Şeyh Bedreddin Film Kolektifi’nin açıklaması

01 Ocak 1970

SAAF- Şeyh Bedreddin Film Kolektifi, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah’la yaptığı ve

SAAF- Şeyh Bedreddin Film Kolektifi, Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah’la yaptığı ve Evrensel gazetesinde yayımlanan röportaj çerçevesinde oluşan tepkileri değerlendiren bir açıklama yaptı, söz konusu kuruluş adına Roza Çiğdem Erdoğan tarafından sitemize gönderilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:  

 

İnternet Devrimcileri ve Aydınlarına İthaf Edilir!

33 günlük Lübnan işgal girişimi ve direnişi yerinden gözlemleyen bizler Batı’nın ve emperyalist tekel enformasyon araçlarına inat işgal karşıtı bir halkın direngen ve onurlu ''söz bitti eylem zamanı'' dercesine cephedeki tanıklığını yakından görme onurunu yaşadık...

 

Bir halkın üzerine yağmur gibi bombalar ve nükleer ölüm yağarken emperyalist güçlerin bölgedeki Siyonist çetesinin silahlarından, Batı’da da sözde insan hakları ve savaş karşıtlığı maskesi altında sanal internet muharebe meydanında Hizbullah ve önderi Nasrallah şahsında özde İslam'a ve işgale karşı direnişini mahkum etme savaşı veriliyordu. Tüm bunlar Marksistlik ya da solculuk adına yapılıyordu. İsrail suçlu ama [ama...ama...ama...] Hizbullah da dinci, gerici, vb safsatalarla bir coğrafyanın yangınını seyretmekten ve karalamaktan çekinmeyen bir BATI AYDINI profili...

 

Bölgede olduğumuzdan bu yana BATI ile DOĞU'nun müthiş farkını ve aradaki anlayış duvarını yakından tanık olduk...Doğuda koca bir coğrafya yanarken BATI da Sanal İnternet muharebe meydanında antiemperyalistlik adı altında, ama...ama...ama...lı yorumlar ve yer yer ırkçı karşıtlıklar çıktığına tanık oluyoruz...

 

Oysa ki DOĞU halkları her şeye rağmen dünyanın onuru için savaşıyordu emperyal çetelere karşı...Tahran'da İslami Üniversite Encümenleri üyelerini kabulünde bu açıklamayı yapan Ahmedinejad, İran'da İslam İnkılabının zafere ulaşmasının, başta Müslümanlar olmak üzere dünya genelinde yeni bir hareketin başlamasına vesile olduğunu söyleyerek dünyanın ezilenlerini selamlıyordu...

 

İsrail, baştan bu yana basına sansür uygular ve sadece kayıplarını ve yıkımlarını değil, halkında oluşan patolojik ve demografik değişimleri gizlerken, Hizbullah, kayıplarının gerçek sayılarını duyurmakta bir beis görmedi, aksine bunu bir övünç vesilesi kıldı. Suriye haber ajansı SANA'nın hem kendi verilerine hem de ABD'de gündeme gelen bir rapora dayandırdığı bilgilere göre, ölen İsrailli asker sayısı 117 değil 300, yaralı asker sayısı da yaklaşık 450. 40 bin askerin katıldığı Kara harekatında her 10 askerden birinin yaralandığını ifade eden resmi kaynaklar, bunun moral yıpranmalara sebebiyet verdiğinden de söz etmekte...

 

Buna karşın Lübnan'da 1000'den fazla ölü; 15 bin kadar ev ve 60 kadar fabrika yıkıldı. 600'e yakın işyeri tahrip edilirken, araçlar, tarlalar ve çevre tahribatı söz konusu... Silahlar susar susmaz Hizbullah verdiği sözleri yerine getirmek üzere işe koyuldu. Bölgenin her tarafında ekipler tespitler yapmakta. Washington Post gazetesinden Anthony Şedid bu konuda bakın neler diyor: *"Ateşkesin ilan edilmesinden sonraki 24 saatte burada yaşanılan değişim inanılmaz. Bulunduğum Kiyam'da silahlar susar susmaz Hizbullah savaşçıları sokakları doldurdu. Derhal tek tek her evde zarar tespit çalışmaları yapmak üzere örgütlenip işe koyuldular… Kamyonlarla içme suyu ve yiyecek sevkıyatı başladı..."

