İmralı: PKK Komuta merkezi

01 Ocak 1970

SAAF-İran’ın Türkiye ve Kürt meselesi uzmanlarından Muhammed Hadi’nin PKK’nın ateşkes ilanını

SAAF-İran’ın Türkiye ve Kürt meselesi uzmanlarından Muhammed Hadi’nin PKK’nın ateşkes ilanını ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tutumunu analiz eden yazısını Baztab sitesinden Alptekin Dursunoğlu çevirdi.

 

Coğrafi Konum

 

Yerleşime açık olmayan İmralı adası, yüzölçümü bakımından Marmara Adası'ndan sonra Marmara Denizi’ndeki ikinci büyük adadır. İmralı Cezaevi, eskiden Deniz Kuvvetleri’nin idaresinde bulunan İmralı adasında bulunmaktadır. Abdullah Öcalan’ın adaya nakledilmesinden önce diğer mahkumların boşaltıldığı İmralı Cezaevinde şu an yalnızca Abdullah Öcalan adlı mahkum bulunmaktadır. Ayrıca şunu da hatırlatmak gerekir ki Türkiye’nin eski Başbakanlarından Adnan Menderes de burada idam edilmiştir.

 

İmralı’daki güvenlik durumu

Bu adada 700 güvenlik personeli geceli gündüzlü (24 saat) görev yapmaktadır. Bunların 250’si subay, geri kalanı ise komando eridir. Güvenlik donanımı açısından bir büyük savaş gemisi, bir denizaltı, 2 küçük savaş gemisi, 6 sahil güvenlik botu, 6 küçük sahil jeti bulunuyor.

 

Öcalan’ın her anı saniye saniye izleniyor. Üç katlı olan cezaevi binasının içinde görev yapan gardiyanlar silahsız bulunuyor; hatta üst rütbeli bir subay dahi binanın içine girdiğinde silahını son noktada görevlilere teslim ediyor.

 

Binanın en alt katı, yani Öcalan'ın bulunduğu kat, tamamen etten bir duvarla örülü ve birçok elektronik cihaz yer alıyor. İkinci ve üçüncü katta ise, iç güvenlikle ilgili personeller ve personellere ait çeşitli malzemeler; yani binanın krokisi, bilgi deposu, bilgisayar, radar sistemleri, çeşitli ilaçların bulunduğu ecza deposu vs. bulunuyor. Öcalan en alt katta kalıyor, kaldığı yerde üstü kalın tel örgülerle örülmüş 9-10 metrekarelik bir havalandırma boşluğu bulunuyor. Yaklaşık 10 monitör kamera, kendisini sürekli banyoda, tuvalette, havalandırmada, uyurken, yazarken yani tüm ayrıntılarıyla izliyor. İmralı’da görev yapan komandoların dışındaki tüm güvenlik personeli, üç ayda bir değiştiriliyor.

 

Öcalan ve Genelkurmay

Türkiye basınında Abdullah Öcalan’la ve onun kaldığı İmralı Cezaeviyle ilgili yayınlanan bu bilgilerden anlaşılmaktadır ki Öcalan, yakalandığı günden bu yana benzeri görülmemiş bir izolasyonun hakim olduğu böylesi bir mekanda tutulmaktadır. Abdullah Öcalan bu mekanda Genelkurmay’dan izinsiz su içebilecek bir durumda bile değildir.

 

Öcalan, yakalandıktan sonra Türkiye’ye götürüldüğü uçakta “beni idam etmezseniz sizin hizmetinizde olacağım” demişti. Onun, yakalandıktan sonra “demokratik cumhuriyet” tezi geliştirerek uzun süre silahlı eylemlere son vermesine dikkat çeken bazı siyasi uzmanlar, Öcalan’ın gerçekten de bu süre içerisinde iyi bir hizmet verdiği değerlendirmesini yapıyor.

 

  Marmara denizinin ikinci en büyük adasında tek başına benzersiz bir güvenlik önlemi altında cezaevinde tutulan Öcalan’ın bazen savaş bazen de ateşkes ilan edebilmesi ve Genelkurmay’ın İmralı’yı adeta PKK komuta merkezi olarak fiilen tanıması, uzmanların birbirinden ilginç ve farklı yorumlar yapmasına sebep oluyor.

 

  Bazı siyasi uzmanlar Öcalan’ın böylesine bir cezaevinden bazen ateşkes ilan edip bazen militanlarını silahlı eyleme yöneltebilmesini, Genelkurmay’ın adada sağladığı demokrasi ve özgürlük ortamıyla izah ederek Öcalan’ın bu şekilde avukatları aracılığıyla mesajını basına ve örgüte ulaştırabildiğini ifade ediyorlar. Çünkü bu süreç, ordunun programı sayesinde gerçekleşebiliyor ve Öcalan, PKK-Talabani ve ABD koordinasyonu ile 23.9.2006 tarihli haftalık görüşmesinden sonra yani 27.9.2006 tarihli görüşmesinde ateşkes ilan ederek “ben üstlendiğim görevi yerine getirdim ve PKK’yı ateşkese çağırıyorum. PKK’nın bu çağrıma kulak vereceğini umuyorum. Eminim ki bu, sonuç verecektir” diyor.

 

  Komutanın bu emrinden sonra da PKK, liderimizin emri üzerine 1.10.2006 tarihinden itibaren kayıtsız şartsız ateşkes ilan ediyoruz açıklamasını yapıyor.

 

  Ordu ateşkese karşı mı?

