YDH- Gazeteci Hadi Muhammedi, Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığı ile bu ülkedeki krizin kader belirleyici bir aşamaya girdiğini; ancak uluslararası ve bölgesel aktörlerin çıkarlarının yeniden yeniden tanımlanmasını gerektiren bu sürecin Suriye’deki şartları daha da karmaşık hale getirdiğini ifade etti.
- ABD ve Batı Suriye krizini nasıl bir strateji ile başlattı. Bu stratejinin en önemli özellikleri nelerdir?
- ABD-Batı’nın Suriye stratejisinin ruhunu şöyle nitelemek mümkün: Amerika ve müttefikleri, uluslararası alanda yeni bir müdahale ve rejim devirme türü oluşturmaya çalıştı.
Dolayısıyla Suriye’de, tıpkı Irak ve Afganistan’da olduğu gibi doğrudan bir askeri müdahaleyle rejim devirme çabasına tanık olmadık. Burada desteklenen terörist gruplar aracılığıyla dolaylı bir müdahale uygulamaya kondu.
Bir başka deyişle, Amerikalılar Suriye’de renkli devrimlerin bir başka versiyonunu ortaya koymak istediler. Onlar, renkli devrimlerin muhalif sivil toplum kuruluşlarını esas alan eski versiyonunu kullanamazdı; çünkü Suriye’de yönetimi devirebilecek güçlü bir muhalefet yoktu.
Bu yüzden Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi bölge müttefiklerinin kontrolünde ve bu ülkelerdeki mevcut söylemlerden destek alarak İhvan-ı Muslimin ve el-Kaide gibi örgütlere benzer örgütlerin versiyonlarını ürettiler. Tekfirci gruplar olarak adlandırılan bu grupların temelleri daha önce Afganistan ve Irak’ta atılmıştı.
Böylece bölgede rejim devirmenin yeni versiyonu önce Suriye’de denendi, askeri mali ve lojistik açıdan desteklenen tekfirci terörist gruplara Suriye’de rejimi devirme görevi verildi.
ABD ve Batı’nın Suriye’deki stratejisinin esası budur. Bu stratejinin en iyi şekilde uygulanabilmesi için rol alabilecek her ülke ABD tarafından olumlu karşılandı.
-Amerika, bu yeni stratejisini uygulayabilmek için en çok neye odaklandı ve bundan başarılı sonuç alabildi mi?
- Amerikalılar bu stratejilerini uygularken deneme yanılma yöntemini kullandılar. Bu yüzden bir dönem bu terörist grupların liderliğini bölgedeki İhvan akımının bayraktarı olan Türkiye ve Katar’a verdiler.
Bu iki ülke ‘Özgür Ordu’ adlı silahlı grubun ilk çekirdeğini oluşturdu. Bu onlar açısından iyi bir başlangıç sayılabilirdi; çünkü böylece Suriye içindeki firari askerleri ve ülkedeki işsizlik vs. gibi kötü şartlardan dolayı muhalif olan unsurları kazanarak geniş bir potansiyel oluşturdular.
Ancak Amerika daha sonra bu grubun tek başına rejimi deviremeyeceğini fark etti ve Suriye’de rejimi devirme sürecinin devam ettirilebilmesi için seçeneklerini çoğaltarak yeni silahlı grupların oluşturulmasına yöneldi.
Bu tutum, ÖSO’dan daha aşırı olan tekfirci grupların Suriye’ye girişinin yolunu açtı. Önceleri bu gruplar olumlu karşılandı hatta Suriye’ye girişleri kolaylaştırıldı ve bunlara destek verildi.
Daha önce de söylendiği gibi ABD ve Batı’nın tekfirci gruplara başlangıçta lojistik destek ağırlıklı olmak üzere her türlü destek verildi. Örneğin bir dönem Türkiye’nin Adana kenti ABD ve Batı’nın tekfirci gruplara verdiği desteğin intikal merkeziydi.
