Rusya dış siyaseti rehberi olarak Andrey Gromıko

10 Aralık 2018

Sovyetler Birliği’nin efsanevi Dışişleri Bakanı Andrey Gromıko ve Sovyet dış siyaseti anlaşılmadan, Rusya’nın dış siyasetini anlamak pek de mümkün değildir.

Gerek Batı’da, gerekse de akademik ve entelektüel dünyası genellikle Batı’nın sınırlarını pek az aşan Türkiye’de, uluslararası ilişkiler deyince Kissinger’in kalınca bir tuğlayı andıran Diplomasiadlı kitabı akla gelir. 

Kissinger’in, Vietnam’dan Bangladeş’e, Kıbrıs’tan Şili’ye uzanan küresel ve saldırgan bir dış politikanın mimarlarından biri olması kadar, Ukrayna’da çok açık görüldüğü gibi bu politikayı hâlâ etkiliyor olması itibariyle de, doğal olduğu kadar haklı bir ilgidir bu. 

Ama eksiktir. 

Bu yazıda okurlara Sovyetler Birliği’nin efsanevi Dışişleri Bakanı Andrey Gromıko’dan, onun 1988’de yayınlanan hatıralarından, doğruluğu kesin olmamakla birlikte bir mülakatından ve Gromıko tarafından tayin edilen dış siyasetin Rusya’ya etkisinden söz etmek istiyorum. 

Zira Gromıko ve Sovyet dış siyaseti anlaşılmadan, Rusya’nın dış siyasetini anlamak pek de mümkün değildir. 

Sovyet Dış Siyasetinde Süreklilik ve Andrey Gromıko 

Gromıko, bir araştırmaya göre, 20. yüzyılda en uzun süre dışişleri bakanlığı yapan isimdir (1957’den 1985’e kadar hiç aralıksız 28 yıl) ve hiç kuşkusuz, sadece Sovyetler Birliği’nin değil, bugün Rusya’nın dış politikasının köklerini, üslubunu, hedeflerini ve tarzını da onda aramak doğru olacaktır. 

1909’da Belarusya’da doğdu. Aslında diplomat değil iktisatçı eğitimi gördü. 1936’da “ABD’de Tarım” konulu doktorasını verdi ve SSCB Bilimler Akademisi İktisat Enstitüsü’nde çalışmaya başladı. Kapitalist iktisat, hayatı boyunca en çok ilgisini çeken konulardan biri oldu. 1957’de “Amerikan Sermaye İhracı. İktisadi ve Siyasi Yayılma Aracı Olarak ABD’nin Sermaye İhracı Tarihinden” adlı kitabı yayımlandığında dışişleri bakanı olarak ataması yapılmıştı. 

1981’de “Doların Yayılması” yayımlandığında dışişleri bakanıydı. 1983’te “Sermayenin Dışarı Yayılması: Tarih ve Güncellik”yayımlandığında gene görev başındaydı. Özellikle bu kitap, uluslararası ilişkilerdeki gözlemleriyle takviye edilmiş çok önemli bir eserdir. 1958’den 1987’ye kadar “Международная жизнь” (Uluslararası Hayat) adlı derginin redaktörüydü. 1988’de ise iki ciltlik “Hatıralar”ı yayımlandı. 

Herhalde yetenekleri ve ABD uzmanlığıyla çok dikkat çekmiş olacak ki, 1939’da bizzat Molotovtarafından Dışişleri Halk Komiserliğinde çalışmaya davet edildi. Burada Amerikan Ülkeleri Bölümü’nün başına getirildi. Kısa bir süre sonra bizzat Stalintarafından çağrıldı ve talimatları verilerek Washington büyükelçisinin danışmanı olarak ABD’ye gönderildi. 

1944’de Dumbarton Oaks’da, daha sonra BM’nin kurulmasıyla sonuçlanacak olan konferanslara Sovyet heyetinin başkanı olarak katıldı. 1943’den 1946’ya kadar Sovyetler Birliği’nin Washington büyükelçisi oldu. 1946’dan 1948’e kadar da Sovyetler Birliği’nin BM nezdinde daimi temsilciliğini yaptı. 1949-1952 arasında SSCB Dışişleri Bakanlığı müşaviri. 1952’de Çin’le, diğer bakanlıklara danışmadan yaptığı bir ticaret anlaşması nedeniyle Stalin tarafından tenzil-i rütbe edilerek Londra büyükelçiliğine tayin edildi. 

