“Korumak için sorumluluk (alma)” (R2P - responsibility to protect) küresel egemenlerin gerektiğinde bir ülkeye müdahale için kullandıkları uydurma mekanizmalardan birisi.
Hesapta insanları korumak üzere oluşturulan mekanizma üç ana temel üzerine oturtulmuş.[1]
1) Her devletin kendi halkını soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve etnik temizlik sucundan koruma sorumluluğu vardır.
2) Uluslararası toplumun bu sorumluluğunu yerine getirmek için devletlere yardımcı olma sorumluluğu vardır.
3)Eğer devlet(ler) bu sorumlulukların gereğini yerine getiremezler ve barışçı girişimler basarisiz olursa; uluslararası toplumun ekonomik yaptırımlar gibi zorlayıcı girişimlerde bulunma sorumluluğu vardır. Askeri müdahale son çaredir.
Askeri müdahalenin son çare olduğu belirtiliyor; ama bizatihi insanlığa karşı tüm suçların asıl sorumlusu olan küresel mafya işine geldiği zaman askeri seçeneği hayata geçirmek için diğer aşamaları atlayabiliyor.
Bahreyn’e, (onlarca yıldır) Filistin’e, (şimdilerde) Yemen’e sessiz kalan “uluslararası toplumun” Libya’da bu mekanizmayı derhal harekete geçirdiğini gördük. Sonrası (Libya halkı açısından) malum.
Suriye’yi ayni tezgâhın içine çekmek için de en bastan bu yana aynı oyun oynandı. Askeri müdahale niyeti Rusya ve Cin’in vetoları ile İran’ın direnmesi nedeniyle gerçekleştirilemedi ancak yaptırımlar, tecrit kısmi olarak hayata geçirildi.
Büyük oyunun figüranları mülteciler
R2P’nin çalıştırılması için ilk adım olayların başlamasından yaklaşık 1 ay sonra; 29 Nisan 2011’de atıldı.[2]
Çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu 250 kişilik bir Suriyeli grubu, ellerinde Türk bayraklarıyla, Türkçe “Türkler gibi yaşamak istiyoruz, demokrasi istiyoruz” sloganları atarak Hatay’ın Yayladağı sınırındaki tel örgüleri aşarak Türkiye tarafına geçti.
Olaylar ülkenin en güneyinde (Dera) sürerken kuzeyinden olan “mülteci akınının” mantıksal açıklaması yoktu.
Ancak AKP hükûmeti “öngörüde bulunmuş” ve daha olaylar başlamadan önce sınırlardaki mayınları kaldırmış, Hatay merkez – Yayladağı sınır kapısı arasındaki yolu genişletme çalışmalarını tamamlamış ve Yayladağı sınır kapısına 5 dakika mesafedeki Tekel tutun fabrikasını mültecileri ağırlayacak hale getirmişti!
Bu veriler mülteci akınının hükûmet tarafından koordine edildiğini düşündürüyor.
Türkiye’ye geçenler “Türkiye’ye sığınmak isteyen binlerce Suriye vatandaşı var. Suriye’de insanlar katlediliyor. Güvenlik güçleri zor kullanıyor. Bu nedenle evimizi terk etmek zorunda kaldık. Türkiye kardeş ülke burada olmaktan çok mutluyuz” diyordu.[3]
Dönemin Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Konya’daki gezisini yarıda keserek Ankara’ya döndü ve acilen “mülteci zirvesi” düzenledi. Hükûmet önceden belirlediği Suriye stratejisi doğrultusunda her gelişmeyi “olağanüstü abartarak” müstakbel politikalarına zemin oluşturma çabası içindeydi.
Hesaplara göre zaten Esad üç ay içinde gidecek, Suriye’ye yönelik politikaların dolgu malzemesi olan göçmenler ise geri gönderilecek / gidecekti. Olmazsa mülteci konusunun R2P kapsamına sokulması için caba harcanacak ve uluslararası toplum gerekli adımları atacaktı.
Hükûmet ve birlikte hareket ettiği devletler acısından hesaplar böyleydi; ama mültecilerin beklentileri farklıydı.
Motivasyonlar
Türkiye’nin mülteci akınını oluşturabilmek için özel çaba harcadığı yönünde iddialar var. Bu iddia sahiplerine göre Suriyelilere ev, maaş, iyi bir yasam sözü verilmişti.
İkinci dalga Cisr eş-Şugur olaylarından sonra oldu. Bizzat şahit olduğumuz gelişmeler katliamın yaşanması ve katliamı gerçekleştirenlerin halka “asker geliyor kadınlarınıza tecavüz edecek” yalanını yaymaları ile başladı. Sonradan Suriye ordusundan ayrılıp muhaliflere katılan Yarbay Hüseyin Harmuş katliamı kendilerinin yaptığını itiraf etti; ama artık bunun bir önemi yoktu.
1250 kadar Suriyeli Türkiye tarafına geçti. Katliamdan birkaç gün sonra bulunduğumuz Cisr’de bir general ile Türkiye sınırında bulunan bir kadın arasında şu konuşma geçiyordu:
-Neden gittiniz?
