Avrupalılar: Hizbullah, Hıristiyan varlığını koruyor

09 Mart 2015

Lübnan’da yayımlanan es-Sefir gazetesi yazarı Marlin Halifa, Avrupalı parlamenterlerin Suriye ve Lübnan ziyaretlerinden sonra yaptıkları değerlendirmeleri yazdı.

Fransız parlamenterlerin ve Avrupalıların Lübnan'a eşzamanlı ziyaretleri Avrupa'ya, görünürlüğe kavuşan iki meseleyle alakalı derin bir tartışma olarak yansıyor:

Bir olgu olarak Avrupa derinlerini tehdit eden terör ve Ortadoğu'daki Hıristiyan varlığına yönelik ahlaki ve siyasi sorumluluk.

İkinci mesele ki Avrupa'da, bu varlığa tutunarak onu koruma gerekliliği ile bu varlığı Batılıların projeleri önünde engel olarak görenler arasında farklı yaklaşımlar mevcut. Fransa'nın bir önceki cumhurbaşkanı Nikolay Sarkozy'nin bir ara Maruni Patrik Beşara el-Rai'ye dediği gibi ''4-5 milyon Hıristiyan'ın politikalarımızın önünde engel olmalarına gerek yok, gelsinler bizde yaşasınlar.''

Fransız siyasetçilerin çoğu Hıristiyanlara yönelik bu politikayı ''beceriksiz ve gayri ahlaki'' olarak tanımlıyor. En son Suriye ve Lübnan'ı ziyaret eden parlamenterleri, Hizbullah'a yönelik olumlu bir atmosfer yaydı. Hizbullah'ın, özellikle Suriye'nin Kalamun bölgesine komşu, Lübnan doğusundaki köy ve beldelerde Hıristiyan varlığını koruyan rolü konuşuldu.

Dikkat çekici olan bir diğer şey ise şu: Lübnan'ı ziyaret eden Avrupalı ve Fransız parlamenterler görüşmelerinde Hizbullah ve Lübnan ordusunun IŞİD ve Nusra Cephesi teröristlerine karşı koyabilecek güce sahip olduklarını ve bu meseleye dair duydukları güveni sık sık dile getirdi.

Fransızların gelişen bu ilgileri, Lübnan'daki Avrupalı diplomatların izlenimleri ile de kesişmeye başladı. Sınırdaki köylerde yaşayan insanlar ile bir araya gelen bu diplomatlardan biri (''Suriye'nin Dostları'' topluluğuna üye bir ülkenin diplomatı) Lübnanlı bir siyasetçiye, Hizbullah'ın bölgede ve sınırda bulunmasından dolayı insanların duydukları güven ve memnuniyete şahit olduğunu anlattı. Diplomata verilen cevap şöyleydi: Oranın insanları Hizbullah'a güvendikleri gibi Lübnan ordusuna da güveniyorlar; fakat ordunun askeri kararlarını yöneten ''siyasi kararlara'' güvenmiyorlar.

Fransız parlamenterlerin ziyaretine dönecek olursak, onlardan iki tanesi ''Gerard Bapt ve Jack Meyer'' Beyrut'un güneyindeki Dahiye’yi gezdi ve Hizbullah Uluslararası İlişkiler Sorumlusu Seyyid Ammar Musavi ile bir araya geldi. İki Fransız vekil ve onlara eşlik eden heyet Dahiye'de geçirdikleri birkaç saati ‘samimi’ bulduklarını ifade ettiler.

Bu ziyaret, bazı Fransız siyasi ziyaretçilerin gerekli ve acil gördükleri noktada kendi hükümetlerinden erken davrandıklarını gösteriyor. Fakat bunun yanında terörle mücadelenin, görüşmeleri sırasında  ''kendinden emin ve rahat'' gördükleri Suriye cumhurbaşkanı Beşşar Esad ile işbirliği yapmadan imkansız olacağını dile getirdiler.

Bapt ve Meyer ile Dahiye'de yapılan görüşmede, iki tarafın bazı konulara yönelik bakış açılarındaki büyük benzerliklerin altı çizildi. Bununla birlikte iki taraf diğer konularda da tam bir uyum içinde. Bu konulardan biri de Hizbullah'ın Suriye'deki savaşa katılımının önemi.

İki parlamenter de Hizbullah'ın bu savaştaki seçkin rolünü ve yaptığı fedakarlıkları takdir ettiklerini ifade ettiler. Parlamenterler, Hizbullah'ın Suriye'de bulunuşunu meşru gördüklerini belirtirken aynı zamanda Suriye'nin müttefiki ve meşru olan Suriye hükümetinin muvafakati ile sahada bulunduğunu  vurguladılar.

İkisi de elçilikleri kapatmakla hata yaptıklarını açıkça ifade eden Fransız ve Avrupalıların giderek güçlenen terör ile alakalı ‘acılarından’ bahsetti. Özellikle Şam'daki elçiliğini kapatan Fransa, Suriye'deki gidişata ve Avrupalı cihatçıların hareketlerine dair gerçek bilgi toplama konusunda olumsuz etkilendi.

Suriyeli yetkililer herhangi gayri resmi veya resmi işbirliği anahtarının, ilişkileri önceden olduğu gibi normalleştirerek elde edilebileceğini daha önce defalarca dile getirmişlerdi.

Benzer şekilde düşünen Fransız vekiller de elçilikleri kapatmanın ne kadar büyük bir hata olduğunu vurguladılar. Bazı Avrupa devletlerinin iletişim hatlarını kapatmadığını, elçilik kapılarını kapatmadığını ve bazı tedbirler aldığını hatırlatalım.

Bu tedbirler arasında Şam'daki diplomat sayısını azaltanlar da vardı, Beyrut'a taşınanlar da. Bu devletler arasında Norveç, İsveç, Avusturya, Danimarka, Romanya ve Macaristan var. Bu devletler bugün Şam ile ilişkileri kesmedikleri ve aralarında İngiltere ve Fransa'nın da olduğu diğer devletler gibi hata yapmadıkları için kendileri ile övünmeye başladı.

Lübnan'ı ziyaret eden Avrupalı ve Fransız vekiller, devletleri Suriye hükümeti ile sorun yaşarken terörle mücadele edemezler. Vekillerden biri de ''Suriye terörle mücadelede temel taşı gibi, onunla anlayış geliştiremeyen gayri ciddidir'' dedi.

Dikkat çekici bir diğer nokta ise, vekillerden Meyer'in Paris'e döndüğünde bir gazeteye verdiği demeçte dile getirdiği: Esad'ın düşmesi Lübnan'ın yıkımına yol açar.

Suriye güneyindeki durum ile ilgili de vekiller, ‘8 Mart’ güçlerinden, bölgede bulunan savaşa dair derin bir değerlendirme aldı.  Vekillere ''Ortak çıkarlar üzerinde bir araya gelen aşırıcılara aynı zamanda destek veren İsrail-Ürdün-Uluslararası hattı var. Özellikle İsrail Başbakanı Bünyamin Netenyahu Paris'te teröre karşı uluslararası gösteride boy gösterirken, terörist gruplara destek amacıyla Golan genişliğinde koordinasyon kapıları açıyor'' denildi.

Özetle, Avrupa devletlerine kendini dayatan ve dayatmaya devam eden bir ‘gözden geçirme’ durumu var. Tartışma yüksek sesle yapılmaya başlandı: ''Beşşar düşmedi, terör yayılıyor ve işte Avrupa'nın kalbinde artık.'' Bu ağız, azımsanmayacak sayıda olmak üzere Avrupalı yetkililerin ağzı.

Çeviren: Hasan SİVRİ