YDH-Hamas’ın yeni siyaset belgesi ile makas değiştirmesi, FKÖ’nün direniş hareketi olmaktan çıkıp İsrail’in müzakere ortağı haline gelme macerasıyla büyük benzerlikler taşıyor.
Bir gerilla lideri olarak FKÖ liderliğini Arap ülkelerinin memuru konumundaki Ahmed Şukayri’den alıp direniş hareketine dönüştüren Yaser Arafat’ı Oslo’da İsrail’in ‘çözüm ortağı’ haline getiren dinamikler ile Hamas’ı makas değiştirmeye yönelten dinamikler oldukça farklı.
Ancak bir direniş hareketi olan Hamas’ın yeni siyaset belgesiyle yöneldiği istikametle el-Fetih’i bir direniş hareketi olmaktan çıkarıp İsrail’in müzakere ortağı haline getiren istikametin benzer olduğu gözüküyor.
2003 yılında Kudüs dergisinde yayımlanan aşağıdaki yazıyı Hamas’ın yeni yönelişi ile FKÖ’nün tarihsel tecrübesi arasındaki benzerlikleri yansıtması bakımından yeniden yayımlamaya değer bulduk.
Filistin ulusal hareketindeki iki başlılık ve eksen kayması
ABD ve İsrail'in 'Yol Haritası' planı çerçevesinde Filistin başbakanlığına Mahmut Abbâs'ı dayatması ve görüşmeleri Mahmut Abbâs başbakanlığındaki heyetle sürdürecek olması, akıllara Filistin ulusal hareketi liderliği değişiyor mu sorusunu getirdi.
Gerçekten de 'Yol Haritası' adlı plana ilişkin görüşmeler, Filistin İsrail sorununu ele almasına rağmen Arafat'ı devre dışı bırakan ilk uluslararası görüşme oluyor. Bu açıdan bakıldığında 'Yol Haritası' ile başlayan sürecin Filistin-İsrail anlaşmazlığına çözüm önermekten önce Filistin liderliğini biçimlendirmeye dönük boyutu daha fazla dikkat çekmektedir.
Oslo ile başlayan görüşmelerin tıkanmasının, geniş halk kesimlerinin müzakerelerden umudunu kesmesine, İslamcılara ve diğer radikal gruplara yakınlaşmasına sebep olduğu biliniyor.
Bu çerçevede önce barış görüşmelerinin sürdüğü sonra da tıkandığı sırada Filistin'deki havayı Bir Zeit Üniversitesi öğretim görevlilerinden Dr. Halil Şikaki'nin ortaya koyduğu veriler ışığında hatırlamakta yarar var.1
Oslo umudu
Filistin halkının üçte ikilik gibi büyük bir bölümü, Oslo anlaşmasının Filistin topraklarındaki işgale son vereceğini, açık ve demokratik bir siyasî düzen kuracağını ve ekonomik hayatı iyileştireceğini umuyordu.
1996'da Filistin'de Oslo barış sürecini destekleyenlerin oranı yüzde 80, İsrail'e karşı şiddetten yana olanlar ise yüzde 20 civarındaydı. Yine 1996 yılı Filistin genel seçimleri öncesi, Ocak ayında Filistin ulusalcılığının en aslî akımı olan Arafat liderliğindeki el-Fetih'i destekleyenler yüzde 55 iken, Arafat'ın şahsını destekleyenlerin oranı yüzde 65'ti.
Buna karşılık diğer muhalif grupların, İslamcıların ve milliyetçilerin sahip olduğu toplam halk desteği yüzde 40'tan yüzde 20'ye gerilemişti. Muhalif grupların seçimleri boykot çağrısına rağmen oy kullanma şartlarına sahip kişilerin yüzde 75'i seçime katılmıştı.
Yapılan seçimde kullanılan oyların yüzde 22'sinin geçersiz, yüzde 8'inin de rakibi Semih Halil'e verildiği düşünüldüğünde Arafat, oyların yüzde 70'ini almış, böylece el- Fetih hareketi Filistin parlamentosundaki sandalyelerin yüzde 77'sini kazanmıştı.
