Bizim gibi Suriye’de gazetecilik yapıp devlet yapısını yakından takip etme şansı bulanlar Esad’ın devrilmeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Ancak gelinen aşamada artık “dışarıdakiler” için de göründü ki Esad (eğer kendisi istemezse) gitmeyecek.
Buna bağlı olarak da bölge için yapılan bütün planlarda tadilata gidildi. ABD ve Avrupa Suriye ileri karakolunu aldıktan sonra yönelmeyi düşündükleri İran ile “diyaloğun daha faydalı bir yöntem olduğunu” keşfediverdiler.
Müslüman Kardeşler hareketinin sanılandan daha zayıf çıkması, Katar gibi ülkelerin gerçek ağırlıklarının görülmesi, Türkiye’nin sadece Suriye değil, (aynı zamanda bağlı olarak) Irak ve Lübnan ile sorun yaşaması da Batı’nın bu “keşfinde” etkili oldu.
Batı’nın İran ile Fars uygarlığının birikimini dünyaya katkı sunan renklerden biri olarak görüp, oryantalist bakış açısını bırakarak saygı çerçevesi içinde bir ilişki aşamasına girmesini beklemek çok gerçekçi olmayabilir; ancak en azından şimdilik (İsrail’in itirazlarına rağmen) İran’ın bölgesel bir güçten fazlası olduğu kabul edildi.
Şimdiki aşama artık politika ve diplomasinin kıvraklığı içinde İran’a güzellemeler yapmaktır. Avrupa Birliği Dış İlişkiler Yüksek Komiseri Catherine Ashton’ın İran’daki deprem kurbanlarına üzüldüğünü açıklaması ne kadar da çarpıcı!
John Kerry “Müslüman Kardeşler Mısır devrimini çaldı” dediği zaman “kafasına saksı mı düştü” diye düşünmeden edemedim. Kerry ve Ashton’ın açıklamaları, “uygarlığın beşiği” Avrupa ve onun devamı olarak “dünyanın özgürlüklere en çok önem veren ülkesi” ABD’yi yönetenlerin “siyaset bilirliğinin” göstergesi.
Aslında ne Ashton İran’daki depremzedelere üzüldü, ne de Kerry Müslüman Kardeşler için böyle düşünüyor. Herkesin bildiği bu yalanlar da hipokrasinin güzellemelerinin artık bizim tarafımızdan ne kadar kanıksandığını gösteriyor.
Erdoğan ve Davutoğlu ikilisinin Müslüman Kardeşlere hala süren “ilkesel” desteği ise Müslüman Kardeşler’in hakkı yendiği için değil, kendi gidişatları büyük darbe yediği için değil mi?
Cenevre masalları
Ara başlık daha önceki yazılarımızdan birinin başlığı idi. O yazıda “Cenevre’den herhangi bir sonucun çıkacağına kimsenin inanmadığını ve zaten böyle bir çabasının olmadığını, durumu sahadaki bilek gücünün belirleyeceğini” anlatmaya çalışmıştık. Aynı iddiamız Rusya için de geçerli.
Ancak farklarla:
ABD, Cenevre’de sadece “bulunacak.” Bunun ötesinde bütün dosya Rusya’ya teslim edilmiş durumda. ABD için Cenevre “diplomatik çözüm için elimizden geleni yaptık, bir Nobel daha isteriz” gösterisinden başka bir şey olmayacak.
Diğer yandan Rusya, Cenevre’nin muhaliflerin mızmızlanması yüzünden sürekli ertelenmesinden gizlice memnun değil miydi? Çünkü Rusya Çeçenler de dahil Suriye’nin silahlı muhalif / yabancı cihatçılar gibi unsurlardan kurtulması için zaman kazanmak istiyordu. Nitekim her geçen gün ordu ve yönetimin durumunu biraz daha güçlendirdi.
Aynı süreç içinde Batı – muhalifler koalisyonu ile Rusya – İran – Suriye koalisyonu arasındaki mücadelede kazanan ikincisi oldu.
Doha’da kurdurulan Ulusal Koalisyon’un bildirisinde “yönetim ile hiçbir şekilde masaya oturulmaması” en önemli madde idi. Batı destekli muhalifler daha sonra da bu söylemi sürdürdüler. Ancak şimdi “eli kanlı yönetim” ile masaya oturmayı kabul ettiler.
Halkı arkasına alamayan sadece dış destek ile ayakta durmaya çalışan hareketlerin başarısız olmaya mahkum olduğunu gösteren bu durumda muhaliflerin pazarlığın (çok) küçük ortağı olarak, “hiç olmazsa tahtada piyon olarak yer alalım” haline razı olmaları sürpriz değil.
Aynı muhalefetin en büyük beklentisi halk değildi. Bu muhalefet Batı’nın daha önce Saddam Hüseyin ya da Kaddafi’ye yaptığını Esad için de tekrar edeceği beklentisi içindeydi. Daha sonra da Şam’a gelip saraya oturacaklarını düşünüyorlardı. Ancak öyle olmadı.