 

Bölgeden gelen haberlere göre, insanlar gelecekten ümitvar, zihinlerde hiçbir yıkımın izine rastlamak mümkün değil. Burada herkes Nasrallah'ın "Evler onarılana kadar 1 yıllık kira masraflarını üstleneceğiz." vaadini yerine getireceğinden adı gibi emin. Kimin hep kazanmaya aday, kimin de hep kaybetmeye mahkum olduğunun somut göstergelerini yine Washington Post muhabirinden dinleyelim: "İnsanlarda, her şey yoluna girecek, bütün yaralar sarılacak havası var… Bir aydır savaşan insanlardan bazılarıyla konuştum, bunlar şimdi yardım çalışmaları yapıyorlar. Halkla selamlaşıp sohbet ediyor, buldozerlerle yolları açıyor, zarar tespiti yapıyorlar. Hizbullah süratle örgütlenip duruma göre şekillenebilen bir örgüt..."

 

Bir halk düşünün ki liderlerinden iyiden iyiye şikayet etmeye başlamış, moral yıkıma uğramış, yıllardır tatmadığı korkuları tatmış, bir daha dönmemek üzere ülkesini terk etmiş ve anketlere "kendilerinin yenildiği, Hizbullah'ın kazandığı" rakamları yansımış. Ve bir halk düşünün ki, her gün kendi liderlerinin başarısı için dua ediyor, onlara övgüler yağdırıyor, kendinden fazla onlara güveniyor, çalışıyor, savaşıyor, mücadele veriyor, ülkesini terk etmiyor. Ve halkıyla bütünleşmiş bir örgüt düşünün ki sadece bölgesi için, sadece ülkesi için, Lübnan için savaşmıyor; bölge ve insanlık adına aslında aynı zamanda ortak olan değerlerimiz adına savaşıyor ve bunun böyle olduğunu

açıkça ifade ediyor!

 

Şu mesajı veriyor: Biz kaybedersek Venezüella’da kaybeder. Bu direniş, Siyonizm’in 11 Eylül'de bütün dünyaya ve insanlığa karşı başlattığı teröre verilen en anlamlı cevap oldu. Belki de Emperyalizme ve Siyonizm’e karşı küresel direnişin ilk adımı! Siyonizm, gerek yarattığı mitler, gerek oluşturduğu ideolojik çatı, gerekse de, pratiği bakımından;  Asya'yı, Afrika'yı ve Amerika'yı sömürgeleştiren Batılıların ayak izlerini takip etmiştir, takip etmektedir.

 

Siyonist efsaneye göre Siyonistler, "Topraksız Halk" olarak adlandırdıkları Yahudi Halkı'nın kurtarıcısıydılar ve bu Halk "adına", bu Halk'a "Vaat edilmiş Kutsal Toprakları" yani Filistin'i Fetih'e girişeceklerdi. Efsane üretildi, senaryo yazıldı, oyuncular bulundu, hazırlıklar tamamlandı ve Filistin'in işgaline başlandı... İşgal halen devam ediyor. Ve tabii ki, Siyonist işgale karşı direnen Filistin Halkı'nın özgürlük yürüyüşü de.

 

1840'da, o tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu işgalinde olan Kudüs'te İngiltere bir elçilik kurduğu zaman Lord Palmerston tarafından "Britanya İmparatorluğu'nun yüksek çıkarlarını korumak üzere" bir Avrupalı Yahudi Yerleşim Kolonisi kurma fikri ortaya atıldı. Siyonist hareket, bir taraftan Batılı egemen devletlerin desteği ile Filistin'de Siyonist bir koloninin oluşturulması için planlar yaparken, bir taraftan da Filistin topraklarının Siyonist harekete bağışlanması için Osmanlı Hanedanı'nı ikna etmek maksadı ile Thedor Herzl (siyonizmin ideologlarından)1896 yılında bir plan sunuyordu: "Yüce Sultan bize Filistin'i verdiği taktirde biz de buna karşılık Türkiye'nin mali işlerini yoluna koyma görevini üstlenebiliriz. Orada barbarlara karşı ileri karakol rolü oynayacak bir uygarlık kurmalıyız."

