İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın Hamas’ın Siyasi Büro Başkanı Halid Meşal’le Katar’ın başkenti Doha’daki otellerden birinde gerçekleşen buluşma, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı’nın Muhammed Cevat Zarif’i ülkesine davet etmesi ve önümüzdeki Cumartesi Kuveyt Emiri’nin yapmayı planladığı ziyaret başta olmak üzere bir çok konuda önemli başarılar kaydeden İran diplomasisinin yeni bir başarısı olarak kayıtlara geçti.
Arap Baharı ve devrimleri, özellikle İhvan’ın ana örgütünün başta Mısır olmak üzere Tunus, Libya gibi ülkelerde Amerikan direnişiyle karşılamaksızın iktidara gelmesi, bölgedeki birçok gücü etkilediği gibi Hamas’ı da ciddi bir şekilde etkiledi. Ve bunun üzerine hareket, en önemli unsurlarından biri olduğu Direniş Ekseni’ndeki müttefiklerine beklenmedik bir şekilde sırtını döndü, kısa bir süre içerisinde yerle yeksan olacağını düşünerek Esad Suriye’siyle bütün gemileri yaktı.
Bu gereğinden hızlı tahmininde tek başına değildi. Recep Tayyip Erdoğan, Barack Obama, Suud Yönetimi, Halid Meşal’e Kuveyt savaşında Arafat’ın işlediği hatanın aynısını işlemeyeceği garantisini veren ve onu Doha’da aziz bir konuk olarak ağırlayan eski Katar Emiri Şeyh Hamad bin Halife Al Sani gibi siyasi “dehalar” da aynı düşüncedeydiler. Ve onlar, Hizbullah, İran ve Şam yönetimine bel bağlamanın topal bir ata bel bağlamaktan farksız olduğunu düşünüyorlardı.
***
Birçoklarına göre Hamas’ın yaptığı en kötü iş ise bazı Körfez ülkelerinin körüklediği, köpürterek abarttığı bölgedeki mezhebi kutuplaşma tuzağına düşmesidir.
Direniş hareketi olması hasebiyle bütün mezhep ve meşreplere eşit mesafede durması gerekirken bunu yapmadı ve mezhebi ve ideolojik aidiyetini kapsamlı İslami kimliğinin önüne geçirdi. Sonuç, hem İsrail hem de Mareşal Sisi tarafından kuşatılmak, maddi ve askeri kaynaklarının kurutulması oldu.
Önce hareketin içinde, siyasi büroda ve örgütsel yapıda ardından da askeri kanat ve siyasi önderlik içerisinde bölünme yaşadı. Bütün çabalarına rağmen bu bölünmeyi gizleyemediler.
İnsaflı olmak gerekirse Halid Meşal, Direniş ekseninden kopma ve Hamas’ın en önemli şahsiyeti olarak Esad yönetimine sırtını dönme eyleminden, Mısır ve Tunus’taki İhvan tarafından Şam yönetiminin Körfez ülkelerindeki düşmanlarının hizmetine sunacak şekilde ani ve medyatik bir kararla Şam’ı terk etme kararından da tek başına sorumlu değildi.
Hareketin siyasi büro üyelerinin birçoğu da aynı tavrı gösterdi. Ancak hareketin lideri ve önderi olması ve bir çok Arap başkenti, direniş seçeneğinin yükünü üzerine alarak ABD ve İsrail’in öfkesini üzerine çekmek istemedikleri için yüzlerine kapıları kapatırken kendilerine kucak açan Şam’da yıllarca kurduğu imparatorluk üzerinde oturması nedeniyle eleştiri okları kendisine yöneldi ve sorumluluğu üslenmek zorunda kaldı.
Sadece hatırlatmak için söylüyorum, Tel Aviv’i sarsan füzeleri Hamas’a veren Şam’dan, onu ayrılmaya teşvik eden öteki kamptaki ülkeler bütün bu yardımları ondan esirgediği bir dönemde ona finansal ve manevi destek sunan da İran’dı.
O (yeni) “müttefikleri” yüzünden Hamas, kendisi için en uygun alternatif olan Tahran’la ilişkilerini kesmek zorunda kaldı.
Bundan da fazlası, söz konusu ülkeler, Hamas’ı kuşattı ve yok edilmesine yardım ettiler. Mısır’ın fiili hakimi olan Sisi’nin kuşatmayı kaldırmak bir yana azaltması ya da hafifletmesi için onunla olan iyi ilişkilerini kullanmaya bile yanaşmadılar.
Bizzat kendileri göndermeseler de en azından toplanan yardımları yerine ulaştırarak Gazze’de hükümetin ödeyemediği 40 bin memurun maaşını ödemesini sağlayacak kadar miktarı ödemesini sağlayabilirlerdi.
Bütün bunları yapmadıkları gibi tersine Hamas’ın İhvan mensubiyeti ve Mursi’ye sempatileri dolayısıyla ona yönelik kuşatmayı tahkim ettiler.
Ancak ne çelişkili bir durumdur ki bazı Körfez ülkelerinin bu tutumu, tam tersi bir sonuç doğurarak hareket içerisindeki daha Sünni kanadı zayıflatırken İran’ı destekleyen sertlik yanlılarının elini güçlendirdi.
