Halep halkı kendilerini devrime taşıyacak birilerine muhtaç

30 Aralık 2012

YDH- Guardian gazetesinden Ghaith Abdul-Ahad Halep’te silahlı grupların kontrolündeki bir mahallede tanık olduklarını yazdı.

 

YDH- Guardian gazetesinden Ghaith Abdul-Ahad Halep’te silahlı grupların kontrolündeki bir mahallede tanık olduklarını yazdı.

Ebu Eli Sulaibi Halep’de silaha sarılan ilk insanlardan biri. Şu an ise eşi, dört çocuğu ve kedisi Sincap’la birlikte yaşamış olduğu iki bloktaki yerleri kontrol ediyor.

Adam; kararmış, sığınak haline getirilmiş binaların ötesinde duruyor ve ulaştığı yerleri tellerle çeviriyor. “Bu” dedi “Ebu Ali Sulaibi’nin devleti.”

Şehir merkezi darmadağın olmuş olan Halep’te tabi ki bir devlet inşa edilemez ve bir adam adını koyarak oranın kendisine ait olduğunu iddia edemezdi. Ama Suriye’deki iç savaş hiç bir gelişme göstermedi ve Halep farklı militanların yan yana durduğu “özgür” yerlere dönüştü. Ebu Ali ve onun gibi askerler küçük-derebeylikler misali oraların kralı oldu. Sayfu’d- Devle’deki iki blokta yer alan isyancıların cephesi de bunlardan birisi.

Müsait bir caddede yürürken Ebu Ali buralarda yaşadığını hatırladı, çocukken oynadığı, okula gittiği, aşık olduğu yerleri gösterdi. Şimdiyse hanımı Um Ali, üç kızı, bir oğlu ve Sincap isimli kedisiyle bölgenin kalbi denilebilecek küçük bir apartmanda yaşıyor.

Ebu Ali’nin sınırlarının 50 metre ilerisinde, Sayfu’d- Devle caddesinin karşısında, benzer bir yapılanma hükümet güçleri tarafından işgal edilmiş durumda. Çatışmalar dinmişken yeni bir saldırının başlaması için yeterince yakınlar.

Ailelerin yaşamış olduğu binaların yarısı roket saldırıları sonucunda yıkılmış, mobilya ve avizeler sokaklara dağılmış durumda. Geri kalan sağlam binalar ise, Ebu Ali’nin komuta merkezi ve bazı savaşçılarının uyudukları mekânlar olarak kullanılıyor. O, savaşçılar tarafından çepeçevre sarılmış olan küçük bir oturma odasının ortasında duruyor ve yerdeki ince bir battaniyenin altında dinleniyor.

“Buranın annemin oturma odası olduğuna inanamıyorum” diyor. Sonra ise oradaki askerlere: “Kalkın, hayvanlar!” diye bağırıyor.

Hiç kimsenin uyanmadığını görünce de o, tabancasını kemerinden çıkarıyor ve tavana ateş ederek kalın bir sıva parçasını yere düşürüyor. Askerler minderlerinden fırlıyor ve hemen silahlarına sarılıyor. “Bu Ebu Ali’nin uyandırma ikazı” dedi.

Dışarıda ise Ebu Ali, taş yığınları arasında kırık bir plastik sandalye üzerinde oturuyor. Savaşçıları, mahmur gözlerle etrafında oturup Türk kahvesi yapıyor ve sigara içiyor. Yiyecek yok. Askerler günde bir öğün yiyerek duruyor ve birçoğu evvelsi günden hiçbir şey yememiş.

Ebu Ali’nin komuta merkezine ulaşmak amacıyla keskin nişancıların kurşunlarından kaçmayı başaran siviller şimdi geldi, her sabah yaptıkları gibi şeften istediklerini belirtiyorlar. Bazıları yiyeceklerini ya da mobilyalarını kurtarmaya çalışıyor, diğerleri ise sokaktaki eşyaları almak ya da boş dairelere oturmaya izin istemek için geliyor.