 

Öte yandan, aynı yıllarda İmparatorluk Almanya’sı adına bizzat Kayzer, on yıl boyunca Siyonist liderlerle pazarlıklar yapıyor, yapılan bu pazarlıklarda Kayzer, Osmanlı İmparatorluğu himayesinde kurulacak bir İsrail devletinin temel işlevinin Filistin'deki anti-sömürgeci direnişi yok etmek ve bölgede İmparatorluk Almanyası'nın çıkarlarını korumak olduğu düşüncesini Siyonist liderlere işliyordu.

 

Siyonist Dünya Örgütü, bir yandan İmparatorluk Almanya’sı ve Osmanlı İmparatorluğu ile pazarlıklar yaparken, diğer yandan İngiltere ile pazarlıklar yapmaktaydı. Daha sonraki yıllarda Dünya Siyonist Örgütü'nün başkanı olacak olan Haim Weizmann 1914 yılında kamuoyuna  yaptığı açıklamada: "eğer Filistin İngiltere'nin nüfuz alanına girer de, İngiltere bu toprakları kendilerine açarsa, İngiltere'nin bölgedeki çıkarlarını ve bu çıkarlarının bir parçası olan Süveyş'in denetlenmesi görevini üstlenmeye hazır olduklarını" ilan ediyordu. Sonunda Siyonist liderlik, Osmanlı ve Alman İmparatorluklarından elde etmeye çalıştığını İngilizlerden elde etti ve 2 Kasım 1917'de Balfour Deklarasyonu ilan edildi. Balfour Deklarasyonu'nun bir bölümünde şöyle deniliyordu:

 

"Majestelerinin Hükümeti, Filistin'de Yahudi halkı için bir vatan kurulmasına sıcak bakmakta ve bu amaca ulaşmak için her türlü çabayı gösterebileceklerini belirtmektedir..." Balfour Deklarasyonu'nun ilanında her ne kadarda İngiltere'de ki ve Birleşik Devletler'deki Siyonist kapitalistlerin baskısı, bölgedeki İngiliz çıkarları ve kurulacak bir Siyonist sömürge aracılığı ile Filistin halkının siyasi denetimi gibi faktörler rol oynadıysa da; bu sürecin bir önemli unsuru da İngiliz yönetimini Siyonist bir sömürge kurulması konusunda ikna eden İngiliz Savaş Kabinesi'nde Güney Afrika Delegesi olan Siyonist lider Weizmann'ın yakın dostu, geleceğin G. Afrika Başbakanı General Jan Smuts olmuştur.

 

Siyonizm'in kurucusu Thedor Herzl'in Sömürge ideologu Sir Cecil Rhodes'e duymuş olduğu hayranlık, daha sonraki yıllarda G. Afrika Başbakanı olan General Jan Smuts ile Sonraki yıllarda Dünya Siyonist Örgütü'nün başkanı olan  Weizmann arasındaki dostluk ve işbirliğinde vücut bulmuştur.

