ülkeler ise Batı kampında yer alıyordu.

Suriye, Siyonist rejim karşısında caydırıcı bir etki yaratıyordu. Suriye 1982’den, 2006 yılındaki 33 günlük savaşa kadar her dönemde Lübnan’da Direniş’e destek verdi. Ayrıca İran Irak savaşı sırasında da diğerlerinin aksine İran’ın yanında yer almıştı. Bütün bunlar Batı’nın ve Arapların Sayın Beşşar Esed’den intikam almak istemesinde etken olmuştu.

- İran ve Suriye arasındaki stratejik ittifak bazı kesimler tarafından bir mezhebi dayanışma ya da ittifak olarak niteleniyor. Siz bu yorumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

- Bakınız, güncel siyasi meseleleri taifeci ya da mezhebi gözle değerlendirmek gerçekçi değildir. Kaldı ki bu tür bir yaklaşım İran İslam Cumhuriyeti açısından hiç de temeli olmayan bir yaklaşımdır.

Bu tür yaklaşımlar, Suriye karşısında yer alan Arap çevrelerinin medyalarında sürekli olarak propaganda edilmektedir. Onlar, Suriye konusunda yaşanan çatışmayı bir taifeci ya da mezhebi çatışma olarak yansıtıyorlar.

Halbuki mezhebi çatışma ne İran’dan ne de Suriye’den kaynaklanıyor, aksine mezhebi çatışma birtakım aşırı gruplar tarafından körükleniyor. Nitekim onların sloganlarına ve yaptıklarına siz de tanık oluyorsunuz bu gruplar dünyanın her bir yerinden Suriye’ye kendi deyimleriyle “cihat” için geliyorlar.

Dolayısıyla aslında onların bizi değil, bizim onları belli bir mezhep adına mezhebi savaş çıkarmaya çalışmakla suçlama hakkımız bulunuyor. Sizin de bildiğiniz gibi biz, tamamı Sünni olan Filistinlilerin yanındayız. Biz şu an Lübnan’daki tüm Sünni Müslümanlarla son derece iyi ilişkiler içerisindeyiz. Suriye’deki Sünni kesimlerle yakın ilişki içerisindeyiz. Dolayısıyla ben bu meselenin temeli olan bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca bu yaklaşım ne bölgenin ne de bölge halklarının yararınadır. Bu yalnızca bölgenin asli düşmanı olan İsrail’in yararınadır.

Öte yandan sizin de bildiğiniz gibi Şiiler İslam dünyası içerisinde bir azınlıktır. Dolayısıyla mezhep savaşı çıkarmak azınlığın yararına olacak bir şey değildir. Onlar mezhep çatışması kışkırtıcılığı yaparak Suriye’de tüm savaş çeşitlerini denemeyi hedefliyorlar. Suriye’ye kendi deyimleriyle “cihat” için gelenlerin derdi acaba gerçekten Suriye halkını savunmak, oraya özgürlük ve demokrasi getirmek midir?  Yoksa kendi tabirleriyle Sünnilik adına kendi grupsal çıkarları mıdır?

- Suriye konusunda mezhep çelişkisini dile getirenler Suriye yönetiminin bir Alevi azınlık yönetimi olduğunu savunarak bu tutumlarını Suriye’deki devlet yapısıyla gerekçelendiriyorlar. Uzun yıllar diplomat olarak görev yapmış biri olarak bize Suriye’deki siyasi ve mezhebi yapı hakkında bilgi verir misiniz?

- Öncelikle şunu vurgulayayım ki uzun bir süre baskı ve zulüm altında olan Suriye halkının talepleri haklı taleplerdir. Bazı aşırı grupların Suriye’de bulunması, bunların ABD, Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar gibi ülkeler tarafından desteklenmesi, Suriye halkının haklarını talep etmesini gölgeleyecek bir mesele değildir.

Onların haklarını elde etmek istemesi, temel haklarını talep etmesi son derece normal ve haklıdır. Onlar, haklarını elde etmelidirler, bunun için çalışmalı,  kendi geleceklerini kendileri belirlemelidir. Orada uzun yıllar kalmış biri olarak birçok meseleye tanık olmuş biriyim. Halk yukarıdan gelen baskılar altında bulunuyordu ve kendi kaderini belirlemekten yoksun bulunuyordu. Ancak şu an Suriye’deki konu bu değildir.

