Haftanın raporu: Suriye’de derinleşen çıkmaz ve Gazze savaşı

19 Kasım 2012

Erdoğan, Arap Birliği’yle alay ederek Arap sokaklarına mesaj gönderirken İsrail’i ve onu destekleyen karanlık güçleri de yeni müttefikleri olan Mısır, Suud, Katar ve Körfez ülkeleriyle korkuttu.

 

Amerikan Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un, 31 Ekim’de Suriye Ulusal Konseyi adlı İstanbul merkezli örgütün Suriye muhalefetini temsil etmediğini açıklaması, “Suriye Muhalefeti, Devrimci Güçler Koalisyonu” adlı yeni bir örgütün kurulmasına giden yolu açtı.

3 Kasım’da Katar’da toplanan Ulusal Konsey, Washington’un beklentileri yönünde kendini yeniden yapılandırarak 10 Kasım’da sekreteryasını genişletti ve Corc Sabra adlı bir Hıristiyanı başkanlığa seçti.  

11 Kasım’da ise Amerika’nın eski Şam Büyükelçisi Robert Ford’un koordinasyonu ile bir araya gelen Riyad Seyf öncülüğündeki “Ulusal Girişim Kurulu” ile Ulusal Konsey birleşti ve “Suriye Muhalefeti Devrimci Güçler Koalisyonu” adlı yeni bir örgüt kuruldu.

Yeni Koalisyon kimleri birleştirdi

Robert Ford’un koordinasyonu ile oluşturulan Riyad Seyf girişimi de aslında temsil niteliği bakımından Ulusal Konsey’den farksızdı. Zira bu girişim içerisinde ya bizatihi Riyad Seyf’in kendisi gibi zaten Ulusal Konsey’in içinde bulunan kişiler veya Ulusal Konsey içindeki konumlarını beğenmedikleri için dışarıda kalmayı tercih eden muhalifler ya da Türkiye’nin nüfuzundan dolayı Ulusal Konsey’e katılmayan muhalifler bulunuyordu.

Sonuç itibariyle Suriye Muhalefeti Devrimci Güçler Koalisyonu adlı örgüt aslında şu tür muhalifleri birleştirmiş oldu:  

1- Clinton’un Suriye muhalefetini temsil etmediğini söylediği İstanbul merkezli ve İhvancıların belirleyici olduğu Ulusal Konsey,

2- Daha önce Ulusal Konsey içinde olup da uzun bir süre önce çeşitli gerekçelerle ayrılan Heysem Malih ve Kemal Lebvani[1] gibi muhaliflerin yer aldığı örgütler,  

3- Riyad Seyf gibi zaten Ulusal Konsey içinde yer almakla birlikte Konsey’in yapısına itiraz eden ve Robert Ford’un koordine ettiği Ulusal Girişim Kurulunda yer alan muhalifler,

4- Barzani tarafından örgütlenen Kürt ulusal konseyi gibi, Türkiye’nin nüfuzundan dolayı Ulusal Konsey’in içinde yer almak istemeyen muhalifler.

5- Rima Felihan’ın da yer aldığı Yerel Koordinasyon Komiteleri gibi Clinton’un açıklamasından sonra Ulusal Konsey’de İhvan ağırlığı bulunduğunu keşfederek Katar toplantıları sırasında Ulusal Konsey’den ayrılan[2] muhalifler.

Temsil açısından Ulusal Konsey’den farklı olmasa da Washington’un proje yönetimini Ankara’dan alıp liderliği bizatihi üstlenmiş olması zaten aynı sepette yer alan muhalif grupların birleşmesini kolaylaştırdı.

Öte yandan 22’si Ulusal Konsey üyelerinden oluşan 60 kişilik[3] yeni örgütün Suriye muhalefetinin tamamını temsil etmeye başladığı var sayıldı.  