 

Ve bu dostluğun G. Afrikalı siyahların ve Filistinlilerin günlük yaşamlarına tercümesi ise, bir Apartheid sisteminin G. Afrika'da bir diğerinin ise Filistin topraklarında kurulması olmuştur. Balfour Deklarasyonu ile birlikte açık start verilmişti ve plan hazırdı; kullanılacak yöntemde. Siyonistler, Filistinlileri dağıtabilmek için Sömürge ideologu Rhodes'in G. Afrika'da ve bir çok sömürgede kullandığı yöntemini kullanacaklardı. Öncelikli olarak ayrıcalıklı bir sömürge şirketinin kurulmasını uzun vadeli planlarının ilk adımı olarak açıklayan Thedor Herzl, şöyle devam ediyordu:

 

"...toprağın işlenmesi için ilk önce en yoksul Yahudiler Filistin’e göç ettirilmelidir. Planlamaya uygun olarak yolları, köprüleri, demiryollarını, telgraf şebekelerini inşa edecekler, akarsuları denetim altına alıp kendi meskenlerini kuracaklar. Onların emekleri ticareti, ticaret pazarları yaratacak, pazarlar da yeni göçmenleri çekecek."

 

Bu planın yalnızca bir ayağıydı. Buna paralel olarak militarist birlikler oluşturuldu ve Filistinlilere yönelik terör ve katliam örgütlendi; amaç, o topraklarda Filistinlileri ve Filistinlilere ait ne varsa söküp atmaktı. Çünkü, Siyonist uydurmaya göre: "Filistin halksız bir topraktı." Ve sonunda yüz binlerce Filistinlinin topraklarından sürülmesi yüzlerce Filistin köyünün haritadan silinmesi ve on binlerce Filistinlinin katledilmesinden sonra, 1948'de Batılı emperyalistlerin ve Stalin'in hükümranı olduğu Sovyet Rusya'nın onayı ile Siyonist İsrail Devleti kuruldu.

 

Şurası kesin bir gerçektir ki, Siyonizm'in, Yahudi ezilenleri ile hiçbir tarihsel, maddi ve manevi ortaklığı yoktur. Siyonizm, Yahudi Halkı'nı ve onun trajedisini, Siyonizm'in işgalci azınlık amaçları için kullanmıştır hepsi o kadar.

 

21 Haziran 1933'de yani Naziler iktidar olduktan hemen sonra Almanya Siyonist Federasyonu Nazi Partisi'ne yolladığı destek mesajında şöyle diyordu: "Irk ilkesini hayata geçiren yeni (Nazi) devletinin temelleri üzerinde kurulacak yapı içerisinde bizler de kendi topluluğumuza ayrılacak alanda Babayurdu (Fatherland) için elimizden gelen her türlü verimli faaliyeti sürdürmeyi umuyoruz."

 

Ve Dünya Siyonist Örgütü Kongresi 1933'de Hitler´e karşı eylem çağrısını 43'e karşı 240 oyla geri çevirdi. Ve yine bu örgüt Alman ekonomisinin dar boğazda olduğu bir dönemde Nazi Almanyası'na yönelik Yahudi boykotunu kırdı. Dünya Siyonist Örgütü, Yahudi boykotunu kırarak Alman mallarının Ortadoğu ve Kuzey Avrupa'da dağıtımını üstlendi. Siyonistlerin bu Nazi dostluğunun karşılığı olarak SS Güvenlik Servisi'nden Mildenstein, Siyonizm'e destek olmak için altı aylığına Filistin'e gitti; Hitler'in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels 1934'de Der Angriff'e (Hücum) Siyonizmi öven on iki bölümlük bir rapor yazdı ve bununlada yetinmeyip bir yüzünde gamalı haç, öteki yüzünde de Siyonist David yıldızı bulunan bir madalyon sipariş etti. 1935 Mayıs'ında SS Güvenlik Servisi Başkanı Heydrich tarafından Yahudiler iki kategoriye ayrıldı; iyi Yahudiler, kötü Yahudiler. Siyonistler iyi Yahudiler kategorisinde bulunuyordu ve Heydrich Siyonistlere ilişkin şöyle diyordu: "Kendilerine iyi dileklerimizle birlikte resmi desteğimizi de sunuyoruz."