Peki neden bu bazı Körfez ülkeleri (S. Arabistan ve Katar) Suriye muhalefetine milyarlarca dolar harcar ve gerek Arap Birliği gerekse ‘Suriye Dostları’ gibi uluslararası platformlarda milyarlarca doları onlardan esirgemezken Hamas’ı yok sayıp ona tek kurşun bile vermediler?
Neden liderlerine bir kez olsun bir çağrıda dahi bulunmadılar?
En büyük çelişki ise Hamas’ın İran’ın en yakın müttefiki Suriye’yle olan kopukluğuna ve onun Suriye muhalefetine olan moral ve mali desteğine rağmen Tahran’ın Hamas’la iletişim kanallarını açık tutmasıdır.
İran bu tuzağa düşmemiştir. Aynı şeyi Hizbullah da yapmıştır. Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah ima yollu dahi olsa Hamas’a yönelik en küçük bir eleştiride dahi bulunmamıştır. İşte uzak görüşlülük, öfkesine hakim olma ve sabırlı tutumla diğeri arasındaki fark budur.
Sayın Meşal’in Sayın Abdüllahiyan’la görüşmesi sırasında Başkan Esad’a yönelik övgüler düzmesi ve açıkça “Hamas olarak, Başkan Esad’ın ve Suriye halkının Filistin direnişine yönelik desteğini unutmamız mümkün değildir” şeklindeki açıklaması, krizin siyasi çözümle aşılması gerektiği yönündeki tespiti, muhalefetle Suriye ordusunun terörizme karşı güçlerini birleştirmeleri gerektiğini belirten İran’ı selamlaması, Şam yönetiminin Hamas’ın önündeki kapıları yeniden açmasını sağlayacak olan anahtar sözlerdir.
Beşşar Esad’ın Hamas’ın ve özellikle de Halid Meşal’in Şam’a dönmesine veto koyduğunu söylersek sırrı ifşa etmiş olmayacağız.
O nedenle bu sözcüklerin özenle seçilmiş olması ve İran’a yakın gazete ve Meyadin gibi TV kanallarına sızdırılmış olması bunun bilinçli bir şekilde yapıldığını ve tesadüf olmadığını gösteriyor. Bu tutum yakında meyvelerini verirse de hiç şaşırmayız.
***
Direniş hattıyla ve özellikle de İran’la Hamas arasındaki ilişkilerin yeniden eski mecrasına dönmesinin Hamas’ın bütün yumurtalarını “Arap-Sünni Kampı” sepetine koyduğu bir dönemde gerçekleştiğini kabul etmek gerekir.
Bu terimi kullandığımız için özür diliyoruz; ancak bunu dillendiren kişi Hizbullah’ın himayesinde olup bir dönem Beyrut’un güneyindeki Dahiye’de yaşamakta olan biriydi.
Gazze’deki hükümetin Başkanı Sayın İsmail Heniyye, yakında ilişkileri yoluna koymak için Tahran’a doğru yollara düşecek.
Belki en başından beri, Hamas’ın Suriye, İran ve direniş hattıyla olan ilişkisini kesmesine karşı çıkması nedeniyle siyasi büro üyeliğini kaybeden Mahmud Zahhar da kendisine sonradan katılabilir. Bu muhtemel ziyaretin önünü açmak, iki sene süren kopukluğu gidermek ve gerekli hazırlıkları yapmak üzere Hamas heyetinin şu an Tahran’da temaslarda bulunduğuna dair haberler geliyor.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud Faysal’ın İranlı meslektaşına Riyad’ı ziyaret davetinin ve bölgesel meseleleri masaya yatırma teklifinin ardından, Kuveyt Emiri’nin İran’ı ziyaret edeceğini ilan etmesinden sonra ve Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi’nin Mısır yönetiminin seçimlerle birlikte Suriye yönetimi ve Beşşar Esad’a arasını düzelteceği yönündeki haberlerin geldiği bir sırada Heysem Menna başkanlığındaki bir heyeti kabul edeceğinin kesinleşmesinin akabinde kimsenin İran’la yakınlaşma kararı aldı diye Hamas’ı kınamaya hakkı yoktur.
Zira bu yakınlaşma oldukça gecikmiş bir yakınlaşmadır ve herkesten sonra gelmiştir. Keşke herkesten önce olsaydı ve Hamas bu yakınlaşanların sonuncusu olmasaydı.
Silahlı bir direniş hareketi olarak Hamas’ın buradan alması gereken ders, örgütün bütün etnik ve mezhebi aidiyetlerin üzerinde kendini konumlaması ve daima direniş hattından yana tavır alması gerektiğidir.
Hamas, hayal kırıklığı, Filistin davasının yıkımla karşı karşıya kalması, Mescid-i Aksa’nın baskına uğraması (belki yakında bölünebilir de) ve İsrail işgalinin daha da katmerleşmesine yol açan bir zamanlar Arafat’ın düştüğü yanılgının bir benzerine düşmemelidir.
Reyu'l Yovm gazetesinden çeviren: Hüseyin Şahin