Amerikalılar IŞİD ve benzeri örgütlerden yüz çevirdikten sonra da bu gruplar ihtiyaçlarını onlar tarafından desteklenen diğer silahlı grupların silah depolarından temin etmeye başladı.
Sınıra yakın Adana kenti sadece bir örnekti; Türkiye-Suriye sınırında birçok geçiş noktası bulunuyor ve buralardan IŞİD de dahil olmak üzere tüm örgütlere militan ve lojistik yardım girişi kolaylaştırılıyordu.
Ancak 5 yıllık deneme yanılma sürecinin ardından Amerikalılar şu sonuca vardılar: Ne Katar, ne Türkiye ve ne de Suudi Arabistan Suriye’deki hedefi gerçekleştiremediği gibi hatta kaygı yaratmaya bile başladılar.
- Peki Amerika’nın Suriye stratejisinden yüz çevirmesine neden olan şey ne?
- Amerika’nın ve Batı’nın en büyük kaygılarından biri, desteklenen tekfirci terörist grupların rejimi devirmeyi başarmaları durumunda Esed sonrası oluşacak durumdu. Bu gruplar Suriye’de yönetimi devirdikten sonra nasıl bir yönetim kuracaklardı. Suriye’nin düşmanları için çok açık ve kesin olan şey şuydu ki bu gruplar Suriye’de ABD’nin istediği gibi laik bir yönetim kurmayacaklardı.
Bu durum, tekfirci terörist gruplara verilen kayıtsız şartsız desteğin sona erdirilmesine ve daha tedrici ve ihtiyatlı bir tutum takınılmasına neden oldu. Ancak bununla birlikte kendileri için büyük bir sermeye olan bu terörist grupları tamamen kaybetmemeye de özen gösterdiler.
Elbette Suriye krizindeki bu dönemle ilgili olarak şunu dikkate almak gerekiyor. Sayıları yaklaşık olarak 250 bin olarak verilen ve yabancı tekfircileri de içeren terörist gruplara mensup unsurların bir kısmı, çatışmalarda ölerek veya yaralanarak savaş dışı kaldı.
Bu durum Amerikalıları taktik değişikliğine yöneltti. Bir başka ifadeyle Washington Suriye’de etkin olan tüm terörist gruplara yaslanmanın mümkün olmadığını anlayınca –çünkü bunlardan bir kısmı Suudi Arabistan, bir kısmı Türkiye, bir kısmı da Katar tarafından desteklenmektedir- seçmeci davranmaya başladı ve yönetimin derilmesi durumunda iktidarı teslim edip kontrol altında tutabileceği daha laik gruplar aramaya başladı.
-Amerika’nın ‘ılımlı’ diye adlandırdığı grupları destekleme süreci neden en baştan başarısız oldu?
- Bu gruplar Suriye krizinin başından beri çok fazla etkili olamadı. Ya dışarıda kaldılar veya diğer grupların himayesi altında var olabildiler. Bu gruplar, hayatta kalabilmek için başta IŞİD olmak üzere daha güçlü örgütlere biat etmek zorunda kaldılar.
Dolayısıyla bu gruplar Türkiye topraklarında eğitim aldıktan sonra örneğin Suriye’nin kuzeyindeki Azez kentine geçer geçmez daha ilk gün silahlarını bırakıp tekfirci gruplara teslim oldular.
- Amerika’nın bir yandan Rusya ile diğer yandan da Suriye krizi ile karşı karşıya gelmesinin zeminlerini nerede aramak gerek?
- Suriye ile ilgili olarak Rusya’nın Amerika ve Batı ile karşı karşıya gelmesi ile jeopolitik alanda önemli sorunlarla karşı karşıyayız. Elbette bu görüş karşıtlığı sadece Suriye ile sınırlı değil, Ukrayna konusunda da bu sorunlara tanık oluyoruz.
