Arap Baharı

30 Ekim 2012

YDH- Lübnan’da yayımlanan es-Sefir gazetesi Başyazarı Talal Selman “Arap Baharı” denen sürece ilişkin son derece özet; ama bir o kadar da açıklayıcı bir analiz yapıyor.

 

YDH-Lübnan’da yayımlanan es-Sefir gazetesi Başyazarı Talal Selman “Arap Baharı” denen sürece ilişkin son derece özet; ama bir o kadar da açıklayıcı bir analiz yaptı.  

Tunuslu devrimci Muhammed Buazizi Tunus’un güneyindeki fakir köyünde kendini yakarak Arap halk isyanının fitilini ilk kez ateşlediğinde mevsim sonbahardı.

25 Ocak 2011’de Tahrir Meydanı’nda ayaklanma patlak verdiğinde ise mevsim kıştı.

Buna rağmen süreç, söz konusu iki devrimin ardından Libya, Fas ve Suriye’deki isyan ateşi yanınca tartışmasız bir şekilde hemen Arap Baharı olarak isimlendirildi.

İlk iki devrimin ardından yaşanan değişimlerde Araplık ya da Arap ifadesi yer almadı, bu devrimlere damgasını vuran sözcük İslam oldu, daha sonra meydana gelen diğer bütün devrimler için de aynı şey geçerliydi.

Diktatör rejimlerin devrilmesini müjdeleyen bu ayaklanmalara söz konusu isimleri veren Araplar değildi. Ancak adet olduğu üzere Araplar, Washington’un kendilerine ait bu olaylara taktığı ismi kabul ettiler, “kainatın başkenti”nin kendilerini, kendilerinden daha iyi tanıdığını, hal ve durumlarını daha iyi kavradığını, gelecekte de ne olmaları gerektiğine onun karar vermesinin uygun olduğunu teslim etmiş oldular. 

Değişime duydukları iştiyakla Araplar, yeryüzüne kazık çakmışçasına hiç yıkılmayacakmış gibi duran rejimlerin yapısında meydana gelen bu hızlı çöküşle şok oldular. Zira bu rejimlerin ne silaha sahip ne de arkasında bu işi organize etme yetisi olan bir devletin bulunmadığı halk ayaklanmasıyla yıkılmasını tasavvur etmek imkansız gibi bir şeydi.

Tunus

Zeynelabidin rejimi, halk güçlerinin ve ayaklanmaya öncülük eden iyimser ve özgüveni olan kesimlerin tahminlerinden de çok daha hızlı bir şekilde çöktü.

Meydanda iktidarı devralmaya hazır bir yapı yoktu, ordu isteksizce bu görevi yerine getirdi, ardından uluslar arası toplumun da onayıyla yönetimi geçici hükümete devretti, sonra da hızlı bir şekilde seçimlerin yapılmasını istedi.

Bu süreç, içlerinde hiç bir siyasi partinin ya da grubun iktidarı yürütmeye hazır olmadığı siyasi bir koalisyonu doğurdu.

Sürpriz bir şekilde devrimden sonra bu ülkeyi ilk ziyaret eden ülke Dışişleri Bakanı Hillary Clinton nezdinde Washington oldu.

Bu sayede ABD; Müslüman Kardeşler-Demokrat güçler-Selefiler arasındaki ittifakın mühendisliğini yapma şerefine de nail olmuş oldu. Bu durum, İhvan’ın daha imtiyazlı olması kaydıyla iktidarın bu üç grup arasında paylaşılmasını meşrulaştıran parlamento seçimlerinin gerçekleştirilmesini de mümkün kıldı.

Mısır

Mısır’da ise durum, üstü örtülemeyecek kadar açıktı: Tahrir intifadasından sonra ordu, Mısır’ın dört bir yanından akın eden ve Hüsnü Mübarek iktidarını bütün sembolleriyle birlikte devirmek için sokaklara dökülen insanların değişim taleplerini himaye etmek için otoriter yönetimin iradesine bir anlamda başkaldırdı.

