YDH-Sadık Hanefer ve Hüseyin Mellah’ın, el-Menar televizyonu için hazırladıkları Suriye krizini ele alan 7 bölümlük yazı dizisinin altıncı bölümünü yayımlıyoruz.
Yazı dizimizin 6. bölümünde, uluslararası güçlerin Suriye krizi konusunda aldıkları pozisyonları ve çok kutuplu dünyanın Suriye krizindeki imkanlarını ve ilişkilerini işleyeceğiz.
Suriye krizinin en önemli sonuçlarından biri, Suriye krizi konusunda alınan pozisyonların ardından dünya arenasında gerçekleşen bölünmelerdir. Bu durum akıllara, Soğuk Savaş günlerini getirdi. Amerika'nın 20 yıllık hegemonyasından sonra büyük güçler arasında bir denge kuran Suriye krizi, Batı ve Doğu ile kapitalizm ve sol arasında birden fazla denklem doğurdu.
Çok kutuplu dünya
Var olan bölünmeler, Amerika'nın, dizginleri diğer güçlere bıraktığı ve sahadan çekilme eşiğine geldiği anlamına gelmez. Ancak Washington'un son yıllarda yaşadığı krizler, bunların arasında Afganistan ve Irak savaşı ile beraber hazine borçları, Amerika'nın geriye adım atmasına neden oldu.
Bu da diğer ülkelerin, en başta Rusya olmak üzere, Çin ve BRICS ülkelerinin seslerini daha yüksek çıkarabilmelerine vesile oldu. Dünyanın dengeleri değişti ve tek kutuplu siyasetin artık eskisi gibi işleyemeyeceği ortaya çıktı. Bu durum özellikle Suriye krizi ile birlikte yansıtılmaya başlandı.
Bu bölünme yukarıda saydığımız ülkeler ile sınırlı değildir. Bu bölünme, Arap Birliğinin Suriye krizinde izlediği yolu eleştiren ve çekincelerini ifade eden Arap devletlerini de kapsamaktadır.
Arabistan ve Katar liderliğinde, silahlı gruplara daha fazla para ve silah yardımında bulunarak krizi tırmandıran bu cephe, Suriye'yi, Arap Birliğinden uzaklaştırmayı başarıp koltuğu Koalisyon'a verseler de bu durumu uluslararası arenada özellikle Birleşmiş Milletlerde kendi açılarından bir kazanca çeviremediler.
''Büyük çocuklar'' ile oynamak - Özellikle de bu çocuklar eğer Rusya, Çin, BRICS ülkeleri ve bunlara ek olarak İran İslam Cumhuriyeti ise- kuralların tamamen değişmesine neden olur.
Bu devletler, iki yıldan uzun bir süredir, iç diyaloglarla Suriye krizinde barışçıl bir yol izlediler. Dış müdahaleye ve Şam'a Batılı ve bölgesel güçleri dayatan her seçeneği reddedip Libya senaryosunun tekrarlanmaması konusunda uyarılarda bulundular.
Cazip bir kriz, ilan edilmeyen hedefler
Suriye'nin stratejik ve jeopolitik pozisyonu, onu her zaman sömürgeci ve büyük güçler için bir cazibe merkezi haline getirmiştir. İçinde bulunduğu kriz, özel hedeflerini yerine getirebilmeleri açısından büyük güçleri baştan çıkartmıştır.
Bu güçlerin en önemli hedefleri:
Amerika Birleşik Devletleri: Suriye ve ordusunu zayıflatmaya ve bölgedeki rolüne darbe vurarak, Direniş eksenini tüketmeye çalışıyor. Amaç İsrail'in varlığını korumak.
İngiltere ve Fransa: Petrol bolluğu içindeki Ortadoğu'da, rollerini Suriye üzerinden güçlendirmek.
İsrail: Ana hedefi, Cumhurbaşkanı Esed'i devirip orduyu zayıflatarak, İran'dan başlamak üzere Suriye, Lübnan ve Filistin'e kadar uzanan Direniş eksenine bir darbe indirmek. Bunu gerçekleştirebilmek için de açık veya gizli her türlü faaliyet içinde bulunabiliyorlar.
