Değişimin doğum sancıları başladı

20 Eylul 2013

YDH Suriye Temsilcisi Mehmet Serim, Suriye bağlamında oluşan Soğuk Savaş dengesinde tarafların pozisyonunu ve değişim ihtimallerini yazdı.

Şam’ın Guta bölgesinde yapılan kimyasal saldırısından sonra savaş pozisyonuna geçen dünya Rusya – ABD anlaşması ile “şimdilik” rahat nefes aldı. Sürecin Cenevre 2’ye doğru ilerlemesi ve Cenevre 2’de siyasi bir sonuca ulaşılması “umuluyor.”

Umuluyor diyoruz; çünkü ABD ve küçük ortaklarının çözümü istediğinden kimse emin değil. Bu nedenle Rusya başta olmak üzere herkes çok dikkatli davranıyor.

Görüşme masasında silahlar da var ve her an durum yine gerginleşip eller tetiğe gidebilir.

Önümüzdeki süreç bölgesel ve küresel açıdan birçok gelişmeye gebe. Suriye başlangıçtı. Suriye üzerinden devam eden “peşrevde” kimin ne durumda olduğuna / olacağına dair yapılan yorumların bir özetini çıkarmaya çalışacağız.

ABD açısından

ABD bugüne kadar müdahale etmek istediği ülkelere yönelik olarak uyguladığı klasik taktiklerde başarılı oldu denilebilir. Ancak Suriye’de herkes gibi “süper güç” de duvara tosladı ve çıkış yolu arıyor. Sadece müdahale niyetinden vazgeçmek için değil, başka bir yol bulmak için de.

Bu nedenle Rusya ile varılan kimyasal anlaşması ile ilgili açıklamalara paralel tehdit açıklamaları devam ediyor. ABD’nin Suriye ile ilgili açıklamalarından yola çıktığınız zaman “iki yönetim” öldüğünü sanırsınız.

Çelişkili açıklamalar bazen aynı şahıs tarafından bile dile getirilebiliyor.  Bir yanda Rusya ile “anlaşmaya varıldığından” bahsediliyor, diğer yandan “Esad’ın sözüne güvenilmeyeceğinden..” Bir yandan bizzat Obama Kongre’deki oylamayı erteliyor, diğer yandan “savaş pozisyonunu koruyoruz” deniliyor.

CNN her ne kadar Türkiye’de daha çok bilinse de Amerikalıların beyni alınmış olanlarına (ki bunlar çoğunluktur) hitap eden asıl kanal FOX TV’dir. İşte bu FOX TV’nin muhabirleri geçtiğimiz günlerde Suriye Cumhurbaşkanı Beşsar Esad ile röportaj yaptılar. Esad onlara “kimyasal ile ilgili uluslararası bütün anlaşmalara uyacaklarını” söylüyor. Bizim muhabir arkadaşlar ardından soruyu “patlatıyor” “yani siz kimyasal silahlara sahip olduğunuzu kabul ediyorsunuz?” Ben olsam “sayın zeka yoksunları burası Hollywood filmindeki tipik Amerikan mahkeme sahnesi değil, ben iki saattir size ne anlatıyorum” derdim. Ama Esad sabırlı adam vallahi. Soğukkanlılıkla şu cevabı veriyor: Ben kimyasal ile ilgili anlaşmalara taraf olmak için başvuru yaptığımızı söylediğime göre..” yani VAR!

Bu örnek Amerikalıların mantığını anlayabilmek açısından çok önemli. Bu mantığı ABD”nin her düzeydeki insanında görebilirsiniz.

İşte bu nedenle ABD bir yandan Ruslar ile varılan ittifaktan, BM’den bahseder; ama diğer yandan kendi kafasında takıntı haline gelmiş “saldıralım” düşüncesini atamaz. Ve bu durum açıklamalara yansımaya devam eder.

ABD için Suriye’den vazgeçmek bu kadar kolay olmamalı

ABD mantığı bir yana içerideki dinamikler yönetimin Suriye meselesinden kolay kolay vazgeçmeyeceğini gösteriyor. Şöyle ki:

1) Obama olayların başından bu yana sağlam gerekçeler olmadan ve şımarıkça Esad’ı suçladı ve gitmesi gerektiğini söyledi. Ancak Esad gitmedi. (Batı’nın iddia ettiği gibi) sadece muhaberatı güçlü, halkını kanlı şekilde bastırdığı için değil. Halk içinde geniş bir tabanı olduğu için. ABD bunu göremedi ve Obama ilk golü buradan yedi.

2) Obama el-Kaide gibi unsurları dost ve müttefik bölge ülkeleri ile işbirliği halinde besledi, büyüttü, Suriye’ye gönderdi. Bunların Esad’ı kısa zamanda devireceğini düşünüyordu; ama Esad yukarıda saydığımız nedenlerle de devrilmedi. Bu da ikinci goldü.

