YDH- Muhammed Seyyid Rısas, içeride değişim gerçekleştirmek isteyen Arap siyasi aktörlerinin dışarıdan destek talep etmekte sakınca görmeyen tutumlarını tarihsel örneklerle açıklıyor.
Modern Arap siyasi hayatı, 1908-1918 döneminde tesis edildi. O zamanlar, Mısırlılar ellerindeki Osmanlı sopasını, İngilizler ile savaşlarında bir araç olarak kullandılar. Arap Asya'da ise farklı eğilimler vardı.
Sünni Müslümanların çoğunun Hilafet Devleti olarak tanımladığı devletle irtibat halinde olmaya devam etme eğilimleri ile, İttihad ve Terraki ‘nin darbesi ile birlikte Türkleştirme politikasına karşı çıkan aydınların ve siyasetçilerin adem-i merkeziyetçi eğilimleri vardı.
1913 yılında Paris'te ''Arap Konferansı'' düzenlendi. Forumun başkanlığını ''adem-i merkeziyetçi'' (yerelleşme yanlısı) grubu üyesi Şeyh Abdülhamid Zehravi yaptı. Fransa hükümeti, konferans düzenleyicilerine meclis salonunu vermişti.
Konferans üyelerinin eğilimleri; Osmanlı’dan ayrılacak düzeyde olmayan adem-i merkeziyetçi eğilim (konferans üyelerinden çoğunluğu Müslüman olan üyelerin eğilimi idi) ile başka gündemleri olan (Lübnan dağı Hıristiyanları) ve Fransa’nın yardımı ile, Osmanlı’yı parçalamaya varacak şekilde, Fransızların koruması ile bir siyasi varlık inşa etme eğilimi arasında dağılmıştı.
Paris’teki adem-i merkeziyetçilerin projeleri İstanbul duvarına çarptı. Dolayısı ile 1. Dünya Savaşı’nın patlak vermesi ile birlikte adem-i merkeziyetçi derneği içinde Osmanlı’dan ayrılma eğilimleri oluşmaya başladı ve bu yüzden bu dernek yüzünü Paris’e döndürmeye başladı.
6 Mayıs 1916 infazlarının da; Osmanlıların, Fransa’nın Şam ve Beyrut’taki iki elçiliğini basıp bazı belgeleri ele geçirmesi üzerine gerçekleştirildiğinin kesinliği de bilinen bir şey. Öte yandan ‘’Arap Kızları’’[1] derneği ve ‘’Antlaşma’’, Fransa eğilimli değil de İngiliz eğilimli idiler. Ama adem-i merkeziyetçiler ile de yabancıları kullanıp mevcut duruma son vererek Osmanlı’dan ayrılma konusunda müşterek fikirlere sahiplerdi.
1915 Mayıs’ının sonlarında ‘’Arap Kızları’’ ve ‘’Antlaşma’’ örgütünden bazı üyeler Şam’da, Prens Faysal bin Hüseyin ile gizlice görüşerek ona bazı projeler teslim edip bu projeleri babasına iletmesini ve babasının bu projenin esasları konusunda İngilizler ile görüşmesini istediler.
Bunun ardından McMahon (İngilizlerin o dönemki Mısır valisi) ile Hüseyin arasında yazışmalar oldu (14 temmuz 1915- 10 mart 1916): Proje; Arap devletine (Adana, Mersin hattından, güneyde Bab El Mendeb’e, Diyarbakır’dan Hürmüz Boğazına kadar) Londra ile savunma anlaşması yapacak ve İngiltere’nin iktisadi yardımı ile bağımsızlık ile Arap karakteri taşıyacak, merkezi Mekke (Vatikan’daki duruma benzer şekilde) olan İslami Halifeliği de içeriyordu.
Bu projeye benzer ilk önerileri Wilfred Blunt adlı bir İngiliz 1882 yılında yayımlanmış ‘’İslam’ın Geleceği’’ adlı kitabında yazmıştı. 1899 yılında da, Abdurrahman Kevakibi, Mısır’da ikamet ettiği dönemde, aynı önerileri alıp ‘’Umm el-Kura’’ kitabında yazdı. İngilizler, 1882 yılında Mısır’ı işgal etikten sonra, Osmanlı devletini parçalamayı ve Bilad-ı Şam’ı Mısır’a satarak, Sultan Abdulhamid’in ‘’İttihad-ı İslam’’ önerisi yerine Mısır’ın gölgesi altında İslami Halifelik kurmak istiyordu.
