YDH-İsrail’in NATO faaliyetlerine katılmasını engelleyen tutumunu yumuşatan Ankara, Suriye sorununu “defol” üslubuyla yönetiyor.
Türkiye’nin dış politika davranışları açısından geçtiğimiz hafta yaşanan en çarpıcı gelişme, Ankara’nın “İsrail’in NATO ile ilişkilerini geliştirme çabalarını engelleyen tutumunu yumuşatması” oldu.
İsrail’in NATO çatısı altında temsiline izin vermeyen ve Chicago’da yapılan son NATO Zirvesi’ne katılımını engelleyen Türkiye’nin tutumunu yumuşatmasıyla artık İsrail’in NATO’nun ortağı olarak seminer ve çalışmalara katılabileceği[1] belirtildi.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İsrail karşısındaki bu tutum değişikliğini şöyle açıkladı:[2] "NATO 2 senedir hiçbir faaliyeti yapamaz hale geldi. Sürekli bizden İsrail'e yönelik bu blokajımızın kaldırılmasını istedi. Biz İsrail'e 3 temel ilkeden kesinlikle feragat etmeyeceğimizi ifade ettik ve bu tutumumuzu hiçbir zaman değiştirmedik. En sonunda NATO Genel Sekreteri Türkiye'nin bu 3 temel prensibini esas alarak bir formül önerdi.”
İsrail’in NATO’nun ortağı olarak seminer ve çalışmalara katılabilmesinin önünü açan tutum değişikliğinin sebebini açıklayan bu ifadelerden, Ankara’nın NATO’daki Batılı müttefiklerinin baskısı sebebiyle İsrail’e karşı tavrını yumuşattığı anlaşılıyor.
İsrail’e engeli kaldırdık; ama tutum değiştirmedik
Ancak Ankara’nın tutumunda “hiçbir değişme” olmadığını öne süren Davutoğlu’na göre aslında Türkiye açısından “bir diplomatik başarı” olmasına rağmen; “İsrail basını bu başarıyı gölgede bırakmak için bir operasyon yapıtı” “sanki Türkiye şartlarını gevşetmiş gibi” bir izlenim oluşturmaya çalıştı ve “İsrail'den gelen bu haberlere inanmaya meyilli bazı kesimler de” “İsrail basınının söylediklerine itibar ederek böyle bir algı oluşturmaya çalıştılar.”
Davutoğlu, Ankara’nın tutumunda herhangi bir yumuşama olmadığını şöyle açıklıyor:
“3 temel prensip hiçbir şekilde zarar görmeyecek şekilde 2013 yılında geçerli olmak üzere ortaklık programları tekrar gözden geçirildi. Bu dizayna göre; Hiçbir NATO faaliyeti artık İsrail'de yapılmayacak. İsrail hiçbir NATO operasyonuna, tatbikatına, askeri içerikli operasyonuna katılmayacak, hiçbir İsrail güvenlik görevlisi Türk Silahlı Kuvvetleri yetkilileriyle faaliyette bulunmayacak, yan yana gelmeyecek.”
Halbuki Davutoğlu’nun sıraladığı bu şeyler, Türkiye’nin İsrail’in NATO’nun ortağı olarak seminer ve çalışmalara katılabilmesinin önünü açmadan önce de İsrail’in yapamadığı şeylerdi.
“Bu haberleri yaptığı” için Davutoğlu tarafından “kınanan” basının yaptığı ise “İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun özel temsilcisi Yosef Chiechanover ile Türkiye Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun geçen hafta Cenevre’de bir araya geldiğini dikkat çekerek Türkiye’nin “Patriotlara karşılık İsrail’le tekrar görüşeceğini”[3] bildirmekten ibaretti.
