Suudi Arabistan’ın Mezhebi Haritası

01 Ocak 1970

Suudi Arabistanlı bir araştırmacı yazar Hamza el-Hasan’ın el-Cezire televizyonu için hazırladığı

YDH- Suudi Arabistanlı bir araştırmacı yazar Hamza el-Hasan’ın el-Cezire televizyonu için hazırladığı raporu arkadaşımız Furkan TORLAK çevirdi.

 

Araştırmacı ve yazarlar Suudi Arabistan’a, homojen yapıda bir devlet gibi (homogeneous state) bakmaya alışsa da, Suudi Arabistan dışarıdan böyle gözükse de ya da gündemde tutulan veriler dolayısıyla başkalarının zihinlerinde böyle bir imaj canlansa da hakikate Suudi Arabistan –hatta Arap yarımadası- tarih boyunca bize başka bir gerçeği yansıtmaktadır.

 

Suudi Arabistan hakikatte heterojen yapıda olan (heterogeneous state) bir devlettir. Nitekim bu ayıplanacak bir durum da değildir. Zira Suudi Arabistan’da birbirlerinden farklı kültürler, mezhepler, etnik gruplar, akımlar, iklimler, lehçeler, coğrafi bölgeler ve siyasi bir tarih vardır. Ayrıca Suudi Arabistan’ın kendi içerisinde heterojen bir yapıda olmaması, içerisindeki oluşumların uyumsuz olmasını gerektirmemektedir.

 

Özelde Suudi Arabistan, genelde Arap yarım adası, tarihi boyunca hiçbir zaman tümüyle homojen bir yapıda olmamıştır. Bu durum cahiliye devrinde de, cahiliye sonrası İslam döneminde de böyledir. Nitekim bu yeni devlet kurulmadan önce de kurulduktan sonra da bu durum değişmedi. Buna rağmen çeşitli yerel politikler Suudi Arabistan hakkında yanlış bir görüntünün zihinlerde yer edinmesine sebep olmuştur.

 

Bu tür politikalar Suudi Arabistan’ın tek bir yapıda olduğu, Suudi Arabistan’da tek bir mezhebin bulunduğu söylemeye çalışmıştır. Buna göre İçişleri Bakanı Emir Naif’in geçtiğimiz Nisan ayında* gazetecilere söylediği gibi ortada bir “selefi devlet” vardır. Oysa Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı, Suudi Arabistan’ın kültürel ve dini çoğunluklara sahip gerçeğini gündeme aksettirmemiştir. Binaenaleyh Batılı yazarların Suudi Arabistan üzerine yazdığı yazılar gerçekten uzak bir görüntü arz etmiştir. Zira Suudi Arabistan ve iç durumu hakkında edinilen yanlış bilgiler, birçok hata ve yanlış genellemelerle doludur ve yanlış bir görünümün zihinlerde yer etmesine sebep olmuştur.

 

Ancak geçtiğimiz on yıl içerisinde “Suudi Arabistan’ı yeniden keşfetmek” diye niteleyebileceğimiz bir konu gündeme gelmiştir. Bu konu yalnızca dışarısı için geçerli değildir; bizzat içerideki Suudi Arabistan halkı da buna dâhildir. 2250 km2’ye yakın bir yüz ölçümüne sahip olan Suudi Arabistan, çöllerle dolu geniş toprak sahası dolayısıyla farklı bölgelere yerleşmiş, yarı kapalı bölgeler birbirine uzak kalmıştı. Öte yandan ulaşım araçlarının yetersizliği, güçlü bilgi akışının olmaması, bölgedeki halkın birbiri hakkındaki izlenimini zihinsel anlamda farklı bir şekilde oluşturdu. Buna göre her bölge hissediş ve başkasıyla ilişki kurma, ayrı bir devlet gibiydi. Siyasi ve etnik baskı dolayısıyla Suudi Arabistan’daki çoğulcu hakikat ve gerçek yüzeysel olarak gizlenmişti. Böylelikle yerel medyanın on yıllar boyunca dikte ettiği görüntü varlığını sürdürmekteydi.