İngilizlerin, bir başka gizli hattı vardı. İngiltere; 16 Mayıs 1916’da Fransa ile, Irak ve Şam’ı bölen ve Filistin’e -2 Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu ile- özel bir durum sunan Sykes-Picot antlaşmasını imzaladı ve 10 Haziran 1916’da, müttefiklerin ne yaptığı bilinmeden, Mekke’den ‘’Arap Devrimi’’ diye duyurulmuştu.
Prens Faysal 1918-1920 yılları arasında belki de; babası ile birlikte Osmanlı muhalifleri iken yabancılardan yardım talebinde bulunmanın yarattığı hayal kırıklarını düşünerek krallığını kurmaya çalışırken Şam’da idi. Ama bununla birlikte Fransızlar, İngilizlerin suç ortaklığı ile Maysalun savaşından bir gün sonra (14 Temmuz 1920) Şam’ı işgal etmeleriyle, Prens, Irak tahtına ulaşabilmek için bir yıl sonra yine yabancılara başvurdu.
Aynı yıl kardeşi Abdullah da, Doğu Ürdün’de bir Emirlik kurmak için benzer yardım taleplerinde bulundu. Bu talepler yabancı eski bir valiye iletildi. Emirlik kabul edilmeden önce de, kardeşinden alınmış olan Şam’ı geri almak için, buradaki siyasi hayatı bozarak uğraşlar verdi. Ama Şam’ı kendisi için istiyordu. Bu durumu, Bağdat ve Amman’daki akrabaları ve torunları, sandalyesini korumak için yabancılardan yardım talepleri ile uğraştı diye ifade ederek tekrarladılar. Veya Şam’a geri dönmek için aynı Bağdat’ta olduğu gibi; Reşit Ali Kilani’nin 1941’de, Londra’ya ve Haşimi ailesine karşı, Almanlardan yardım istemesi gibi.
Arap muhaliflerindeki ve eski yöneticilerdeki, yabancılardan yardım isteme eğilimleri, Şam’da 50’li yıllardaki liderlerde tekrar görülmeye başlandı. Douglas Little’a göre (Middle East Journal adlı araştırma dergisinde, 44.cilt, sayı:1, 1990 kışı, sayfa 51-75, gün ışığına çıkarılan Amerikan gizli belgelerine dayanarak) Edip Çiçekli’nin Şubat 1954’te devrilmeden önceki döneminde; güçlü bir nüfuzu olan Milliyetçi bir partinin yetkilisi, 1954 ekiminde, Şam’daki Amerikan elçiliği ile şunları demek için iletişime geçmişti:
’’O ve arkadaşları -Suriye hükümetinin sola daha çok yaklaşması durumunda- önümüzdeki 2 yıl boyunca potansiyellerini geliştirip hükümeti devirmek için sessizce çalışmak niyetindeler. Ayrıca, dostlarını anahtar noktalara yerleştirmek adına kendi pozisyonundan yaralanan Albay Adnan el-Maliki hususunda da bir şeyler yapmak gerekir.’’
1956 martında, Suriye’de Cemal Abdülnasır’ın nüfuzunun artması ile, Amerikan istihbaratı, İngiliz Gizli İstihbaratı (S.I.S) ile birlikte, Suriye’de darbe gerçekleştirmek adına ‘’Starkol Operasyonunu’’ planladı.