Bu sabah, altı sivil süklüm püklüm bir şekilde onun önünde duruyor: ellili yaşlarda olan bir erkek ve onun genç oğlu; kendisine çok büyük gelen bir mont giymiş uzun boylu bir erkek; gözlüklerinin kenarı olmayan genç bir mühendis ve siyah bir başörtüsü takan kız kardeşiyle birlikte kel bir adam. Siviller saygıdan ya da henüz anlayamadıkları sinirinden ötürü onun uzağında duruyor.

“Ne istiyorsun?”

“Bazı eşyalarımızı toplamak istiyoruz Ebu Ali,” dedi yaşlı adam.

“Bugün değil. Cumartesi gelin.”

“Ama sen bize Çarşamba günü gelin dedin.”

“Fikrimi değiştirdim. Şunu bilmelisiniz ki burası Ebu Ali Sulaibi’nin devleti.” Bu ünlü repliğini siviller ve askerleri üzerinde etkili olmak için sürekli söylüyordu.

O, korkan sivillere “Hepiniz muhbirsiniz” dedi. “Hükümetin tarafına geçtiğinizi ve onlara bizimle alakalı bilgi sızdırdığınızı biliyorum.”

“Hayır,” dedi kel adam. “Kalbimiz sizinle.”

“Bunu söylediğinde, muhbir olduğunu anlıyorum.” Askerlerinden birine dönerek yarı şaka yapar bir şekilde: “Dışarıda gösteri yaparken bizi takip edenlerden biri o değil miydi?” Kel adamın yüzü soldu.

Ebu Ali 2 saat boyunca bekletmeye devam etti. Sonrasında da, haklı bir diktatör gibi, fikrini değiştirerek askerlerinden ikisini yanına çağırdı ve onlara sivillerin gitmek istediği yere götürmeleri talimatını verdi.

Zorlu Muhit

Ebu Ali’nin muhiti bir keskin nişancı yuvasıydı. Ön saflara gidebilmek için yapabileceğiniz tek şey keskin nişancıların görüşünden kaçabilmek için perdelerin arkasına saklanarak koşmaktı.

Evlerine geri dönen siviller evlerinin keskin nişancılar için bir barınak haline geldiğini ve evlerindeki değerli her şeyin alındığını onaylıyordu.

Bir adam çocuğunun odasında durdu. Oda kirli, camları kırılmış ve çocuğun oyuncakları yatağın üzerine dağınıktı. Adam çekmecelerdeki kağıtları ayıklamaya ve raflardaki kitapları tekrar yerleştirmeye başladı.

Duvarlar kararmış, su boruları kırılmış, zemini su basmıştı. Tuhaf bir gayretle adam ve onun genç oğlu bulabildikleri her şeyi plastik torbalara ve bavullara yerleştirmeye başladılar.

“ Kardeşin için giyecek bir şeyler al “ dedi baba.

“Hiç para kalmış mı geride?” diye sordu oğlu.

“Hayır, her şeyimiz çoktan çalınmış.”

İki muhalif merdivenlerde beklerken sokağı izliyorlardı ve insanları hızlı hareket etmeleri yönünde telkin ediyorlardı. Biri ‘’Biliyorum onlar bizden nefret ediyorlar ve bu yıkım için bizi suçluyorlar. Belki doğru söylüyorlar; ama Halep halkı devrimin başında destek verseydi böyle olmazdı.

Çocuk mutfakta yarım tabak mercimek çorbası, bir kap pirinç buldu. Eline bir kavanoz reçel aldı, açtı ve kokladı. Açar açmaz buruşan yüzü ile birlikte kavanozu yerine geri koydu.

Makineli silah seslerinin duyulması ile birlikte her biri yanında plastik torbalar taşıyan siviller, merdiven boşluğuna hızla koşmaya başladı. Baba diğerlerinden daha fazla çanta ve bir televizyon taşıyordu. Çatışma hattından geri dönmek için acele ederken, Ebu Ali hafif sersemlemişti ve ayakta durabilmek için bir duvara yaslandı. Gerçekten terlemişti. Grup burada mola verdi.