 

Peki, bizim keşfetmeye çalıştığımız hakikate daha yakın izlenim nedir?

 

Özet olarak ortada çeşitli mezheplerden, bölge ve kabilelerden oluşan vatandaşlarıyla geniş bir kuşağı bünyesinde barındıran bir “Suudi Arabistan” devleti vardır. Bu oluşumlar, 1926 Ocak ayında olgunlaşan, 1932 yılında ilan edilen “Suudi Arabistan Memleketi” adlı tek bir siyasi çerçevede birleştirilmiştir. Ancak çoğulcu realite o zamandan beri pek bir değişime uğramamıştır. Buna göre Suudi Arabistan’ı oluşturan bölgelerin özellikleri aynı şekilde varlığını devam ettirmiştir. Ancak tek bir “Vehhabi” dini kalıbı içinde eritilerek kültürel ve toplumsal örgü yeniden yapılandırılma noktasında bu taraftan birçok çabalar harcanmaktadır. Vehhabilik ve Necd bölgesi gibi siyasi birleşmede temel teşkili eden iki unsur yeni Suudi Arabistan devletini oluşturmuş, kendi rengini bu yapıya nakşetmiştir.

 

Suudi Arabistan’daki mezhebi/dinî harita, bölgesel siyasi haritayla da uyumludur. Bu bakımdan Suudi Arabistan toplumuna, azınlıkların toplam nüfusun üçte birini aşmadığı bir toplum olarak da bakabiliriz. Buna göre Suudi Arabistan dört ana bölgeden oluşmaktadır:

 

1- Orta bölge (Necd): Selefi ve Vehhabi okumasıyla birlikte ağır basan Hanbelî mezhebi bu bölgede ağırlıktadır. Bu bölgenin mezhep âlimleri, resmi dini müesseselerin ana sütunlarını teşkil etmektedir. Nitekim dini işler, yargı, öğretim, dini yönlendirme, mescitler, vakıflar vb. kurumlar bu kimselerin kontrolündedir. Devletin dini çehresi, başka hiçbir akımın katkısı olmaksızın burada çizilmektedir. Yayınlanan resmi istatistiklere göre -ki bu istatistikler genellikle arka planında siyasi etkenlerin bulunması sebebiyle araştırmacılar tarafından pek de dikkate alınmamaktadır- bu bölgenin nüfusu, toplam nüfusun yüzde 32.12’sini teşkil etmektedir. Bu bölge halkı Suudi Arabistan topraklarının yüzde 36.20’sini kapsamaktadır. Ayrıca “Necd” bölgesinde, Şimr kabilesinden İbnu’r- Reşid’in himayesinde Şiiler de bulunmaktaydı. Ancak Kral Abdulaziz, buradaki Şia varlığını Şimr kabilesine savaş açmak için dini bir gerekçe saymış ve bu bölgeyi ele geçirerek bölgedeki Şii nüfusun varlığına son vermiştir.

 

2- Batı bölgesi (Hicaz): Bu bölgede genel olarak Maliki ve Şafii mezhebi yoğunluktadır. Ayrıca bu bölgede diğer İslamî mezheplere mensup küçük dini guruplar da vardır. Bu bağlamda Medine-yi Münevvere’de Zeydi ve Caferi Şiiler bulunmaktadır. Yenba bölgesinde de Keysaniyye Şiası ile Sufi gruplara rastlanmaktadır. Resmi sayımlara göre bu bölgenin nüfusu, ülkenin toplam nüfusunun yüzde 32.87’sini teşkil etmekte, bölge halkı Suudi Arabistan topraklarının yüzde 20.99’unu kapsamaktadır. Hicazlıların kendilerine has dini otoriteleri, Seyyid Muhammed Alevi el-Maliki gibi dini sembolleri vardır. Bu bölge Mısır’daki el-Ezher üniversitenin ekolüne yakındır. Nitekim bu bölgedeki vatandaşların Körfez (Birleşik Arap Emirlikleri), Suriye ve diğer ülkelerdeki dini şahsiyetlerle ilişkileri vardır. Ancak Hicaz’ın dini kararları oluşturma fonksiyonu kaybolmuş; Başkent Riyad ve orta bölgedeki Bureyde bölgelerinin kontrolü ele geçirmesinden sonra, az bir etki dışında Hicazlıların Suudi Arabistan’da pek bir etkisi kalmamıştır.