Elbette bu, yabancıların Suriye’ye müdahale etmedikleri anlamına da gelmiyor. Onlar müdahale ediyorlar. Şimdi asıl soru şudur: Acaba Suudi Arabistan ve Katar, Suriye halkını desteklemek için mi müdahale ediyor?  Yoksa Suriye meselesine müdahale edenlerin kendine özgü birtakım hedefleri mi bulunuyor? Asıl mesele budur. Ben, ABD’den Fransa’ya ve Araplara kadar her birinin kendine özgü birtakım hedeflerden dolayı Suriye meselesine müdahil olduklarını düşünüyorum.

Suriye yönetiminin yapısına gelince... Suriye’de tek partili bir rejim vardı. Bu tek partili Baas rejimi hiç kimseye katılım izni vermeksizin ülkeyi yönetiyordu. Ancak buradan Baas rejiminin belli bir mezhep rejimi olduğu sonucunu çıkarmak doğru değildir.

Örneğin Baas Partisi Genel Sekreteri veya Baas liderlerinin çoğu Sünnidir. Hafız Esed dönemindeki Baas partisi Genel Sekreteri Abdullah el-Ahmer de Beşşar Esed dönemindeki Baas Partisi Genel Sekreteri Zuheyr Muşareke de Sünni’dir.

Öte yandan Baas Partisi her zaman Sünniler içerisinden üye toplamıştır. Suriye yönetimi tek adam yönetimiydi. Bir kişi aday olur ona da evet veya hayır şeklinde oy verilirdi.

Suriye yönetiminin Alevi yönetimi diye suçlanmasının tek sebebi Esed ailesinin Alevi olmasından dolayıdır. Sorun bundan ibarettir. Hafız Esed döneminden bu yana ikinci halkaya bakarsak bunu görürüz. Hafız Esed döneminin Genel Kurmay Başkanı Hikmet Şehabi, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdulhalim Haddam, Savunma Bakanı Mustafa Talas, Sünni’ydi.

Daha sonra Askeri İstihbarat Başkanı olan Asıf Şevket, Sünni’ydi ve Beşşar Esed’in kız kardeşi ile evliydi. Orduda Hıristiyan da Sünni de Alevi de bulunuyor. Ordunun asli gövdesini Sünniler oluşturuyor.

- Ordunun en seçkin birliğinin Mahir Esed komutasındaki birliği olduğu ve onun da Alevi olduğu söyleniyor?

- Hayır, Mahir Esed komutasındaki ordu, bir Alevi ordusu değil. Suriye ordusunda her mezhepten ve dinden kişi var. Mahir Esed, Cumhuriyet Muhafızlarının komutanı, bu orduda Aleviler olduğu kadar Sünniler de bulunuyor. Bakınız, Şam’daki ulusal güvenlik binasında hedef alınan birinci derecedeki güvenlik yetkililerinden Savunma Bakanı Davud Raciha Hıristiyan’dı. Saldırıda yaralanan İçişleri Bakanı Muhammed Şear Sünni’ydi.  Asıf Şevket Sünni’ydi. Eğer yönetim mezhepçi bir yönetim olsaydı böyle olabilir miydi?

Nitekim Beşşar Esed iktidara geldikten sonra hükümeti daha da açık bir hükümet haline getirdi. Büyük ticari merkezlere Sünnileri yerleştirdi.

- Suriye’de ticari hayatın Esed ailesine mensup Rami Mahluf’tan ibaret olduğu söyleniyor.

   - Hayır, bu yanlış. Bakınız, Suriye’nin en büyük ticari kenti Halep’te istisnasız tüm sermayedarlar Sünni’dir ve şu an onlar mevcut durumdan son derece rahatsızdırlar. Çünkü hayatları altüst oldu.