Filistinlilerin Oslo sürecinden beklentileri o kadar yüksekti ki, 1993'ten 2001'e kadar Filistinlilerin Oslo anlaşmasına olan desteği asla yüzde 60'tan aşağı düşmemişti.
İsrail'in oyalama ve kandırma politikalarıyla anlaşmayı çıkmaza sürüklemesine paralel bir şekilde Filistinlilerin barışa olan inancı da azaldı.
Oslo’dan kesilen umut direniş seçeneğini güçlendirdi
1996'nın ikinci yarısında Netenyahu'nun seçilip batı Şeria ve Gazze'de Yahudi yerleşim yerleri inşa ettirmeye devam etmesi Filistinlilerin ümidini azaltmaya başlamıştı.
Filistinlilerin, barış görüşmelerinin Yahudi yerleşimlerini ve İsraillilerin göçünü durduracağı yönündeki beklentisi, 1995-1996 yılları arasındaki Şimon Perez döneminde yüzde 44'e, Netenyahu'nun başbakanlığının ilk yılında yüzde 30'a, dört yıl sonra Ehud Barak döneminde de Yahudi iskanının devam ettirilmesi üzerine yüzde 24'e ve 2001 yılında yapılan seçimlerin ardından Ariel Şaron'un iktidara gelmesi üzerine ise yüzde 11'e gerileyen bir seyir izledi.
2000 yılında yapılan Camp David görüşmesinde kalıcı barış sağlama konusunda başarı sağlanamamasından sonra ve ikinci intifadanın başlamasından önce İsraillilere yönelik “şehadet saldırılarını” destekleyenlerin oranı yüzde 52 iken bundan bir yıl sonra bu rakam yüzde 86'ya ulaşmıştı.
Camp David görüşmesinden sonra Arafat'a verilen destek önce yüzde 47'ye bir yıl sonra ise yüzde 33'e kadar indi. Yine 2000 yılının temmuz ayında el-Fetih'e verilen destek yüzde 37 iken bu rakam bir yıl sonra yüzde 29'a gerilemişti.
Genç kuşak güçleniyor
Çözümsüzlük ve intifada, Arafat'ın da mensubu olduğu yaşlı kuşağa olan desteği azaltırken İslamcıları, diğer radikal grupları ve FKÖ içindeki genç kuşağı güçlendiriyordu. Bu cümleden 2001 Temmuz'una kadar İslamcılara verilen destek yüzde 27'ye, muhalif ulusalcı gruplara verilen destek yüzde 31'e ulaşmıştı.
Adına 'Yol Haritası' denen planın, farklı bir mücadele ve liderlik tercihi ortaya konmaya başladığı bir sırada Filistin halkının önüne getirilmesi, şahsen Arafat'ı olmasa bile Arafat'ın da içinde yer aldığı yaşlı kuşağı tekrar liderliğe taşıma hedefine dönük gözükmektedir.
Bu bakımdan 'Yol Haritası', Filistin-İsrail anlaşmazlığına çözüm üretmeye dönük bir plan olmaktan çok, Filistin liderliğini biçimlemeye, Filistin içi çelişkileri derinleştirmeye ve şu an var olan ve bütünüyle İslamcıların ve onlarla eylem birlikteliği içindeki FKÖ genç kuşağının işine yarayan çıkmazı geçici de olsa aşmaya dönük bir plan olarak değerlendirilebilir.
'Yol Haritası' planının ne kadar işleyeceğini ve bu plan çerçevesinde Arafat'ın tasfiye edilişinin Filistin içerisinde ne kadar kabul göreceğini zaman gösterecek.
Bununla birlikte Arafat'ın tasfiyesi gerçekleşecek olsa da, bugün dışarıdan bir müdahale ile Arafat'ın yerine konulmaya çalışılan Mahmut Abbâs'ın, bundan sonraki süreçte (başbakan olarak kalsa bile) Filistin lideri kılınıp kılınamayacağı tartışılabilir bir durum olarak gözükmektedir.