 

Siyonistler, kurmak istedikleri devletin zulme uğrayan Yahudiler için bir sığınak olacağı yalanının arkasına saklanarak amaçlarına ulaşmaya çalıştıkları o yıllarda, bırakalım zulme uğrayan Yahudileri kurtarmayı bir yana, bizzat Yahudilerin katledilmesinin hangi çerçevede olacağını ve kimleri kapsayacağını Naziler ile birlikte planlamışlardır. Naziler ile koordineli çalışan ve Dünya Siyonist Örgütü tarafından kurulan sözde "Yahudileri Kurtarma Komitesi" bir taraftan çeşitli ülkelerde Yahudilere sığınma hakkı verilmesine yönelik çağrılara karşı çıkarken, bir taraftan da Nazilerle birlikte kendi Siyonist planlarına uygun olmayan Yahudilerin listesini hazırlayarak onların ölüm kamplarına götürülmesine yardımcı olmuştur.

 

Örneğin Budapeşte'deki "Yahudileri Kurtarma Komitesi'nden Dr. Rudolph Kastner, Adolf Eichmann ile Macaristan'daki "Yahudi sorununu çözümlemek" üzere gizli bir anlaşma imzalamıştır. Anlaşmaya göre kendilerinin ihtiyacı olan altı yüz Yahudi'ye yaşama hakkı verilmesi karşılığında geri kalan Yahudilerin yazgısı konusunda sessizlik sağlanacaktı.

 

Dünya Siyonist Örgütü, Nazi zulmü altındaki Avrupa Yahudilerinden yalnızca küçük bir azınlığı kurtarmışlardır; bunlar, mesleki bilgisi olan yetişkin elamanlar ve kapital sahipleriydi. Siyonist İşçi Davar gazetesi editörü Berel Katznelson Siyonizm'in ölçütlerini şöyle açıklıyordu: "Alman Yahudileri Filistin'de çocuk doğuramayacak kadar yaşlıydılar, Siyonist bir sömürge oluşturmaya yetecek kadar mesleki bilgileri yoktu, İbranice bilmiyorlardı ve Siyonist değillerdi."

 

İşte tamda Siyonistlerin bu ölçütlerinden dolayıdır ki, 1933'den 1935'e kadar göçmen kağıdı almak için Dünya Siyonist Örgütü'ne başvuran Alman Yahudilerinin üçte ikisi reddedildi. Ve Yahudiler, diye yazıyordu Siyonist ideologlar; onlar disiplinsizdirler, yıkıcıdırlar, muhalif ruhludurlar, dolayısıyla da karşı karşıya kaldıkları duruma layıktırlar. Yani Siyonistler bizzat Yahudilerin infazının savcılığını üstlendiler. Siyonistler önce Yahudilere ihanet ederek, bu ihanetin bedeli olan bedenleri Filistin'e getirdiler ve bu bedenleri Filistin halkının katilleri olarak örgütleyerek işgal planlarını hayata

geçirdiler.

 

"BARIŞ" ADI ALTINDA YAPILMAK İSTENEN: SİYONİST SÖMÜRGECİLİĞİN

MEŞRULAŞTIRILMASINDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR!!!

 

Sömürgecilik ve Barış; bu iki kavramı yan yana düşünmek bile mümkün değildir. Ama gelin görün ki egemenler ve Filistinli işbirlikçi liderlikler, sömürgeciler ile sömürgeleştirilen yaşamların barış içinde bir arada yaşayabileceklerine dair bir efsane yaratarak büyük bir çoğunluğu bu efsanenin peşine takmayı başardılar. Büyük bir çoğunluk "barış" düşü görüyordu  ki, Siyonist işgalciler; işgal eden ile işgal edilenin bir arada, barış içinde olamayacağı gerçeğini bir kez daha göstererek bu büyüyü bozdular. Sanki Siyonizm’in ideologlarından Vladimir Jabotinsky'in 1923'de kaleme aldığı ve Siyonizm'in kilometre taşı olarak kabul edilen "Demir Duvar" adlı makalesinde dediklerinin daha iyi anlaşılmasını istercesine:

 