Orta sınıf ve muhafazakar Sünniler de mevcut durumdan son derece rahatsız. Onlar, siyasi çatışma değil, huzur ve sükun istiyorlar. Halep’e giren silahlı militanlara katılmadılar, Halep’te sadece üniversitelerde kısmi gösteriler oldu; bu da son derece doğaldır dünyanın her yerinde siyasi gösteriler üniversitelerde olur. Elbette Suriye’de yönetime taraftar olanlar olduğu gibi yönetim karşıtları da var bu bir gerçekliktir. Ancak söylendiği gibi değil, Suriye’de halkın çoğunluğu Beşşar Esed’in yanındadır.

- Peki rakamsal olarak söylersek acaba Suriye halkının yüzde kaçı yönetimden yana kaçı yönetime karşıdır?

- Tam olarak yüzdeler ve rakamlar vermek mümkün değil; ancak tahmini şeyler söyleyebiliriz. Meseleye genel olarak ve kuşbakışı baktığımızda Suriyeli muhaliflerin iki grup olduğunu görüyoruz. Ayrıca bu iki grup da kendi içinde çok sayıda gruplardan oluşuyor.

Birinci grupta yer alanlar yönetimin devrilmesini istiyorlar ve onlar açısından bunun dış müdahaleyle olmasının bir önemi de bulunmuyor. Örneğin Ulusal Konsey bu grubun siyasi kısmını, Özgür Suriye Ordusu da askeri kısmını oluşturuyor. Bunların yanında bir de farklı yerlerden farklı isimler altında Suriye’ye gelen selefi görüşlere sahip muhtelif gruplar da yer alıyor.

Bunların da bazıları dış müdahale olmaksızın yalnızca silahlı mücadeleden yana. Onlara göre Batı veya Arap ülkeleri silah ve para yardımında bulunmalı, insanlar Suriye’ye gelip hükümetle savaşmalı ve rejim de bu şekilde devrilmelidir.

Bazıları ise doğrudan dış müdahale istiyorlar. Örneğin İhvan-ı Müslimin’e göre NATO da gelebilir, Türkiye de gelebilir, özetle kim gelmek isterse gelip bu işe müdahale edebilir. Bu gruptakiler açıkça dış müdahale olmadan rejimin devrilmesi imkansızdır diye ilan da ediyorlar.

Sayın Abdulbasıt Seyda’nın da Sayın Riyad Şakfa’nın da ifadeleri bu yöndedir. Bazıları ise dış müdahaleye karşı çıkıyor ve rejimin Suriyeliler tarafından devrilmesi gerektiğini savunuyor. Onlar para veya silah yardımı yapılmasını; ancak yabancıların bu işe karışmamasını savunuyor. Bunlar ise kullanılacak silahla Suriyelilerin rejimi devirmesini istiyorlar.

   İkinci grupta yer alanlar ise barışçı yöntemleri tercih ediyorlar. Örneğin Suriye içindeki muhalif akımlar bu grupta yer alıyorlar ve bunların muhalefeti siyasi bir muhalefet düzeyinde bulunuyor. Bunlar, demokratik örgütler aracılığıyla iktidarın değiştirilmesini savunuyorlar.

Örneğin Ulusal Koordinasyon Kurulu ve onun Suriye içerisindeki başkanı Hasan Abdulazim ve Suriye dışındaki lideri Heysem Menna bu grupta yer alıyor. Bunlar silahlı çatışmadan ve kan dökülmesinden yana değiller. Düşünceleri de son derece mutedildir.

Bunlar, dış müdahaleye karşı çıkıyorlar ve iktidarın uluslar arası gözlemcilerin denetimindeki seçimler yoluyla belirlenmesini istiyorlar. Ülkenin huzurlu kalmasını, tahrip edilmemesini istiyorlar ve Arabistan’ın Katar’ın vs.nin müdahalesine de şiddetle karşı çıkıyorlar. Bunlar ülkenin tahrip edilmesini, dış müdahalenin olmasını istememeleri yönüyle Beşşar Esed taraftarlarına yakın bulunuyorlar.

Dolayısıyla hangi taraf çoğunluğu oluşturuyor şeklindeki sorunuza cevaben bunları da Beşşar Esed taraftarlarının yanına koyduğumuzda diğer muhaliflerin azınlıkta kaldığını görüyoruz. Elbette bahsini ettiğimiz bu gruptakiler de muhtelif fikirlere sahipler.