Özetle 2 Eylül 2011’de İsrail’e karşı 5 maddelik bir yaptırım kararı açıklayan[4] Türkiye, sözleşmeden doğan hakkını kullanarak İsrail’in NATO bünyesindeki faaliyetlerini şimdiye kadar kısıtlamıştı; ancak Batılı müttefiklerinin kaldırılmasını zaruri gördüğü bu kısıtlamalardan birini “Rasmussen’in ricasıyla” kaldırmış oluyordu. Davutoğlu ise Batılı müttefiklerinin kaldırılmasında şimdilik zaruret görmediği kısıtlamaları sıralayarak Ankara’nın tutumunda hiçbir değişiklik olmadığını “ispat etmiş” oluyordu.
Ankara’nın herkesi kurtaran “diplomatik başarısı”
Davutoğlu, İsrail’in NATO’nun ortağı olarak seminer ve çalışmalara katılabilmesinin önünü açmasının neden “bir diplomatik başarı” olduğunu da şöyle açıkladı:
“Bu 3 temel ilkeyi kabul edecek şekilde bütün ortaklık çalışmalarını tekrar gözden geçirdik. Ve bu çerçevede de Bosna Hersek gibi, Azerbaycan gibi, Orta Asya Cumhuriyetleri gibi hele hele şimdilerde bizim çok önem verdiğimiz Mısır, Tunus, Fas gibi ülkelerin de bu faaliyetlere onlara sınır olmaksızın katılmalarını sağlayacak yeni bir paket hazırlandı. Buna biz de onay verdik diğer ülkeler de onay verdiler istemeyerek de olsa.. Burada büyük bir diplomatik başarı var.”
Kısaca Türkiye, “önem verdiği ülkelerin” NATO faaliyetlerine İsrail düzeyinde katılmalarını sağlamak için İsrail’e NATO bünyesinde uyguladığı kısıtlamalardan birini kaldırmış ve böylece “önem verdiği” dostlarının hatırına bir diplomatik başarıya imza atmıştı.
Gözüken o ki Türkiye’nin “önem verdiği” ülkelerden örneğin Bosna Hersek’in, Filistin’in BM’de ‘‘üye olmayan gözlemci devlet’’ statüsünü elde ettiği oylamada çekimser oy kullanması[5], Azerbaycan’ın İsrail’e hava üssü vermesi[6] veya İsrail’le 1.6 milyar Dolarlık silah anlaşması imzalaması,[7] yani İsrail’le ilişkilerinde Türkiye’den yana davranmaması Ankara’nın bunlar için fedakarlık yapmasına engel olamamıştı.
Hükümet yanlısı Sabah gazetesi ne açıklama yapan diplomatik kaynaklar da NATO çerçevesinde varılan bu uzlaşıyla birlikte “bazı batılı ülkelerin kendi kendilerini soktukları bu zor durumdan bu şekilde çıktıklarını”[8] ifade ederek Türkiye’nin İsrail karşısındaki bu adımıyla NATO’daki Batılı müttefiklerini de “kendilerini soktukları zor durumdan” kurtardığını açıkladı.
Ancak ne Dışişleri Bakanı Davutoğlu ne de Ankara’daki diplomatik kaynaklar, 2 Eylül’de İsrail’e 5 maddelik yaptırım kararı[9] uygulamaya başlayan Ankara’nın İsrail’in Gazze’ye yönelik 8 günlük saldırılarını sürdürdüğü günlerde hangi dost ve müttefiklerin hayrı için İskenderun limanından İsrail’e ticari gemi seferleri başlatıldığını[10] açıklamadı.
“100 ülke senin istemiyor haydi defol”
İsrail’le ilgili bu gelişmelere rağmen, Suriye krizi, hala Türk dış politikasının en önemli gündem maddesi olmayı sürdürüyor.
Mülteci sorunu sebebiyle sosyal ve ekonomik; yaşanan istikrarsızlık sebebiyle de güvenlik sorunları yaşayan Türkiye’nin Suriye’deki kriz sebebiyle başka bir boyuttan da ciddi şekilde olumsuz etkilendiğini Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay açıkladı.[11]
Suriye ile yaşanan gerilim sebebiyle Türkiye’nin 2012 yılında 2 milyon turist kaybettiğini belirten Bakan Günay, Irak ve İran’dan gelen turist sayısındaki azalmaya dikkat çekerek hükümetinin Suriye politikasına verilen bölgesel desteğe de işaret etmiş oldu.
