YDH- Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın el-Menar ve el-Alem televizyonları tarafından canlı yayımlanan konuşmasının bölgesel gelişmelerle ilgili kısımlarının geniş bir özetini sunuyoruz.
Direniş, en başından beri gerekli ileri görüşlülüğe sahipti. İsrail işgalciliği karşısındaki sessizliğin sonuçlarının ve ABD’nin emperyalist projeleri ile birlikte yaşamanın tehlikelerini 1982’den beri biliyordu. Bu basiret, bu projeye karşı savaşmayı beraberinde getirdi. Halbuki o dönemde de İran ve Suriye’den başka tüm Araplar, zillet ve aşağılanmışlık içindeydi.
Direniş, fedakarlıklarla Lübnan’ı özgürlüğe kavuşturdu. Lübnan’ın özgürlüğü ve onuru, suları ve doğal kaynakları bu fedakarlıklar sayesinde elde edildi.
Direniş olmasaydı, ülkemiz ve kaynaklarımız sömürge olacak ve tıpkı Batı Şeria gibi, sudan bile mahrum olacaktı.
Lübnan milli kalmalıdır, uşak olmamalıdır. Bu sorumluluk tüm bürokrasiye, aydınlara, sanatçılara, düşünürlere, tüm Lübnanlılar aittir.
Şu an tarihi tahrif etmeyi amaçlayan çok yoğun bir medya saldırısıyla karşı karşıya bulunuyoruz.
Biz bu ülkenin bir parçasıyız, biz büyük fedakarlıklara katlanan Lübnan halkının bir parçasıyız. Bu yolda en sevdiklerimizi kurban verdik. Elbette kimseden bir minnet veya şükran beklemiyoruz. Bunları dinimiz için, ahretimiz için, ülkemiz için, kutsallarımız için yaptık.
Bu bir projeler savaşıdır
Şu an bölgeye saldırı projesi Suriye’de gerçekleşiyor. Amerika, Avrupa, birçok Arap ülkesi, Körfez ülkesi, bunun bütçesini temin ediyor. Medyada insanlar, yazılar yazıp küfretmeye hazırlar, şu anki ortam bir korkutma ortamı. Gerçekleri açıklamak isteyen birinin tutumuyla ilgili binlerce hesap yapması gerekiyor, özellikle de katliamlar yapılması için birçok fetvaların yayımlandığı bu ortamda…
Kimi insanlar da siyasi tutumlarını açıklayarak katliam, tekfir ve tecavüz fetvalarıyla mücadele ediyor. Bazı bölgelerde, siyasi tutumlarından dolayı cezalandırılıyorlar. Birçok şerefli Sünni alim veya gazeteci tavırları sebebiyle saldırılara maruz kalıyor.
Şeyh Mahir Hammud’a yönelik saldırı, basite alınacak bir saldırı değildi, Allah onu korudu. Onun bir duruşu var, bana birçok mektup yazdı ve nasihatlerde de bulundu.
İran konsolosluğunun önünde olan olaylarda bir kişi mazlum bir şekilde öldürüldü, bu olay iyi incelenmeli kimsenin hakkı zayi edilmemelidir. Kuşkusuz bu olay bütünüyle reddedilmelidir.
Suriye ile ilgili gelişmelere ilişkin görüşlerimizi ve tutumumuzu açıklıyoruz, tekfire ve hakaretlere uğruyoruz.
Biz İsrail’le savaşırken tüm dünya İsrail’in yanındaydı; sayıca çok az olmamız bizim korkmamıza neden olmadı. Şüpheye, tereddüde düşmedik, teslim olmadık. Şuanki şartlarımız daha iyi en azından dünyanın yarısı bizden yana, halbuki Temmuz Savaşı’nda yalnızca İran ve Suriye yanımızdaydı.
Beka’daki güvenlik sorunları
Lübnan’da birilerinin ateş açılması, birilerinin kaçırılması, öteden beri olan şeylerdir. Bu tür olaylar hiçbir şekilde kesinlikle doğru değildir; ancak şu anki şartlarda meselenin siyasi veya partisel boyutlar kazanmaması için herkesi sabra davet ediyorum.
Kutlama amacıyla veya şehit cenazeleri törenlerinde havaya ateş açılması insanları korkutuyor, tedirgin ediyor. Bu haramdır, Hizbullah, silahının bu şekilde kullanılmasını kabul edemez. Eğer birisi bu şekilde ateş açar ve birine zarar verirse sorumludur.