3) Obama süreç içinde Rusya duvarına tosladı. Daha önce” istediğim yerde borazanımı çalarım” diye düşünüyordu; ama Putin bu kez “yemezler” dedi. Bu da üçüncü gol oldu.

4) Obama savaş çığlıkları atarken askeri açıdan Suriye’nin yanı başında bulunan sevgilisi İsrail’in ne büyük tehlike altında olduğunu hesaplayamadı. Boşuna değildi NATO Genel Sekreteri Rassmussen’in “çok isterdik; ama vuramıyoruz” demeçleri.  Bu da dördüncü gol oldu.

5) Obama kimyasal meselesini bölgedeki iki sadık müttefiki ile birlikte tezgahladı. Ancak kimyasal bu kez kendisini vurdu. Raporlar, haberler, iddialar karşısında net bir şekilde “Suriye yönetimi yaptı” diyemedi. Bu beşinci goldü.

6) Obama Rusya’nın “tamam, Suriye’nin kimyasallarını kontrol altına alalım” hamlesi ile belki de gönüllü şekilde altıncı golünü de yedi.

Bu goller ABD için tam bir hezimet. Peki koskoca ABD tüm hilelerine rağmen, hakemin taraf tutmasına rağmen aldığı bu yenilgiyi kabul edecek kadar centilmen mi?

Bizce değil.

Bu nedenle ABD dışarıdan vuramadığı Suriye’yi içeriden vurmak için elinden geleni yapacaktır. Zaten başına muhaliflere “nitelikli” silah gönderildiğine dair haberler de yansıdı. Yani önümüzdeki dönemde içeride çatışmaların yoğunlaşacağını öngörebiliriz. Diğer yandan Suriye yönetimi “kimyasala imza attık diye her şeyden vazgeçecek değiliz, yanlış yaparsanız savaşırız olur biter” söyleminden vazgeçmiş değil. Bu nedenle Obama o çok istediği savaş tamtamları sahnesine yeniden dönebilir.

Rusya açısından

Suriye peşrevi Rusya için “gücünü test etme” süreci oldu ve Rusya dünyaya gücünü gösterdi. Putin “daha önce Bosna’da, Libya’da bize feyk attınız; ama bu kez öyle olmayacak” dedi ve bu dediğini de yerine getirdi. Çin, İran, Hindistan, Brezilya gibi ülkeler ile birlikte “yeni bir dünyanın var olduğunu, bu yeni dünyanın gelişeceğini, büyüyeceğini ve doğunun eski görkemli günlerine dönebileceğini” gösterdi. Birkaç yüzyıllık şımarıklığı ile hareket eden Batı durumun ciddiyetinin farkında.

Rusya’nın güçlü olduğu bu aşamada bile Batı’ya nezaket ile yaklaştığı söylenebilir. Ben Putin’in bu kadar kibar olduğunu bilmezdim; Ama dikkat ettiniz mi Putin bir yandan kimyasal anlaşması gibi diplomatik argümanlar geliştirirken diğer yandan savaş gemilerinin hemen hepsini Akdeniz’e yığdı. Mesaj belli: ABD sana hiçbir şekilde güvenmiyorum. Her an yeni bahaneler bulabilirsin; ama eğer savaşmayı göze alıyorsan ben hazırım.

İran açısından

İran’ın dinsel – tarihi açıdan düşmanı Siyonizm ve tezahürü İsrail. Bunun İslam içindeki yansıması ise vahhabi – Şii savaşı. Ancak görünen konjonktürel ihtilaf konusu İran’ın nükleer çalışmaları. Her ne kadar İranlı yetkililer “bomba niyetimiz yok, amacımız sadece barışçı nükleer enerji” dese de Batı’nın tüyleri diken diken oluyor. İran (sahip olursa) bu silahları kullanacağı için değil, karşılarında güçlü bir İslam ülkesi; üstelik “düşünen” İslam’ın ülkesi olacağı için. Çünkü Batı biliyor ki Müslüman Kardeşler örgütü “fikir kulübü” değil. İslam adına geliştirebilecekleri bir düşünce yok. Sadece siyasi İslam adına iktidara gelebilirler. Bu da geçicidir; Ama Şiilik, ilkeleri gereği düşünce geliştirme, akideye göre hareket etme, uygarlık oluşturabilme doğasına sahip. İşte Batı’nın ve İslam içindeki Vahhabiliğin tüylerini diken diken eden budur.