Filistin Ulusal Hareketinin Seyri
Binaenaleyh Filistin liderliğinde son on yıldır yaşanmakta olan değişim sürecini anlayabilmek açısından Filistin Ulusal Hareketinin tarihine ve geçirdiği evrelere bakmak gerekiyor.
Filistin sorununu temsil ve liderlik açısından kabaca şu iki dönem altında incelemek yanlış olmasa gerek:
1- (1948- 1964) Filistin sorununda aktör rolünü Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak gibi bölge ülkelerinin oynadığı dönem.
2- (1964-1967 sonrası) Arap Birliği tarafından kurulan FKÖ'nün Filistin sorununda bölge ülkelerinin elinde bir araç olmaktan çıkıp, inisiyatif üreten özerk bir aktör olmaya yöneldiği dönem.
Filistin liderliğinin bölge devletlerinden kurumsal açıdan bağımsız bir kimlikle kendini ifade etmesi söz konusu olduğu için birinci dönemi bir tarafa bırakmak uygun olacaktır. İkinci dönemde ise Filistin liderliğinin şu aşamalardan geçtiğini söylemek mümkün.
1. Aşama: 1964 yılında Ahmet Şukayrî, başkanlığında kurulan FKÖ, 1967 bozgununa kadar bölgedeki Arap ülkelerinin taktik kozu olarak anlamlandırılmıştır.
2. Aşama: Mısır, Suriye ve Ürdün'ün 1967 savaşı sonrasında aldığı ağır yenilgi, FKÖ içerisinde Arafat gibi gerilla liderlerinin inisiyatif almalarını sağlamış ve FKÖ Arap rejimlerinden bağımsız bir temsil hüviyeti kazanmıştır.
3. Aşama: Yaser Arafat, George Habaş, Naif Havatme ve Ahmet Cibril gibi gerilla liderlerinin, mücadelelerini Filistin dışında sürdürmek zorunda kalması Filistin toprakları içinde bu liderlerin örgütlerine mensup yerel liderlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Genç kuşak olarak nitelendirilen bu yerel liderler, özellikle Siyonistlerin Lübnan'ı işgal etmesi üzerine Arafat'ın örgütün merkezini Tunus'a taşıması sebebiyle daha bağımsız hareket etme imkanı elde etmiş ve yeni bir mücadele misyonu geliştirmiştir.
1987 yılında başlayan ilk intifada, bu yerel liderlerin önderliğinde sürdürülmüş ve deyim yerindeyse, merkez bu genç kuşak liderlerin arkasından sürüklenmiştir. Arafat'ın 1. intifadayı yapanları "benim küçük generallerim" diye nitelemesi, bu durumu veciz bir şekilde ifade etmektedir.
Filistin ulusal hareketinin geçirdiği bu üç aşamayı daha derinlemesine analiz edebilmek ve Filistin direnişinin nasıl bir eksene yönelmekte olduğunu nesnel bir şekilde ortaya koyabilmek açısından kısa bir tarihi arka plan vermekte yarar bulunmaktadır.
Tarihi Arka Plan
Savunduğu tezler ve yürüttüğü politikalar benimsensin veya benimsenmesin, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Filistin ulusal hareketinin, uluslararası düzlemdeki temsilcisi olarak kabul edilmektedir.
Bilindiği gibi 1948 yılından 1964 yılına kadar, Filistin meselesi ile ilgili politikalar uluslararası düzlemde Mısır, Suriye ve Ürdün devletleri tarafından belirlenip icra edilmişti. Bir başka deyişle Filistin Ulusal Hareketi, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) tüzel kişiliğinde temsil edilinceye kadar Filistin meselesini başta bu üç ülke olmak üzere Arap rejimleri temsil etmekteydi.