Beka’daki olaylarla ilgili olarak şunu söylemek gerekir ki Hermel’deki durum hassastır ve dikkat edilmesi gerekir. Suriye ordusu Arsal’ı bombalıyor, bazıları buna reaksiyon gösteriyor, bazıları ise herhangi bir tavır göstermiyor. Hassas olan durum, dilden dile dolaşan söylentilerdir. Şii bölgeleriyle çevrili Sünni Arsal bölgesinden Hermel’e füze atıldığı söyleniyor. Birileri bu söylentiler üzerine gidip meseleyi orada halledin diyor. Sizden biriniz Arsal’da öldürülürse hiçbir araştırma veya delil olmaksızın Hizbullah suçlanıyor.
Biz Beka’daki kardeşlerimizden haberlerin doğruluğundan emin olmalarını istiyoruz. Sar’eyn, Baalbek veya hermel’e atılan füzelerin kaynağı Arsal değildi. Bu füzeler Suriye’deki silahlı gruplar tarafından atıldı ve inşallah biz bunlara bir çözüm yolu bulacağız.
Beka’da Şii Sünni çatışması çıkarmak için yoğun bir medya ve istihbarat faaliyeti var. Bunlar iki mezhebe mensup olan tarafların siyasi ihtilaflarını istismar istiyorlar. Halbuki hepimiz aynı dinin evlatlarıyız. Hizbullah bölgede her türlü fitnenin yolunu kapatmak için haykırıyor.
Suriye’nin Kusayr kentindeki bazı gençler bir camiye üzerine “Ya Hüseyin” yazan bir bayrak dikmişlerdi. Birçok Arap medyası bundan hareketle bir sürü dedikodu yaydılar. Arap medyası bu gençlerin Hizbullah’a bağlı olduğunu caminin adının da Ömer bin Hattab camisi olduğunu iddia ettiler.
Halbuki bu iddialar doğru değildi, yayımlanan haberlerin yalan olması bir yana bu medya organlarında çalışanlar Kusayr halkının bir bölümünün Şii olduğunu dahi bilmiyor. Kusayr halkının bir bölümü Şii’dir ve İmam Hasan el-Mücteba adlı bir de camileri var. Üzerine “Ya Hüseyin” yazan bayrak bu caminin üzerine dikildi.
Halife Ömer bin Hattab Camii bu caminin birkaç kilometre ötesindedir. Tüm gerçeğin açığa çıkması için yakında bununla ilgili videoları da yayımlayacağız.
El-Cezire televizyonu, yayımladığı “İyi bilin” adlı bir programda bu tür yayınlar yapıyor. Neyi iyi bilin? Yalanı, hileyi, saptırmayı mı? İmam Hüseyin sadece Şii’lere mi ait? O, tüm Müslümanlara ait.
Suriye’deki olayları bir mezhep savaşına dönüştürmek isteyenler zayıf kişilerdir. Bu krizin bir mezhep çekişmesine dönüşmemesi için çalışmalıyız. Suriye’de yaşanan en kötü olay mezhebi çekişmedir. Ama Suriye’deki çekişme mezhebi değildir, terörist saldırıyla şehit edilen şeyh Buti, Şii değildi.
Suriye'de mezhep savaşı değil, projeler savaşı var
Son dönemde Suriye’yi hedef alan komploya karşı koymak için sahaya inmeye karar verdik. Bu, bir anda verilmiş bir karar değildi. Başından beri bu komplo ve bunun Lübnan’a, bölgeye, Filistin’e, Suriye’ye, Müslümanlara, Hıristiyanlara Şii’lere, Sünnilere, tüm halka özellikle de Sünnilere yönelik etkileri bizim tarafımızdan biliniyordu.
Birilerinin bu çatışmalara girdiğine izleyerek tanık oluyorduk. Halkla yönetim meselesi çok uzun bir süre önce sona ermişti. Devlete karşı olanlarla devletten yana olanlar şeklinde bir ayrım söz konusu. Suriye halkının bir kısmı devletten yana ve biz de bu taraftayız, bir kısmı ise devlete karşı. Biz Suriye’de reformların yapılmasından yanayız ve Suriye’nin yok edilmesine karşıyız ve Suriye’den yanayız.