Ve Hillary Clinton bir kez daha sahneye çıkarak ABD Başkanı Obama’nın  açık emriyle yeniden rol üslendi, ardından Mübarek, yerine başkanlık yetkileriyle donatılmış bir vekil atadı. Sonra vekili, Mübarek’in çekildiğini açıklayarak, bütün yetkileri Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi’ne aktardı. 

Yüksek Konsey, Tahrir’in taleplerini karşılamak yerine hukukçuları yeni anayasayı hazırlamak ve geçiş sürecini sonlandıracak şekilde parlamento ve başkanlık seçimlerine hazırlık yapmakla görevlendirdi.

Konsey, eski anayasada rejimin özünü ve dinamiklerini değiştirmeyecek tadilatlar gerçekleştirmeyi hedefledi. Ardından seri bir şekilde parlamento seçimleri yapıldı, başkanlık seçimlerine nezaret etmek amacıyla Şura Meclisi için erken seçimleri gerçekleştirdi.

Hızlandırılmış sürecin sonunda bilinen koşullar içerisinde Müslüman Kardeşler’in adayı seçimleri kazandı.

Süreç boyunca Amerika bütün bu gelişmeleri yakından takip etmesi için heyetler gönderdi, ardından Bayan Clinton Tahrir Meydan’ına hitaben her şeyin yolunda olduğunu ve önceden planlanmış bir şekilde yürüdüğünü belirterek kaygılanacak bir şey olmadığını söyledi.

Geriye sadece Muhammed Mursi’nin yeni büyükelçinin atanması münasebetiyle İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres’e sevgi ve şükran duygularıyla dolu ifadelerin yer aldığı mektubu yazması kalmıştı.

Kaleme aldığı mektup aslında sadece takdir dolu duygularını ifade etmiyor; aynı zamanda değişimin, aslında daha fazla insanın meydanları doldurmasını gerektiren uzun vadeli bir hedef olduğunu gösteriyordu.

Libya

Ayaklanmanın patlak verdiği Libya’da uzun süre unutulmuş bir gerçek vardı ki o da Libya’nın “ebedi şef”i Kaddafi, son günlerinde Washington’un başta petrol olmak üzere bütün taleplerini yerine getirmiş, “serserilik”ten ve devrimci güçlere verdiği destekten vazgeçerek Afrika Kralları’nın Kralı olarak taçlandırılmakla yetinmişti.

Kendisiyle uzun süredir bir alıp veremediği olan Bingazi, intifadanın başkenti seçildi. Bayan Clinton askeri liderlerle birlikte buraya geldikten sonra, zekice bir planla, karada Libyalılar birbirleriyle didişirken onlar havadan müdahale yolunu seçtiler.

Libyalı muhalifler görevlerini yerine getirince sürgünde bulunan bir takım insanlar dışarıdan ülkeye getirilerek Libyalıların büyük bir mutluluk içinde katıldıkları seçimlerle yeni demokratik süreci yönetmek için iktidara tayin edildiler.

Bununla birlikte, içi altın dolu çölle kaplı olan Libya’da kabilelerle silahlı milisler iç savaş yaşarken “bahar”dan bahsetmek oldukça romantik bir şeydi.

Cezayir

Washington’un Cezayir’le bir sorunu yoktu. Son sözün askerlere ait olduğu bu ülkede İslamcılar nefret edilen bir yapı olduğu için yönetimle pazarlık etmek mümkündü. Amaç gerçekleşecekti. Mevcut yönetimle olan “uzlaşma” Washington’la yapılan anlaşma gereği bir sonraki iktidara bırakılacaktı.

Fas

Fas’ta ise tarihi bin yıla yaklaşan saltanat ve yaklaşık üç yüz yıldır “Müminlerin Emiri” sıfatıyla ülkeyi yöneten krallık ailesi vardı.

Bu ülkede değişim, rejimin devrilmesi talebiyle dile getiriliyordu. Ancak anasal monarşiyle bu taleplerin etkisizleştirilmesi mümkündü. Nitekim, krallığa veto hakkı verilmesi kaydıyla yürütme işi hükümete bırakıldı, parlamento seçimleri için tarih belirlendi. 