 

3- Güney Bölgesi (Asir, Ceyzan ve Necran): Bu bölge kabile ve mezhebi yapı açısından karışıktır. Resmi mezhep de dâhil olmak üzere tüm İslami mezhepler bu bölgede bulunmaktadır. Ancak bölgede başka düşünsel ekollerin etkin olamaması nedeniyle resmi akım bu bölgede nisbî bir genişleme sağlamıştır. Nitekim Güney bölgesinde Şafii ve Maliki mezhebi dışında Zeydi mezhebi de etkindir. Necran’ın çoğunluğu İsmaili mezhebine mensuptur ve bu akımın kendilerine has dini otoritesi vardır. Bu ekolün Suudi Arabistan’daki toplam nüfusu yarım milyon civarındadır.

 

4- Doğu Bölgesi (Kutayf ve el-İhsa’): Bu bölgenin çoğunluğu Şiidir. Bu bölgenin yüz ölçümü Suudi Arabistan’ın yüz ölçümünün yüzde 31.28’idir. Resmi sayımlara göre bu bölgenin nüfusu toplam nüfusun yüzde 14.67’sine tekabül etmektedir. Bu bölge asırlardır çeşitli dini akımlara ev sahipliği yapmakta, geçtiğimiz asrın ortalarına kadar bu akımlar güçlü olarak varlıklarını bu bölgede sürdürmekteydi. Günümüzdeki buradaki akımların başlarında belirli aileler bulunmaktadır. Maliki mezhebi, “Mübarek ailesi”, Şafii mezhebi, “Abdulkadir ailesi”, Hanefiler de “Molla Ailesi” çevresinde varlığını sürdürmektedir. Hanbelîler ise Suud’lular tarafından zayıflatılmış; dini liderleri hicri 13. asrın başlarından itibaren intikam korkusuyla (Şeyh İbn Feyruz gibi) göçe zorlanmıştır.

 

Bu noktada elde edebileceğimiz çıkarım şu şekilde olacaktır:

 

·    Suudi Arabistan’a (bölgesel anlamda) belirli bir mezhebi çoğunluk hâkim değildir. Bu ülkede, yakın tarihe bakacak olursak Vehhabi-Selefi akımın kendi içinde yaşadığı kadar Sünni ve Şiiler arasında bir ikilem yaşanmış değildir. Bu çerçevede Suudi Arabistan’ı bir arada tutmak için çeşitli savaşlar yapılmıştır. Bir diğer açıdan Selefi-Vehhabilerin dışında kalan mezheplere karşı bir baskı söz konusudur. İstisnasız (resmi mezhebin dışındaki) tüm mezhepler kendilerine dayatılan dini ve siyasi bir baskıyla karşı karşıyadır.

 

·    Suudi Arabistan’daki Şiilerin yaşadığı coğrafya Doğu bölgesiyle sınırlı değildir. Bugün Şiiler, başkent dâhil olmak üzere Suudi Arabistan’ın her bölgesinde bulunmaktadır. Nitekim 30 bin kadar Şii vatandaş iş yahut eğitim dolayısıyla başkentte yaşamaktadır.

 