Bazı haberlerde 100 bin savaşçının Suriye’ye girdiği söyleniyor. Hiçbir seçimin yapılmadığı bazı Arap ve İslam ülkelerinin insan haklarından yana olduğu konusu ikna edici olabilir mi?
Muhaliflerin silahlandırılması meselesi bir yalandan başka bir şey değil; çünkü bu, uzun zamandır başlamıştı. Suriye’de yönetimi devirmek adına halkı öldürmekten çekinmeyen insanlar var.
Biz Suriye’ye müdahil olan son grubuz. Bizden önce Mustakbel grubu (Sa’d Hariri’nin Partisi) ve ismini zikretmek istemediğim daha birçok Lübnanlı grup Suriye’ye müdahale etti.
Biz, muhaliflerden yana müdahil olsaydık bizim bu müdahalemizi alkışlamazlar mıydı? Bunu mübarek ve akıllıca bir müdahale olarak nitelemezler miydi? Biz o zaman gerçek Hizbullah olmaz mıydık? Bayraklarımız bazı Arap ülkelerinde dalgalanmaz mıydı? Haber kanalları bizden övgüyle söz etmez miydi? O halde mesele Suriye’ye müdahale meselesi değil.
Bu uluslar arası saldırıya karşı Suriye Arap ordusu muhtelif cephelerde mücadele ediyor. Biz bu komplo karşısında sadece, yalnızca Suriye’nin düşmesini değil, tüm bölgenin düşmesini isteyen bir cephedeki sorumluluğu üstlendik. Bu, Amerikalıların, İsrail’in ve tekfircilerin komplosudur.
Bu müdahalemiz Suriye’nin iyiliklerine verdiğimiz bir cevaptan ibaret değildi. Biz, katılımımızda ciddiydik ve bunu saklamadık, katılımımızı açıkça ilan ettik.
Biz gençlerimizi Suriye’ye savaş için gönderip sonra da onları battaniye ve süt dağıtmaları için gönderdik demedik. Onlar orada öldüklerinde de onları Suriye’de defnedip ailelerini teselli etmeye çalışmadık. Biz asla bu tür adımlar atmadık.
Bizim tutumumuz açık ve biz buna bağlıyız. 25 Mayıs’tan sonra basın veya internet yoluyla bizi kınamayan kalmadı.
Biz, Arap ülkelerinin terörist örgütler listesine sahip olduğunu bilmiyorduk. Biz, Amerika’nın terör örgütleri listesine giren ilk örgüt olmakla iftihar ediyorduk, şimdi Avrupalılar da bizi terör örgütü listesine almanın yollarını arıyor.
Körfez ülkelerinde hiçbir Hizbullah bağlısı olmadı. Zaten Hizbullah’a bağlı hiç kimseye Körfez ülkelerinde ikamet verilmiyor. Bizim Körfez ülkelerine yönelik herhangi bir projemiz yok; ama aldığımız kararların tüm sonuçlarını kabul etmeye de hazırız.
Bize çeşitli şekillerde saldırılar oluyor. Saldırıları ve tehditleriyle bizim tutumumuzu değiştirebileceklerini düşünenler sadece kuruntuya kapılıyor. Bu tür saldırılar bizim kararlılığımız daha da arttırıyor.
Arap ülkelerinin öfke ve gazabını anlayışla karşılamak gerekiyor. Çünkü onlar bu projeye büyük yatırım yaptılar, şartlar koydular, büyük masraflara girdiler; ama şimdi projelerinin çökmeye başladığını görüyorlar. Güç dengesinin değiştiğini fark ediyorlar. O halde onlara anlayış göstermeliyiz, durumlarını anlamalıyız.
Suriye’deki çatışmalar bir mezhep savaşı, bir Şii-Sünni savaşı değildir. Bu çatışmayı bir mezhep savaşı olarak nitelemek zayıflıktır. Biz, bu savaşın bir mezhep savaşına dönüşmemesi için her türlü çabayı göstermeliyiz.
Ben, bazı Şii’lerin bize muhalif olmasından memnunum; çünkü bu, çatışmaların bir Şii-Sünni çatışması olmadığının ispatıdır.
Terör, katliam veya saptırma, bizim tutumumuzu değiştirmez, Kusayr’ın kontrol alınmasından önce de sonra da tutumumuz değişmedi. Bizim Suriye konusundaki tutumumuz en başından beri ortaya koyduğumuz tutumdur.
Sorumluluk üstlendik ve bunu sonuna kadar sürdüreceğiz.