“Bütün hayatım işte burada’’ dedi adamlarına dönerek. “30 yıl boyunca bir apartman almak için çalıştım. Yeni bir tane almak için bir 30 yıl daha burada olacak mıyım acaba?”

Komuta merkezine döndüklerinde Ebu Ali hala bitkin bir haldeydi. “Adamlarımı bu yüzden mi öldürecektiniz?” çantaları işaret ederek. “ Hepiniz uzaklaşın benim bölgemden, sürdürmem gereken bir savaş var burada!”

Mühendis sessizce ‘’Biz sadece yağmalanmış bir şey var mı diye kontrol etmek istedik.’’ dedi.

“ Her bir ev çoktan yağmalandı ve ordu (Esad’ın ordusu) hiç bu bölgede bulunmadı. Evleri biz yağmaladık” diye bağırdı Ebu Ali.

Chez Ebu Ali

Daha sonra sınırların gerisinde olan Ebu Ali’nin evine yürüdük. Soğukta merdivenlerin kenarında yer alan büyük bir yığının önünde hareketsizce durdu. Uzakta patlayan bombaların karanlık şehri nasıl aydınlattığını izliyordu. Daha sonra dairesine doğru çıkmaya başladı ve bağırdı “ Kızlar”.

Çocukların gülüşleri ve çığlıkları tüm apartmanı sardı. Kızlar babalarını görmek için koşarak gelmişlerdi ve Ebu Ali en küçüğünü omzuna almıştı. Diğer kızlar o sırada babalarını yatak odalarına doğru çekmeye çalışıyorlardı.

 “Baba kedi için bir ev yaptık” diye heyecanla bağırdılar. Kedi ya bombaların çıkardığı sürekli sesten ya da kızların ona günlük olarak yaptırdığı bombadan dolayı korkudan titriyordu.

Ebu Ali yerde otururken 3 kızı onun boynuna dolanmış ve ona sarılmışlardı. Anne elinde bir tepsi yemekle geldi odaya.  Yuvarlak ve narin yüzü pembe bir eşarp ile sarılmıştı. Aşağı sokakta yaşanan silahlı çatışma seslerini saymazsak aslında tipik bir aile portresiydi.  Büyüklerin sohbetleri kızlardan gelen ani istek üzerine kesilmişti. Evin oğlu ise televizyon izliyordu.

 “Çocuklar en tehlikeli bölgede yaşıyorlar; fakat ben güvende hissediyorum. O benim güvende hissetmemi sağlıyor” dedi eşini ima ederek.

 “ Baba bana bir sandviç yapsana” dedi kızlardan biri.

 “ Kendin yapamıyor musun kızım? Annenle konuşmaya çalışıyorum

 “Baba radyona konuşabilir miyim?”

Ebu Ali’nin abisi 80’lerde Müslüman Kardeşlere katılmış ve Beşşar Esad’ın babası Hafız’ın muhalifleri safında aktif rol oynamış.  Rejime karşı olan kavgalarında kardeşlerden biri öldürülmüş bir diğeri ise 15 yılını hapiste geçirmiş.

Ebu Ali yardımcı mühendis olarak farklı bir yol çizmiş kendisine. Devletten bir iş bulmuş kendisine. Hayat güzeldi “ iyi bir gelirim vardı, kendime ait bir arabam, bir evim vardı” dedi. “ Çocuklarım eskiden en iyi okullara giderdi harika bir aile hayatımız vardı.”

 “Beşşar Esad başa geçtiğinde ailemle, babamla ve kardeşimle ayrı düşünüyorduk. Esad iyi biri olacak ve her şey değişecek dedim”

Fakat sadece çok küçük şeyler değişti ve 2011 devrimi geldi. Ebu Ali Halep’te silah alan ilk isimlerden biriydi. Birkaç arkadaşı ile birlikte hükümet güçlerini hedef almak için küçük bir birlik oluşturdular.