1964 yılının Ocak ayında Kahire'de toplanan Arap Konferansı, Filistin halkını ayrı bir kimlik altında örgütleme kararı aldıysa da, aynı yılın Mayıs'ında kurulacak olan FKÖ, aslında doğrudan Filistin'in özgürleştirilmesine değil, bölgedeki Arap rejimlerinin Filistin meselesi üzerinden bölgesel liderlik kazanmak hedefine dönük bir koz olarak doğmuştu.
Cemal Abdunnasır, 1967 savaşında alacağı yenilgi öncesi, 1948 ve 1956 yenilgilerinin intikamını alıp prestijini kurtarmak ve tüm Ortadoğu'nun lideri olmak şeklinde bir hülyaya sahipti.
Arap Birliği, Siyonistlerin uyguladığı katliam, işgal ve sürgün politikası yüzünden başta Ürdün olmak üzere diğer Arap ülkelerine dağılmış bulunan Filistinlileri örgütleyip mücadeleye katmak için 1964 Mayısında o dönemde Ürdün'ün elinde bulunan Doğu Kudüs'te Birinci Filistin Kongresini topladı ve burada Filistin Kurtuluş Örgütü'nü kurdu.
FKÖ aslında Nasır'ın ve o dönemde Suriye'de iktidar olan ve Nasır'ı yumuşak bulan Baasçıların siyasal amaçlarına dönük bir anlam taşıyordu.
1967 yılında ABD'nin Vietnam'la başının dertte olması, Sovyetlerin Mısır ve Suriye'yi silahlandırması, başta Nâsır olmak üzere bölgedeki diğer Arap devletlerini, 1948'in intikamını almak konusunda cesaretlendiriyordu.
Bununla birlikte Araplar, savaşı başlatan taraf olmamak gibi de bir taktik izliyorlardı. İşte bu noktada el-Fetih gerillalarının Suriye topraklarından girerek İsrail'e yönelik düzenledikleri saldırılar, 1967 savaşının görünür gerekçelerinden biri olmuştu.
1967 yılındaki savaşın hezimetle sonuçlanması üzerine Ahmet Şukayri liderliğindeki FKÖ çökünce, Filistin ulusal hareketinde bugün bir başka şekline tanık olduğumuz bir kırılma yaşandı ve mülteci kamplarından yetişen kuşak, inisiyatifi ele almaya başladı.
FKÖ'nün bu tarihten sonraki lideri, ismi Filistin'le özdeşleşen Yaser Arafat'tı. Arafat'ın konjonktüre göre İhvan-ı Müslimîn'den, komünistlere ve Baasçılara kadar her ideolojiyle işbirliği yapan; ama hiçbir ideolojiye mensup olmayan pragmatik kişiliğinin, hareketi de ideolojik anlamda renksiz pragmatik bir ulusal harekete dönüştürdüğü söylenebilir.
Örneğin Arafat, İran İslam Devriminden sonra İsrail büyükelçiliğini FKÖ'ye tahsis eden İranlı yetkililere, ABD ile yaşanan rehine krizi sırasında arabulucu olmayı önermiş, İranlı devrimcilerin Filistin davasına duyduğu coşkun sevgiyi kullanarak ABD'li rehinelerin serbest bırakılmasını sağlamayı ve ABD gözünde prestij kazanmayı umabilmiştir.
Böylesi bir pragmatikliğin, sadece Arafat'ta değil, Arafat'ın kuşağı olan birçok FKÖ liderlerinde var olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir.
İki Başlılığa Doğru
Ömrünün büyük bir çoğunluğunu Filistin toprakları dışında geçiren FKÖ çatısı altındaki Filistin Ulusal önderliği, 1967 ile 1994 yılları arasında Ürdün'de, Lübnan'da ve Tunus'ta bulunmuştu.
Fakat İsrail'in Lübnan'ı işgali üzerine FKÖ, merkezini Tunus'a taşımak zorunda kaldı. Tunus, Filistin'e Suriye, Ürdün veya Lübnan ile kıyaslanmayacak kadar uzaktı ve bu uzaklık FKÖ merkezi ile Filistin topraklarında yaşayan halk arasında iletişimsizliğe ve kopukluğa sebep olmaktaydı.