Suriye yönetimi açısından da durum Rusya’dan farklı değil. zaten bu ikisi koordine halde hareket ediyor. Suriye yönetimi Cenevre için tarihin saptanması, muhaliflerin Esad’ın geleceği ile ilgili itirazları devam ettikçe zaman kazandı. Ve sonunda sahada şimdiki mevcut duruma gelindi.
Sahada durum
Halep’te ordu birliklerinin ilerleyişi sürüyor. Zaman zaman bu ilerleyişin durduğu ya da muhaliflerin yeni ataklar yaparak bazı yerleri aldığı haberlerine aldanmamak lazım. Çünkü iki taraf için de stratejik ve tali yerler söz konusu. Ve gelinen aşamada stratejik yerler tek tek ordunun eline geçerken muhalifler tali yerler ile yetiniyor.
Rakka’da 17. Birliğe yapılan son saldırı bunun göstergesi. 17. Birlik yönetim için stratejik öneme sahip. Bu nedenle bu saldırıda (birliğin savunmasında) yaptığı gibi Scud füzesi atmaktan çekinmeyeceğini gösterdi. (Scud atılmasına rağmen daha önce kurşun için bile kıyametleri kopartan Batı’nın sessiz kalması da ayrıca dikkat edilmesi gereken bir durum.)
Dera merkez ve kırsalında durumun muhaliflerin lehine olduğu söylenebilir. Ancak daha önce de bazı yazılarımızda anlatmaya çalıştığımız durum burası için de geçerli. Ordu için şu anda Dera öncelikler arasında yer almıyor. Geçtiğimiz günlerde ise 400 kadar OSO mensubu silahları ile birlikte orduya teslim oldu.
Öncelik bugünlerde Halep ve Kalamun bölgesi.
Kalamun savaşında son durum
Kalamun bölgesini daha önceki bir yazımızda geniş şekilde anlatmıştık. Son durum şu şekilde:
Humus’un güney doğusundaki Sadad daha önce ordu tarafından geri alınmıştı. Ordu sonrasında güneye doğru yöneldi ve Kara’yı aldı. sonrasında sırasıyla Deyr Atiye, El Nebk, Yabrud geliyor. Bunlardan sonra ise anayolun iki tarafında yer almak üzere Jeyrud ve Malula var.
Geçtiğimiz günlerde muhaliflerin Deyr Atiye’ye hakim oldukları açıklandı; ancak birkaç gün sonra ordu burasını da geri aldı. Muhalif militanların bu tür yerlerde hakimiyeti ele geçirdikleri haberlerini şu şekilde okumak lazım: Kara’dan kaçanlar Deyr Atiye’ye ulaştı.
El Nebk ve Yabrud ile diğer merkezlerde ise çatışmalar sürecek gibi görünüyor.
Çatışmaların (Kara) başladığı gün kapanan Şam – Humus karayolunun ise iki gün içinde açılacağı haberleri var.
Malula’ya da yeni bir saldırı girişimi ordu tarafından püskürtüldü. Kalamun genelinde zorlanan militanlar Malula’ya girip bir kez daha “dünyanın dikkatini çekmek istediler” ancak bu girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı.
Şam kırsalında ise çatışma ve bombardıman sürüyor. Çok şiddetli bombardımanın yanı sıra ordu birliklerinin ilerlediği haberleri de geliyor. Ancak anladığımız kadarı ile çok çok geniş bir alan olan Şam kırsalında hala tam hakimiyet sağlanmış değil.
Bütün bu çatışma alanları için genel itibarı ile önümüzdeki süreçte (Cenevre 2’ye kadar) iki taraf da elinden geleni yapacaktır. Bu durumda çatışmaların şiddetinin artması bekleniyor. Buna paralel olarak muhalifler de yeni bombalı saldırı eylemleri gerçekleştirebilir.
Devletler açısından
Son iki yıldır bölgede yaşanan gelişmeler çerçevesinde İran - Türkiye kıyaslaması yapacak olursak özet olarak şunu görürüz:
İran devlet olarak, AKP hükümet olarak hareket etti.
İran uzak görüşlü, adımları dikkatle saptanan ve sanki sonu görünen bir “sabır stratejisi” uyguladı.
Türkiye (hükümet) ise maalesef bu süreçte “aceleci, başkalarının duruşlarının getireceği sonuç beklentisi üzerinden hesaplar” ile yanlış kağıda oynadı.
Mısır bunun çok çarpıcı bir örneğidir. İran Sisi’nin yönetime el koyması sonrası karşı açıklamalar yapmasına rağmen Mısır İran ile ilişkilerini sürdürüyor. Ancak bizimkiler ikili açıklamaların dışında başka faaliyetler içinde olunca Mısır ile de ipler koptu.