-Bize ordunun geldiğini ve öldüreceğini söylediler.
-Kardeşim ben generalim, biz buradayız. Öyle bir şey yok. Size söz veriyorum güvenliğiniz garanti altındadır. Evlerinize donun.
Bu gibi konuşma ve çabalardan sonra Temmuz 2011’e kadar Türkiye’ye göçen yaklaşık 15 bin kişinin yaklaşık 7 bini evlerine geri dondu.
Zaman içerisinde ise Türkiye basta olmak üzere mülteci akını gün geçtikçe artan sayılarda devam etti.
Zaman zaman düzenlenen medya kampanyaları ile birlikte mülteciler konusu BM gündemine getirildi ve uluslararası kamuoyu Suriye’ye askeri müdahaleye ikna edilmeye çalışıldı.
Türkiye gibi ülkeler kapılar açıkken Türkiye’ye giren turistlerin pasaportlarına bile mülteci damgası vurarak mülteci sayısını arttırmaya çalışıyor, diğer yandan Suriye dışına göçenlerin hepsinin Esad’ın zulmünden kaçtığını iddia ediyordu.
Elbette Esad’a muhalif olup da Suriye dışına çıkanlar da var. Ancak Esad’a muhalif olanlar da dahil mültecilerin asıl çıkış sebepleri şu şekilde sıralanabilir:
- Daha iyi yaşam beklentisi: O dönemde Türkiye’ye gidenler büyülenip geri geliyordu. Suriyeliler dizilerin de etkisi ile her Türk villada oturan, cip kullanan zengin olarak görülüyordu. Konuştuğumuz bütün Suriyeliler Türklerin “Avrupa standartlarında” yasadığını sanıyordu.
-Türkiye’nin güzergâh olarak kullanılması: Mültecilerin bir kısmı Türkiye’yi Avrupa’ya geçişte ara duraklardan bir olarak görüyordu. Özellikle meslek sahibi olanlar Türkiye yerine Avrupa’ya geçmek üzere yola çıktılar. Suriye’nin birçok yerinde bize “kacak yolla Avrupa’ya nasıl, geçebileceklerini” soranlar danışanlar oldu.
-BM yardımları: Türkiye, Lübnan ve Ürdün’e mülteci akınının artmasında BM yardımları da etkili oldu. Birçok kişi Suriye lirasının değer kaybetmesi, issiz kalması, pahalılık gibi sebeplerle özellikle Lübnan ve Ürdün’e BM kayıtlarına girmek için gitti. Bu durumda olanlara yardım yapılıyordu. Yani bu kişiler acısından sorun siyasi değildi.
-Çatışmalar / terör: mülteciler içinde önemli bir kesimi ise çatışmalardan / terörden kaçanlar oluşturuyor. Bu insanlar bir şekilde evleri ya da işyerleri yıkıldığı, bulundukları yere silahlı gruplar hakim olduğu için ülke içinde başka yerlere ya da ülke dışına çıktılar.
Hayaller yıkıldı
Bugün Türkiye Lübnan ve Ürdün basta olmak üzere göçenlerin önemli bir kısmı yönetime muhalif değil, vatan özlemi çekiyorlar ve zaman geçtikçe büyük hata yaptıklarını fark ediyorlar.
Çünkü birçoğu hayal ettiği yasama kavuşamadı. Çadır kamplarda, çok zor yasam koşullarında yaşıyor. Kamplarda (ve dışarıda) yaşadıkları tecrit, aşağılama, tecavüzler, çocuk yastaki kızların zenginlere satılması, fuhuş gibi olgular nedeniyle artık kendi ülkelerine dönmek istiyorlar.
Ancak kulağımıza gelen bilgilere göre dönmek isteyenler tehditle karşılaşıyor. Hatta bazı komşu ülkelerde zorla belirli merkezlere toplanıyorlar ve bu merkezlerde kendilerine “Esad’ın ajanı oldukları gerekçesi ile” işkence yapılıyor.
Lüks bir hayat hayalinin çok ötesinde yaşıyorlar. Sağlık, gıda, barınma, eğitim gibi temel ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar.[4]
Çocukların önemli bir kısmı okula gidemiyor. Gidenler dil, dersler acısından eksik eğitim görüyor. Üniversite çağına gelmiş olanların okuma imkânı yok.[5]
Oysa;
-Suriye’de hemen her köyde kreş ve ilkokul vardı. Temel eğitim 6 yaşından itibaren zorunlu ve ücretsizdi.
-Sağlık hizmetleri ücretsizdi.
-Ekmek, mazot gibi temel tüketim ürünleri çok ucuz ve herkesin rahatlıkla ulaşabileceği kadar boldu.
-Herkes konut ya da otomobil sahibi değildi; ama temel ihtiyaçlarını rahatlıkla edinebiliyordu.
-Suriyeliler şimdilerde “misafir” oldukları Türkiye’ye turist olarak gidebiliyordu. 2010’da Türkiye’ye yaklaşık 800 bin Suriyeli giriş yapmıştı.[6]
Diğer yandan Türkiye basta olmak üzere Suriye dışına göçenlerin yönetimin hakim olduğu bölgelere göçme gibi bir alternatifleri vardı ve Suriye dışına göçen yaklaşık 4 milyon kişiye karşılık yaklaşık 7 milyon bu durumdadır.