FKÖ liderliğinin Tunus'a gitmesi, Filistin siyasetindeki ağırlık merkezinin dışarıdan içeriye geçmesine sebep oldu. Çünkü FKÖ'nün Lübnan'da 1982'de İsraillilere yenilmesi, merkezin zayıflamasına ve işgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinlilerin onlara yönelik sempatisinin azalmasına sebep olmuştu.
Bugün yaşlı kuşak olarak adlandırılan liderlerin Filistin'den uzaklıkları, Ramallah'ta, Beytullahim'de, El-Halil'de, Gazze'de, vs. yerel genç liderlerin ortaya çıkmasına ve merkezden özerk bir mücadele misyonu geliştirmelerine ortam hazırladı. Batı Şeria'daki ve Gazze'deki yerel liderler, hem İsraillilerden hem de FKÖ suçlamalarından kaçarak varlıklarını sürdürdüler.
Filistin'deki bu yerel genç kuşak liderler, ilk kez 1987'deki birinci intifada sırasında sahneye çıktılar. 1987'den 1993 Oslo görüşmelerine kadar süren ilk intifada, İslamcılarla ulusal harekete mensup genç kuşak liderler tarafından sürüklendi.
İlk intifadayı yılarca bastıramayan İsrail, Lübnan'dan "terörist" diye kovduğu Arafat'ın elini 1993'te Oslo'da bir "diplomat" olarak sıkmak zorunda kalmıştı. Bir başka deyimle Arafat, Filistin içindeki genç kuşak liderlerle İslamcıların omuzlarında "teröristlikten" "diplomatlığa" terfi ettirilmişti.
Oslo Sürecinin başlaması, sürgündeki FKÖ liderliğine tekrar ana yurda yani Batı Şeria'ya ve Gazze'ye dönme imkanı verdi. Bu tarihten itibaren Filistin ulusal önderliği içerisinde orta yaşlılarla gençler arasında ayrılıklar baş gösterdi.
Yaşlı Kuşak- Genç Kuşak
Yaşlı kuşağı oluşturanlar Filistin Ulusal hareketinin kurucuları ve gerilla liderleridir. Ömürlerinin çoğunu Filistin sınırları dışında geçiren bu kişilerin çok azı 50 yaşın altındadır. Bu durum Fetih ve FKÖ liderleri için de geçerlidir.
Oslo sonrası barış görüşmelerindeki Filistin ekibini oluşturan Mahmut Abbas (Ebu Mazin), Ahmet Gurî (Ebu Alâ), Saib Arakat ve Nebil Şa's bu kuşak liderlerdendir.
Filistin Özerk Yönetimi içerisinde karar verici kesimi oluşturan yaşlı kuşak, temelde askerî mücadeleden ve şiddetten değil, görüşmelerden yanadır. Halihazırdaki söylemlerinden hareketle onların Filistin sorununun çözümünü, mülteci sorununun çözümlenmesinde ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasında gördüklerini söylemek mümkündür.
Onlara göre bu şekildeki bir Filistin devleti İsrail'le birlikte barış içerisinde yaşayabilir, bu şekilde kurulacak olan bir barış ortamı, İsrail'in güvenliğini de teminat altına alır.
Bugün gelinen noktaya bakıldığında yaşlı kuşak liderlerin Aksa intifadasının başlarında, intifadaya verdikleri destek de tamamen taktik bir destekten ibaret gözükmektedir.
Onlara göre barış görüşmeleri, şu ya da bu şekilde mutlaka devam ettirilecektir. İsrail'in tıkadığı müzakerelerin tekrar başlatılabilmesi ve İsrail heyetinin baskı altına alınıp, müzakere masasında Filistin heyetinin elinin güçlendirilebilmesi için intifada bir araç olarak desteklenmeliydi.