Ancak Stalin’in ölümünden sonra dışişlerine geri döndü. 1957’de Hruşçovtarafından dışişleri bakanı atandı. Ne var ki Küba füze krizi sırasında Gromıko’nun geri planda kalması, belki de krizin Hruşçov tarafından idaresindeki rahatsızlığını yansıtmaktaydı; 1964’de Hruşçov’a karşı rahatsızlık iyice yükselmişken Gromıko’nun muhalefetini sessizlikle belli etmesini, biraz da bunun eseri saymak gerekir. 

1985’de Gorbaçov’un SBKP MK genel sekreteri seçilmesiyle birlikte görevlerinden ayrıldı. Gromıko’nun, değişimi zorunlu görmekle birlikte, Gorbaçov önderliğinde geliştirilen perestroyka politikasına açıktan muhalefet ettiği bilinir. Oysa, son mülakatında kendisinin de kabul ettiği gibi, 1985’de Gorbaçov’un bu göreve seçilmesini MK plenumunda öneren de o olmuştur. (Gerçekte Gorbaçov’un, dönemin KGB şefi Andropov’un desteğiyle yükseldiği bilinir; ne ki Gromıko’nun Sovyetler Birliği’nde değişimi kaçınılmaz görmesinden başka Andropov ile reformların kaçınılmazlığı hususundaki görüş birliği de, dışişleri bakanını bu kararı almaya itmiş olmalıdır.) Bugün hâlâ, Gorbaçov değil de Gromıko bu göreve seçilse tarih farklı mı cereyan ederdi tartışmaları yapılır. 

Görevden ayrıldıktan sonra yapılan bir mülakatta, “Düşmanlarınız var mıydı?” sorusuna verdiği şu cevapla, biraz da partinin başta Gorbaçov ve ekibi olmak üzere 1985’den itibaren yönetici çevrelerini ima ettiği düşünülür:

“Her zaman iki rakibim vardı: zaman ve tesadüfen zirveye yükselmiş olan insanların cehaleti.”

Gromıko ve Stalin

Hatıralarından anlaşıldığı kadarıyla bütün kariyeri boyunca Gromıko’yu en çok etkileyen kişi, Stalinolmuştur. 

1909 doğumlu olan Gromıko henüz genç bir diplomatken, savaş yıllarında, dışişleri bakanı Molotov’un idaresi altında Stalin’le yakın çalışma ortamlarında bulunur. Öyle anlaşılmaktadır ki, Stalin’in soğukkanlı, ajitasyondan uzak çalışma, geniş bir tarih bilgisini temel alan ve düşmanı objektif bir şekilde değerlendirmeye dayanan analiz tarzı, bu genç diplomatı derinden etkilemiştir. Anılarında, Bulgaristan’da Hitler’in halkı aşağılayarak kralcılarla işbirliği yapma girişimi tartışılırken Stalin’in şöyle dediğini yazar: 

“Bulgaristan’a karşı bu tavırları ancak Prusya kurumu ve çalımıyla açıklanabilir.” 

Almanya’nın savaşı kaybettiği artık açıkça ortada olmasına rağmen Hitlerci komuta kademesinin ve ordunun direnci tartışılırken de şu gözlemde bulunur: 

“Almanların savaşlarda birçok defa gösterdikleri karakteristik bir niteliğini görmezden gelmek mümkün değildir: Bu, Alman askerinin inat ve sebatıdır. ... Tarih bize, en sebatkâr askerin Rus askeri olduğunu söyler, sebatkârlıkta ikinci sırada Almanlar gelir, üçüncü sırada ise... Polonyalılar.”Gromıko’nun gözlemi şudur: “Stalin, Alman askeri hakkında, olgulara dayanarak ve her tür duyguyu bir kenara koyup tarihi planda bir değerlendirmede bulunmuştu.”

Gromıko, Stalin’in, cephedeki başarısızlıkların asla endişeye sevk edemediği insanlardan olduğunu ve Sovyet halkının yurtseverliğinin, partide, Merkez Komitesinde ve Stalin’de, nihai zafere dair kesin bir inanç doğurduğunu ekler. 