Ulusal Koordinasyon Kurulunda yer alanlara göre, Suriye halkının yaklaşık yüzde 25’lik kısmı Beşşar Esed’i destekliyor. İstanbul’da kurulan ve yönetime şiddetle karşı olan Ulusal Konsey taraftarları da yaklaşık olarak yüzde 25 düzeyindedir.

Geri kalan yüzde 50’lik kesim ise net bir tutum içerisinde değil. Bunlar, gelişmenin hangi yönde olacağını izliyor. Bu kesim, ne Beşşar Esed ne de İstanbul Konseyi tarafında yer almıyor.

Bu kesimin çoğunluğunu da geleneksel ve muhafazakar Sünniler oluşturuyor. Bunlar, toplumsal açıdan orta sınıfta yer alıyorlar, ya esnaftırlar, ya zanaatkardırlar veya devlet memurudurlar. Huzur ve sükun istiyorlar, bunlar geçimlerinin derdindeler ve ülkenin tahrip olmasını istemiyorlar. Ama bu, onların yüzde yüz Beşşar Esed’in taraftarı olduğu anlamına gelmediği gibi dış müdahale yanlısı olduğu anlamına da gelmiyor.

Dolayısıyla halkın yüzde 50’si siyasi değil. Dolayısıyla bu kesimin belirleyici olduğunu söylüyorlar. Evet, savaş sürdükçe belirleyici olacak olanlar bu kesimdir. Bu kesim, nihayeten “siz Beşşar Esed’i deviremezsiniz, siz sadece ülkeyi tahrip ediyorsunuz” diyor.  

Suriye hükümeti, netice itibariyle bu kesimin kendisinden yana olacağına inanıyor. Elbette hükümet yetkilileriyle konuştuğunuzda onların yönetim taraftarlarının çok daha fazla olduğunu söylediğini görüyorsunuz.

Suriye hükümeti şu şekilde delil de getiriyor. Onlar diyor ki halkın yüzde 10’u Alevi’dir ve geleneksel olarak Beşşar Esed’in yanında yer alıyor. Yüzde 10 veya 12’si Hıristiyan’dır. Bunlar da azınlıkta bulunuyor ve geleneksel olarak yönetimin yanında yer alıyor. Yaklaşık yüzde 4 veya 5’i Dürzi’dir. Yüzde 1 veya 2’si ise İsmaili, Şii ve diğer azınlıklardan oluşuyor.

Bütün bu azınlıklar yönetimden yana duruyorlar; çünkü hem diğerlerinden korkuyorlar hem de hükümet onların çıkarlarını koruyor. Çoğunluktaki Sünnilerin iktidara gelmesi durumunda kendilerini ezmesinden endişe ediyorlar.

Bütün bunlar toplumun yaklaşık olarak yüzde 20-25’ini oluşturuyor. Şimdi bunların yanına demin söz konusu ettiğimiz orta sınıf, kentli, muhafazakar geleneksel Sünnileri de koyduğumuzda –çünkü orta sınıf kentli memur, esnaf veya zanaatkar eline silah alıp savaşmak istemiyor, onlar huzur ve geçim istiyor- 18 aydır Suriye hükümetinin hala ayakta kalabilmesinin nedeni anlaşılıyor. Dolayısıyla halkın çoğunluğunun onlardan yana olmadığı ortaya çıkıyor.

Bu genel bir kuraldır, dünyanın neresinde olursa olsun halkın çoğunluğu karşıysa rejimin ayakta kalması mümkün değildir. Eğer çoğunluk söz konusuysa rejim kesinlikle ayakta kalamaz ne yaparsa yapsın düşer.

Bakınız 18 aydır dünyanın neredeyse tamamı belli bir tarafta yer alıyor ve her şeyi de yapıyor; ancak olmadı. Elbette bu şu an Beşşar Esed’in zafer kazandığı anlamına gelmiyor.

Örneğin Halep’te hala devlet hakimiyeti sağlanamadı. Özellikle Türkiye sınırı açık ve bu bölgelerde birçok yer muhaliflerin elinde. Bazı sınır kapıları muhaliflerin kontrolünde. Muhalifler bu sınırlardan rahatça geçiş yapabiliyorlar, silah ve lojistik taşıyorlar. Hükümet, birkaç defa bu sınır bölgelerinde denetimi sağlamaya çalıştı ama başaramadı ve geri döndü. Bu, muhaliflerin de ciddi şekilde silahlandırıldığını eğitim aldığını ve desteklendiğini gösteriyor.