İran’ın uzak görüşlü stratejisi ve devlet aklı ile hareket ettiğinin bir başka göstergesi Ruhani’nin seçilmesi oldu. Sadece diplomatik birikim değil “top sakalı” ile de “zarafet imajını” tamamlayan Zarif’in dışişleri bakanlığına getirilmesi ise yeni dönem için atılan adımlardan biriydi.
İran ile yapılan nükleer pazarlıkta Suriye’nin de konuşulmamış olması mümkün mü? İran böylece bir taşla iki kuş vurmuş oldu. İran’ın yaptığı anlaşma sonrası ilk açıklamalardan birinin Suriye dışişlerinden yapılmış olması tesadüf değil.
Türkiye ise uzun zamandır tüm bu gelişmelerin dışında. Proaktif politika iddiası ile başlayan Davutoğlu artık sadece gelişmelerden sonra açıklama yapmakla yetiniyor.
Suriye ile ilişkiler konusunda İran’ın arabulucu olmaya hazır olduğu açıklamasının ise Davutoğlu Tahran’da iken Cevad Zarif tarafından değil İran’ın Ankara büyükelçisi tarafından yapılması da ayrıca değerlendirilmesi gereken bir durum.
Irak’ın Kürdistan bölgesi ile yapılan anlaşma çok kurnazcaydı; ancak diplomatik tüm geleneklere aykırı biçimde bir başka ülkenin bir bölgesi ile yapılan bu anlaşma Bağdat tarafından tepki gördü. Irak ile durum düzelecek denilirken hava sahası kapandı.
Diğer yandan Suudi Arabistan ile Mısır konusunda “fikir ayrılığına düşen” hükümet Suriye konusunda Arabistan ile işbirliğini sürdürecek mi?
Lübnan ise “havaya patlayıcı gazın her geçen gün daha da yayıldığı” bir süreçten geçiyor. Bu süreç eğer dikkatli atlatılmaz ise Lübnan yeniden 70’li yıllara dönebilir.
İsrail, İran – ABD anlaşmasından duyduğu rahatsızlığı açıkça dile getiriyor. Kim bilir Obama’ya suikast düzenlenmesini önerenler bile vardır İsrail’de.
Esad’ın son açıklamaları
Suriye cumhurbaşkanı Beşşar Esad son açıklamasında “zafere yakın olduklarını” söyledi. Bu daha önceki açıklamalara benzer bir açıklama olarak görülebilir. Ancak Esad’ın açıklamalarında dikkat çeken daha önemli cümleler vardı.
Esad “Suudi Arabistan ile savaşta olduklarını” ilk kez ifade etti. (Suudi Arabistan ile birlikte) Suriye’deki savaşta rol oynayan trionun diğer iki ismini yani Türkiye ve Katar’ı anmadı. Kaldı ki Türkiye’nin rolü Suriye yönetimi açısından azımsanmayacak kadar büyüktü.
Ancak Esad akıllı adam. İran’ın Ankara büyükelçisinin yaptığı açıklamadan sonra “Türkiye ile de savaş halindeyiz” demesi beklenemezdi. Bu da Suriye’nin de Türkiye ile ilişkileri tekrar başlatmaya sıcak baktığının göstergesi. Türkiye–Suriye ilişkileri tekrar başlar mı? En azından istihbarat düzeyinde mümkün olduğu söylenebilir.
Bu durumda Türkiye’den ne gibi isteklerde bulunulacak? El Kaide’ye karşı işbirliği mi? Bunu da Erdoğan düşünecektir. Türkiye’nin Suriye’ye sunacağı kim bilir kaç dosya vardır.
Diğer yandan Katar’ın da artık gizlenemeyen bir rekabet içinde olan Suudi Arabistan’ın aksine Suriye ile ilişkileri tekrar başlatmak için girişimlerinin sürdüğü yönündeki haberlere daha sık rastlar olduk.
Yeni aktör Kürtler
Bölgesel Kürt hareketine ivme kazandıran Türkiye’deki gelişmeler değil Suriye’deki gelişmeler oldu. Suriye Kürtleri doğan otorite boşluğu ile birlikte “kendi kaderlerini tayin hakkının” pratikte de olabileceğini gösterdiler.
Kürtler bu durumda bölgenin yeni aktörlerinden biri haline gelmiştir. Suriye’deki gelişmeler ile birlikte Cenevre’de konuşulacak konulardan birisi de bu olacak gibi görünüyor.
Kaybeden taraf olarak Erdoğan – Davutoğlu ikilisini bekleyen zorluklardan birisi de bu olacak. Diğer yandan Esad Türkiye Kürtleri vasıtası ile değil; ama Suriye Kürtleri vasıtası ile Erdoğan’ı daha da zorlayacak gibi görünüyor.
Sonuç olarak bölge büyük kar hesapları ile sahneye çıkanların zararla çıkacağı yeni gelişmelere gebe. Konjonktür gösterdi ki politikada / diplomaside oryantal bir süreliğine eğlendirici olabiliyor, ancak “zarif” bir dansın bıraktığı etkiye ulaşabilmesi mümkün olmuyor.