İki buçuk yıldan beri Suriye’de devam eden ve yüz binlerce masum insanın ölümüne yol açan iç savaşta, ABD, İsrail, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi ABD müttefikleri dünyanın farklı noktalarından el-Kaide gibi aşırı gruplara destek verdiler.
Buna rağmen Suriye’deki bazı silahlı grupların da yardımıyla Beşar Esad yönetimini yıkamayacaklarını anlayınca korkunç bir senaryoyu devreye sokmuş gibi gözüküyorlar.
İddiaya göre uydu görüntülerine dayanarak son günlerde gündeme gelen kimyasal silahın Beşar Esad güçleri tarafından kullandığı ileri sürülmektedir.
İddianın ardından ABD Başkanı Obama Suriye halkının acılarını paylaşacak bir jest ile bu iddiaları kanıtlamaya gerek duymadan Kongre desteğini şart koşarak Beşar Esad’ı cezalandırma kararı aldığını açıkladı.
Öte yandan kimyasal iddiaların ortaya atıldığı günden beri Siyonist destekli medya araçları Suriye yönetimini hedef göstererek uluslararası malum odakları göreve çağırdı.
Başkan Obama kimyasal silah bahanesiyle aldığı cezalandırma kararında İsrail, Ürdün, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi bölge müttefiklerinin güvenliğini sağlama gayesini güttüğünü de dile getirmekten kaçınmadı.
Evet bölgedeki ABD müttefikleri Suriye konusunda çizdikleri yol haritasına göre kimi fikir vererek, kimi senaryo yazarak, geri kalanı da asker ve para tedarik ederek Suriye yönetimini yıkma, İran’ın Hizbullah ve HAMAS gibi Siyonist işgalci rejime karşı ön cephede savaşan gruplara desteğini kesme kararı aldılar.
Bu gerçek, olayın başından beri hatta olay başlamadan çok önceleri yazılan çizilenlerden de aldığı takviye destekle bilinmekteydi. Bu senaryonun uygulanmasında ABD’ye destek verenler kısa süreliğine önemli ölçüde başarıya ulaşacaklarını düşünmüşlerdi.
Fakat savaşın uzamasıyla muharip gruplar arasında iktidar ve pay kapma savaşı başlayınca Suriye ordusunun çeşitli cephelerde muhaliflere karşı üstünlük sağladıkları görünmeye başlandı. Hal böyle olunca ABD müttefikleri çırpınmaya başlayıp kendi varlıklarını bu meselenin çözümlenmesine düğümleyerek bir ölüm kalım mücadelesine girdiler.
Bu durumdan bir an evvel kurtulmak gerekiyordu. Geçmişe şöyle bir göz attığımızda buna benzer senaryoları görmek pek zor değildir.
Daha on yıl öncelerinde ABD’de ikiz kulelere saldırı meselesi ve ardından gelişen olaylar, Afganistan ve Irak işgali, Büyük Ortadoğu Projesi ve terörizme karşı sözde mücadele başlatılmış günümüze kadar devam etmektedir.
Afganistan’ın işgali için ikiz kuleler olayının ardında El-Kaide ve Bin Ladin parmağı arandı ve Afganistan işgal edildi.
Yüz binlerce müslüman katledildi. Ya bin Ladin? Kimse ne olduğunu bilmiyor. Irak’a gelince yine Kitle imha silahları üretildiği iddia edildi ve bu gerekçeyle Irak işgal edildi, yüz binlerce masum müslüman öldürüldü hala da öldürülüyor ve bir o kadarı da sakat kaldı. Ayrıca yapılan bombardımanlarda kullanılan zayıflatılmış uranyumlu silahlardan etkilenenlerin bebekler hala sakat doğuyorlar.
Aslına bakarsak kimyasal silahları İran-Irak savaşı sırasında Saddam’ın savaşta İran’a karşı üstünlük sağlayamayacağını görünce ABD başta olmak üzere Batı ülkeleri tarafından Saddam’a verilmiş ve S. Arabistan gibi kukla ülkeler de bunun mali bedelini karşılamışlardı.
Halepçe katliamı da Batı’nın bilgisi dahilinde gerçekleşti; ama Saddam’ın kullanma tarihi ABD açısından bittiğinde yine kimyasal silahlar bahane edilerek Irak’ı işgal ettiler. İşin ilginç yanı ise dünya kamuoyunu kandırdıklarını yıllar sonra yine ABD yetkilileri açıkladı. Buna benzer senaryolar az değildir.
Şimdi Suriye meselesinde aynı senaryolar tekrarlanmaya başlandı. Suriye’de kimyasal silah kullanımı sonuç itibarıyla savaş cephelerinde inisiyatifi elinde tutan ve art arda başarılar sağlayan Beşar Esad’ın lehine olmayacağını ve sonucunun hangi felaketlere yol açacağını bildiği için Suriye yönetiminin kullanması mümkün gözükmüyor.
Fakat diğer taraf için durum böyle değildir. Saddam’ın kendi halkına karşı kimyasal silah kullandığını örnek göstererek Beşar Esad’ın da kullanabileceğini ileri sürenler, soğukkanlılıkla insan kafa kesen canilerin ve onların destekçilerinin üstelik kendi halklarına karşı değil, Suriye halkına karşı kullanmayacaklarını nerden biliyorlar.