Yeni koalisyon ve uluslar arası tekiler

Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği Körfez İşbirliği Örgütü, Suriye Muhalefeti ve Devrimci Güçler Koalisyonu adlı örgütü, Suriye halkının yasal temsilcisi olarak tanıyan ilk uluslar arası kurum oldu.[4]

Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, muhaliflerin toplantılarına katılmak üzere gittiği Katar’da “Bildiğiniz gibi Bursa'daki programımı yarıda kesip buraya geldim. Buraya geldikten sonra da ufak tefek bazı görüş ayrılıklarını da birlikte giderdik. Tabiri caizse son katkıları da burada yaptık”[5] diyerek yeni örgüt konusunda da kendisine bir başarı payı çıkarmayı ihmal etmedi ve 15 Kasım’da Türkiye’nin yeni örgütü tanıdığını açıkladı.[6]

Davutoğlu gibi Suriyeli muhalifleri birleştirme ve yeni bir örgüt kurma konusunda kendine bir pay çıkarmasa da Fransızlar yeni örgütü tanıma konusunda Türkiye’den de sürecin asıl mimarı olan Amerika’dan da daha hızlı davrandı.

Fransa, 13 Kasım’da yeni örgütü tanımakla ve muhaliflerin silahlandırılmasını yeniden tartışmaya açmakla[7] kalmadı, 18 Kasım’da yeni örgütün başkanı Muaz el-Hatib’i kabul eden Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, yeni örgüte Paris’te elçilik açma izni verdi.[8]

Halbuki yeni projenin mimarı Amerika ve en yakın ortağı İngiltere “tamam; ama önce bir mürüvvetlerini görelim” havası içerisindeydi.

Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, yeni muhalif örgütü "Suriye halkının meşru temsilcisi" olarak gördüklerini; ama teknik komitelerin oluşturulması gibi daha somut eylemler de beklediklerini söyledi.

"Suriye içindeki Suriyelilerin temsiliyetini ispatlama yeteneğini" de görmeyi istediklerini ifade eden Toner, Fransa’nın aksine "Şu anda siyasi dönüşüme hazırlanabilecek yerinde bir yapı var ancak hala, insani ve ölümcül olmayan yardımlarımızın doğru yerlere ulaştığından emin olmamızı sağlayacak teknik komiteler türü yapılanmaların kurulmasını bekliyoruz"[9] diyerek yeni örgüte açık çek vermeye niyetlerinin olmadığı mesajını verdi.

Öte yandan henüz muhaliflerin Katar toplantıları sürerken silahlı muhalifler ile Ürdün ve Türkiye’de görüşmeler yapacağı[10] belirtilen İngilizlerin silahlı grupları örgütleme rolü üstlendiği anlaşılıyordu; ancak İngilizlerin yeni örgüt konusundaki tutumu da Amerika’nınkiyle aynıydı.[11]

Amerika’nın yeni Suriye muhalifi örgüt aracılığıyla sahadaki silahlı gruplara bir çekidüzen vermek ve kendilerine verilecek silahların “yanlış ellere” gitmeyeceği garantisini verebilecek bir silahlı grubu silahlandırarak yönetimi devirmeyi ya da en azından Rusya’yı “Esed’siz bir geçiş hükümetine razı edecek kazanımlar elde ettikten sonra Moskova’yla Cenevre mutabakatı çerçevesinde pazarlık yapmayı istediği anlaşılıyor.

Fakat Amerika tarafından organize edilen yeni örgütle birlikte tasfiye edileceklerinin mesajını alan Suriye içindeki el-Kaide bağlantılı ve selefi gruplar, yeni örgütü bir komplo olarak niteleyip Halep’te bir İslam devleti kurduklarını açıkladılar.[12]

İlk icraat olarak Halep’teki evliya kabirlerini bombalayan İslam devletinin kurucularına Suriyeli muhalif din alimlerinden gösterilen tepki[13], Irak’ta el-Kaide tarafından kurulan İslam Emirliği ile ABD tarafından aylık 280 dolara maaşa bağlanan Sünni aşiretlerin oluşturduğu Uyanış Konseyleri arasında yaşanan çatışmaların bir benzerinin Suriye’de de yaşanabileceğinin işareti oldu.     