İran, geniş ve uzun düşünebilen bu sabırlı siyaseti sayesinde Suriye krizinden karlı çıkan ülkelerden biri oldu. Bir yandan bizimkilerin yaptığı hatayı yapmadı ve yanı başındaki dev Rusya’yı gördü, diğer yandan Suriye enstrümanını nükleer için kullanmayı başardı, diğer yandan da bölge içinde (tüm engellemelere rağmen aslında) lehine olan dengeleri bozdurmamayı başardı.

İran’ın da bu avantajlı durumdan vazgeçecek hali yok elbette. İran şimdi ABD ile nükleer pazarlıklarına çok daha güçlü biçimde oturacak. Obama, Ruhani ile poz vermeye bile hazır!

Fransa ve İngiltere açısından

Fransa’yı İngiltere’den önce saymamız boşuna değil. Cameron Avam Kamarasında aldığı yenilgiden sonra sessiz sedasız kenara çekildi. Bunu fırsat bilen Fransa öne çıkmaya ve ABD’ye “senin Avrupa’daki asıl müttefikin benim değil mi?” demeye başladı. Hollande’in Erdoğan’dan farkı yok.  Suriye ile sınırı olmadığı için nakliye helikopteri düşürüp kahramanlık yapamıyor; ama ha bire “saldıralım” demeyi de sürdürüyor. Diğer yandan “muhalifleri” Elysee’de ağırlıyor. Katar’ın, BAE’nin adamlarına ceket giydirip kravat taktırabiliyor ve onlarla dayanışma pozları verebiliyor. Peki neden Hollande bu kadar telaşlı?

Le Figaro’nun haberi doğru muydu

Kimyasal saldırısının yapıldığı gün Fransız Le Figaro gazetesi “haberi patlattı” ve dünya karıştı. Haber ve etrafında dolanan dedikodulara göre Amerikan özel komandoları Suriye içine sızmış ve Şam’a kadar varmıştı. Suriye ordusu ise o gün başlattığı büyük saldırıda işte bu birliği hedef almıştı. Peki gerçek ne? İşte Hollande’ı telaşlandıran sebep: kimilerine göre Dareyya’da, kimilerine göre Muaddemiye’de Fransız özel komandoları mevcut!

Yani?

Şam’a yaklaşanlar Amerikalı değil Fransız askerleriymiş Le Figaro kurnazlık yapmış!

Suriye yönetimi bunların geleceğini biliyor. Ardından buralara kadar yollar açılıp liberallerin ünlü sloganından yola çıkıp “bırakınız geçsinler” deniliyor. Fransız askerler Guta’ya vardıktan sonra kıstırılıyor.

Başka bir iddiaya göre aslında bu askerler aylardı burada ve çıkamıyorlar. Ancak kesin olan bu askerlerin halen bu bölgede kıstırılmış oldukları.

Nasıl? Sizce dikkate alınacak bir iddia mı? İddiayı destekleyecek bir veri de şu: Dareyya operasyonu aylar öncesinden tamamlandı. Ancak birkaç blokluk bir bölge var. Burası ordu tarafından kuşatılmış durumda ve aylardık tek kurşun dahi atılmış değil.

Lafı çok uzattık. Bu ve diğer nedenlerle Fransa Suriye’ye saldırılmasını her zaman isteyecek ve bunun için çalışacak gibi görünüyor.

İngiltere ise şimdilik tribüne çıktı. Bir yandan Obama’nın yediği darbeler, diğer yandan tüm çabalara rağmen BM’den karar çıkartılamaması Cameron’ın sesini kesmiş gibi. Üstelik ABD – İran olası yumuşaması öncesinde İran ile görüşmeler de yapılacak.

Türkiye açısından

Bu uzun soluklu savaştan şu anda somut zararlı çıkan tek ülke Türkiye oldu. Hayallerini akademik çalışma adı altında kitaplaştıran Davutoğlu ile birlikte Erdoğan, “yel değirmenlerine karşı” savaşını kaybetti. Erdoğan Dülçinea’sina kavuşamayacak; ama hayat masal değil. Dülçinea yok ancak oy veren, ülke yönetimini teslim eden milyonlar “rahatsız” ve Türkiye Cumhuriyeti muz cumhuriyeti değil koskoca bir devlet. Halkı da Suudi Arabistan ya da Katar halkları gibi değil.

Erdoğan bakkal hesabı ile girdiği Suriye savaşında hesaplarının hiçbirisi doğru çıkmadığı için ne yapacağını şaşırmış durumda. Bir yandan savaş için elinden geleni yapıyor, diğer yandan el-Kaide ve diğer örgütlere verilen destekler ile “lokal başarılar kazanarak” tatmin olmaya çalışıyor.

Helikopterin düşürülmesi de bu küçük başarıların bir parçası. “Onlar da bizim uçağımızı düşürdü” diyerek işin içinde sıyrılmak mümkün olabilseydi, helikopter haberini gazetelerde günlerce çarşaf çarşaf görürdük. Ancak başındaki bu sessizlik sizin de dikkatinizi çekmedi mi?