Bu 7 milyon ülke içi göçün ezici çoğunluğu yönetimin tamamen hakim olduğu yerlerdedir ve göç edenlerin arasında eşleri, akrabaları orduya karşı savaşanlar vardır. Bu da halkın yönetimin olduğu yerlerde siyasi sorun yasamadığını gösteriyor.
Kısaca Suriye dışına çıkanların çoğunun çıkmasını gerektirecek somut bir sebep yoktu.
Göç alan ülkeden, göç veren ülkeye
Suriye 1900’lu yıllarda Amerika kıtasına göçenlerden sonra muhtemelen ilk kez 2011’de göç verdi.
1900’lerde Osmanlı, Fransız, İngiliz devletlerinin politikalarından kaçmak ya da daha iyi yasam koşulları için göçülüyordu.
Oysa Suriye 1900’lerin başında yaklaşık 400 bin Ermeni, Asuri, Türk, Kürt ve Yunan’a; 1948’den itibaren yaklaşık 500 bin Filistinliye, 2003 ve sonrasında yaklaşık 2 milyon Iraklıya ve 2006’da yaklaşık 200 bin Lübnanlıya ev sahipliği yapmıştı.
İstisnalar haricinde yönetimle uzun yıllar süren savaşlar yasayan Müslüman Kardeşler gibi örgüt mensupları ya da sempatizanlarının haricinde Suriye dışına göç etmeyi düşünen olmadı.
Yurtsuz kaldılar
Mülteciler bugün Batı tarafından tenis topu gibi oradan oraya atılıyor. Bu kirli oyun içinde yüzlerce kurban veren mülteciler geçtiğimiz aylarda “Avrupa’nın insanlık damarlarının kabarması ile birlikte” Avrupa’ya akın etmeye başladı.
Bu oyun, iki yönlüydü. Birincisi mülteciler Suriye’ye baskı için yine yeniden baskı unsuru olarak kullanılmaya çalışıldı. İkincisi Almanya gibi ülkeler ucuz kalifiye eleman ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştı.
Bir Filistinli ise Yarmuk kampından kaçıp Kanada gibi ülkelere kabul edilmelerinin sebebinin Ortadoğu’daki Filistinli nüfusunu azaltma amacı güttüğünü savunuyordu.
Ancak balayı kısa sürdü ve Avrupa mültecileri bu kez rüşvet karşılığı Türkiye’ye verdi.
Bundan sonra mülteciler için dram daha da ağırlaşacak. Avrupa hayaline son verecekler ve bir sure daha Türkiye tarafından siyasi malzeme niyetine kullanılacaklar.
Çünkü Türkiye onca insanlık nutuklarına rağmen bu insanları gerektiğinde geri gönderebilmek için “mülteci” statüsü değil “misafir” statüsünde tutuyor.
Yarın işler değiştiğinde bu insanlar uluslararası hukuk açısından hiçbir hakları olmadığını anlayacaklar.
Körfez ülkeleri kurnaz. Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar gibi ülkeler uğruna mücadele ettikleri Suriyeliler ile ilgilenmediler bile. 3 milyar dolarlık çerez parasına ihtiyaçları yok. İhale bizimkilere kaldı.
Sonuç
Suriye halkı başkalarını misafir eden halk konumundan başkalarına muhtaç konuma düşürüldü.
Oynanan kirli oyunlar nedeniyle evlerini, isledikleri topraklarını bırakıp zorunlu maceraya atıldılar.
Yıllar içinde gerçekler anlaşıldı. Ancak olan Suriyelilere oldu. Elbette dönüş mümkün. Ancak bu insanların sadece Suriye’ye değil eski hayatlarına dönüşü yılları bulacak, bir kısmı ise eski hayatlarına asla kavuşamayacaklar.
Özetle Suriye dışına çıkanlar kendilerini malzeme olarak kullanan devletlerin ve muhaliflerin kurbanı oldu.
[1]Responsibility to protect https://en.wikipedia.org/wiki/Responsibility_to_protect
[2]Alptekin Dursunoğlu. YDH. 20 Ağustos 2012. Ankara’nın mülteci aşkı kabusa dönerken http://www.ydh.com.tr/YD334_ankaranin-multeci-aski-kabusa-donerken.html
[3]Vatan. 30 Nisan 2011. Suriye’deki kriz sınırımıza dayandı http://www.gazetevatan.com/suriye-deki-kriz-sinirimiza-dayandi-374269-gundem/
[4]Selin Girit, BBC Türkçe. 5 Ekim 2015. Suriyeli mülteciler dosyası: Misafirlik uzadı mı? http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/10/151005_suriyeli_multeciler
[5]Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları Birimi. Eylül 2015. http://www.cocukcalismalari.org/wp-content/uploads/2015/09/Suriyeli-Cocuklar-Egitim-Sistemi-Politika-Notu.pdf
[6]Türkiye Turizm. İranlı ve Suriyeli turist rekoru kırıldı http://turkiyeturizm.com/news_print.php?id=32956