 “Bu silahı görüyor musun?” dedi belinden çıkardığı silahı yere koyarken. “ Halep’te ilk kurşun bu silahtan ateşlendi.”

Küçük kız parlak silahı aldı ve kaçtı. “Şiddet olmadan bir devrim olmayacağını biliyordum, birilerinin Halep halkını bu devrimin içine çekmesi gerekiyordu.”

 “O silahlı muhaliflerin ilkiydi ve ben onu bu konuda cesaretlendirdim” dedi Ebu Ali’nin makine mühendisi olan eşi. “Onun ailesi ve anne babası beni suçladılar ve hala suçluyorlar. Sahip olduğu çocukları yüzünden ilk başlarda oldukça kuşkuluydu; fakat ben onu cesaretlendirdim.”

 “Eskiden bana söylemeden dışarı çıkardı; ama ben bunun devrimle alakalı olduğunu bilirdim. Eskiden sadece onun için dua edebilirdim ve elimden gelen sadece bu olduğu için Rabbimin karşısında utanırdım.”

Ebu Ali birkaç kez vurulmuştu. Başındaki şarapnel yarasını gösterdikten sonra tişörtünü çıkararak makineli tüfek tarafından vurulduğu omzunda yer alan yarayı gösterdi.  Kayıtsız cesareti dolayısı ile insanlar onu genelde “mecnun” (çılgın) olarak tanırlar.

 “ Devrim, ah, devrim hakkında ne biliyorsunuz ki?” diye sordu Um Ali. “ Başından beri bu devrimin tüm ülke bir harabeye dönene kadar bitmeyeceğini söyledim.”

Ebu Ali çayını şeker kaşığı ile karıştırmaya başlayınca eşi onu uyardı. “Pardon, pardon, burada komutan olmadığımı bazen unutuyorum.”

 “Devrim hakkında bildiğim şu “ dedi Um Ali sessiz ve derin bir edayla. “Siz bir şeyler bulabilmek için marketten markete koşturursunuz. Eczaneler bomboştur. Manavlar ve bakkallar bomboştur. Bir kase yoğurt bulabilmek için Halep’ in yarısını dolaştık. İşte devrim budur.”

 “Şebbiha olmak için hükümet olarak çalışmanıza gerek yok” dedi nefret edilen hükümet militanlarını kastederek. “Sebzelerin fiyatını yükselten manav da Şebbhia’dır”

 “ Savaş burada”  dedi pencereyi işaret ederek. “ Fakat bunların ortasında çocuklarınızı nasıl besleyeceksiniz ve onlara normal bir hayat sağlayacaksınız? Eskiden gün nasıl başlar ve sona erer bilirdik. Artık düşünmek bile istemiyorum. Sadece günün sonunda sağ kalmak istiyoruz.”

Sesi sakindi; ama sigarayı yakan elleri titriyordu. Çocuklar ise televizyon tarafından büyülenmişti.

“Savaş hayatın donduğu bir andır. Hayatlarımız durdu. Okula gitmiyorlar; ama hayat onlar için devam ediyor. Olaylar başlamadan önce bile Ebu Ali’yi tutuklamaya gelecek hükümet güçlerini beklerken uyuya kalırdım. Rahatça uyuyabilsinler diye çocuklara öksürük ilacı verirdim”

Sarah, annesinin kucağında uyuya kalan küçük kız kahverengi bir battaniyeye sarılmıştı. Ebu Ali kızı yatağına taşıdı. “Dinlenmeyi hak ettim” dedi Um Ali. “Çok yoruldum”

Ebu Ali küçük mutfağa giderek küçük sobanın önünde çömeldi ve bir fincan Türk kahvesi kaynattı. “Şimdi onunla oturacağım” dedi. “Yatağa uzanıp, ışıkları söndürüp bugün olanlar hakkında konuşacağız. Benim için günün en güzel anı budur.”