Binaenaleyh Suriye’deki durum son derece karmaşık, basit değil ve şu kazandı ya da bu kazandı şeklinde de yargıda bulunmak şimdilik o kadar da kolay değil. Bu olayın devam edeceği ve çözümün çok zaman alacağı gözüküyor.   

- Peki siz bir dış müdahale ihtimali görüyor musunuz?

-  Dış müdahale durumu çok daha kötüleştirir. Öyle gözüküyor ki genel anlamda Batı, özelde de Amerika bu konuda ne yapacağını bilemez bir halde bulunuyor. Suriye’nin geleceği konusunda kafaları karışık. Bir taraftan Beşşar Esed’i devirmek istiyorlar. Çünkü Sayın Esed, emperyalizm karşıtı ve Hizbullah’ı ve direniş gruplarını destekliyor. Onlara göre bir İran, Suriye, Hizbullah ve Filistin direnişinden oluşan bir direniş ekseni, bir de Mısır, Suudi Arabistan Ürdün ve bölgedeki diğer Batı yanlısı rejimlerden oluşan uzlaşma cephesi söz konusu. Onlar diyor ki şimdi Mısır diğer eksene giderse o taraftan da biri düşmelidir.

Suriye, birkaç açıdan hedef alınıyor. Bir taraftan Suriye Hizbullah’ın, Filistin’in, İran’ın yanında yer alıyor öte taraftan ise Rusya’nın… Dolayısıyla onlar Suriye giderse kaç yönden karlı çıkabileceklerinin hesabını yaptılar. Onlara göre Suriye giderse, direniş ekseni zayıflar, İran da düşer, Rusya’nın buradaki eli kesilmiş olur.

Bütün bunları düşünerek meydana girdiler; ama girdikten sonra meselenin o kadar kolay olmadığını da gördüler. Onlar açısından Suriye’ye demokrasinin, özgürlüğün gelip gelmeyeceğinin değil bölgedeki dengenin önemi bulunuyordu.

Dolayısıyla artık konu Suriye meselenin dışına çıkmış bulunuyor. Bugün Rusya ve Çin bir tarafta, ABD ve AB ise diğer tarafta bulunuyor. Onlar diyorlar ki biz dünyanın geleceği açısından bir plan yapacaksak bir düzen kuracaksak, bir bölgesel jeopolitik tanım yapacaksak Suriye’ye mutlaka sahip olmamız gerekiyor.

- Yani bir çeşit Soğuk Savaş dengesi oluşmuş bulunuyor.

- Evet, kesinlikle ve bunun da temel noktası Suriye. Rusya Dışişleri Bakanı Sayın Lavrov “Suriye, dünya kutuplaşmasının tahin edicisidir” diyor. Bu ne demek, yani eğer biz Suriye’yi kaybedersek Sayın Putin’in peşinde olduğu çok kutuplu uluslar arası sistemde artık yerimiz olamayacak.

Öte yandan Amerikalılar da diyor ki eğer biz Suriye’yi kaybedersek dünyadaki sulta düzenimizi yani tek kutuplu düzeni, yani tek taraflılığı kaybederiz. Suriye konusunda BM’deki bunca vetonun anlamı nedir? Rusya’nın Suriye ile çok büyük ekonomik, siyasi vs. ilişkileri bulunmuyor. Rusya’nın ve Çin’in Katar’la ya da Birleşik Arap Emirlikleri ile olan ekonomik ilişkileri Suriye’den çok daha fazla. Dünya’nın geleceği Suriye’de kuruluyor. Çin meseleye çok kapsamlı bakıyor ve eğer dünyada oluşan yeni kutuplaşmada bir pay sahibi olabileceksem, bugün sahip olmalıyım diyor ve Rusya’nın yanında yer alıyor.

