Suriye’ye müdahale ve meşru savunma

04 Ekim 2012

YDH- Uluslar arası hukuk araştırmacısı yazarımız Musab Yiğit, Akçakale olayı sonrasında Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı misillemenin meşru savunma olup olmadığını uluslar arası hukuk açısından değerlendirdi.

 

YDH- Uluslar arası hukuk araştırmacısı yazarımız Musab Yiğit, Akçakale olayı sonrasında Türkiye’nin Suriye’ye yaptığı misillemenin meşru savunma olup olmadığını uluslar arası hukuk açısından değerlendirdi.

Amerika’da yapılacak olan seçimlerin uluslararası düzlemde yarattığı siyasi belirsizlik, içerisinde NATO-ABD- Batı’nın muhaliflere vaat edilen desteği vermekteki isteksizliği ve bunlara bağlı muhaliflerin yaşadığı askeri yenilgiler, Suriye’yi kimsenin sonunu göremediği bir yola sokmuş gibi görünüyor. Bu bilinmezlik ise başta Türkiye olmak üzere Suriye’ye sınırı olan tüm ülkeler için büyük tehdit oluşturmaktadır.

Akçakale’de yaşanan son olay uluslararası toplumun el birliği ile yarattığı bu belirsizliğin özelde Türkiye’yi genelde ise bölgeyi nasıl bir ateşe attığını bizlere bir kez daha göstermiş oldu. Suriye’den atılan ve Akçakale’ye isabet eden top mermileri ve bunun sonucunda hayatını kaybeden insanların varlığı, Türkiye’yi ve bölgeyi çıkılması oldukça zor bir dönemece soktu.

Yaşanan olaydan sonra Türkiye’nin Suriye topraklarını bombalaması ve daha da önemlisi sınır ötesi bir operasyon için meclisten tezkere çıkarması, gerek içeride gerekse de uluslararası arenada oldukça geniş yankı buldu. Peki, söz konusu eylemleri uluslararası hukuk bağlamında nasıl değerlendirmeliyiz?

Hükümet kanadınca yapılan açıklamalarda özellikle vurgulandığı üzere, bu eylemleri uluslararası hukukta kuvvet kullanma yasağının bir istisnası olan meşru savunma hakkının kullanımı kapsamında değerlendirmek ne kadar doğru olacaktır?

A Meşru savunma hakkı

“51. Madde: Bu Antlaşma'nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi'ne bildirilir ve Konsey'in işbu antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.”

Aslında daha önce “Meşru savunma hakkı ve Suriye’ye askeri müdahale” başlıklı yazımızda uluslararası hukukta öngörülen kuvvet kullanma yasağına, bu yasağın bir istisnası olan meşru savunma hakkına ve bu hakkın kullanılması için zorunlu olan unsurlara değinmiştik.

Yine o yazıda açık bir şekilde işaret edildiği üzere o dönemde sınırda yaşanan olaylara karşı girişilecek herhangi bir silahlı müdahalenin neden meşru müdafaa kapsamında değerlendirilemeyeceğini bu unsurlarla birlikte açıklamıştık. Ancak Akçakale’ de yaşanan son olay, konuyu yine gündeme taşımış ve “Meşru Müdafaa Hakkı” kapsamında Suriye’ ye müdahale tekrar gündeme getirilmiştir.

Her iki olayda Türkiye’nin takındığı tavır ve devlet yetkililerince yapılan açıklamalar açık bir şekilde ortaya koymuştur ki meşru savunma hakkının kapsamı tam olarak anlaşılamamıştır. İşte bu noktada bu hakkın kullanımına ilişkin teknik açıklamalar yerine “meşru müdafaa” kavramının gerek yerel gerekse de uluslararası hukukta hangi temele dayandığını kısaca açıklamak ve bu hakkın neden bir işgal için zemin oluşturamayacağını vurgulamak daha faydalı olacaktır.

“Meşru Müdafaa” birleşik kelimesinin TDK’daki karşılığı “Uğranılan bir saldırı karşısında kişinin kendisini koruması”dır. Çok doğru olarak yapılan bu tanıma uygun olarak gerek iç hukuk düzenimizde gerekse de uluslararası hukuk düzeninde; bir devlet ya da kişinin kendisine karşı hukuka aykırı olarak gerçek ve ciddi bir saldırı ya da saldırı ihtimali bulunması halinde bu saldırıyı “bertaraf” etmek için gereken ölçüde kuvvet kullanması meşru müdafaa kapsamında değerlendirilmiştir.

Bu kapsamda bu hukuka aykırı saldırıyı uygulayan kişiye karşı girişilecek olan kuvvet kullanma, artık hukuka aykırı kabul edilmeyecek yani meşru müdafaanın varlığı kuvvet kullanmanın hukuka aykırılığını ortadan kaldıracaktır.

Gerek kelime anlamı, gerek iç, gerekse de uluslararası hukuktaki karşılığı incelendiğinde meşru savunma hakkına ilişkin en önemli detaylardan biri, belki de bizlerin en çok yanılgıya düştüğü hususlardan biri, kullanılacak olan kuvvetin maksadının var olan ya da olması kuvvetle muhtemel bir saldırının önlenmesi için kullanılması zorunluluğudur.