Suriye’ye yönelik muhtemel askeri müdahalede inisiyatif yarışı

Amerika ile birlikte yeni kurulan örgütten beklentilerine cevap verip vermeyeceği konusunda kendisini ispat etmesini bekleyen İngilizlerin[14] askeri sahada inisiyatifi de Suriye ile gerginlikler yaşayan Türkiye’ye bırakmak niyetinde olmadığı gözüküyordu.

Suriye’ye yönelik askeri müdahale ihtimalini dışlamadıklarını açıklayan İngiliz Savunma Bakanı Phillip Hammond’dan sonra İngiliz Genelkurmay Başkanı David Richards da “ne çeşit” olduğunu söylemese de İngiltere'nin Suriye'ye "bir çeşit askeri müdahale" hazırlığında olduğunu söyledi.[15]

Erdoğan hükümetinin Suriye’ye uluslar arası müdahaleyi ve Şam yönetimini devirmeyi öngören politikası, Ankara tarafından “Suriye halkının değişim talebine destek” adı altında salt bir siyasi tutum olarak ortaya konuyordu. Ancak Suriye hava sahasını ihlal eden Türk savaş uçağının düşürülmesinden sonra sorun Suriye içindeki gelişmelere ilişkin bir siyasi tutum olmaktan çıkıp iki ülke arasındaki bir askeri krize dönüşmüştü.   

Suriye güvenlik güçleriyle Türkiye tarafından desteklenen silahlı gruplar arasında sınır boyunca yaşanan silahlı çatışmalar ise sorunun iki ülke arasında yaşanan bir asker kriz olmaktan çıkıp Türkiye’yi tehdit eden güvenlik sorunlarına dönüşmesine sebep oldu.

Türkiye, Suriye’ye yönelik muhtemel bir müdahalenin ileri hattı

Türkiye’nin uluslar arası bir karar çıkmadan ve Batılı müttefiklerinin desteği olmadan Suriye’ye yönelik tek taraflı bir müdahale gücü de Batılı müttefiklerin uluslar arası konjonktür gereği Suriye’ye yönelik bir askeri müdahale niyeti de bulunmadığı anlaşılıyor.

Dolayısıyla Türkiye, Suriye sorunu nedeniyle yaşadığı güvenlik sorununu Batılı müttefiklerini müdahaleye teşvik eden bir argüman olarak kullandığını zannederken bu durum Batılı müttefiklere uluslar arası şartların olgunlaşması durumunda müdahaleyi Türkiye’ye yaptırma avantajı kazandırıyor.

Çünkü silahlı grupları açıkça destekleyerek kendini Suriye savaşının bir parçası haline getiren Erdoğan hükümeti, Türkiye’yi muhtemel bir askeri müdahalede Türkiye’yi savaşın ileri hattı haline getirirken, Suriye’ye askeri müdahale için kaynak ve asker harcamaya pek de hevesli olmayan Batılı müttefikleri de uluslar arası şartların olgunlaşması durumunda sadece siyasi ve lojistik destekle yetinerek Türkiye’yi savaşa sokma konusunda cesaretlendiriyor.

Hükümetin aksine Suriye sınırından Türkiye’ye düşen top mermilerini Suriye’ye müdahale için bir gerekçe olarak kullanmayan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bile “Türkiye topraklarına düşen top mermilerinin kasıtlı atıldığına inanmadığını”[16] söylemekle birlikte Suriye yönetiminin kimyasal silah kullanması durumunda NATO’nun Patriot füzelerine umut bağladığını gösterdi.

Öte yandan Suriye sınırlarında yaşanan silahlı çatışmalar, İsrail’in de dahil olduğu bölgesel savaş riskleri yaratırken[17] Ankara’nın Suriye savaş uçaklarının 1971 tarihli hudut protokolü doğrultusunda Türkiye sınırına 5 kilometreden fazla yaklaşmayacağı iddiasının Suriye uçaklarının Türkiye sınırındaki Resu’l- Ayn kentini bombalamasıyla[18] hiçbir anlam taşımadığı görüldü.