Yani dört beş grubun gelip Beşşar Esed’i devirmesi mümkün değil, elbette her şey olabilir ben burada kesin olarak şu olur veya bu olur diye bir kehanette bulunmuyorum. Ancak şu ana kadar olmadı ve şu açıkça görüldü ki Suriye sorunu askeri yollarla çözülebilecek bir sorun değil.

Suriye meselesinin çözümü askeri yollarla olmayacak. Amerikalılar da bunu görmeye başladı. Elbette onların Beşşar Esed’in kalmasını istemedikleri doğrudur. Bununla birlikte Amerika’da bir kafa karışıklığı ve ne yapacağını bilmezlik hali söz konusu.

Eğer herhangi biz uzlaşma olmadan Esed giderse Suriye’de çok büyük bir kaos söz konusu olacak, onların yarattığı zemin üzerinden Suriye’de yerli olmayan unsurlar belirleyicilik kazanacak. Çünkü dışarıdan gelen gruplar hem dışarıdan örgütlendiler, donatıldılar, eğitildiler ve güçlendirildiler. En iyi ihtimalle Libya’ya dönüşecek. Amerikalılar geldiler, BM’den karar çıkardılar, Kaddafi’yi devirdiler; ancak şimdi ne oldu? Bunun sonucu büyükelçilerinin öldürülmesi oldu. Şimdi savaş gemileri gönderdiler.

- Amerikalılar bir süre önce Suriye konusunda Rusya’ya Yemen formülü önererek bu konuda pazarlık yapmak istedi; ancak Rusya buna yanaşmadı. Sizce Rusya neden bu formüle razı olmadı?

   -  Bence Amerikalıların Suriye konusunda istedikleri model Libya modeliydi. Batılılar daha önce Suriye konusunda kararları yalnızca kendileri alıyordu. Rusya ilk defa Batılılarla Cenevre toplantısına dahil edildi.

Rusya ve Çin daha önce sadece BM Güvenlik Konseyi’nde onlarla bir araya geliyordu ve kendi tutumunu dile getiriyordu. ABD, bu toplantıda Rusya’yı kendi planına razı etmeye çalıştı. Yani Rusya’yı da razı edebileceği bir çözüm yolu üretse ve BM Güvenlik Konseyi’ne götüreceği kararı Rusya’nın veto etmemesini sağlayabilseydi büyük bir zafer kazanmış olacaktı.

Kofi Annan’ın planının yanında yeni bir plan getirdiler. Meseleyi Beşşar Esed’in gitmesi üzerine kurdular, muhaliflerin de yer alacağı geçiş hükümeti kurulmasını ve seçimlere gidilmesini önerdiler. Ruslar toplantıda ilk maddeyi kaldırdılar ve dediler ki, tamam biz hepsini kabul ediyoruz; fakat başka ülkelerin bir ülkenin devlet başkanını görevinden uzaklaştırması, BM sözleşmesine ve uluslar arası yasalara aykırıdır.

Siz bir ülkenin başkanını görevinden uzaklaştırmak istiyorsunuz bu yasal değil. Bu, yabancıların değil, Suriye halkının karar vereceği bir karardır. Esed’in kalması ya da gitmesi bizi ne ilgilendirir, buna karar vermesi gereken Suriye halkıdır. Rusya Amerikalıların önerdiği plandaki bu maddeyi kaldırınca muhalifler buna çok öfkelendiler. Özgür Suriye Ordusu, Esed’in gitmesi maddesinin kaldırılmasından dolayı Cenevre bildirisine, Rusya’ya ve Amerika’ya şiddetle tepki gösterdi.

Dolayısıyla Ruslar bununla büyük bir zafer kazanmış oldular. Toplantıdan mutlu bir şekilde çıktılar ve bizim istediğimiz oldu dediler. Bayan Clinton son derece rahatsız oldu ve uzlaşmanın nispi olduğunu söyledi.

Pekala, bunun neticesi ne oldu? Neticesi şu oldu: Şu an Ruslar her gittikleri yerde Cenevre uzlaşmasını gündeme getiriyor. Bu bildiri üzerinde herkes uzlaşmaya vardı dolayısıyla da uygulanması gereken budur. Demeye başladılar. Yani Ruslar Batılılarla bir araya geldikleri ilk toplantıyı kendi lehlerine çevirdiler.