Öte yandan BM Suriye Özel Temsilcisi Ahdar İbrahimi’nin “Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in görev süresinin biteceği 2014 yılına kadar görevinde kalmasını öngördüğü” iddia edilen[12] çözüm girişiminin gündeme gelmesinden sonra yapılan MGK toplantısında Suriye’deki çatışma ortamından duyulan kaygı dile getirildi ve mülteci sayısına dikkat çekildi.
Ancak bildiride en dikkat çekici şey, “barışçı bir çözüme yönelik Türkiye ve uluslararası toplum tarafından ortaya konan çabanın artırılarak sürdürülmesinin gerekliliği vurgulanmıştır” cümlesi oldu.
BU cümleyi dikkat çekici kılan şey, Ankara’nın şimdiye kadar Suriye konusundaki barışçı çözüm girişimlerinde oynadığı rolün niteliği.
Çünkü Suriye sorununun çözümü konusunda şimdiye kadar sunulan en barışçı ve en kapsamlı desteğe sahip plan, Annan planıydı ve yürürlüğe girmeden bir gün önce onu “kadük”[13] ilan eden de Ankara’dan başkası değildi.
Muhtemelen, Ankara’nın bu tutumundan dolayı İstanbul’da kurulan Ulusal Konsey adlı muhalif örgüt de hem Şam’ın[14] hem de BM başkanlık bildirisiyle[15] Rusya ve Çin de dahil olmak üzere uluslar arası toplumun tamamının desteğini alan Annan planını reddetmişti.[16]
Gerek Arap Birliği girişimi sırasında gerek BM Güvenlik Konseyi aşamasında ve gerekse “Dostlar grubu”nun oluşturulmasında Ankara’nın Suriye sorunuyla ilgili sunduğu tek çözüm “Suriye yönetimi devrilmelidir” sözünden ibaret oldu.
Nitekim Ankara, Batılı ve Arap dostlarıyla birlikte kuruluşuna öncülük ettiği muhalif örgütlerle birlikte öngördüğü bu “çözüme” ulaşmak için ekonomik ve siyasi yaptırımdan, askeri müdahale tehditlerine ve 50 binden fazla kişinin ölümüne neden olan vekalet savaşına lojistik destek vermeye kadar her yolu denedi.
Bütün bunlara rağmen MGK bildirisinde geçen “barışçı bir çözüme yönelik Türkiye ve uluslararası toplum tarafından ortaya konan çabalar” ifadesi nesnel bir gerçekliği yansıtmasa bile “Ankara, Ahdar İbrahimi girişimi ile eş zamanlı olarak bir tutum değişikliğine mi gidiyor?” sorusunu akla getiriyor.
Ancak başından beri Suriye sorununu “Türkiye’nin iç sorunu”[17] olarak tanımlayarak diplomatik vizyonunu ortaya koyan Başbakan Erdoğan’ın Ulusal Koalisyon adlı muhalif örgütün Lideri Muaz el-Hatib’i de yanına alarak Akçakale’de yaptığı konuşmada söyledikleri akla iki ihtimal getiriyor:
1- Ya Ankara’nın “ne pahasına olursa olsun Suriye yönetimi devrilmelidir” anlayışına dayalı politikasında herhangi bir değişiklik bulunmamaktadır.
2- Ya da devlet aklını temsil eden MGK ile hükümet arasında Suriye konusunda bir koordinasyonsuzluk söz konusudur.
Yönetici değişikliği için yeni kriter
Çünkü Akçakale’de yapacağı konuşmaya Muaz el-Hatib’i de götürerek Suriye’deki sorunu hala bir iç mesele olarak gördüğünü ortaya koyan Erdoğan, “defol” ifadesini kullanarak Suriye yönetimini şimdiye kadar hiçbir devlet adamının düşmediği bir düzey ve üslupla hedef aldı.