Türkiye: Osmanlı imparatorluğunu tekrar canlandırmak ve Ortadoğu'ya Suriye kapısından bir dönüş yapmak. Çıkarları doğrultusunda hareket eden Türkiye; Arabistan ve Mısır'ın bölgede rollerinin azalması ile birlikte, bölgede söz sahibi olan bir güç haline gelmek istiyor.
Suudi Arabistan: Suriye yönetimi ile eskiden gelen hesapları olan Arabistan bu amaçla Suriye'nin siyasi yönelimlerini vurmayı amaçlıyor. Suriye'nin, İran ve bölgedeki Direniş ile bağlantı köprülerini yıkmaya çalışıyor.
Katar: Mali zenginliği ve petrol bolluğunun verdiği güçle bölgede rolü giderek artmakta. Washington ve Tel Aviv'in bölge hedeflerinin gerçekleştirmeye çalışıyor. En başta Arabistan'ın olduğu bazı Körfez ülkelerinin vizyonuna ters düşse de, siyasi projelerini üzerlerinden gerçekleştirebileceğini düşündüğü İslami hareketleri destekliyor.
Diğerleri ne istiyor?
Bu ülkelere karşılık olarak, en başta İran, Rusya ve Çin, BRICS ülkeleri ve Latin Amerika ülkeleri, BM'de, Şam'a saldırı ve Libya'daki senaryoyu tekrar edebilmek için giriş amaçlı karar tasarılarını veto ediyorlar.
Rusya, pozisyonu ve çıkarları
Moskova'ya göre Suriye, Akdeniz ve sıcak denizlere giriş kapısı olarak tarihi ve stratejik müttefiktir. Buna ek olarak Rusya'nın bölgede ekonomik çıkarları da var. Dolayısı ile Rusya, kaderini belirlemede -özellikle Türkiye'nin desteği ile güçleri artan silahlı gruplar ve Kafkas cumhuriyetleri için oluşturabilecekleri tehlikeler göz önüne alındığında- büyük rol oynayacak olan bu savaşa kilitlenmiş durumdadır.
Bu konuda, Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı Rus uzman Leonid Safin sitemize verdiği demeçte, Rusya'nın Suriye krizinde aldığı pozisyonla ilgili olarak şunları söyledi:
''Libya'da olanlardan sonra, Rus yönetimi aldatıldığını fark etti. Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, açık bir şekilde, Libya benzeri bir aldatmacaya izin vermeyeceklerini söyledi. Rusya'nın, bu bölgeye bağlı olan dış politika doktrini, pozisyonu, ilkeleri ve buna ek olarak BRICS ülkelerinin duruşu ve ilkeleri, Güvenlik Konseyi üzerinden, Suriye'ye yönelik dış müdahale yollarını açma girişimlerine karşı kararlı bir duruş sergilemektedir.''
Leonid Safin daha sonra ''Suriye ve Rusya'yı bir arada tutan, Sovyetler Birliğinden kalma uzun vadeli dostluklardır. Dolayısı ile bölgede var olan bütün gelişmeleri bilmek ve takipçisi olmak zorundayız'' dedi. Safin, Tartus'ta bulunan askeri deniz üssünün, bölge istikrarının korumada büyük önem arz ettiğine işaret etti. Bu üssün başka bir yere taşınamayacağını belirterek ''biz uzun süredir buradayız ve bölge yabancısı değiliz'' dedi.
Safin: ''Rusya'da var olan bir bakış açısına göre, Rusya; sadece okyanuslarda değil, kendisini uzun süreli dostlukların bir arada tuttuğu diğer devletlerde de var olan imkanlarını güçlendirmek zorundadır. Küba'da radar istasyonu kurmanın -samimiyetle söylemek gerekirse kuzey yarım kürenin yarısını kapsama alanına alan radarın- konumumuzu nasıl güçlendirdiğini hatırlatmak isterim. Vietnam'daki Kamran üssünden çıktık; ama bu ve buna benzer meseleler tekrar masaya yatırılıyor. Rusya'nın sahada var olan yamasını Akdeniz'den Afrika'ya kadar genişletip kendini ve dost ülkelerin çıkarlarını koruması gerekiyor.''
