İranlı gazeteci Hadi Muhammedi, Maşrık gazetesinde yayımlanan yazısında Türkiye’nin Kobani ve IŞİD konusundaki politikasını değerlendirdi.Türkiye hükümeti, Suriye krizinin başından beri tüm stratejisini gerçekleşmeyecek olan Suriye yönetimini devirme hedefi üzerine kurdu. Bu başarısızlığın en küçük sebebi de bu stratejiyi gerçekleştirmek için kullandığı araçlardı.
Aslında Türkiye hedefe giden her yol mubahtır şeklindeki Makyavelist stratejisiyle sınırdaki mafyaya ve hırsızlara bile umut bağlamış ve çeşitli örgütlerin ve gerici Arap rejimleriyle Batı’nın desteğinin rezalet ve başarısızlıkla sonuçlanacağını düşünmemişti.
Türkiye’deki hükümet yetkilileri ve onların İhvancı partisi stratejisinde bir asgari bir de azami limit öngörmüş ve planlamasını buna göre yapmıştı.
Türkiye, asgari limitteki politikasıyla Suriye’deki Kürt bölgelerinde kazanımlar elde etmeyi ve PKK’nın Suriye’deki stratejik derinliğini ele geçirip kontrol altına almayı umuyordu.
Tampon bölge Kürt bölgelerinde demografi değişikliğine yönelik
Bu yüzden de Suriye krizinin ikinci yılından itibaren tampon veya uçuşa yasak bölgede ısrar etti ve bu vesileyle Suriyeli mültecileri Kürt bölgelerine yerleştirip Suriye sınırında demografik değişim yaratmak istedi.
Türkiye istihbaratının Halep, hatta Hama, Humus ve diğer kuzey kentlerindeki çatışmalara doğrudan müdahale etmesi, yukarıdaki stratejinin garanti edilmesine yönelikti.
Süleyman Şah türbesine askeri birlik gönderip IŞİD’le işbirliği utancını kabul etmesi, Suriye sınır şeridinde daha fazla askere ihtiyaç duymasındandı.
Türkiye, azami limitteki politikasıyla da Suriye’deki yönetimini devirmeye çalıştı, bunun sonucunda Suriye’deki iktidarda en büyük payın kendisine ait olacağından şüphesi yoktu.
Çünkü ÖSO ve doğrudan Katar ve Türkiye’ye bağlı olan İhvancıların yanı sıra IŞİD, Nusra, Ahrar Şam, İslam Ordusu vb. gibi terörist gruplar da MİT ile irtibatlıydı ve bunların tamamının tüm mali ve lojistik ihtiyacı Türkiye topraklarından gideriliyordu.
İlginç olan şu ki ilk başlarda Nusra ile Türkiye arasındaki irtibatı kurmak için diğer gruplardan aracılar bulunmuş ve Nusra’nın silah ve mühimmat ihtiyacı bunlar aracılığıyla Suriye’ye ulaştırılmıştı.
Terörist gruplarla bu ilişki ortak çıkarlar mantığı ile kuruldu ve sürdürülüyor; taraflar da birbirinin ihtiyacını biliyor.
Bugün yaşananlar şu örneği daha hissedilir hale getiriyor. IŞİD, Türkiye politikasının ne olduğunun bilincinde… Bu yüzden de öyle davranışlar sergiliyor ki Türkiye hükümeti IŞİD’le mücadele konusunda dünyaya jest yapamıyor.
Türkiye’nin Ayn el-Arab (Kobani) ve Suriye’nin kuzeyindeki diğer Kürt kentlerini baskı altında tutması ya da işgal etmesi için IŞİD’e ihtiyacı var. Bu hedef için IŞİD’le her türlü işbirliği yapmaya hazır.
Örneğin Irak’ı işgal projesinin başlarında Musul’da rehin alınan 49 kişi karşılığında IŞİD’e ciddi oranda ilaç, sağlık malzemesi, silah ve mühimmat verildi. Türk yetkililer, IŞİD’e para vermedik diye yemin bile etiler!