Mezheplerin, etnik unsurların, ve ırkların siyasi sahnede belirleyici olduğu Arap vatanının doğusunda ise işler daha karmaşıktı, bu nedenle farklı çözümler bulunmalıydı. Yönetimler burada mezhebi ve feodal köklere sahipti.

Değişim bu bölgede ABD’nin tasfiye etmek istediği yönetimler üzerinde artçı sarsıntılar meydana getirdi.

Yemen

Yemen’de Ali Abdullah Salih’le böylece uzlaşmaya varıldı. Teklif, Salih’in tamamen iktidar alanının dışına çıkarılmaksızın belirli bir bedel karşılığında iktidardan vazgeçmesiydi.

ABD, Suudi Arabistan’ı ve Körfez İşbirliği Konseyi’ni bu bedeli ödemekle görevlendirdi. Ancak bu ülkede iktidar değişiminin cehennemin kapılarını sonuna kadar açacağı biliniyordu.

Zira yönetimin miras yoluyla aktarılması düşüncesi bazen başkanın kendisini de aşan yönlere sahi olabiliyordu. Güney’de kayıp Adn Cenneti’ni geri isteyenler vardı, Kuzey’de ise yeni yönetimden pay  isteyenler var.

Hangi Arap Baharı?

Son dönemde ortaya çıkan yönetimler, Araplığı dile getirmekten imtina ediyor, kendisi için daha çok Araplık yerine İslami nitelendirmesini uygun görüyor.

Ayrıca kendisini ülkesinin siyasi geçmişinden özgürleştirmeye çalışıyor, bu anlamda İsrail’le olan hasımlaşma meselesini hiç gündeme getirmiyorlar. Örneğin Filistin konusu bütün değişim çağrılarından kasıtlı olarak uzaklaştırılmıştır.

İsrail, artık eskisi gibi, İslami örgütlerin literatüründe “düşman” olarak nitelenen bir konumda değil, tersine Müslüman Kardeşler, bütün insanlar arasında barışın olması gerektiğini söyleyen dini gelenekten etkilenircesine İsrail’le işbirliğini geliştirmek istiyor.

Aynı şekilde ayaklanmalarla iktidara gelen yönetimler, dünya ekonomisine hakim olmayı amaçlayan Washington ve uluslar arası mali kuruluşların yörüngesine girdiler:  IMF, Dünya Bankası gibi siyasi bağımlılık yaratan kuruluşlar..

Kimsenin nasıl sonuçlanacağını bilmediği Suriye’de kan gövdeyi götürüyor..İşte Arap Baharı denen şey bu..

Arap dünyasında gerçekleşen şey, iktidarın sadece bir bölümünün devredilmesi..

Siyasi olarak Mısır’ın, öncelikli olarak İsrail’le yapmış olduğu anlaşmaya sadık kalınmasını isteyen Amerikan nüfuzundan kurtulduğunu teyit edecek herhangi bir gelişme henüz yaşanmış değil. Bu ise Mısır halkını ve Arap kimliğini yaralayan bir şey.

Tunus’ta yönetici sınıfın bir kısmı halen Filistin sorununu hatırlasa da İsrail’e karşı tutum, öncelikleri arasında yer almıyor. Fas’ta ise doğrudan krallık yönetimi tarafından himaye edilen İsrail’le ilişkiler, İslamcılar iktidara gelsin ya da gelmesin,  sabit ve daimi bir hal almış vaziyette.

Yaşadığı kanlı fırtınalarla halen ciddi bir endişe kaynağı olmayı sürdüren Suriye’nin yer aldığı Arap vatanının doğusu, iktidarın el değiştirmesinin devlet aygının tahribi, bitmek bilmeyen mezhep ve din savaşları ve iç savaş şeklinde özetlenebilecek bir denklemden oldukça muzdarip.

Öyleyse Arap Baharı nerede? Bu toprakların kimliği ve sahipleri nerede? Bugünleri ve yarınları nerede? Bahar geliyor…Ancak içinden geçmesi belki de yıllar sürecek kanlı ve uzun bir tünel sayesinde.

Çeviren: Hüseyin Şahin