Çin ve Ortadoğu'ya giriş
Suriye'ye yönelik yaptırım veya benzer baskı kararları çıkarmaya karşı Güvenlik Konseyi’nde birden fazla defa veto hakkını kullanana Pekin'in belki de ilk defa Ortadoğu'da rol oynadığını görüyoruz.
Çin'in aldığı pozisyonda dikkate alınan hususların başında ekonomik çıkarlar ve öncelikli olarak da petrol geliyor. Amerika ve Avrupalıların Körfez'deki petrol hegemonyası ile birlikte Suriye'nin Batı-Arap müttefikliğinde düşmesi, Çin'in stratejik ve ekonomik çıkarlarını ilgilendiren ''özel enerji kaynaklarını'' da tehdit eder nitelikte.
Amerika, Asya ve Pasifik'e öncelik vereceğini ilan ettikten sonra Çin, Amerika'nın Uzakdoğu'daki hamlelerine karşı koyabilmek için bölgedeki (Ortadoğu) ülkelerle yakın ilişkiler içine girip, bölgesel ve uluslararası arenadaki eksenlerde var olan gücünü arttırmak ve rolünü güçlü oynamak için uğraş veriyor. Bölgede geri kalan taraflara boyun eğdirme niyeti ile Suriye'nin düşürülmesine izin vermek istemeyen Çin, yeni bölgesel denklemlerde yer kapmaya da çalışıyor.
İran ve Suriye
İran'ın liderleri, Suriye krizinin ilk anlarından itibaren, reformların ehemmiyetine, farklı tarafların ve cephelerin taleplerinin dikkate alınmasına, ihtilafların çözülmesi için her cepheye kapıları açmanın ve diyalogun gerekliliğine vurgu yaptılar. Güvenlik durumunun bozulması, bölgesel ve uluslararası tarafların kriz hattına girişi ile birlikte İran; hedefin, Şam'ın düşürülerek Direniş hattından uzaklaştırılması ve böylece Filistin davasındaki rolünden de kurtulmak olduğunu gördü.
İran'ın bu konudaki düşüncelerini ve duygularını güçlendiren bir diğer durum ise, muhalif ve bölgesel tarafların, ülkeyi krizden kurtarmak için yapılan diyalog ve siyasi çözüm çağrılarına yanaşmaması oldu. Bu taraflar diyalogu reddederek ''rejimi devirme'' seçeneğine bağlı kaldılar. Buna rağmen İran, Batı’nın müdahalesinden kurtulmak ve Suriye'de akan kanı durdurmak için kapılarını bölge ülkelerine açarak bazı girişimlerde bulundu. Kahire'de, Suriye için Temas Grubu adı ile toplantılar düzenledi.
İran'ın Suriye krizine yönelik çözüm yaklaşımları:
-Çatışmaların ve askeri operasyonların durması,
-Yönetimin ve muhalefetin diyalog kurması,
-Suriye'nin toprak bütünlüğünün ve ulusal çeşitliklerinin korunması,
-Bütün cephelerin katılacağı, BM gözetiminde seçimlere gidilmesi.
İran'ın girişimi ve diyalog çağrıları reddedildi ve daha önce eşi görülmemiş bir biçimde para ve silah akışı sağlanarak askeri çatışmalar derinleştirildi.
İran'ın, Suriye'nin Direniş hattındaki rolünün hedef seçilmesine karşı çıkması ve herhangi bir dış müdahalenin bütün bölgeyi kapsayacak bir savaşa neden olabileceği konusunda uyarılar yapması doğal tepkilerdir. Belki de İran'ın tehdidi, Şam'a yönelik saldırı planlarına -özellikle Şam'da olan bitenden dolayı avantaj sağlayan İsrail eliyle- karşı caydırıcı bir rolü olmuştur.