26 Temmuzda Süveyş Kanalının millileştirilmesinden sonraki aşamada, Mısır’da bir hafta içinde darbe olabilmesi için ‘’üçlü saldırı’’ planını ortaya koydular. Gün olarak, asıl olarak belirlenen tarihten gecikmeli olarak 4 gün sonra, İsrail’in Sina’ya saldırısının da başlayacağı 29 ekim günü belirlenmişti.[2]
2. Şube Lideri Albay Abdülhamid Sirec tarafından önceden engellenen, bir darbe planı listesinde de Suriyeli lider şahsiyetler vardı: Ulusal Partiden Mihail Liyen, Halk Partisi’nden Adnan el-Atasi, Suriye Milliyetçi Partisi’nden Edip Çiçekli ve Hukuk Profesörü Munir İclani gibi önemli şahsiyetler, Hasan el-Atraş gibi bazı bölge liderleri ve sonradan oğlu Ürdün parlamentosunun başkanı seçilen aşiret lideri Hayil Surur.
Irak muhalefetinin neredeyse bütün fraksiyonlarında da, hakim olanın düşmanlarının ve karşıtlarının yanında alma eğilimi vardı. 1970 yılının ilk ayında, Bağdat’ta, Tuğgeneral Abdülgani Ravi’nin, Baas yönetimine karşı darbe girişimi örneğinde de görebiliriz. Bu girişimin içinde yer alan güçler Molla Barzani’den, Seyyid Mehdi el-Hekim’e, Eski Başbakan Abdurrezzak Nayef’e ve destek sunan İran şahına kadar uzanıyordu.
Sadi Yusuf şöyle diyor: ’’Amerikan yönetimi 1991 yılından sonra Irak işgali için ciddi hazırlıklarına başladığında, ilk olarak özellikle solcu aydın satın almaya başladı. Bahsettiğim kırılganlıktan dolayı, Amerika bu satın almalarda çok zorluk yaşamadı.
Ayrıca satın alma işlemi Amerikalıları, maddi açıdan çok sıkıntıya sokmadı: Her bir aydının aylığı sadece 150 dolar!’’[3]
1992 yılında Irak Komünist Partisi, Mesud Barzani ve Ahmed Çelebi ile ittifaka girdi. Parti aynı zamanda, Irak’a uygulanan uluslar arası ve Amerikan ablukasından tek söz etmedi. Pratikte tüm Irak muhalefeti, Amerikan’ın 2002 işgali için hazırlıkları açıkça görülmeye başlandığında, çoğundan ‘’İşgale Hayır’’ ifadesi duyulmadı.
Muhalefetin bir kısmı ‘’olumlu sessizlik’’ duruşu almıştı: Dava partisi, Komünist parti , İslam Partisi (İhvan’ın Irak Kolu) gibi. Ve Amerikalı yetkili Zalmay Halilzad liderliğinde 2002 aralığında Londra konferansına katılıp işgali destekleyen partiler-güçler gibi: İki Kürt partisi, El-Hekim liderliğinde Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi ve İyad Allavi liderliğinde el-Vefak Hareketi.
Bu dönemde, Iraklılar bu durumu teorize etmeye kalkışmadı. Sadece zaman zaman Amer Abdullah (Tarihi Komünist Lider) hakkında, Doktor Abdul Huseyn Şaban’ın, Amer Abdullah’ın 90’ların ortalarında Londra’ya geldiği sıralarda duruşu için ‘’Egemenlik fikrini gözden düşürme ve uluslar arası kararları haklı çıkarma’’[4] sözleriyle bu durumu gözlemleyebiliyoruz.
Eski Arap sosyalistlerinin, 90’ların başında, onlar için yerellerini uluslar arası alana taşıyan Sovyetler Birliği’nin çökmesi ile sarsılmaları; liberallere doğru eğilimlerin başlamasına denk geldi ve şu argümanlar kullanılmaya başlandı: “Dünya küçük bir elektronik köy haline geldi”, “Sömürgecilik, despotizmden daha merhametlidir”, “İnsan hakları meselesi, devletler arasında kabul görmüş sınırların ötesine geçen bir meseldir.”