Amerika ve Batı, Ukrayna’da Rusya’nın desteklediği yönetimi devirip kendilerinin desteklediği bir yönetimi iktidar yaptılar. Bu durumda Rusya bu ülkede yalnızca Kırım ile Rusya sınırı yakınlarındaki illerle yetinmek zorunda kaldı.
Ama bu durum, ABD ve Rusya’nın uluslararası alandaki gizli politikalarının açığa çıkmasına neden oldu ve her iki tarafın da bir diğerinin hassasiyetlerini kışkırtmayacak bir politika izlemeye çalıştığını gösterdi. Ukrayna dosyası bu meselenin netlik kazanmasına neden oldu. İran’la yapılan nükleer anlaşma ise Rusya’nın ‘Amerika, Rusya’ya karşı koymak için tüm gücünü ortaya koyuyor’ şeklindeki şüphelerini tamamen ortadan kaldırdı. Amerika’nın Ukrayna’ya yerleştirdiği füze savunma sistemleri sadece Rusya’ya karşı koyma amacını taşıyordu.
Rusya, Amerika’nın düşmanlığının sadece yaptırım politikası ve Ukrayna ile sınırlı kalmayacağını anladı. Bu alanda önemli gelişmeler yaşanıyordu. Bu gelişmelerden en önemlisi, Amerika’nın Rusya’ya ait geleneksel nüfuz alanlarını Rusya’ya geri vermeye çalışmasıydı. Libya, Suriye ve Irak bu alanların en önemlileriydi. Rusya ise Amerika ve Batı’nın uluslararası alanda Rusya’nın nüfuzu altındaki yerleri sıfırlamaya çalıştığını düşündü.
Rusya’nın yeni stratejisini anlamak için üçüncü bir nokta da Rus milliyetçiliği fikrine odaklanan Rusya Devlet Başkanının stratejik düşüncesidir. Bu düşünceye göre uluslararası alanda Rusya’nın gücüne inanmayan hiçbir Rus vatandaşı Rus değildir.
Vladimir Putin, Rus yönetiminin çeşitli kademelerindeki 20 yıllık görevi sırasında dünyadaki eski gücünü Rusya’ya yeniden kazandırma konusunda kararlı olduğunu gösterdi. Onun bu politika tarzını hem içeride hem de uluslararası alanda gözlemlemek mümkün.
Yaşananlardan Rusya’nın gücünü Batı’ya göstermek için bir fırsat aradığını anlamak mümkün. Burada üzerinde durulması gereken husus uygun zamanın seçilmesidir.
Rusya’nın gücünü Batı’ya gösterme zamanın Rusya’ya en bedel ödetecek bir zaman olması gerekiyordu. Aynı şekilde bu öyle bir zaman olmalıydı ki Amerika’nın Rusya karşısında eli bağlı olmalıydı ve Rusların adımlarına karşı tepki gösterememeliydi.
Doğal olarak Rusya eğer Suriye’de şu ankinden başka bir zamanda harekete geçseydi, Amerika’nın reaksiyonu ile karşılaşabilirdi. Ancak Moskova, Suriye’deki planı için çok uygun bir zaman seçti. Yani ABD ve Batı’nın zayıflık ve pasiflik içerisinde olduğu ve herhangi bir tepki gösterecek durumda olmadığı bir zaman.
- Başka faktörlerden de söz edilebilir mi?
Bunu daha iyi anlayabilmek için yukarıda Suriye dışında sözü edilen Ukrayna ve Putin’in düşüncesi faktörlerinin yanı sıra bir dördüncü noktaya da işaret etmek gerekiyor. Bu da Batı ve müttefiklerinin içinde bulunduğu zayıf konumla ilgilidir.
Uluslararası ve bölgesel aktörler olarak Batı ve müttefikleri, olağanüstü şartlarda bulunuyor. Amerika’nın neredeyse tüm bölgesel müttefikleri şu an zayıflık, pasiflik, durgunluk şartları içerisinde.