İran'a göre Suriye krizinde asıl hedeflenen:
-Suriye ordusunu zayıflatma ve parçalama,
-Suriye yönetiminin strateji değiştirmesini sağlama,
-İran'dan Suriye'ye, Lübnan ve Filistin'e kadar uzanan Direniş eksenini kırmak,
-Suriye'nin düşürülmesinden sonra Irak ve İran'ın hedef alınması,
-Mezhep ve hizip çatışmaları ile birlikte iç savaşa neden olarak Suriye'yi parçalamak.
Bütün bunlardan yola çıkarak İran, Suriye'ye ve bölgeye karşı hazırlanan komplolara karşı durmanın gerekliliğine vurgu yaptı. İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Said Celili'nin geçen yaz, Cumhurbaşkanı Beşşar Esad'ı ziyaretinde kullandığı ifadeler, İran'ın Suriye'de yaşanan olaylara karşı pozisyonunu açık etti:
''Suriye'de yaşananlar iç meselelerle ilgili gelişmeler değildir. Direniş ekseni ile bu eksenin bölgesel ve uluslararası düşmanları arasında yaşanan bir mücadeledir. Hedeflenen ise, Şam'ın Direniş eksenindeki rolüne darbe indirmektir. İran, eksenin esas kollarından biri olan Suriye'nin düşürülmesine izin vermeyecektir.''
Suriye ve stratejik ilişkiler
Suriye, Hafız Esad döneminden beri, öncelikle Sovyetler Birliği ve sonra Çin ve İran ile güçlü ilişkiler kurarak dış siyasette yönünü Doğuya çevirmiştir.
Suriye'nin dış politika yönünü Doğuya çevirmiş olması, batı ve Amerika ile ilişkilerini kestiği anlamına gelmiyor ama Filistin davası ve işgal altındaki Arap topraklarına karşı Amerika'nın almış olduğu tutumdan dolayı gerginlikler ve krizler yaşanmıştır.
Irak'ın işgal edilmesinden ve dönemin Amerikan Dış İşleri Bakanı Colin Powell'in Suriye yönetimine ''talep'' listesi ile (en önemlisi Direniş ekseninden uzak durun talebi idi) gelmesinden sonra, Şam ve Washington arasındaki ilişkiler daha önce olmadığı kadar gerginleşmişti.
Suriye ve dış politika
Suriye'nin dış politikası hakkında Halk Meclisi Başkan Yardımcısı Halid Abbud sitemize verdiği demeçte şunları söylemiştir:
''Şam ve Washington arasında herhangi bir stratejik ilişki, Suriye'yi zayıflatacaktır. Geçen yıllar boyunca bu ülkeyi yöneten siyasi akıl, hezimete ve yenilgiye uğramadan, var olan denklemlerde önemli ilişkiler kurmayı başarabilmiştir. Suriye ve İran'ın pozitif ve güçlü ilişkileri, bu iki devlete büyük ölçüde güç kazandırmıştır. Bu iki ülke arasında kurulan ekonomik, sosyal ve kültürel denklemler ve buna ek olarak bölgesel ve uluslararası stratejik ilişkiler bu iki devletin gücüne güç katmıştır.''
Abbud, Rusya ve geri kalan devletler ile Suriye'nin stratejik ilişkileri hakkında şunları ifade etti: ''Suriye ve Rusya arasında var olan ilişkiler; Suriye'nin, Rusya'nın çıkarlarını nasıl idame ettireceği ile ve Rusya'nın ise, Suriyelilerin egemenliklerini nasıl koruyacaklarıyla ilgilenmesi ile özetlenebilir. Rusya, Çin ve Amerika ile istikrarsız ilişkileri olan BRICS gibi ülkeler ile ilişkiler kurması, Suriye'nin korunmasına vesile olmuştur.''
Rusya ve Çin, pozisyonlarını bağımsız olarak almadılar. Suriye ile var olan ilişkilerine ek olarak Suriye eğer iki yıl boyunca kararlı bir duruşa sahip olmasaydı, Çin ve Rusya bu duruşa sahip olmayabilirlerdi.
Çeviren Hasan Sivri