·    Arap yarımadasının tarihi, kültürel ve dini çoğulculuk gerçeğini gün yüzüne çıkartmaktadır. Nitekim (el-Cebur, el-Hevalid ve doğu bölgesindeki diğer yerleşim birimlerine olduğu gibi) Şii bölgelerde Sünni devletler kurulmuş; Necd de dâhil olmak üzere Sünni bölgelerde “el-Ehizeriyyin Devleti gibi) Şii devletleri kurulmuştur. Medine-yi Münevvere de buna dâhildir. Öte yandan İbazilere ait “el-İmame devleti” Amman’da, Zeydiler ait “el-İmame devleti” Yemen’de kurulmuştur. Bunun daha da ötesinde Yahudi Arap azınlıklar Suudi Arabistan’ın güneyinde yaşamaktaydı. Nitekim bu Arap Yahudiler, Yahudi devleti kurulana dek bu bölgede yaşamaya devam ettiler. Dolayısıyla bu çoğulcu gerçeği anlamak, bunu gizleme ve ortadan kaldırma çabalarına son vermek gerekmektedir. Kimileri bunu sanki bir kusur olarak yahut çoğunlukların varlığını mezhebi bir başarısızlık olarak; homojen mezhebi birleşme faaliyetinin başarısızlığı olarak değerlendirmektedir.

 

Bu hakikat göz önünde bulundurulmalı; Irak’taki Şiilerin durumu bugün nasıl gözden geçiriliyorsa, araştırmacı ve gözlemciler toplumsal anlamda Suudi Arabistan’ı yeniden keşfetmeli; arka plana itilmiş bu hakikatleri dikkate almalıdırlar. Miladi 1920’li yıllarda oluşan her iki devletten Suudi Arabistan’daki devletin çehresinin selefi, Irak’taki devletin çehresinin Sünni olması gerçeği bir müddet gizlemeye yetse de; bu gerçeğin varlığını itiraf etmemek suretiyle gerçeklik göz önünde bulundurulmasa da; bu durum gelişecek siyasi hakikatleri değiştirmeyecektir ki bu gelişmelerin bazı yanları mezhebi kütlelerin esasları üzerine kuruludur.

 

Çoğunlukların mezhebi boyutta oluşturduğu bu gerçekliği kabul etmek, bu durumun iç ilişkilerdeki yoğunluğuna rağmen devletin işine gelmemiş; bu yapı hukuki boyuta açıkça yansımamıştır. Yönetim mekanizması, verilen hizmet ve gelir dağılımı açısından da bu durum geçerlidir. Çoğunlukların oluşturduğu gerçekliği görmezden gelmek, belirli bir dini uzlaşının etkinliğini ön plana çıkarmakta, başka akımların varlığına rağmen belirli bir mezhebe hizmet etmektedir. Zira dini çoğulcuğu itiraf etmek ve bu gerçeğe göre hareket etmek diğer mezheplerin dini ve düşünsel hakları meselesiyle ilişkilidir. Aynı zamanda bu kabullenme, devlet tarafından desteklenen mezhebin imtiyazlarının yeninden gözden geçirilmesini gerektirecektir. Bir diğer ifadeyle yönetimin kuruluşu ve mekanizması yeni esaslara göre tekrar belirlenecektir. Ancak bu yönetimin başını çekenler şimdiye dek böyle bir şeyi kendi oluşumları için bir hedef olarak görmemektedir.

 

Şu halde Suudi Arabistan’ın dışarıya yansıtmaya çalıştığı içerideki dini bütünlük imajı, arkasında dini çoğunlukların bulunduğu çeşitliliği gizleme çabalarından başka bir şey değildir. Nitekim Suudi Arabistan’ın çoğunluklara sahip toplumsal haritası böylesi bir rengi taşımakta, bu durum doğru şartlarda karşılıklı diyalogların oluşabilmesi için zemin sağlamaktadır. Ancak bu (çoğunlukların kabullenilmesi) takdirde toplumun bir kısmının diğer bir kısmına kendisini dayatması ortadan kalkabilecektir.

 

Devletin, hâlihazırda mezhebi çoğulculuğu itiraf etmesinin temellerini atmaya yönelik dini hoşgörü ortamını oluşturacak zemini reddetmesi, ihtilafların varlığını kabul etme ilkesi ve düşünce özgürlüğüne fırsat tanımaması radikal seçenekleri beslemektedir. Bu durum da dini olarak baskı altında yaşayanlar açısından, kendilerine devlet tarafından dayatılan zorluklardan kurtulma noktasında yoğun eğilimleri besleyebilir.

 

Çeviren Furkan Torlak

 

* Bu yazı 2003 yılı itibariyle kaleme alınmıştır.