Müzakerelerin halkın beklentilerine cevap vermemesi, barış sürecinin tamamen sona ermesi ve Aksa intifadasının başlamasıyla birlikte, Oslo süreci içerisinde geniş bir halk desteğini arkalarına almayı başarmış olan yaşlı kuşak liderler, büyük ölçüde itibar kaybetmiş gözükmektedir.
Bu kuşağa mensup olan liderlerin şu anki en önemli meziyetleri, İsraillilerce görüşmeye muhatap kabul edilmeleri olarak değerlendiriliyor. Barış görüşmelerinin tekrar başlaması bu kuşağa mensup liderlerin tekrar siyasî sahnede yer alabilmesinin tek mümkün yolu olarak görülebilir.
Genç kuşak ise yerel liderlerden ve ilk intifada hareketinin kurucularından oluşmaktadır. Çoğu 40 yaşın altındadır. Bunlardan az bir kısmı Filistin Özerk Yönetimi kabinesinde, büyük bir çoğunluğu ise çeşitli güvenlik servislerinde çalışmaktadır.
Bunlar homojen bir liderlik yapısından ve resmî bir disiplinden yoksundur. Örneğin Refah'taki Sami Ebu Semhdane ve Beytullahim'deki Atıf Ebit, (2001 Ekim'inde İsrailliler tarafından öldürüldü) Filistinliler arasında eşkıya diye nitelendirilirken Ramallah'ta Mervan Bergûsî (şu an İsrail zindanında bulunmaktadır) ve Nablus'ta Husam Hıdır gibi şahıslar çok sevilmektedir.
Genç kuşak liderler, Filistin Kurtuluş Örgütü içerisinde çok fazla bir nüfuza sahip olmasa da el-Fetih içerisinde, Devrim Konseyinde ve Fetih örgütünün askerî kanadı olan el- Aksa Şehitleri Tugayı'nda oldukça etkindirler.
Genç kuşak, geçmişte Filistinli örgütlerde yaşananlardan ders almış gözükmekte, yeni kuruluşlar ve örgütler oluşturmayı değil, mevcut ulusal kuruluşlarda güçlenmeyi hedeflemektedir.
Bunlar Arafat'ın liderliğini resmen tanımakla birlikte Arafat karizmasına dayalı bir meşruiyet anlayışına sahip değildirler. Bununla birlikte, 'Yol Haritası' planıyla Filistinlilerce istenmeyen Mahmut Abbas'ın (Ebu Mazin) ABD ve İsrail tarafından dayatılması ve Arafat'ın devre dışı bırakılması, genç kuşağı Arafat'a daha fazla yakınlaştıracağı beklenebilir.
Genç kuşak' Filistin Özerk Yönetiminde Arafat cenahının sorumluluk almada şeffaf davranmasını, yolsuzluklarla mücadele etmesini, eleştirilere cevap vermesini, İsrail karşısındaki tutumunu netleştirmesini ve sadece belli bir kesimin değil, İslamcıların ve diğer muhalif grupların temsilcilerinin de yer alacağı birleşik bir ulusal hükümet kurulmasını istemektedir.
Genç kuşağa göre hükümet, bağımsız bir yargının, güçlü bir yasama organının ve dirayetli sivil kuruluşların bulunmasından yana olmalı ve kendisi de yasalara saygılı davranmalıdır.
Genç kuşağa mensup liderler, İslamî ve millî güçlere yönelik şiddet içeren her türlü ateşkese karşı çıkmış, bu çerçevede 'Mitcell Raporu'nu ve 'Tenet Planı'nı mahkum etmiştir.
Nihaî hedef açısından farklı düşünüyor olsalar da, İsrail'e karşı İslamcıların liderliğinde bir koalisyon oluşturmayı kabul edecek kadar İslamcılarla dayanışmaya açık gözükmektedirler.