Türkiye her alanda, gerek iç gerekse dış politikada ciddi şekilde zarar görmüş ve kötü şartlarda bulunuyor. Suudi Arabistan da Lübnan, Suriye ve Irak gibi batı Asya ülkelerine yönelik politikaları bakımından çıkmazda. Ayrıca bu şartlarda bir de kendini Yemen’e sokmasbu ülkeyi mali açıdan da zorluyor.
Zira, Suudi Arabistan’ın İran’a diz çöktürmek için uyguladığı düşük fiyatlı petrol stratejisi, şimdi kendisini vuruyor. Suudi hükümeti daha önce benzeri olmayan bir bütçe açığı ile karşı karşıya kaldı.
Vahhabiliğin kültürel söylemleri de başarılı bir işlevsellik sunmadığı gibi dünyadaki popülaritesini de yitirdi.
Şu an uluslararası toplum Suudi Arabistan’ı el-Kaide, aşırılık ve güvensizlik ile aynı denklemde görüyor. Bu sebeple Suudi Arabistan artık büyük veya belirsiz adımlar atabilecek durumda değil.
Şu an Suudi Arabistan ABD ve Batı’ya bedel ödeten bir ülke haline dönüştü. Dikkat edilirse artık ABD, Suudi Arabistan’ı artık çok fazla savunamıyor; çünkü onu savunmak bedel getiriyor.
Amerika’nın bölgedeki bir diğer müttefiki olan Mısır, özellikle iç sebeplerden dolayı çok zor şartlarda bulunuyor. Birçok güvenlik sorunuyla, siyasi ve ekonomik problemlerle uğraşıyor. Bu ülkedeki hükümet, müttefiklerinin lütuf ve yardımlarıyla ayakta durabiliyor.
Amerika’nın kendisi için de şunu söylemek gerekir: ABD artık bölge doktrinini doğrudan askeri müdahaleler üzerine kurmuyor. Ekonomik alanda yaşadığı sorunlar, askeri güçlerinin yapısını gözden geçirmek zorunda bırakıyor. Bütçe yokluğu ABD federal hükümetini kapanmanın eşiğine getiriyor.
Bu şartlar altında Amerika, Rusya ile askeri anlamda karşı karşıya gelme seçeneğini düşünmüyor. Çünkü bunun bedelinin çok ağır olduğunu biliyor ve böyle bir seçeneğe başvurması şu anda mümkün gözükmüyor.
Bütün bu şartlar Moskova’nın gözünden kaçmış değil. Bu yüzden uluslararası alanda gücünü yeniden kazanabilmek için bunu çok uygun bir fırsat olarak görüyor. Doğal olarak da Libya, Irak ve Suriye’den kendisini kovmak isteyenlere izin vermeyecek.
-Rusya’nın Suriye’deki yeni stratejisinin en önemli etkisi konusunda neler söylersiniz?
-Rusya’nın bugünkü Suriye stratejisini anlamak bakımından Rusya’nın Suriye krizine girişinin zamanına dikkat etmek gerekiyor. Rusya’nın Suriye’ye girişi güçlü bir giriş oldu. Bu yüzden Rusya, Suriye krizi meselesinin şeklini değiştirmek ve onu kendi tanımladığı şekilde yeniden yazmak istiyor.
Bu çerçevede Rusya, Batı’nın Suriye rejiminin demokratik olmadığı yönündeki iddiasını reddediyor. Buna gerekçe olarak da bu ülkenin cumhurbaşkanının halkın oyuyla seçiliyor olmasını gösteriyor. Dolayısıyla Rusya’ya göre bu ülkenin rejimini devirmek yasadışıdır. Doğal olarak da ABD’nin Batı’nın ve onların kontrolünde olanların Suriye’deki varlığı gayri meşrudur. Çünkü onlar Rusya’nın aksine bu ülkenin meşru ve halkı tarafından seçilmiş hükümetinin izniyle Suriye’de bulunmamaktadır.