"ne şimdi ne de görünür gelecekte Araplar ile uzlaşmaya varmamız söz konusu bile olamaz. ...Her biriniz sömürgecilik tarihi üzerine az çok bir şeyler biliyorsunuz. Bir ülkenin, o ülkenin yerlisi olan insanların rızası ile sömürgeleştirilebileceğini kanıtlayan tek bir örnek gösterebilir misiniz? Böyle bir şey hiçbir zaman olmamıştır. ...Kızılderililer sömürgecilerin iyisine de kötüsüne de aynı uzlaşmaz şiddetle direndiler. ...çünkü nerede, ne zaman, hangi biçimde olursa olsun, sömürge olmak yerli bir halk için kabul edilemez bir şeydir. ...Biz Filistin'e karşılık ne Filistinlilere, ne de öteki Araplara hiçbir şey veremeyiz. Öyleyse gönül rızası ile anlaşamayız."

 

Siyonizm'in Filistinlilere karşı yürütmüş olduğu katliama son vermesi ve "Barış" masasına oturması ancak ve ancak Filistinlilerin Filistin'de köle olarak yaşamayı kabul etmeleri ile mümkündür. Yani, Siyonizm'in ideologlarından Heilburn'un yıllar önce söylemiş olduğu bugün de geçerlidir: "Filistinliler bu topraklarda köle olarak yaşamayı kabul edinceye kadar katliamı sürdürmeliyiz."

 

Siyonizm kendisini ve yaptıklarını bu kadar açık ifade ediyor olmasına rağmen, "Barış" adı altında, ABD'nin hamiliğinde Filistin'in sömürgeleştirilmesi süreci meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Ve bu sürece Filistin cephesinde hiçte küçümsenmeyecek bir kitle destek veriyor. "Barış" sürecine alkış tutanlar cephesinde uluslararası devrimci çevrelerin oluşu ise, trajik olan bu durumu daha da dayanılmaz kılıyor.

 

Siyonist sömürgeleştirmenin varlığını tanımak, tarihe "Barış" olarak kayıt düşülmek isteniyor. Bu "Kutsal Barış" çığırtkanları hep bir ağızdan şu teraneyi dillendiriyorlar: "İsrail Devleti'nin varlığının tanınmasına karşılık, İsrail'de Filistin'in varlığını tanısın".

 

Yani bir Filistin Bantustanına karşılık Siyonist sömürgeciliği meşru kabul edilmesini öneriyor bu barış çığırtkanları. Bunun Filistin halkı için anlamı şudur: Filistin halkının Bantustanlara hapsedilmesi meşrudur. Bu işgalin tamamlanmasından, taçlanlandırılmasından başka bir şey değildir. Bu kabul edilemez bir durumdur. Eğer, Siyonist İsrail Devleti'nin işgal etmiş olduğu toprak, Filistin'deki yaşama sıktığı mermilerin yalnızca birisi kadar bir büyüklükte bile olsa; bu devletin varlığını kabul etmek yinede mümkün olamaz. Çünkü bu, işgali meşru kabul etmektir. Siyonizm'in amaçlarını meşrulaştırmaktır. Yani,  Siyonist lider Ben Gurion'un 1938'de ifade ettiği rüyasının gerçeğe dönüşmesidir:

 

"Devlet, Siyonizm'in gerçekleşmesi için bir aşama olacak sadece; görevi de yayılmamızı sağlamak olacak ve tabii lafla değil, makineli silahla."

 

Emperyalizmin ve onun bir parçası olan Siyonizm'in,  bölgedeki varlıkları sürdüğü müddetçe barış mümkün değildir. Barışın olabilmesinin tek koşulu; varlıkları savaş anlamına gelen Emperyalist ve Siyonist sömürgecilerin imhasıdır. Barışı sağlayacak olan güç ise, ne emperyalizm, ne Siyonizm, ne petrol şeyhleri ne de işgalci Batılıların kapalı kapılarının ardında "Barış" dilenen ulusal liderliklerdir. Barış, Filistinli yoksulların ve kaderini onların kaderine bağlayanların zafere kadar savaşmaları ile mümkündür.

 

Zafer, kapitalist hükümranlığı dünya çapında imha etmek ile mümkündür; zafer ezilenleri kendi yaşamlarının efendisi oldukları an mümkündür...

