Putin’in salı günü Kremlin’de düzenlenen Sivil Toplum ve İnsan Hakları Konseyi toplantısında Lenin ile ilgili söyledikleri, büyük ilgiyle karşılandı.
Putin’in Lenin’e eleştirileri yeni değil; salı günkü sözlerinde de hiçbir yenilik yoktu.
Konuşma, bence bağlamı belirsizleştirilerek çevrildi ve bu sözler, Türkiye’de sosyalist çevrelerde öfkeye neden oldu (liberaller de “buyurun işte, Putin de o çok sevdiğiniz Lenin’e böyle bakıyor!” diye kaşıdılar tabii); bu nedenle, TASS’ın haberine dayanarak yeni baştan çevireceğim; arkasından kısa da olsa birkaç şey söylemek gerek.
Toplantının katılımcıları arasında ünlü Sovyet ve Rus yönetmeni Aleksandr Sokurov da vardı. (Sokurov, geçen yılki toplantıya da katılmıştı.)
Ünlü yönetmen, Putin’e muhalif görüşlerini gizlemiyor. Yeltsin’e çok yakındı; ancak Putin eleştirilerinde (siyasi düşünceleri genellikle karışık bir çorbanın ötesine geçmeyen sanatçılarda sıkça görüldüğü gibi) soldan sağa pek çok unsur var. Bunlara değinmeyeceğim; ancak iyi bir yönetmen olduğunu söylemeliyim.
Muhalefetin Rusya devlet başkanının böylesine yakınına sokulması ise, bize tuhaf gelebilir; ancak Rusya, sosyal kutuplaşmanın derinliğine rağmen, ortak devlet idealinin gücünü koruduğu ve iktidarın tepesinin, toplumun bütün kesimlerini kapsamaya, hiç değilse yabancılaştırmamaya çalıştığı bir ülke.
Salı günkü toplantıda Sokurov’un, “Rusya’yı yeniden tasarlamak gerek,” sözleri, Putin’in müdahalesine yol açtı.
Putin, yönetmene şöyle cevap verdi: “Aleksandr Nikolayeviç, biz hepimiz sizi seviyoruz, ben de seviyorum, eserleriniz muazzam; ama herhangi bir ülkeyi yeniden tasarlamak mümkün mü?”
Sokurov ise Putin’in sözünü keserek (doğru okudunuz, sözünü kesti!) atıldı: “Mümkün, mümkün, Rusya’yı yeniden tasarlamak mümkün!”
Putin şöyle devam etti: “Bizim yakın tarihimizde böyle bir insan var: Sayın Ulyanov [Lenin’in gerçek soyadı — HY.], İhtiyar, Lenin; daha başka kod isimleri de vardı. O yeniden tasarladı... Ama şimdi biz, Butovsk poligonunda ne yapacağımızı, orada toprakta kimlerin yattığını insanlar unutmasınlar diye nasıl bir işe girişeceğimizi bilemiyoruz. Tasarlıyordu ya işte!”
[Butovsk poligonu, Moskova yakınlarında; 1930’lardan Hruşçov dönemine kadar 20 binden çok insanın kurşuna dizildiği bir yer. — HY.]
Putin ayrıca, Lenin’in, “bin yılda meydana gelen Rus-devletliliğinin altına mayın döşeyen bir devlet yapısı tasarladığını” da söyledi.
Benim “Rus-devletliliği” diye çevirdiğim şeyin (gosudarstvennost) tam Türkçe karşılığı yok. Rusça siyasi literatürde çok büyük önem taşıyan bu kelime İngilizcedeki statehood ile benzeşiyor; devletin kurumsal yapısından ziyade devamlılık, gelenek ve töre ile akrabalığı var.
Putin, bu meselede görüşlerini açıklamanın yeri ve zamanı olmadığını, ama belki ileride yapacağını da söyledi.
Konuşmaların devamında, Sokurov “geçmişte ve bugün elimizde olana ve Rus halkına dayanmak zorunluluğundan” söz ederken, Putin, bunun karmaşık bir kavram olduğuna da dikkat çekti: “Ruslar dediniz... Kim bu Ruslar? 9. yüzyıla kadar fiilen Rus filan yoktu; Rus halkı pek çok etnostan tedricen meydana geldi.”
Putin, sadece Slavların değil, Ugro-Finlerin ve diğer kabilelerin de söz konusu olduğunu belirtti. Ayrıca (burası çok ilginç doğrusu) Azak Denizi ve Karadeniz kıyılarında Hazar hanlığını hatırlattı; bu hanlığın uyruklarının yudaizm vazettiklerini, ancak kimi değerlendirmelere göre Yahudi olmadıklarını vurguladı. “Onlar da, Rus halkının kendisine kattığı bizim etnosumuz,” dedi.