Öte yandan Rusya, Suriye sorununun çözümünün bu ülkedeki terörist grupları ortadan kaldırılmasıyla başlayabileceğini vurguluyor. Bu da Rusya’nın Suriye stratejisinin temelini oluşturuyor.
Batı’nın Suriye stratejisine karşı ortaya konan bu stratejiye göre sadece IŞİD değil Suriye’deki tüm terörist gruplar yok edilmelidir.
Bu, şu an Batı ile Rusya arasındaki pazarlık konularından biridir. Çünkü Batı sadece IŞİD’in ezilmesini ve sahneden çıkarılmasını, Nusra, İslam Ordusu ve Ahrar Şam gibi grupların Rus saldırılarından korunmasını istemektedir.
Bu tutum, ABD ve Batı’nın politikalarını ABD liderliğindeki koalisyonun iki yılık terörle mücadelesinin sonucu ne oldu denerek özelde Suriye’de genelde de tüm bölgede bütünüyle sıkıntıya sokabilir.
- Rusya bu stratejiyi sadece Suriye’de mi uyguluyor yoksa bu, kriz yaşanan diğer yerler için de geçerli mi?
- Bu stratejinin kapsamı Suriye’nin ötesindedir. Rusların Irak’a terörle mücadelede yardım önerisi, bunun delili olarak söylenebilir. Ayrıca Lübnan hükümetine bu ülkenin hava güvenliğini temin etme teklifi yapıyor. Lübnan’ın hava sahası İsrail tarafından tehdit edildiğine göre bu öneri, Rusya’nın İsrail’e karşı bile arz-e endam etmeye hazır olduğu anlamına geliyor.
Rusya, artık uluslararası alanda ayaklarını sağlama alma zamanı olduğuna inanıyor ve ne pahasına olursa olsun da bu fırsatı kaybetmek istemiyor. Ruslar artık İsrail’in bile kendisine karşı koyabilecek durumda olmadığını görüyor. Bu da Rusya’nın stratejisini uygulamak için ne kadar uygun bir zamanı seçtiğini gösteriyor.
-Rusya’nın bu stratejisinin uluslararası alandaki yankısı ne oldu?
- Rusya’nın stratejisinin benzerini biraz düşük profilli olmakla birlikte Çin için de düşünmek mümkün. Bu çerçevede ABD’den Suriye’den çekilmesi ve bu ülkenin iç işlerine karışmaması ve ABD’nin Suriye’deki varlığını, Suriye hükümetiyle koordinasyon kurması şartına bağlanabilir.
Bu strateji paralelliği, uluslararası alanda şu an hakim olan dengeleri değiştirebilir. Zira şu anda terörist gruplara karşı Suriye’ye destek kefesi, ABD ve Batı’nın politikalarının yer aldığı kefeye göre daha ağır basıyor.
- Rusya’nın bu stratejisinin oluşumunda bölgenin güçlü bir ülkesi olarak İran’ın rolü oldu mu?
- Rusya’nın bu stratejisinin oluşumunda İran’ın hatırı sayılır bir rolü oldu. İran, Rusya’nın Suriye konusunda daha aktif bir rol alması ve konusunda teşvik edici bir rol oynadı.
Dolayısıyla bu stratejinin coğrafyası İran’dan başlamakta, Irak’a uzanmakta ve Suriye’yi geçtikten sonra Lübnan’a ulaşmaktadır. Bu, NATO’nun güney kuşağı karşısına sağlam bir set oluşturulması anlamına geliyor.
Rusya stratejisinin mahiyeti, içerik, coğrafya ve istihkam açısından çok yüksek bir profile sahiptir. Bu açık istihkamın görüntüsünü Rus yetkililerinin Suriye ve bölgeyle ilgili tutumlarındaki ciddiyet ve kararlılıktan anlamak mümkün.
- İran, Rusya’nın bu yeni stratejisinden nasıl yararlanabilir?