 

"Bu Bir Savaş İlanıdır!!! Hamas ve Hizbullah'ın İsrail askerlerini kaçırmasından sonra emperyalizmin ve Siyonizm’in sözcüleri, Batı'nın merkezlerinden bu şekilde sesleniyorlardı. Ve bu açıklamaların ardından, Batı Dünyası derhal esir askerlerin serbest bırakılmasını istedi. Batı'nın olayı değerlendirişi de, adlandırması da, talebi de; kendi yüzüne benzemektedir...

 

Ey siz! Ey özü de, sözü de, yüzü de aynı olanlar! Siz hangi savaş ilanından bahsediyorsunuz?    Amerika Kıtası'nı, Afrika'yı, Asya'yı işgal eden, bu coğrafyaların zenginliklerini gasp eden, insanlarını köleleştiren ve bütün bunlardan kendine bir uygarlık yaratan siz değil misiniz?

 

Yol açmış olduğunuz iki emperyalist savaşta yaklaşık yüz milyon insanın ölümüne sebep olan siz değil miydiniz? Yine aynı şekilde, 1945 yılının Ağustos ayında, hem de "savaşın bittiğini" ilan ettiğiniz bir tarihte; sırf elinizdeki atom bombasını denemek maksadıyla Hiroşima ve Nagasaki kentlerini bombalayarak iki yüz bin insanı katleden, on binlercesini sakat bırakan, yine on binlerce insanın çeşitli hastalıklara yakalanmasına yol açan ve binlerce çocuğun sakat doğmasına sebep olan siz değil miydiniz?

 

Bu yaptıklarınız geçmişte mi kaldı? Öylemi düşünüyorsunuz? Peki ya Irak, Sırbistan, Sudan... Sahi, sizin ne işiniz olabilir ki oralarda. İran'a karşı başlatmış olduğunuz savaşta Saddam sizin en has adamınız değil miydi? Ne değişti de Saddam bir anda kötü oldu? Petrolümü paylaşamadınız? Peki ya Irak'a karşı başlatmış olduğunuz ve halen devam etmekte olan haçlı seferi sonucu ölen bir milyon insanla paylaşamadığınız neydi, nedir?

 

Keza, Sırbistan'ı, Kosova'yı bombaladınız, yerle bir ettiniz. Sonrada yakıp yıktığınız ülkenin inşaası için, Milosoviç'in size teslim edilmesi karşılığında borç para teklif ettiniz. Meseleniz gerçekten Kosovalı Arnavutları kurtarmak mıydı? Yoksa sizin düzeniz ile uzlaşmayanları, ya da çıkarları sizinle aynı olmayanları teslim almak mıdır meseleniz? Madem ezilen milletlerin kurtarıcısı misyonunu üstlendiniz, Çeçenleri ezen Rusya'yı da bombalasanıza! Hem, bugün olayın faili olarak ilan ettiğiniz Bin Laden, önceki yıllarda sizin özgürlük kahramanınız değil miydi? Ne oldu da dün özgürlük kahramanı ilan ettiğiniz Bin Laden, bugün aniden özgürlük düşmanı oluverdi? Bin Laden dün ne için savaşıyorsa bugün de aynı şey için savaşıyor, değişen bir şey yoktur. Değişen tek şey sizin çıkarlarınızdır.

 

Sizin, Amerika'nın yerlilerini, Afrika'nın, Asya'nın insanlarını nasıl kurtardığınızı biliyoruz. Onların kanları, emekleri ve zenginlikleri üzerine kurmuş olduğunuz, yüzünüze benzeyen "uygarlığınızı" da.

 

Sizin uygarlığınız sayesindedir ki, bugün her yıl on beş milyon çocuk açlık ve açlığın yol açtığı hastalıklardan dolayı ölüyor. Sizin uygarlığınız sayesindedir ki, bugün bir buçuk milyar insan açlıktan dolayı ölümle pençeleşiyor.