Gromıko’nun hatıralarında ilginç noktalardan biri, daha sonra “destalinizasyon” olarak anılacak olan Stalin sonrası dönemde aktif ve önemli bir rol üstlenmiş olmasına rağmen, Stalin’in kişiliğine duyduğu hayranlıktır. Örneğin, şu sözlere bakınız:

“Daha sonra ortaya çıktı ki, savaş döneminin gerilim ve devasa güçlükleri Stalin’in fiziksel gücünü bilemişti. Ancak burada şaşılması gereken şey, kuşkusuz ki kendisini bitkin düşüren onca çalışmaya rağmen Stalin’in zafere kadar yaşamış olmasıdır.”

Gromıko’nun iki Almanya’nın birleşmesini kaçınılmaz saydığı ve bu kaçınılmazlığı Stalin’e dayandırdığı da bilinir. Gromıko’ya bakılırsa ilk defa Stalin, Almanya’nın bölünmesinin yapay olduğunu ve bu bölünmüşlüğün bir gün mutlaka aşılacağını; ancak bunun, Sovyetler Birliği’nin güvenlik kaygılarını dikkate alarak gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgular. 

Batı’da genellikle tam aksi iddia edilen bu hadise, Gromıko’nun Gorbaçov döneminde Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin ortadan kalkmasının karşısında durmasını da açıklar: Gromıko, Sovyet askerinin çekilmesiyle gerçekleşecek bir birleşmenin, Sovyetler Birliği’nin dağılmasına yol açabileceği, dolayısıyla büyük bir güvenlik sorunu doğuracağı kanaatindedir. 

Gromıko ve Rusya Dış Siyasetinde Devamlılık

Gromıko ile ilgili 2009’da, yüzüncü doğum yılı vesilesiyle yayımlanan “On Yıl Sürecek Görüşmeler, Bir Günlük Savaştan İyidir”adlı ilginç derlemede, Halkların Kardeşliği Üniversitesi fahri profesörü, tarih doktoru Anatoliy Sergeyeviç Protopopov’un “Ülkenin Menfaatleri” başlıklı makalesinde, Gromıko, 19. yüzyılın efsanevi Rus dışişleri bakanlarından A. M. Gorçakov ile karşılaştırıldıktan sonra, Gorbaçovve Yeltsındönemlerine dair neredeyse bir tiksintiyle şöyle denir: («Лучше десять лет переговоров, чем один день войны». Воспоминания об Андрее Андреевиче Громыко. Önsöz С.В. Лавров. Moskova 2009)

“1985’de Gromıko, SSCB Yüksek Sovyet Prezidyumu Başkanlığına seçildi. O zaman, Gorbaçov’un onu bilhassa Yüksek Sovyet faaliyetine kaydırarak dışişleri bakanlığına Eduard Şevardnadze’yi atayacağı konuşuluyordu ve bu daha sonra doğrulandı. Gorbaçov’un uluslararası arenada zaman zaman ülkemizin menfaatlerine karşı da olacak kararlar almak için tam Şevardnadze gibi bir adama ihtiyacı vardı. 

Gorbaçov, Gromıko’nun, dışişleri bakanlığından ayrılmasından sonra ortaya konacak siyasete karşı çıkacağını biliyordu. Artık günümüzde, Gorbaçov ve arkasından Yeltsın ‘dönemleri’nin tamamlanmasıyla, Gromıko’nun dışişleri bakanlığı görevindeki faaliyetlerinin anlamı daha iyi anlaşılıyor.”

Bu görüşlerin ileri sürüldüğü kitabı daha ilginç yapan şey, önsözünü, 2004’den beri Rusya Dışişleri Bakanı olan (Gromıko’dan sonra en uzun süre bu görevde kalan ikinci dışişleri bakanı) Sergey Lavrov’un yazmış olmasıdır. Lavrov bu önsözde, Gromıko’nun Sovyet dışişleri bakanı olarak görev yaptığı yılların dünya tarihi açısından görece bir istikrar dönemi olduğunu belirtir ve bunda Gromıko’nun büyük katkısını vurgular. Lavrov Gromıko’nun ideolojik argümanlarını kategorik olarak reddeder, ama ekler:

“Kuşkusuz Andrey Andreyeviç, katı ideolojik postulaları ve çoğu zaman ‘sıfır toplamlı bir oyun’ muhtevası taşıyan çelişki mantığıyla, bütün yanılgıları ve önyargılarıyla döneminin insanıydı. Ancak bu dönem bizden ne kadar uzağa düşerse, Gromıko’nun, ülkesinin menfaatlerini sarsılmadan savunmaya dayanan siyaset felsefesi de o kadar belirginleşiyor ... Ama onun, gereksiz çatışmalardan kaçınarak ve pratik diplomasi düzeyinde aşırı ve nihai hedefler koymayarak Sovyetler Birliği’nin uluslararası pozisyonunu adım adım tahkim etmeyi başarmış olması, hiç de daha az önemli değildir. ...”

Lavrov aynı yazıda, Gromıko’nun ABD ile Sovyetler Birliği’nin çift kutuplu dünyanın kabulü üzerine bağlaşıklığında oynadığı rolü de vurgular. BM Şartı’ndan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na kadar 20. yüzyılda imzalanmış ve iki kutuplu (belki de, S. Amin’in dediği gibi çok kutuplu demek daha doğru olacaktır) dünyanın kuruluşunda çok önemli yer işgal eden belgelerdeki imzasını anar; ancak bunların Soğuk Savaş şartlarında bütünüyle gerçekleşme şansı bulunmadığını ileri sürer. Ne var ki Lavrov’a göre şimdi, 2009’da, “dünyanın ideolojik bölünmesi geçmişte kalmışken”bunlar gerçekleşebilir. 

Lavrov bugün de aynı kanaatte midir, bilmiyoruz; ancak muhtelif zamanlarda yaptığı açıklamalara bakılırsa, öyle olmadığını kabul edebiliriz; belki de şimdi, Gromıko’nun (2009’da sandığından) daha haklı olduğunu teslim ediyordur. 

Bu bağlamda, daha önce OdaTV’de yayımlanan bir yazımda yer verdiğim, Lavrov’un özellikle çok kutuplulukla ilgili sözlerini alıntılamakta yarar var. Lavrov, bu yılın 28 Ağustos’unda Slovakya gazetesi “Pravda”ya verdiği Rusya dış siyasetini kavramak açısından büyük önem taşıyan mülakatında şöyle demişti: 

“Rusya dış siyaseti, ideolojik tonlar taşımaz ve ortaklarımızda değer verdiğimiz başlıca kriter de onların Rusya Federasyonu ile uluslararası hukuk ve birbirlerinin çıkarlarına karşılıklı saygı temelinde, eşit hakların ve karşılıklı menfaatlerin geliştirilmesine hazır olma derecesidir. Bu anlamda, yurttaşların demokratik iradelerinin sonucu olarak iktidara gelen şu ya da bu ideolojik gücün partizan ya da ideolojik aidiyetleri bizim için büyük önem taşımıyor.”

Söz konusu yazıda Lavrov’un son bir buçuk yıldır çeşitli konularda yaptığı açıklamalardan bir bölüğünü de hatırlatmıştım. Örneğin, BRICS ülkeleriyle ilgili şu açıklama, dış politikada ulusal menfaatler ve bağımsızlık vurgusu bakımından büyük önem taşıyordu:

“Eminim ki Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika ve doğal olarak Rusya Federasyonu gibi ülkeler haysiyet sahibidir ve dış siyasetlerinin istikametini kimsenin dikte etmesine ve dostlarıyla görüşmelerini yasaklamasına izin vermezler.”(15 Mart 2018)

Amerikan tek kutupluluğu yerine çok kutuplu bir dünya tesis edilmesi vurgusu da, Rusya dış siyasetinin bir ana ekseni olarak, çok belirgindi: 

“Olan bitenin özü, ABD’nin ve Batılı müttefiklerinin, Batı’nın dünya meselelerinde 500 yıllık hâkimiyet döneminin kapandığı gerçeğini kabul etmeyi kategorik olarak reddettiğidir. Yeni çok-kutuplu, demokratik, adil dünya düzeninin yerleşmesi uzun sürecek; ama bu süreç şimdiden, yüzyıllardır bütün dünyayı yönetmeye alışmış olanlarda hastalıklı tepkilere neden oluyor. Batı, Rusya’nın eşit, kimseyi zorlamayan; ama kendisine bir şeylerin dikte edilmesini ve ültimatomları da kabul etmeyen bir ortak olarak geri dönmesine karşı sinirli bir tepki gösteriyor. Bu durum Batılı ortaklarımızca çok hastalıklı karşılanıyor.”(15 Mart 2018) 