Yaşlı kuşağın şiddetin olumsuz sonuçlar doğuracağına inanmasına ve Filistin Özerk Yönetimi güvenlik güçlerinin askerî mücadeleye katılmasına karşı çıkmasına karşın, genç kuşak, Arafat'ın bulunduğu inzivadan çıkarak intifadayı fiilen teyit etmesini ve Filistin Özerk Yönetimi güvenlik güçlerinin askerî mücadeleye katılması yönünde emir vermesini istemektedir.
Yaşlı kuşakla aralarındaki birçok farka rağmen, genç kuşak da, mülteci sorunu çözümlenmiş, başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin İsrail'le barış içerisinde bir arada yaşayabileceği konusunda yaşlı kuşakla görüş birliği içerisindedir.
Arafat ve koalisyonuna göre, görüşmelere dayalı bir anlaşma, sadece işgal altındaki topraklardaki işgale son vermekte kalmayacak, geleceğe dönük olarak Filistin liderlerinin gücünü de pekiştirecektir.
Genç kuşağa göre ise görüşmeler aslî bir denge unsuru değildir. "Eşkıya ile barış görüşmesi sürdürülemeyecektir." En uygun yol, İsraillileri işgal ettikleri topraklardan tek taraflı olarak çekilmeye zorlamaktır.
Muhtemel Sonuçlar
Yakın tarihsel süreç ve siyasal eylemselliğin kazandığı boyutlar, 1987'den itibaren Filistin ulusal hareketinde merkezden farklı bir çevre inisiyatifinin doğduğunu ortaya koymaktadır.
Yukarıda genç kuşak olarak görüşlerinden ve tutumundan bahsettiğimiz bu yeni çevre inisiyatifinin İslamcı gruplara, radikal ideolojik ve ulusalcı gruplara daha yakın bir profil çizdiği ve bu yönüyle de merkezden ciddî oranda farklılaştığı görülmektedir.
Filistin sorununun çözümü konusunda tüm kesimler açısından temelde "askerî mücadele" ve "barış müzakereleri" şeklinde iki yöntemden bahsedilebilir.
İslamî gruplarla diğer ideolojik radikal grupların askerî mücadeleden yana olan geleneksel tutumları ve toplumsal ağırlıkları, Filistin halkının Oslo sonrası başlayan "barış müzakeresi" sürecine olan teveccühünü değiştirmeye yetmemişti.
"Barış müzakerelerinin" çıkmaza girmesinin ve Filistin ulusal hareketi içerisindeki yeni liderlik eğiliminin, Filistin halkının tercihini askerî mücadeleden yana değiştirmeye başladığı, yani İslamî grupların tezlerine yaklaştırdığı görülüyor.
Gerek Filistin ulusal hareketi içerisindeki genç kuşağın, gerekse sıradan Filistin halkının İslamcı tezlere bu şekilde yakınlaşmasında hiç kuşkusuz en büyük etken, İsrail'in Hizbullah tarafından Güney Lübnan'dan çıkarılması olmuştur.
1948'den beri Araplarla girdiği her savaşta kazanan ve sınır genişleten İsrail, ilk kez Hizbullah yüzünden geri adım atmıştır. Bundan da öte, Filistin'de yaşanan en küçük gerilimlerde Lübnan'a saldırmayı bir alışkanlık haline getirmiş olan İsrail, çekilme sonrası Lübnan hava sahasını ihlal etmekten bile sakınmaya başlamıştır.
Hizbullah'ın bu direnişinin ve Güney Lübnan zaferinin yarattığı psikolojik destek bir yana, Hizbullah'ın bu mücadele biçimi, gerçekleştirilebilir bir yöntem olarak Filistin'in içinde kabul görmeye başlamıştır.
Bugün ulusal hareketin genç kuşak liderleri, nihaî hedef açısından yaşlı kuşakla paralel gözükse de, bunlar müzakere yerine İsrail'in Batı Şeria ve Gazze'den tek taraflı olarak çıkarılması için askerî yöntemin kullanılmasını istemektedir.