Dolayısıyla bazı bölge rejimleri Suriye meselesinde yaptıkları taktik hatalar sonucu harcadıkları paralara rağmen elde ettikleri sıfır neticesi ve üstlendikleri rol itibarıyla kendi kamuoyları tarafından ciddi bir şekilde sorgulamaya başlandığını görünce, kaderlerini Suriye meselesine düğümledikleri için çaresizlikten bu yollara başvurmadıkları ne malum?
Bir başka deyişle bu kez bu senaryonun ABD tarafından değil, ABD’yi müdahaleye zorlamak için karşı cephenin kurguladığı ihtimal dahilindedir.
Elimizde kesin bilgi olmadığının altını çizerek, olan bitenlerden anlaşıldığı kadarıyla ve bu senaryodan en çok kimin yararlanacağı mantığıyla yola çıkarak kimyasal silah kullanımının arkasında kimlerin parmağı olduğunu anlamak pek zor değildir.
Fakat ABD müttefikleri açısından işin hesap edilemeyen yanı, günümüz iletişim çağında ülkelerin kendi kamuoyu başta olmak üzere dünya kamuoyunu ikna etmekte zorlanmasıdır.
Öte yandan ABD ve İngiltere bu safer bir emrivaki ile karşılaşınca, müdahalenin sonuçlarını hesap etmeye fırsat bulamamış ve diğer yandan kamuoyunu ikna etmekte yetersiz kalmış olmalı ki, önce İngiltere ardından Obama müdahale konusunda daha temkinli davranmaya başlamıştır.
Ya da müdahale sonrası durumun ne olacağını göze kestiremedikleri için tabiri caizse Türkiye’nin ipiyle kuyuya inmek istememiş, dolayısıyla şimdilik müdahaleyi ertelemiş durumdalar.
Zira ABD ve İngiltere gibi sömürgeci rejimler, müdahale ettikleri noktalardan çıkar elde etmeleri gerekir ki müdahale gerçekleşsin. Oysa Suriye’de şimdilik o çıkarı elde edemeyeceklerini biliyorlar. Onlar açısının Suriye’nin mevcut durumu yeterli gibi görüyor.
Zira uzun süre kendi iç çekişmeleriyle uğraşacak yıpranmış, ekonomisi çökmüş bir Suriye, İsrail için en ideal bir durumdur.
Asıl kahredici olan şey bölgedeki sözde ABD müttefiklerinin müslümanlıktan dem vurarak bu oyunlara alet olması ve görünürde insanlıktan söz ederken, gerçekte gayri meşru emellerine ulaşmak uğuruna müslüman komşu ülkelerde karışıklık çıkarıp yüz binlerce masum insanın ölümüne ve bu insanların paralarıyla inşa edilen şehirlerin, tesislerin ve her şeyin yıkılmasına yol açmaktır.
Suriye meselesinde savunulması gereken tez, “hangi ülke olursa olsun kendi halkının meşru taleplerini karşılamalı” ilkesidir. Suriye’deki olaylar savaş yoluyla değil diyalogla çözülmelidir.
Komşu ülkeler bir araya gelerek bunu çözebilirdi; “Amerika gel vur, bizi tatmin et” demek bir müslüman için utanç verici bir durumdur.
Birilerinin ille de “yok artık çok geç, Esad’ın hiçbir meşruiyeti kalmamıştır” diyerek, bölgede nice büyük diktatör rejimlerin işbirliğiyle, işgalci Siyonist rejime karşı ön cephede yer alan ve yıllarca HAMAS liderlerine tereddüt etmeden ev sahipliği yapan, HAMAS ve Hizbullah’a silah tedariki sağlayan Suriye’nin bu hale getirilmesi manidar değil midir?
Elbette bu ifadelerden amaç, Esad yönetimini tenzih etmek değildir; ama bölgenin hassasiyetini göz önünde bulundurarak önce müslümanların kimliğini tehdit eden unsurları defetmek, örneğin Filistin davasında işgalci rejime karşı ön cephede saf tutan Suriye’nin –eleştirilebilir olmasına rağmen- velev ki kusurları olsa dahi yanında yer almak gerekirken onu yıkmaya çalışmak manidar değil mi?
Esad’ı yıkmaya çalışanlar kendi ülkelerinde haklarını silaha sarılarak arayanlara fırsat tanıyor mu? Bırakın silaha sarılmayı, yasal çerçevede yürüyüş yaparak hak hukuk arayanları dahi nasıl ezip geçtiklerini görmedik mi?
Velhasıl direniş cephesine zarar vermeden müslüman ülkeler Suriye’deki sorunu diyalog yoluyla çözmeliydi ve hala bu umut kaybolmamıştır. Yabancı güçlere meydan vermeden bunu çözmek hala mümkündür. Aksi halde durumun bundan daha vahim olacağı ve bu savaşın tüm bölgeye yayılacağı kaçınılmazdır.
Ne pahasına olursa olsun Suriye rejiminden kurtulmak için tarih boyunca müslümanlara hıyanet eden ABD ve Batı’yla müttefik olarak müslüman bir ülkeye saldırmasını sağlayacak senaryolar kurgulamak müslümanlığa yakışır mı?