IŞİD’in Suriye’nin doğusunda kontrol alanını genişlettiği sırada özel bir Türk şirketi kaçak petrolün alınıp Türkiye içerisinde satışını üstlenmişti ve IŞİD’e sürekli olarak ödeme yapıyordu.
Türkiye’nin iki politikası da çelişkide
Şu an Türkiye’nin bu iki politikası da çelişkiyle karşı karşıya ve bundan vazgeçmesi mümkün değil. ABD ve Suudiler özel bir istik ve heves duymalarına rağmen Suriye yönetiminin devrilmesinden çekildiler. Bunu imkansız gördükleri için çekildiler ve asgari kazançla yetindiler.
Asgari strateji ve hedefler karşısında Türkiye çok yaygın bir şekilde IŞİD’e ve diğer terörist gruplara destek vermekle suçlanıyor. Bu yüzden de Davutoğlu, büyük ve gülünç yalanlarla buna karşı koymaya çalışarak politikalarının “umut verici” olduğunu söylüyor. Elbette umut verici; ancak sadece teröristler için umut verici!
Türk yetkililer uzun bir süredir IŞİD’le irtibatlıydı. Ayn el-Arab’a şu an yapılan saldırının ve Rakka kentindeki 17. Birliğe ve askeri havaalanına yapılan saldırıların zeminini oluşturdular. Ayn el Arab saldırısını kendilerinin PKK ve Suriye Kürtlerine karşı stratejisinin bir parçası olarak telakki ettiler; ancak şu an yeni bir sorunla karşı karşıya bulunuyorlar.
Ayn el-Arab’ın düşürülmesinin IŞİD’in Türkiye’ye büyük bir hediyesi olacağı doğrudur; ancak PKK tehditleri ile yeni bir stratejik sorunla karşı karşıya bulunuyorlar. Çünkü bölgedeki tüm Kürtler, Türkiye’nin bu politikasına karşıdır.
Erdoğan yönetimi ile müzakereler durup Kürtlerin çatışması Türkiye içerisine kayabilir. Yani Türkiye’nin güney sınırındaki bir güvenlik puanına karşılık Türkiye kendi içerisinde güvenlik tehdidi kazanabilir.
Suriye’de terörist yetiştirme projesinin faturası ağır
Elbette eğer bu sorun bu limitte durdurulabilirse belki Türkiye için bir yol bulunabilir. Çünkü Türkiye’ni bu politikası Barzani ve Kürdistan Bölgesi ile ilişkilerini de etkiliyor. Türkiye içerisinde de yeni bir muhalefet dalgası Erdoğan yönetimini ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakıyor.
Belki de Ayn el-Arab saldırısının bu kadar uzun sürmesi Türkiye’nin bu soruna bir çözüm bulmaya çalışması yüzünden.
Türk yetkililer için en önemli meselelerden biri de bu soruna çözüm bulsa bile Türkiye, IŞİD’i ve terörü destekleme suçlamalarını sadece yalanlayarak sonuç alamayabilir. Nitekim Amerikalılar sorumluluktan çakmak için Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğerlerini kurban etmeye hazırdır.
Suriye’de terörist yetiştirme projesine katılan herkes için bu rezaletin faturası ağır; özellikle de bu proje uzun sürdüğü için. Bu proje zaman bakımından kısa sürseydi, tahammül ve telafi edilebilirdi. Ancak uzun sürmekle de kalmaması bir yana sonucundan umut da yok.
IŞİD karşıtı uluslar arası koalisyon hikayesi için ise tarafların her biri kendine özgü yorum ve tanımlara sahip.
Bu hikayede de Suudilerin, Türkiye’nin ve Katar’ın bakış açısı; Amerikalıların ve İngilizlerin perspektifi, bu yeni projenin Suriye’deki kullanılabilirlik ömrünü kısaltacak ve söz konusu kavgalar bitmeyecek.
Çeviri: YDH