Suriye konusunda diplomatik muvazeneden yoksun abartılı tepkiler verip tüm caydırıcılığını yitiren Erdoğan hükümeti ise çatışmalardan zarar gören bölgelerimiz konusunda Suriye’ye nota vermekle[19] yetinmek durumunda kaldı.

Buharlaşan hudut protokolü ve angajman kuralları

Ankara’dakilerin iddiasına göre Suriye savaş uçakları Türk sınırına 5 kilometreden fazla yaklaşamazdı. Çünkü 1971 tarihli Türkiye - Suriye Hudut Komisyonu Halep Toplantısı Protokolü’nün 15. Maddesi taraflara ait uçakların sınır hattına 5 kilometreden fazla yaklaşmamasını öngörüyordu.[20]

Ayrıca Suriye hava sahasını ihlal eden Türk uçağının düşürülmesinden sonra Ankara, angajman kurallarını değiştirmiş, dolayısıyla da Türkiye-Suriye sınırı boyunca 5 kilometrelik bir fiili tampon bölge oluşmuştu.

Erdoğan hükümetine göre Suriye uçaklarının Ceylanpınar’ın birkaç yüz metre ötesindeki Resu’l- Ayn kentini bombalaması, bu protokole aykırıydı ve Türk savaş uçaklarının Suriye uçaklarını vurma hakkı bulunuyordu ve angajman kurallarının değişmesiyle Suriye uçaklarını vurma yetkisi başbakandan Türk Silahlı Kuvvetlerine geçmişti.[21]

Ancak Suriye savaş uçakları Resu’l Ayn kentini bombalamasına ve silahlı grupların saldırıdan korunmak için Türkiye sınırına sığınmasına[22] rağmen Türkiye’nin müdahalesinden eser yoktu.

Askeri kaynaklar ise sınıra 5 kilometreden fazla yaklaşılmaması konusunda Suriye’ye uyarı yapılmasına ve buna uyulmamasına rağmen “Neden Suriye’yi vurmuyoruz” şeklinde basında yer alan eleştirilerle ilgili açıklamasında şunları ifade etti.  

"Bu protokolde yer alan 5 kilometrelik saha kuralını ihlal edecek olsalar dahi, kendi sınırları içerisinde kalmaya devam eden ve Türkiye sınırları içerisine isabet edecek tarzda ateş açmayan, düşmanca bir hareketi olmayan Suriye hava araçlarına karşı ateş açılması, uluslararası hukuk kurallarına göre söz konusu değildir ve bu durum angajman kurallarının ihlal edildiği manasına da gelmemektedir."[23]

Bu açıklama, siyasi çevrelerin konuyla ilgili açıklama ve yorumlarıyla kıyaslandığında askerlerin hukuku çok daha iyi bildiğini, dolayısıyla da devlet mantığıyla hareket ettiğini gösteriyordu. Ancak gözüken o ki hukuk çerçevesinde Suriye’ye yönelik bir müdahalede bulunamayan Ankara’nın müdahaleyi başka yollarla yapmayı tercih etmiş ve Türkiye tarafından desteklenen Özgür Suriye Ordusu militanları Hatay’dan otobüslerle taşınarak, Suriye güvenlik güçleriyle savaşmaları için Resu’l- Ayn’a gönderilmişti.[24]   

İsrail’in Gazze saldırısı, Erdoğan ve Hamad bin Casim’in Filistin hamiliği  

Yeni Suriye muhalifi örgütün kurulmasıyla birlikte dünya Suriye’deki gelişmelere odaklanmışken İsrail, 14 Kasım’da Hamas’ın üst düzey komutanlarından Ahmed Caberi’ye hedef alan bir saldırı düzenledi, Hamas ise bu saldırının bir savaş ilanı olduğunu açıkladı.[25]

Filistin direniş örgütlerinden saldırıya füzelerle verilen cevaplar ve İsrail’in 75 bin yedek askeri göreve çağırması,[26] İsrail’in Gazze’ye yönelik bir kara saldırısı yapabileceği ve savaşın uzayabileceği ihtimalini gündeme getirdi.