Verilecek askerî mücadele ile İsrail şu an işgali altında bulundurduğu Batı Şeria ve Gazze'den tek taraflı ve koşulsuz olarak çıkarılabilirse; bu, Hizbullah'ın Lübnan zaferinin ardından ikinci bir zafer olacak ve sonrasında oturulacak müzakere masasında Filistinlilerin elini güçlendirecektir.
Halkın müzakerelerden umudunu kesmesinin yarattığı zemin üzerinde yükselen İslamî-millî koalisyon liderliğindeki Aksa intifadası, kararlı bir şekilde sürdürülür ve İsrail'in batı Şeria ve Gazze'den çıkarılması sağlanırsa, hiç kuşkusuz bu gruplara olan halk desteği inanılmaz ölçüde artacak ve yaşlı kuşak liderlerin toplumsal ağırlıkları düşecektir.
İntifada ve şiddet ortamı, halkı İslamcılara ve genç kuşak liderlere yakınlaştırırken, yaşlı kuşak liderlerden uzaklaştırmaktadır.
Binaenaleyh, Filistin Özerk Yönetiminin İsrail'le müzakereye son vermesi, yaşlı kuşağı bütünüyle tasfiye edecektir. Bir başka deyişle yaşlı kuşağın siyasî sahnede kalabilmesinin tek yolu müzakerelerin yeniden başlatılmasından geçmektedir.
İsrail'i yok etmeyi tüm Filistin topraklarını özgürleştirmeyi öngören bir idealden, gerilla liderliğine, "İsrail'le barış içinde bir arada yaşanabilir" dönüşümünden, diplomatlığa ve Filistin Özerk Yönetimi liderliğine uzanan Arafatlı Filistin Ulusal hareketi, bugün 'Yol Haritası' adlı planla yeni bir dönemece girmiş bulunuyor.
'Yol Haritası', müzakerelerin yeniden başlatılması dolayısıyla da yaşlı kuşağın yeniden siyasal ağırlık kazanması için bir adım olarak görülüyor. Bu adımın Arafat'sız olarak atılması, Arafat'ı genç kuşağa yöneltir ve radikalleştirirse, bu durum genç kuşak ile Arafat arasında daha samimi bir liderlik ilişkisinin kurulmasına sebep olabilir.
Eğer Arafat, Mahmut Abbas ile başlayan sürece, bir şekilde eklemlenme arayışına girmek isteyecek olursa, muhtemelen İslamî ve millî gruplarla Ebu Mazin arasında tampon olma rolüne soyunacaktır.
Böylesi bir rolün, Arafat'a hem süreç içerisinden kalarak siyasal varlığını sürdürmek hem de iki taraf arasında kalıp tamamen yıpranmak gibi bir risk sunduğu söylenebilir.
'Yol Haritası'nın Filistin halkı nezdinde Oslo'dakine benzer bir olumlu beklenti yaratmadığı ortadadır. Bu durumda İslamî ve Millî grupların daha baştan itirazına uğrayan bir müzakere biçiminin, kendisinin de aktörlerinin de siyasî ömrünün uzun olmayacağını söylemek mümkündür.
'Yol Haritası'nın Filistinliler açısından en önemli siyasal getirisi, İsrail'in Batı Şeria ve Gazze'den çekilmesinin sağlanması olacaktır. İsrail'in bu şekildeki çekilişi, kendi lehine olan bir süreç sonucu olduğu için belki Güney Lübnan bozgunu izlenimi vermeyecektir; ama bu çekilmenin Aksa intifadasını sürükleyen İslamî ve Milli güçlere yarayacağı açıktır.
İsrail'in işgal ettiği yerlerden çekilmesine sebep olduktan sonra tıkanıp yürümeyen bir müzakere sürecinin, Mahmut Abbâs'ın sonu olacağını tahmin etmek zor değildir. Bununla birlikte 'Yol Haritası' sürecinin dışında kalmış olan Arafat'ın mazlumiyetinden alacağı bir destekle kendisini bir başka müzakere sürecine hazırlaması beklenebilir.
1- Rahbord Mayıs 2003, 26. sayı.