Erdoğan, “Suriye'deki kardeşlerimizin; oradaki şanlı hareketin koalisyon lideri' diye tanıttığı Muaz el-Hatib’i kastederek “Şu anda dünyada 100'ü aşkın ülke bu kardeşimizin ve ekibinin liderliğini kabul etmiş vaziyette. Bu ne demek, 'Ey Esed biz seni artık tanımıyoruz, hadi defol' demektir. Çünkü halkının kabul etmediği liderler o makamlarda kalamaz”[18] dedi.
“Dostlar” grubu toplantısına katılan ülke adedini bir ülkenin devlet başkanına “defol” demek için yeterli sebep olarak gören Erdoğan, Suriye’nin geleceğinin muhaliflerle Şam’ın birlikte kuracağı geçiş hükümetinin yapacağı seçimlerle belirlemesini öngören Rusya ve İran çözüm planına “Esed’in çekilmesi”ni ön şart olarak koşuyor.
Halbuki bir lideri halkının kabul edip etmediği Dostlar toplantısına katılan ülke sayısına göre değil seçim sonuçlarına göre belirlenebilir. Eğer Dostların kurdurduğu muhalif örgütlerin iddia ettiği gibi “seçimlere bir çöpçü ile Esed girse, çöpçü kazanır” iddiası doğruysa bunu ispat etmenin yolu son derece açık.
Ankara, silahlı gruplara verdiği lojistik desteği keserek çatışmaların durmasını sağlar ve imzaladığı Cenevre mutabakatına uygun bir geçiş hükümeti kurulmasına destek verirse, uluslar arası denetime açık bir seçimle halkın kimi isteyip kimi istemediği görülmüş olur, Suriye’nin geleceğine de kendi halkı karar vermiş olur.
Ancak Akçakale’deki konuşma, BM Suriye Özel Temsilcisi Ahdar İbrahimi’nin şu an oluşturmaya çalıştığı siyasi çözümü daha başından reddeden Ulusal Koalisyon ve Özgür Suriye Ordusu’nun çözümsüzlüğe ve savaşa odaklı tutumu konusunda kimden cesaret aldığını ortaya koyuyor.
[1]http://www.amerikaninsesi.com/content/turkiye-israile-nato-vetosunu-gevsetiyor/1571361.html
[2]http://www.samanyoluhaber.com/politika/Turkiye-Israile-taviz-verdi-mi/914145/
[3]http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1113797&CategoryID=81
[4]http://www.haberturk.com/dunya/haber/665428-israil-icin-bedel-odeme-vakti-video
[5]http://www.zaman.com.tr/yorum/bosna-hersekin-filistin-durusu/2023357.html
[6]http://dunya.milliyet.com.tr/azerbaycan-israil-e-hava-ussu-verdi/dunya/dunyadetay/29.03.2012/1521458/default.htm
[7]http://www.trthaber.com/haber/dunya/azerbaycan-ve-israil-arasinda-silah-anlasmasi-30142.html
[8]http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/12/25/turkiye-israile-tek-sartla-izin-verdi
[9]http://www.haberturk.com/dunya/haber/665428-israil-icin-bedel-odeme-vakti-video
[10]http://haber.gazetevatan.com/hatay-israile-baglandi/494122/2/Haber
[11]http://ekonomi.milliyet.com.tr/iste-suriye-ile-krizin-faturasi-/ekonomi/ekonomidetay/25.12.2012/1646640/default.htm
[12]http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1113725&CategoryID=81
[13]http://www.cnnturk.com/2012/dunya/04/09/annan.plani.kaduk.oldu/656611.0/index.html
[14]http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/03/120327_syria_annan.shtml
[15]http://www.zaman.com.tr/newsDetail_getNewsById.action?haberno=1265480
[16]http://www.zaman.com.tr/newsDetail_getNewsById.action?haberno=1311974&title=muhalefet-annanin-yeni-planini-reddetti
[17]http://www.trthaber.com/haber/gundem/erdogan-suriye-bizim-ic-meselemizdir-4907/
[18]http://www.aksam.com.tr/artik-bu-sehri-viran-olmaktan-cikaralim--157066h.html