Arap Birliği, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısından 4 gün sonra dışişleri bakanları düzeyinde “acilen” toplanma kararı aldı.[27]

Amerikan Başkanı Barack Obama Gazze’ye yönelik saldırıyı “İsrail’in kendini savunma hakkı”[28] olarak niteleyip Mısır Başbakanı Muhammed, Mursi, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ve Başbakan Tayyip Erdoğan’la görüştü.

Savaş başladıktan sonra Tel Aviv’in İran yapımı Fecr-5 füzeleriyle vurulması ve İsrailli askeri yetkililerin direnişin elinde 10 binden fazla füzenin bulunduğunu açıklaması[29] 2008 saldırısından sonra Filistin direnişinin Suriye ve Hizbullah üzerinden İran tarafından ciddi şekilde desteklendiğini gösteriyordu.

Bu durum ise İsrail’in saldırısının sebebi ve zamanlaması konusunda fikir veriyordu. İsrail, Filistin direnişinin gözünün önünde giderek büyümesine daha fazla tahammül etmek istemiyordu.

Yaşanan iç savaş dolayısıyla Suriye’nin devre dışı kaldığı bir konjonktür, Amerikan seçimlerinin sonuçlanması ve 22 Ocak’ta yapılacak İsrail seçimleri Tel Aviv rejimi açısından saldırının zamanlaması açısından şartları olgunlaştırmıştı.

ABD Başkanı Obama’nın da bu duruma dikkat çekerek İsrail saldırısını “kendini savunma hakkı” olarak nitelemekle birlikte Netanyahu, Mursi ve Erdoğan’la görüşerek savaşın uzamasını engellemeye çalıştığı anlaşılıyordu.

Bu yüzden Netanyahu ile görüşmesinde Filistin direnişinin askeri kaynaklarının imha edilmesine yeşil ışık yakmakla birlikte kara harekatı konusunda acele etmemesini istedi.[30]   

İsrail’in Gazze’ye bir kara saldırısı planlamadığına dair kendisine güvence verdiğini ancak Hamas’ın roket saldırılarını artırması durumunda bu ihtimalin düşünüleceğini belirten Obama’nın, ateşkes için Mursi ve Erdoğan’dan Hamas’a roket saldırılarını durdurmaları yönünde baskı yapmalarını istediği görülüyordu.

İsrail hesabını iyi yap artık Türkiye, Mısır, Suud, Katar ve Körfez ülkeleri var

Türk Mısır iş Forumunda yaptığı konuşmada Gazze konusuna değinen Erdoğan, tıpkı Cumartesi günü Kahire’de yapılan Arap Birliği toplantısında Birliğin para ve zaman kaybından bir işe yaramadığını söyleyerek eleştiren Katar Başbakanı Hamad bin Casim gibi Arap Birliği’ni alaya alıp eleştirdi.

Erdoğan, 2005 yılındaki 1.5 milyar Dolarlık Türkiye İsrail dış ticaret hacminin tüm krizlere rağmen 2012’de 4 milyar dolara nasıl yükseltildiğinin formülünü de Mavi Marmara gemisinde öldürülen 9 Türk vatandaşı ile ilgili olarak İsrail’e konuşmaktan başka ne yaptığını da söylemedi; ancak Arap Birliği’ni yemek yiyip, sohbet edip sonra da hiçbir şey yapmadan dağılmakla suçladı.

Ateşkes için hem Hamas’ın hem de İsrail’in eş zamanlı olarak saldırıları durdurması gerektiğini söyledi, 2008 yılına göre artık bölgede şartların değiştiğini belirterek İsrail’i uyardı ve ''Bu bölgede terörist faaliyetlerde bulunmak, devlet terör estirmek isteyenlere karşı güçlü olmak zorundayız. Bu bölgede karanlık senaryoları uygulamak isteyenler artık bu bölgede hamdolsun Türkiye gibi, Mısır gibi, Suud gibi, Katar gibi Körfez ülkelerinin olduğunu bilmek durumundadırlar”[31] dedi.