Şu an Rusya BM’de gündeme getirilecek her karar tasarısının Cenevre bildirisine uygun olması gerektiğini söylüyor. Amerikalılar ise Rusya’nın Suriye konusunda BM’ye getireceği Cenevre bildirisine dayalı her türlü kararı veto edeceklerini söylüyorlar. Bu, Amerikalıların hala Beşşar Esed’i devirme peşinde olduğunu gösteriyor.

Bana göre Amerikalılar, rejimin devrilmesi durumunda Suriye’ye dışarıdan gelen, savaşmasını bilen ve Özgür Suriye Ordusu’ndan da daha güçlü olan grupların etkili olabileceğini, birtakım hassas silahları Libya’da olduğu gibi ele geçirebileceklerini görüyor ve İsrail’in güvenliğinden kaygı duyuyor. Öte yandan Suriye’de kaos olması durumunda Türkiye de büyük bir zarar, Ürdün de büyük zarar görür, Lübnan zaten görüyor, Irak da büyük zarar görür.

- Ancak bu grupların önemli bir kısmı Türkiye üzerinden Suriye’ye giriyor.

-  Kuşkusuz Türkiye politikasını siz benden daha iyi bilirsiniz, ben Türkiye’nin neden ve hangi hedefle Suriye meselesine dahil olduğuna daha sonra değineyim. Bana göre Amerikalılar, Esed’in artık o kadar da kolayca gitmeyeceğini anladılar.

İç unsurlar, CIA, bölge ülkeleri, uluslar arası güçler yardım ediyor; ancak buna rağmen mesele bitmiyor. Bunun üzerine Amerikalılar başka bir yola girdiler ve Cenevre’de Yemen formülüne benzer bir yol önerdiler.

Ancak onlara ilk karşı çıkanlar Suriyeli muhalif gruplar oldu. Öte yandan Ruslar da Esed’in kalması gerektiğini ve reformların Esed tarafından yapılması gerektiğini söylediler. Böyle olunca Amerikalılar hem bu işe Rusya’nın karşı olduğunu hem de buna devam ederse muhalifleri kaybedeceğini gördü. Bundan dolayı da geri adım attı.

Türkiye’nin Suriye politikasına ve Beşşar Esed’in devrilmesi yönündeki bunca çabasına gelince… Bana göre Türkiye, Beşşar Esed’in devrilmesi durumunda diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi Suriye’de de İhvan-ı Müslimin’in iktidar olacağını düşünüyordu.

Diğer Arap ülkelerindeki İhvan-ı Muslimin grubunun Erdoğan hükümetini model alması ve Türkiye’nin de Suriye’de meydana gelecek her türlü değişim sonrasında İhvan’ın yönetimi ele geçireceğine inanması Türkiye’nin mevcut Suriye politikasında etkili oldu.

Türkiye Suriye’de İhvan’ın iktidara gelmesi için sürekli olarak Beşşar Esed gitmeli diyor. Türkiye, Mısır’da, Tunus’ta İhvancılar iktidara geldiğine göre Suriye’de de onların geleceğini ve bunlar üzerinden elde edeceği nüfuzla eli güçlü bir şekilde AB’nin kapısına gidebileceğini düşündü.

- Peki İran’ın Suriye sorununun çözümü konusundaki görüşü nedir?

- Suriye halkının son derece haklı siyasi, ekonomik ve kimliksel talepleri bulunuyor. Bunların halkın beklentileri doğrultusunda yerine getirilmesi gerekiyor. Ancak bu, herhangi bir dış müdahale olmaksızın Suriyelilerin yani, Suriye hükümetiyle muhaliflerin siyasi müzakerelerle halledebileceği bir konudur.

Uluslar arası güçlerin Suriye meselesine müdahalesi ve şiddet ortamı meselenin barışçı yollarla çözümünü ve Suriye halkının haklı taleplerine ulaşmasını engelliyor. İran, Suriye halkının demokratik haklarına kavuşabilmesinin yolunun Suriyeliler arasında kurulacak diyalogdan geçtiğine inanıyor. Bunun için de mevcut şiddet ortamının derhal sona erdirilmesi ve müzakerelere başlanması gerektiğini söylüyor.