Taşıdığı fincanla odaya geri döndü. Eşi yere bakıyordu ve sigarası parmaklarının arasında yavaşça yanıyordu. Gün boyu devam eden silah sesleri artık susmuştu.

 “Sessizlikten korkuyorum” dedi Um Ali. “Kötü bir şey olacağını hissediyorum. Silah seslerini duyduğum zaman güvende olduğumuzu biliyorum.”

İki Düşman

Ebu Ali hükümet güçlerine saldırma kararı verdi. Bu sadece ne kadar güçlü olduklarını göstermek ya da hala cephaneleri olduğunu kanıtlamak için değil, şahsının bizzat hala işin başında olduğunu göstermek için yapılan bir saldırı olacaktı. “Size söylüyorum şu an iki düşmanla birden savaşacağım tabur ve hükümet.”

5 adamı ile birlikte bir duvarın arkasında duruyorlardı. Ağır makineli bir silah taşıyordu ve fişekliği boynuna sarılmıştı. Plan basit ve cesurcaydı: Hükümet güçleri ile göğüs göğse çarpış. Bunu beklemiyorlardı. “Son iki haftadır tüm çatışmalarımız keskin nişancılar arasındaydı” dedi Ebu Ali.

Savaş kızıştıkça silah seslerinin boyutu sağır edecek seviyelere ulaşmıştı. Ebu Ali bir camın ortasında oturuyordu ve onu gören ordu mensupları ortaya çıkmıştı. Makineli silahı ile onlara ateş ediyordu ve adamları duvarın arkasından onu korumaya çalışıyordu. Dört bir yanından mermiler uçuşuyordu.

Yarı harabe haline gelen ailesinin eski evine dönüş yolunda adamların moralleri tavan yapmıştı. Adrenalin damarlarında dolaştıkça Ebu Ali şakalar yapıp adamları ile birlikte gülüyordu. Yerde oturmuş eski bir Suriyeli müzisyen tarafından söylenen aşk şarkısını dinlerken aynı anda son savaş hakkında konuşan adamlarını dinliyordu.

 “Hala buranın annemin odası olduğuna inanamıyorum, şimdi ise burada oturan şu adamlara bak” dedi Ebu Ali.

 “Yakınımda patlayan bombadan sonra nasıl da zıpladım ama” diyerek güldü. “Yemin ediyorum onlardan en az dört tanesini öldürdük”

Taliban ve el-Kaide ona iş vermeliydi diye şaka yaptı. “Molla Ömer ve Zevahiri beni bütün savaşlar için satın almalı, tıpkı Barselona’nın Messi’yi aldığı gibi.”

Ciddi bir tonda konuşmasına devam etti: “1 hafta boyunca adamlarıma mermilerini korumaları için ateş etmemelerini söyledim. Şimdi ise yarım saatte 500 mermi harcadık. Düşman yeni bir mühimmat elde ettiğimizi sanacak. Tam bir kumar…”

Eve ulaştığı anda mağrurluğu kaybolmuştu. Bir bacağı yerde olacak şekilde oturmuştu diğeri ise koltuğa uzanmıştı. Derin düşüncelerde kaybolmuştu. Sarah yanına geldi, Ebu Ali onu uzaklaştırdı.

 “Bugün çatışmaya girdik” dedi karısına, işyerinde sıradan bir gününü anlatan biri gibi.

 “Biliyorum canım, senin kurşunlarını sesinden tanıdım.”

Yemekten sonra iyice daldı: “Her şeyi birlikte yaşar oldum. Dürüstlüğümü küfürlerle, dinimi sokak ağzıyla. Bütün devrimler benim içimde birleşti. Ben Bolşevik devrimiyim, ben Fransız ihtilaliyim. Ben modern Che’yim. 

 “Biliyor musun, ben özel biriyim. Bunu söylememden eşim nefret ediyor; ama benim benimle birlikte savaşan meleklerim var. Çoğu zaman savaşırken kendimi uçuyormuş gibi hissediyorum” dedi. “ Gökyüzünde uçuyorum.”

Çeviren: Musab Yiğit