 

Sizin uygarlığınız sayesindedir ki, bugün iki buçuk milyar insan temiz içme suyundan yosundur. Sizin uygarlığınız sayesindedir ki, bugün üretilen değerlerin %80 'ini dünya nüfusunun yalnızca %20'si tüketmektedir. Sizin uygarlığınız sayesindedir ki, bugün silahlanma için dakikada yaklaşık

olarak 1.7 milyon dolar harcanmaktadır. Ve Sizin uygarlığınız sayesindedir ki, elinizdeki silahlarla yerküre onlarca defa yok edilebilir. Bütün bunlar ortada dururken, bir de kalkmış savaş ilanından bahsediyorsunuz.

 

Yoksul ve ezilen insanlığa karşı sürdürmüş olduğunuz ilan edilmemiş savaşın yok eden ateşi sizin paçanızı tutuşturunca mı, savaş ilan edilmiş olunuyor? "Barış" o zaman mı tehdit ediliyor?

 

Geçin bunları, geçin. Savaş hep vardı. Eğer emperyalist saldırı planlarınıza zemin hazırlamak maksadıyla kendi kendinizi vurmadıysanız; savaş bu sefer sizi de vurdu hepsi o kadar. Yani, savaş bu sefer sahibini vurdu!

 

Bölgede olduğumuzdan beri sürekli karanlığın perdesini yırtmak ve ezilen yoksul dünya halklarına gerçekleri ulaştırmak için çabalayıp durduk ve sessiz, suskun dünya ya savaşın kalbinden seslendik. Ne mutlu bize ki karanlığın perdesini yırttık ve taraf olduk emperyalizme karşı verilen bu savaşta yoksul ezilen Lübnan ve Filistin halkının saflarında. Fakat ne var ki safımız birilerini rahatsız etmiş ki nasıl mahkum ederiz bunları, nasıl saf dışı ederiz bunları vb karanlık düşünceleri ile Hizbullah, Nasrallah ve bizim şahsımızda karalama, yalan, ve yere yer hakaret içeren yazı ya da yorumları ile psikolojik savaşta Batı ve dolayısı ile siyonizmin çıkarlarına uygun hareket eden sözde savaş karşıtları yada sözde aydınlar sanal internet meydan muharebesinde yaygara koparmaya çalışmaktadırlar...

 

Gerek Beyrut izlenimlerimiz ve gerekse söz konusu Röportaj la ilgili şuana dek Nasrallah’ın ya da Hizbullah’ın resmi yalanlama ya da açıklaması olmamasına rağmen kendilerince psikolojik enformasyon sanal internet meydan muharebesinde karşıt cepheyi sevindirecek ve ezilenlerin dil-din-etnik vb birliğinin olanaklarını dinamitleyecek bir cephe açmaktan da geri durmayan bu sözde batı aydını ya da sözde insan hakları ve savaş karşıtlığı maskesi altına gizlenmiş sanal internet aydınları her ne kadar şimdilik kendilerince bu İslam ve doğu düşmanlıklarında başarıya ulaştıklarını düşünüyorlarsa da unutmasınlar ki; Cephede emperyalizmi ve Siyonizm’i yok eden uzun soluklu ezilen doğunun onurlu bir halkı var...ve unutmasınlar ki bir Afrika halk atasözü der ki: "Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir."

 

İnternet meydan muharebelerinde atmak ve ahkam kesmek ve karalamak kolaydır. İnternet sanal ortamlarında savaşı kazanmakta devrim yapmakta kolaydır...İnternet sanal ortamlarda önyargılarla siyasi analizler yapmak da kolaydır...Bizim sanal internet devrimcilerine ya da sözde internet aydınlarına zaman ayıracak zamanımız yok ama ne var ki artık bu kısa açıklamayı yapma zorunluluğumuz doğmuştur ve bu hakkımızı da bazı özel haklarımızın saklı olması koşulu ile internet devrimcileri ve aydınlarına ithaf ediyoruz...

 

Şeyh Bedreddin Film Kolektifi adına: Roza Çiğdem Erdoğan