Irak işgalinden birkaç gün önce bazı Suriyeliler de şunları tekrarlamaya başladı: “Irak halkını, toplumu ve devleti tahrip eden bir adamdan kurtarmak için uluslar arası müdahale şekline evet; Birleşmiş Milletlerin istisnasız bütün ülkelere dayatılan demokratik sistemlerine evet ve Birleşmiş Milletlerin sistem karşısında bütün yollara başvurmasına evet”
Bu teorileştirme, yabancılardan yardım talebinde bulunmayı açık bir şekilde haklı çıkaracak bir şekle evrimleşmedi. Pratik çerçevelerde kilitli kalıp politik bir teorikleşmeye doğru yol almadı. Politik pratik siyasetini uygulayanlar, yabancılardan yardım isterken ne yaptıklarının farkındaydılar. 1991-2003 yılında açıkça; Irak’ta, pratik olarak Lübnan’da dönen siyasette ve söylenenlerde (2 eylül 2004’teki 1559 sayılı karardan, Suriye askerinin çekildiği tarih 26 nisan 2005’e kadar) ve Suriye’de aynı pratik siyaset uygulandı.
Irak tecrübesi, Lübnanlı ve Suriyeli muhalifleri ’’Dışarıdan, içteki mevcut durumu değiştirmek adına yardım talebinde bulunmaya’’ teşvik etti. Bu dönemde piyasaya bazı söylemler sunuldu, Riyad El-Tirk’in 28 Eylül 2003’te Nehar gazetesi ile söyleşisinde söylediği ve Marks’ın ‘’Hindistan’ın gelişmesinde bir faktör olarak İngiliz Sömürgeciliği’’ teorisini bir şekli ile takip eden ‘’Sıfır sömürge teorisi’’ gibi.
2003 yılında, Irak işgalinden hemen sonra, Suriye rejiminin “uluslararası kullanım” tarihi sona ermesi ile Amerikan-Suriye çarpışmalarının kokusunun alındığını gören siyasi vizyonlar vardı. Bu durumu, 2003 sonbaharından beri, Doktor Burhan Galyun’da görebiliyoruz. 16 ekim 2005’te yayınlanan ‘’Şam Deklarasyonunun’’ - Washington’un, uluslar arası konularda, rejimi değiştirmeden, ‘’Suriye rejiminin duruşunu değiştirmek istemesinin’’ ortaya çıkmasından önce- bu siyasi vizyonlara dayanarak inşa edildiğini de görebiliriz.
Batılılar (Paris-Sarkozy, Washington-Obama), Suriye’deki iç durum için, ‘’Şam deklarasyonu’’ başlığı altında, Şam ile yakınlaşmaya (2007-2010) güvendiler; ama öncekiler gibi bu da duvara çarptı.
Suriye krizinden sonraki aşamada (18 mart 2011’den beri) birçoğu, iç hareketlilik için dış faktöre güvendi. Bundan önce de dış faktöre güvenmelerinin sebebini ‘’Değişimin iç faktörlerini, dış faktörlerle, diktatörlülükten kurutmak’’ ile açıklıyorlardı.
2001 yazında, rejimi devirmek için iç hareketliliğin kapasitesinin yetersiz olduğu ortaya çıkınca, bunlar eski duruşlarına geri dönüp, Libya örneğinin teşviki ile yabancılardan yardım istediler ve Suriye Ulusal Konseyi adıyla açık bir şekilde ‘’Batı veya Türklerin eliyle dış müdahale’’ ‘’Güvenli Koridor’’ ve ‘’Uçuş Yasağı’’ gibi çağrılarda bulunmaya başladılar.
Çeviren: Hasan Sivri
[1]1909 yılında Fransa’da gizli kurulmuş Arap milliyetçisi bir örgüt. (Çeviren)
[2]Bak. Douglas Little’ın araştırması, Patrick Seel’in ‘’Suriye İçin Savaş’’ ve Amerikan istihbarat subayları Wİlbur, Crane ve Waweland’ın ‘’Kumdan Halatlar’’ kitabı.
[3]Said Yusuf: “Yüzyıl mı, Yarım Yüzyıl mı?” Es-Sefir gazetesi 13 Ağustos 2006.
[4]Abdul Huseyin Şaban: ‘’Madde, Umut ve Umutsuzluk Diyalektiği. 15 Mayıs 2010 yılında, Amir Abdullah’ın ölümünün 10.yılında Londra’da düzenlenen anmada ifade ettiklerim bunlar. Sosyalizmin Ufku sitesinde yayınlanmıştır.