“Yeni, daha adil, daha demokratik bir dünya düzeninin objektif meydana geliş sürecini frenlemek için giderek daha ısrarlı girişimler görüyoruz. Çok kutuplu bir dünyanın şekillenmesine yönelik objektif eğilimi frenlemek, onun karşısında durmak için yapılan girişimler, askeri hazırlıkların artırılmasını, enformasyon provokasyonlarını, ticari ve iktisadi ilişkilerde kötü niyetli rekabeti kapsıyor. Bu, kutuplaşma, güvensizlik ve belirsizliğin artmasına yol açıyor ve birçok ülke, kuvvet faktörüne, egemenliğin garantisi ve ulusal menfaatlerin ileriye taşınmasının aracı olarak bakmaya başlıyor.”(31 Temmuz 2018)

Lavrov ve Gromıko benzerliği, özellikle Suriye iç savaşının başından itibaren Batı basınında da ileri sürülmüştür. İtalyan Il Foglio, örneğin, 2013’de şöyle yazıyordu: “Şık ve alaycı Lavrov, Moskova’nın diplomatlarını tıpkı selefi gibi merhametsiz bir gerçekçilikle yönetiyor.”Baba Bush döneminin dışişleri bakan yardımcılarından David Kramerde “Lavrov’un günümüzde kendince bir Gromıko olduğunu”söylemişti. 

Putin de, 2016’da Amerikan başkanlık seçimleri ve Hillary Clinton ilgili bir soruya cevap verirken, bu soruyu Lavrov’a sormalarını, zira yakında onun da Gromıko gibi kıdemli olacağını söylemişti. 

Gromıko’nun Son Mülakatı

Gromıko, ölümünden sonra yayımlanacak olan son mülakatında, Batı ülkelerinde kendisini hakkında neden “Mr. Net” (Rusça “hayır”) denildiği sorusuna karşılık şu cevabı verir: 

“Çünkü beni manipüle etmelerine izin vermiyordum. Kim buna yelteniyorsa, aslında Sovyetler Birliği’ni manipüle etmek istiyordu. Oysa biz büyük bir devletiz ve hiç kimsenin bunu yapmasına izin vermeyiz.”

(Bu röportajın tahrif edilmiş birçok versiyonunu internette bulmak mümkün. Bu nedenle, doğruluğundan emin olmak güç. Ne var ki mülakatın ilk versiyonunun, Belarusya’nın en eski ve prestijli gazetelerinden Zvyazda’da yayınlanmış olmasına bakarak, aksi kanıtlanmadıkça gerçek kabul etmek mümkün. http://zviazda.by/be/news/20150616/1434404115-andrey-gramyka-mistar-ne-sa-staryh-gramyk-abo-shlyah-ad-vypadkovaga)

Gromıko, röportajı yapan gazetecinin, Sovyetler Birliği’nin siyasi liderliğinin, uluslararası ilişkilerde kuvvet pozisyonunu reddetmiş olmaktan ötürü gurur duyduğunu açıkladığını vurgulamasının ardından şöyle der:

“Gurur duyacak bir şey yok. Barış iyi bir şeydir; ama ne pahasına olursa olsun değil, bilhassa da kendi hesabından kesilen bir barış değil. Eğer pasifizminle gurur duyuyorsan, bir büyük devletin yönetici koltuğunda oturmayacaksın. Evinde, bahçende, vilayetinde oturacaksın, kendi devletine zarar vermeyeceksin. Ben, Batılılar karşısında asla kuyruk sallamadım. Bizde öyle devlet adamları var ki, dişlerinin arasından utanırcasına savunuyorlar kendi menfaatlerini. Ah, yeter ki Amerika’yı gücendirmeyelim! Böyle yaparsak ilerleyemeyiz.”