Helikopter düştükten sonra saldıran vahşi güruhun pilotun kafasını kesme görüntüleri neden birkaç saat sonra “asosyal paylaşım sitesi” youtube’tan kaldırıldı?

Bu görüntüyü kaldırtanlar bizimkiler miydi?

Bu görüntüler “Erdoğan-el Kaide ile işbirliği halinde” görüntüleri olduğu için mi kaldırıldı?

Bu bir yana Erdoğan’ın tıpkı Hollande gibi “kısa süreli savaş yetmez, kimyasal anlaşması olamaz, saldıralım” demesinin ardında kimyasal ile ilgili “suçluluk psikolojisi” yatıyor olmasın. Erdoğan ve Davutoğlu’yu zor günler bekliyor.

“Ekonomik açıdan da darboğaza girileceği öngörülen sonbahar Erdoğan’ın da sonbaharı olacak” yorumları da yapılıyor.

Üstelik Erdoğan’ın elinde bulunan saatli bombayı da saymak lazım. “Barış süreci”  her an bozulabilir. Gerisini düşünmek bile istemiyor insan.

Suriye açısından

Suriye Rusya ile yaptığı ortak hamle ile çok önemli bir avantaj yakaladı. “Daha önce Kaddafi de kitle imha silahlarını teslim etmişti bu demektir ki Esad’ı da aynı son bekliyor” tahminleri yanlış. Çünkü Suriye şu ana kadar bütün ezberleri bozan bir strateji uyguladı ve bundan sonrasını da iyi hesapladı.

Esad hala Batı basınının “sonu yaklaşmış bir diktatörle son röportajı biz yapalım” anlayışıyla değil; ama “bu adam ne diyor” anlayışıyla gelip röportaj yaptığı bir cumhurbaşkanı.

Üstelik söylemlerinin hiçbirisinden geri adım atmış değil. İlk günlerde ne diyorsa şimdi aynısını konuşuyor. Obama’ya “yalancı” diyor, “ABD oyun yapmaya kalkışmasın” diyor vs..

Esad içeride de gücünü koruyor. Eğer kimyasal hikayesi patlatılmasaydı bugünlerde Şam kırsalında kesin üstünlük elde etmişti. Zaten kimyasal hikayesi bu nedenle patlatıldı. Bugünlerde ordu yeniden kırsala yüklenmeye başladı. Son birkaç gündür Berze, Jobar, Kabun taraflarında görülmemiş şekilde operasyon var. Bu operasyon başarı ile sonuçlanırsa Esad Şam’da “kesin zafere” yaklaşacaktır.

Humus taraflarında 1-2 merkezin dışında hemen her yer ordunun kontrolünde. Stratejik Humus sonrası ise geriye tek önemli merkez kalıyor: Halep.

Bundan sonra zaten Batı’nın Halep taraflarına yönelmesi bekleniyor. Aslında uzun bir zamandır Halep gündemdeydi; ancak iki taraf da Halep’e yüklenemeyecek kadar “meşguldü.”

Şimdi iki taraf da net biçimde Halep’e yüklenebilir. Sonrası ise nihai durumu belirleyecek.

Deyr ez-Zor, Rakka gibi iller ise ikinci planda ve şimdilik oralarda devam eden çatışmalar sanki başka ülkede oluyormuş gibi.

Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde ise durumun ne olacağı konusunda netlik yok; ancak Kürtlerin en azından birkaç yıl rahat edecekleri kesin gibi.

Esad için önemli olan büyük şehirler, diğerlerine daha sonra sıra gelecek deniliyor.

Anormal bir gelişme yaşanmazsa gelecek Haziran’da Esad cumhurbaşkanı olarak tebrikleri kabul ediyor olacaktır.

Sonuç

Gelinen aşamada Esad Suriye ve bölgedeki varlığını biraz daha güçlendirdi. Batı Rusya ve İran’ı kabul etmek zorunda kaldı.

Türkiye “başbakanı sayesinde”  yalnızlığa mahkum oldu. Erdoğan’ın bir şeyleri düzeltmesi için Davutoğlu’nu göndermekten başka çaresi yok. Yerel seçimler sonrası olabilir bu. Ya da kendisi de gidecek.

Suudi Arabistan ve Körfez’in diğer ülkeleri için değişen bir şey yok; çünkü onların kamuoyları yok.

Batı “eski sömürge günlerinden” çok uzakta olduğunu gördü. Bundan sonra “iki kez” düşünecektir.

Ve

Putin’in dediği gibi: Bu yüzyıl ekonomik ve siyasal açıdan önemli değişikliklere sahne olacak!