Yani ya devam eden bir saldırı olmalıdır ya da olması kuvvetle muhtemel bir saldırı tehdidi bulunmalıdır. Zaten gerçekleşen bir saldırıya verilen cevap meşru savunma kapsamında değerlendirilemez.

Nitekim Akçakale’ de yaşanan olayı bu açıklamalar ışığında değerlendirirsek;

Akçakale’ de Suriye tarafından topraklarımıza düşen ya da atılan top mermilerinin varlığı her şeyden önce devletimize yöneltilmiş olan hukuka aykırı bir saldırıdır.

Bu saldırının ülkemiz için gerçek bir tehdit oluşturduğu ve insanların hayatlarını kaybetmelerine neden olduğu asla inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Suriye uluslararası hukuk karşısında bu eyleminden dolayı Türkiye’ye ve uluslararası topluma karşı bir ihlal gerçekleştirmiştir. Ancak;

1- Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Türkiye Cumhuriyeti ve AKP iktidarı bu tarz saldırılara hiç de yabancı değildir. Nitekim 9 vatandaşının uluslararası sularda hayatını kaybettiği Mavi Marmara saldırısı bu saldırıya kıyasla çok daha ağır ve planlı bir saldırıdır.

Ancak İsrail’e karşı meşru savunma hakkı kapsamında hiçbir müdahale yapılmamış, yalnızca özür ve tazminat talebinde bulunulmuştur. Bu olay hükümetin meşru savunma hakkının kapsamını aslında gayet iyi bildiğine dair bir fikir vermektedir.

2- Yaşanan olaylar bir bütün olarak ele alınırsa, Akçakale’de meydana gelen hadiselerden önce Türkiye sınırından giriş yapan muhalifler ile rejim güçleri arasında büyük bir çatışma mevcuttur. Bu durum olayların hukuka aykırı olarak nitelendirilmesini engellememekle birlikte Suriye’ye karşı alınacak önlemlerin ne ölçüde olması gerektiği konusunda yol gösterici olacaktır. 

3- Gerek Başbakanlıktan yapılan açıklamadan, gerekse de medya aracılığı ile ulaştırılan haberlerden Türkiye tarafından yapılan bu top atışlarının gece boyu sürdüğü ve 30’dan fazla Suriyelinin öldürüldüğü anlaşılmaktadır[1] ki bu ise “orantılılık” ilkesini ihlal eder. Meşru Savunma hakkının varlığı tüm bu şartların bir arada bulunması ile mümkün olacağından bu şekilde uzun süreli ateş meşru savunma hakkı kapsamında değerlendirilemez.

4- Ortada sürekli olarak devam eden bir ihlal ya da saldırı söz konusu değildir. Türkiye’nin bu saldırıyı bahane ederek meşru savunma hakkı kapsamında Suriye tarafını top atışına tutması mümkün değildir; çünkü yukarıda da değindiğimiz gibi meşru savunma hakkının temelinde kendisine yönelen bir saldırıyı bertaraf etmek vardır.

Zaten gerçekleşmiş ve sona ermiş bir saldırıdan kaynaklanan tehlikenin bertaraf edilmesi söz konusu olamaz. Bundan ötürü Türkiye’nin Suriye tarafını topa tutması uluslararası hukuk bağlamında meşru savunma olarak değil “Silahlı Zararla Karşılık” olarak nitelendirilecektir. Bu ise kuvvet kullanma yasağı kapsamında değerlendirilir.

 

B- Silahlı zararla karşılık

 “Silahlı Zararla Karşılık” devletin kendisine karşı hukuka aykırı olarak yapılan bir saldırıya misliyle hatta fazlasıyla silah kullanarak karşılık vermesidir. İkinci dünya savaşı öncesinde var olan uluslararası düzende devletler için bir hak olarak kabul edilen bu husus, ikinci dünya savaşı sonrası kurulan Birleşmiş Milletler düzeninde kuvvet kullanma yasağı kapsamında anılmış ve devletler bundan men edilmiştir.

Türkiye’nin söz konusu saldırının ardından yaptığı her silahlı müdahale aslında bu kapsamda değerlendirilecektir. Her ne kadar şu anki siyasi konjonktürde Türkiye’ye bu konuya ilişkin bir uyarı yapılmamışsa da Türkiye’nin eylemleri ve çıkarılan tezkere aslında kuvvet kullanma ve kuvvet kullanma tehdidinde bulunma yasağına aykırılık teşkil etmektedir.

Bugün olmasa bile ilerleyen süreçte bu ihlaller Türkiye’nin uluslararası toplum nezdinde zor duruma düşmesine neden olabilir. Nitekim İngiltere Dışişleri Bakanı Hague tarafından yapılan “Türkiye’nin yapılan saldırıya verdiği karşılık anlaşılabilir; ancak Türkiye tansiyonu tırmandırmaktan imtina etmelidir” açıklaması bizlere konuya ilişkin ipuçları vermektedir.

 

[1]http://www.trthaber.com/haber/gundem/sinira-ucaksavar-sevkiyati-56731.html

http://www.turkiyegazetesi.com/haberdetay.aspx?newsID=24178#.UG2wfJgidy4

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/10/04/esadin-bombasina-aninda-cevap-verildi

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/10/04/tsknin-vurdugu-hedefler-yerle-bir-oldu