Gromıko, röportajı yapan gazetecinin deyişiyle “otorite ve nüfuzunun sırrını” da şöyle açıklıyor:

“Ben asla kimseyi kıskanmadım, hiçbir komploya katılmadım, herkesle açık ilişkiler sürdürmeye çalıştım. Diplomasi ince bir iştir. O kadar çok engellediler ki çalışmamı! Abartmadan söylüyorum: Milyonlarca defa! ... 

Örneğin Hruşçov bir resepsiyonda tamamen kendini kaybetti ve kıpkırmızı olup yabancı diplomat ve gazetecilerin olduğu tarafa doğru şöyle bağırdı: ‘Hepinizi gömeceğiz!’ Bunu söylerken neyi kastettiğini anlamak güçtü. Tabii NATO propagandası bu hadiseyi, Sovyet askeri tehdidi mitini ateşleyerek kullandı. 

Zararı büyük oldu. Ciddi diplomasi, soytarılık kabul etmez. Hruşçov ise gerçek bir soytarı gibi davranıyordu. ... Oysa, şu dünyadan budala olarak geçip gitmektense unutulup gitmek yeğdir.”

Gromıko, en büyük başarısı olarak neyi saydığı sorusuna ise şu cevabı verir:

“Avrupa’da sınırların tespit ve tahkimi. Bu, benim dışişleri bakanlığı görevindeki faaliyetlerimin temel sonucudur. Bu sınırların korunacağını düşünüyorum. Şüphesiz zamanla bazı değişiklikler olabilir. Eğer Avrupa ülkeleri, Helsinki anlaşmalarından vazgeçerler, onları ihlal etmeye başlarlarsa, Avrupa’da bölgesel çatışmalar başlar, eski koalisyonlar yeniden şekillenir ve yenileri ortaya çıkar. Avrupa’da yeniden savaş olur.”

Burada parantez açıp bir kez daha Stalin’in dış politikasına dikkat çekmek uygun olacaktır. Gromıko’nun sözünü ettiği sınırlar, aslında bizzat Stalin siyasetinin sonuçlarıdır ve bu anlamda Gromıko, Hatıralar’ındaki eleştirilere rağmen hayranlık üslubunun gösterdiği gibi, aslında Stalin’in dış siyasetini sürdürmüştür. 

Şüphesiz bu, Stalin hayatta olsaydı siyasetin aynı şekilde süreceği anlamına gelmez, keza Stalin’in dış siyasetinin aslında parti içindeki hizipler, çatışmalar, entrikalar yüzünden şekilsizleştiği de çok olmuştur; ancak genel gidişat değişmemiştir. 

Bu çok önemli sonucu, Putin yönetiminin uluslararası hukuk, BM’nin düzenleyici rolü, daha somut olarak Yalta konferansının bu hukukun doğuşunda işgal ettiği merkezi yeri mütemadiyen vurguladığını unutmadan akılda tutmakta yarar vardır.

Mülakatı yapan Dmitriy Tihonov’un diğer bir sorusu, nükleer silahlarla ilgilidir: “Siz, SSCB’nin nükleer silahlardan tamamen vazgeçebileceğinden hiç söz etmediniz. Neden?”Gromıko’nun karakteristik cevabı, bugünü anlamak açısından önemlidir: “Biz kendi nükleer silahlarımızı gömsek Bile batı kendisininkilerden vazgeçmez.”

Gromıko daha sonra, kendisinin hiçbir zaman katılmadığını, parçası olmadığını özenle vurguladığı Kremlin entrikalarına dikkat çeker: 

“Bunlar arasındaki birlikte çalıştığım insanlardan ilk sırada şüphesiz ki Vişinskiygelir. Birçok insanın hayatını söndürdü; ama kendi hayatı da yıkımla sona erdi. Hruşçov, insanları kafa kafaya tokuşturmayı severdi. Brejneventrikadan anlamazdı. Hruşçov’un uzaklaştırılması bir komplo değildi, bu bir zorunluluk olmuştu; zira Nikita Sergeyeviç [Hruşçov] kontrolünü kaybetmiş, ülkenin ekonomisini ve partiyi harap etmeye başlamıştı. Hemen söyleyelim ki Kırım’ı Ukrayna’ya vererek bütün zorunlu prosedürleri ihlal etti.”