Konuşmasının devamı şöyle:
“Bu, müdahale etmenin imkânsız ve gereksiz olduğu doğal bir gelişme. Ama, derin, çok ilginç ve zengin tarihimizin katmanlarından bize kalan her şeye yaslanıp, yakın döneme, orta vadeye ve bütün bir tarihe yönelik gelişme yolunu seçerken analizlerde bulunmak gerek. Elbette, vatanımıza içtenlikle, ama sorumlulukla yaklaşan insanlarımıza yaslanarak bunu yapabiliriz.”
Bu konuşmaya dayanarak hiçbiri de sır olmayan şunları söylemek mümkün:
İlki: Putin komünist değil. Lenin’e verdiği değer, Rusya tarihinde oynadığı rolden fazla değil. Nitekim, daha önceki konuşmalarında da, “bizim dünya devrimine filan ihtiyacımız yoktu,” demesi, Rusyalılıktan ötesini kabul etmediğini gösteriyor.
İkincisi: Ancak Lenin’in kendi kaderini tayin hakkı fikri ve Rusya’nın ayrılma hakkına sahip federal cumhuriyetlere bölünmesi, Putin’e göre, Rusya’nın devlet-oluşunu parçalayan en temel uygulamaydı.
Burada şuna dikkat çekmeliyim: Putin’e göre Rusya Federasyonu devleti de, Sovyet devleti de, çarlık devleti de, Rusya’nın devlet-oluşunun (gosudarstvennost) aşamaları.
Yani (en azından bu konuşmada) çarlık devletinin yıkılmış olmasını değil, bu devlet-oluşun zarar görmüş olmasını (yahut bir devletin birliği fikri olarak gosudarstvennost’in parçalanmış olmasını) tartışıyor.
Bu, büyük bir fark ve benim devamlı olarak devlet fetişizmi diyerek dikkat çektiğim, Rusya’daki yönetici elitin nasıl şekillendiğini anlamak açısından önemli.
Üçüncüsü: Bana kalırsa bu ifadeler, Putin’in Stalin’e çelişik bakışını kavramak açısından da önemli.
Rusya’da yönetici elitin liberal kanadının (başını Medvedev çekiyor) iddialarının, hatta nefretinin tersine, Putin’in Stalin’e karşı mutedil, hatta neredeyse sempatiyle baktığı ileri sürülebilir. Zira Stalin, Rus devletliliğini (devlet-oluş, gosudarstvennost) bütünleştiren bir lider.
Anayasal bölünme hakkı korunmakla birlikte Stalin döneminde hiç kimse, ayrılmayı aklından bile geçiremezdi.
Dördüncüsü: Daha önce başka bir vesileyle de değindiğim gibi, Putin ve güvenlik bürokrasisi, Rus milliyetçiliğini devletin bütünlüğüne karşı bir tehdit olarak görüyorlar.
Putin’in Sokurov’a itirazlarında bir Rus milleti değil Rus etnosu tarif ederek bu etnosa Finlerden Hazarlara kadar halkları da sokmuş olması; dahası, Rus halkına (milliyetçiliklerde vaka-yi adiyeden olan) ezeliyet izafe etmeyip bir başlangıç, hatta görece çok yakın tarihli bir başlangıç koymuş olması, önem taşır.
Burada doğal kültürel asimilasyonun rol oynadığı bir sentez fikri var; Lenin’e olan saldırısı, bu doğal sentez sürecini parçalamış olduğu iddiasına dayanıyor.
Bu görüşler, elbette Marx’tan beslenmiyor, marksizmle ilişkisi yok, çünkü Putin de zaten marksist değil. Bu görüşler, Lev Gumilyov’dan kaynaklanıyor; ancak entellektüel derinliğinin olmadığı da iddia edilemez.
Bir tarihi-siyasi vakıayı, belli bir felsefi görüşün terazisine vurarak tartışmakta ve anlamaya çalışmakta yanlış olan hiçbir şey yok.
Rusya ve Putin de, bana kalırsa, dünyanın başka herhangi bir ülkesi gibi, ancak marksizmin terazisine vurulduğunda gerçekten ve derinlemesine anlaşılabilir. Ancak bir tarihi-siyasi vakıanın aktörlerini, belli bir felsefi görüşten olmadıkları için eleştirmek, anlamayı da imkânsızlaştırır.
Hazal Yalın. Çoğunluğu klasik Rus edebiyatından kırka yakın çevirisi var. Aralarında Tolstoy, Dostoyevski, Saltıkov-Şçedrin, Gogol, Turgenyev, Puşkin, Zamyatin, Kuprin, Gonçarov, Leskov, Grin, Zoşçenko, Strugatski Kardeşler gibi yazarların bulunduğu çeviriler, Kitap, İthaki, Helikopter, Remzi gibi yayınevlerinde yayınlanıyor. @Hazal_Yalin