 

  Türk Silahlı Kuvvetleri neden “ben ateşkesi kabul etmiyorum, PKK bütünüyle silah bırakıp teslim olmadıkça PKK ile mücadeleyi sürdüreceğim” diyor? Bu durumda herkesin aklına bazı sorular takılıyor. Bu cümleden olmak üzere mesela, acaba Öcalan’a 27.9.2006 tarihli ikinci görüşme için izin verilmeyerek onun ateşkes ilan etmesi engellenemez miydi?

 

  Yoksa ordu da ABD’nin dikte ettiği program doğrultusunda hareket ettiği için mi bu görüşmeye izin vermek zorunda kaldı?

 

  Bazı uzmanlara göre ordu, bu pazarlıktan daha fazla kazançlı çıkmak için ateşkesi kabul etmediğini söylüyor. Bazı uzmanlara göre ise ordu demek istiyor ki “bizim Öcalan’ı desteklememizin sebebi şudur: PKK’da başlıca iki hakim kanat bulunmaktadır; biz bu süre içerisinde Öcalan kanadının zayıflamasını istemiyoruz. Biz PKK’nın Öcalan çizgisinde, Öcalan’ın da bizim programımız çerçevesinde kalmasını sağlamak yönünde hareket ediyoruz.”

 

Elbette bu, üzerinde tartışılabilecek bir konudur. Bu meseleyi ordunun iç politikadaki rolü çerçevesinde ele alıp değerlendirenler şu soruları soruyor: PKK’nın bu program doğrultusunda yönlendirilmesiyle 1 Haziran 2004’te Öcalan’ın emriyle 5 yıllık ateşkesin bozulması, yeni bir silahlı eylem tarzının geliştirmesi sonucu geçen iki yıl içerisinde yüzlerce Türk askeri ölür, anneler acıya boğulurken ordunun bundan menfaati ne olmuştur? Terörle mücadele için şu ana kadar 150 milyardan fazla bir bütçe harcanmamış mıdır? Yoksa ordunun Türkiye iç politikasında belirleyici rolünü sürdürmesi için PKK’ya ihtiyacı mı vardır?

 

Meseleyi bölgesel stratejiler ve bunun iç politikadaki etkileri çerçevesinde ele alıp değerlendirenlere göre ise ordu aslında ateşkese karşı değildir. ABD’nin bölgede yaratmak istediği süreçten daha fazla pay alabilmek için ülkedeki belirleyiciliğini koruma konusunda ABD’den garantiler almaya çalışmaktadır.

 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde yaptığı yasal değişikliklerin ordunun iç politikadaki belirleyici rolünü azalttığı biliniyor. Atatürkçülüğün en güçlü kalesi olan ordu, AB üyeliğini, Atatürk’ün modernleşme ve Batılılaşma hedefi olarak görüp desteklemesine rağmen, AB çerçevesindeki demokratik değişimlerden ve sivilleşmeden iç politikadaki belirleyiciliğini azaltmasından dolayı rahatsızlık duyuyor.

 

   AB’ye üyeliği, Türkiye’yi Ortadoğu’ya ait bir İslam ülkesi olma niteliğinden çıkarıp geri dönülmez bir şekilde laik bir Avrupa ülkesi haline getirmesi bakımından ordunun tercihi olarak gözükse de AB’nin Türkiye’nin demokratikleşmesine ve sivilleşmesine yönelik kriterleri orduyu asli müttefiki olan Amerika’ya daha fazla yaklaştırmaktadır. Çünkü Amerika, gerek bölge ile ilgili stratejilerinde gerekse Türkiye iç politikasında AB gibi demokratikleşme ve sivilleşme gibi siyasi talepler dayatmamakta, stratejik çıkarlarına ve güvenlik politikalarına öncelik vermektedir. Binaenaleyh, Türkiye’de ordunun laiklik ve Batı yanlılığı konusunda oynadığı liderlik rolünden de memnundur.

 

Türk ordusunun ABD’nin Kuzey Irak ve Kürt meselesi ile ilgili stratejisinde kolaylaştırıcı bir rol üstlenmesi, orduya ABD desteğini kazandıracak ve ordunun AB süreci içerisinde iç politikada azalan nüfuzunu tekrar kazandıracak bir adım olarak değerlendiriliyor.

 

  Nitekim eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı emekli General Suat İlhan, “Avrupa Birliği’ne Neden Hayır” adlı kitabında AB uyum yasaları çerçevesinde atılan demokratikleştirme ve sivilleşme adımlarını Türkiye’nin bağımsızlığı için bir tehdit olarak ortaya koymaktadır.

 

General İlhan "AB'nin talepleri yerine getirilecek olursa PKK ve radikal İslam için hareket sahası genişler... AB anlayışlı davranmıyor, sadece talep ediyor... Türkiye'nin bulunduğu coğrafya istikrarlı değil... Ordu'nun siyasete etkisi sorun kabul ediliyor..." değerlendirmelerine yer verdiği kitabında Türkiye’nin jeopolitik çıkarlarının Ankara’ya herhangi bir siyasi dayatmada bulunmayan ABD ve İsrail’le birlikte hareket etmeyi gerektirdiğini söylemektedir.

 

Türkiye içerisinde yapılan bu bölgesel ve jeopolitik değerlendirmeler çerçevesinde ordunun ateşkesi kabul etmemesinin de ABD programı çerçevesinde olduğu söylenebilir. ABD bu şekilde kendi yaramaz çocuğu PKK’dan daha fazla istifade edebilecek ve ABD çıkarları doğrultusunda kullanılmaya can atan PKK’ya daha başka görevler verebilecektir.

 

Şimdi, ordunun İmralı’dan göndereceği mesajın ne olacağını beklemek durumundayız.

 

Baztab’dan çeviren Alptekin Dursunoğlu