İsrail’e karşı sert söylemlerin bölgede devletler açsısından büyük kar getiren bir kamu diplomasisi aracı olduğu açıktı ve Erdoğan bu konudaki inanılmaz becerisini Mısır’da da sergiledi.

İsrail’e ağır sözlerle saldıran Erdoğan, Arap Birliği’yle alay ederek Arap sokaklarına mesaj gönderirken İsrail’i ve onu destekleyen karanlık güçleri de yeni müttefikleri olan Mısır, Suud, Katar ve Körfez ülkeleriyle korkuttu.

   

 

[1]http://www.ydh.com.tr/HD9971_istanbul-konseyi-catirdiyor.html

[2]http://www.ydh.com.tr/haber.php?HID=10988

[3]http://www.ydh.com.tr/HD11003_yeni-suriye-muhalefet-koalisyonu-listesi.html

[4]http://www.ydh.com.tr/HD11003_yeni-suriye-muhalefet-koalisyonu-listesi.html

[5]http://www.hurriyet.com.tr/planet/21905850.asp

[6]http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/11/121115_turkey_syria.shtml

[7]http://www.zaman.com.tr/newsDetail_getNewsById.action?newsId=2015401

[8]http://www.zaman.com.tr/dunya/suriyeli-muhaliflerden-fransaya-elci/2017263.html

[9]https://mail.google.com/mail/u/0/?shva=1#inbox/13b18a5125be229e

[10]http://dunya.milliyet.com.tr/suriyeli-isyancilarla-turkiye-de-gorusecek/dunya/dunyadetay/07.11.2012/1623285/default.htm

[11]http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/11/121115_france_syria_opposition.shtml

[12]http://www.ydh.com.tr/HD11049_koalisyon-u-tanimayan-cihatcilar-islam-devleti-kurdu.html

[13]http://www.ydh.com.tr/HD11050_seyh-yakubi-den-halep-teki-evliya-kabirlerinin-bombalanmasina-tepki-.html

[14]http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/11/121116_syria_opposition_london.shtml

[15]http://www.birlesikbasin.com/ingiltere-suriyeye-askeri-operasyona-hazirlaniyor-14843h.htm

[16]http://www.trt.net.tr/trtavaz/gul-den-suriye-ye-kimyasal-silah-uyarisi--haber-detay,tr,63036.aspx

[17]http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/11/121112_israel_syria_latest.shtml

[18]http://haber.stargazete.com/dunya/suriye-ucaklari-3-bomba-birakti/haber-703929

[19]http://www.cnnturk.com/2012/dunya/11/12/suriyeye.bir.kez.daha.nota.verildi/684259.0/

[20]http://www.cnnturk.com/Yazarlar/Hande.Firat/Suriye.ucaklari.Turkiye.sinirina.dogru.girerse.vurulacak/123.6686/

[21]http://www.aksam.com.tr/suriye-ucaklarini-vurma-yetkisi-tskda--149063h.html

[22]http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21922105.asp

[23]http://gundem.milliyet.com.tr/suriye-yi-neden-vurmuyoruz-/gundem/gundemdetay/16.11.2012/1627958/default.htm

[24]http://www.hurriyet.com.tr/planet/21918738.asp

[25]http://www.ydh.com.tr/HD11015_hamas--bu-bir-savas-ilanidir.html

[26]http://www.ydh.com.tr/HD11028_israil-gazzeye-75-bin-kisilik-ordu-hazirliyor.html

[27]http://www.ydh.com.tr/HD11018_arap-birligi-3-gun-sonra--acilen--toplaniyor.html

[28]http://www.cnnturk.com/2012/dunya/11/17/obama.netanyahu.ve.mursi.ile.gorustu/684966.0/

[29]http://www.ydh.com.tr/HD11045_israil--hamasin-10-bin-fuzesi-daha-var.html

[30]http://dunya.milliyet.com.tr/-kara-operasyonu-israil-e-destegi-kaybettirir-/dunya/dunyadetay/19.11.2012/1629111/default.htm

[31]http://www.zaman.com.tr/politika/2008in-sartlari-degisti-hesabini-iyi-yap/2017401.html