Gromıko, ABD ile ilişkiler konusunda da önemli öngörülerde bulunur. Bu sırada Sovyetler Birliği’nin henüz dağılmamış olduğunu hatırlatalım:

“Ben genel olarak, kapitalizmin iktisadi ve bilhassa da mali gücünün bizim gücümüzü aştığı kanaatindeyim. Amerikan kapitalizmi bütün dünyayı sardı. Ona sadece, hammadde zengini ve askeri anlamda güçlü ülkeler olarak biz ve bir de Çin karşı koyabiliriz. ... Kuvvet dengesinin Amerikalılar lehine değişmesi, onlara büyük avantajlar sağlar. Her şeyden önce, bizden, asla gerçekleşmeyecek olan mitolojik bir yardım karşılığında tek tarafı silahsızlanma isteyeceklerdir.”

“Gerçek Bir Diplomat Zebanilerle Bile Anlaşır”

2013-2017 arasında Obama hükümetinin Dışişleri Bakanı John Kerry ile Lavrov görüşmelerinden birine dair üretilmiş bir fıkrayla yazımızı bitirelim.

Lavrov, Kerry ile bir görüşme için beklerken, Gromıko peyda oluvermiş. 

“Bana bak evlat, daha iyi hazırlan, zamanında benim vermediğim gibi sen de Amerikalılara hiçbir konuda taviz verme.”

“Ama nasıl olur, Andrey Andreyeviç,” demiş Lavrov, “siz çoktan ölmemiş miydiniz?”

Gromıko öğretmen edasıyla cevap vermiş:

“Şunu iyice belle evlat, gerçek bir diplomat zebanilerle bile anlaşır.”

Son Bir Not

Sosyalist geçmişin hayaleti, Rusya’nın emperyalist bölüşümünün önünde engel. Yalnızca bu hayalet değil şüphesiz; aynı zamanda Rusya’nın devasa büyük bir ülke oluşu, aslında Sovyetler Birliği döneminde neredeyse fetişizme evrilmiş bir devlet geleneği, bu gelenek içinde Siloviki’nin şimdilik sarsılmaz gibi görünen yeri ve halkın kararlı bağımsızlık tutkusu, paradoksal biçimde dış dünyaya son derece açıkken Rusyalı olmanın milli mantalitesiyle birlikte başkalarından farklı olunduğuna dair derin bir bilinç haline işaret etmesi vb. de büyük rol oynuyor; ancak bütün bunlar, Ekim devriminden önce diğer emperyalist merkezlerde ancak alay konusu olabilen şeylerdi. 

Oysa Rusya bugün, kapitalizm yolunu seçmiş olsa da, emperyalist dünya sistemine uyum sağlayamıyor, o bunu istiyor olsa bile sistem kabul etmiyor; zira hem kendini bölüştürmeye engel çıkaran, hem de siyasi nüfuzu ve askeri gücüyle emperyalist merkezleri zaman zaman akamete uğratan bir ülke. Bu nedenle Rusya, emperyalist merkezlerde bütün günahların keçisi, tıpkı Sovyetler Birliği’nin bütün dünyada halk hareketlerinin komünist faili olarak anılması gibi yeni dünya Holywood’unun meşum Rus’u olarak anılıyor. 

Bunun son örneği, Fransa’da Sarı Yelek hareketinin arkasında Rusya’nın olduğu iddiaları. 

Demek ki bundan böyle dünyanın neresinde emperyalist çıkarlara aykırı bir hadise gerçekleşse, sorumluluğun Rusya’ya yıkılmasını bekleyebiliriz. 

Böylece Rusya, hiç istemese ve ideolojik çizgileri son derece kalın çekiyor olsa bile, geçmişin hayaletinden kurtulamıyor, kurtulamayacak. 

 

Hazal Yalın. Çoğunluğu klasik Rus edebiyatından kırka yakın çevirisi var. Aralarında Tolstoy, Dostoyevski, Saltıkov-Şçedrin, Gogol, Turgenyev, Puşkin, Zamyatin, Kuprin, Gonçarov, Leskov, Grin, Zoşçenko, Strugatski Kardeşler gibi yazarların bulunduğu çeviriler, Kitap, İthaki, Helikopter, Remzi gibi yayınevlerinde yayınlanıyor.@Hazal_Yalin