- Bu, İran İslam Cumhuriyeti’nin de dikkate alması mevcut şartlarda bölgedeki varlığını pekiştirecek şekilde ciddi ve kararlı tavırlar almasını gerektirecek bir durumdur.
İran, Rusya’nın bölgesel koalisyona girmesinden yararlanmalıdır; çünkü bu koalisyonun belkemiğini İran oluşturmaktadır. İran şu an hem Rusya’ya hem de ABD de dahil olmak üzere bölgede etkili olan tüm ülkelere İran’ın katılımı olmadan bölgedeki hiçbir ittifakın değerli ve istikrarlı olamayacağını hatırlatabilir.
-Rusya’nın Suriye’deki stratejisinin aşamalı olduğu söyleniyor. Bunun anlamı ne?
-Rusya, stratejisini bir anda uygulamaya koymuyor. Bunun için hazırlık zeminleri öngörüyor. Örneğin dışarıdaki muhaliflerin Suriye hükümetiyle yapacağı müzakerelere ev sahipliği üstleniyor.
Bu toplantılar, bu stratejinin hayata geçirilmesinin ön zeminleri ve Rusların bölgedeki ayaklarını sağlamlaştıracak araçlardır.
Üzerinde durulması gereken bir diğer konu da Ruslar, İran’la iyi bir koordinasyon kurdular.
Üçüncüsü de Ruslar Suriye’deki planlarını çok kesin tanımladılar, her türlü sorunu ve engeli dikkate aldılar. Yani Suriye krizine ilişkin net bir tanım ve bunun çözümüne yönelik olarak da yine net bir çözüm yolu ortaya koydular.
Örneğin Suriye cumhurbaşkanlığı için serbest seçimler yapılmasını desteklediklerini vurguladılar. Bu seçimde Beşşar Esed seçilmese bile sonuçları kabul edeceklerini söylediler. Ama serbest seçimlerin yapılması için bu ülkedeki terörist grupların kökünün kazınması gerektiğini söylediler.
Rusya’nın Suriye’deki yeni stratejisini aşamalı olarak uyguluyor. Örneğin Rusya Suriye’de bir anda askeri varlık bulundurmaktan söz etmedi. Önce Suriye’ye 8 savaş uçağı gönderdiğini açıkladı, sonra uçakların sayısı arttı. Sonra da Suriye’deki askeri varlığını açıkladı.
Aynı şekilde askeri operasyonlarında da önce tüm terörist grupları vuracağını söylemedi. Önce saldırılarını IŞİD’le sınırladı, ardından da Suriye’nin her yerindeki diğer silahlı grupları hedef almaya başladı.
- İran, Suriye, Irak ve Lübnan’ın da katılımıyla bölgesel koalisyonun kapsamının genişlemesi durumunda ABD, Rusya’nın Suriye stratejisine nasıl bir tepki verebilir?
-Rusya’nın bölge stratejisinin boyutları oldukça geniş. Hiç kuşku yok ki ABD ve Batı, stratejilerini ve hesaplarını daha bir özen ve dikkatle gözden geçirmek durumunda kalacak.
Şimdi ilk adım olarak medya aracılığıyla Suriye’de sivillerin öldürüldüğünü söyleyerek Rusya’nın operasyonlarını gayri meşru göstermeye çalışıyorlar.
Bu hile bir yana, Batı ve bölge müttefikleri, diplomatik yollarla da Rusya üzerinde baskı kurmaya çalışacak.
Elbette ABD ve Batı’nın adımları bununla sınırlı değil. Şu an bazı güvenlik çevreleri Suriye’deki terörist gruplara gelişmiş uçaksavar füzeleri verilebileceğinden söz etmeye başladı.
Böylesi bir yardımın Rusya’nın yarattığı dengeyi değiştirmesi beklenmiyorsa da sonuç itibariyle ABD ve Batı’nın Suriye’deki stratejilerinde göze çarpan özellik, “hızlı hareket etme ve sürpriz”dir.