Belarus’taki gelişmeler üzerine

16 Ağustos 2020

Belarus, yakın olduğu kadar uzak da bir ülke, zira Belarus hakkındaki hemen bütün bilgiler kulaktan dolma ve batı basını kaynaklı. Dolayısıyla, bu tür haberleri ciddi bir süzgeçten geçirmek gerekiyor.

Birkaç gündür Belarus’taki gelişmeleri gücüm yettiğince anlamaya ve nefesim yettiğince nakletmeye çalışıyorum. Ben, çalışmalarımın başlıca konusunu oluşturan Sovyetler Birliği ve çağdaş Rusya tarihini hakkında belli bir bilgi birikimine sahibim; ancak Belarus tarihi, uzmanlık alanım değil. Bu nedenle, sadece anlamaya değil, mümkün olduğunca batı kaynaklı propagandalara kapılmaktan uzak durmaya da çalışıyorum.

Bu çerçevede Poligraf adlı, genç entelektüel marksistlerden oluşan bir grubun son derece dikkat çekici değerlendirmeleriyle karşılaştım (https://poligraf.red/). Bu grubun (aşağıda açıklayacağım nedenlerle) kitlesel bir etkisi olmadığını tahmin ediyorum, bununla birlikte Belarus’ta entelektüel çevrede görüşleri dikkate ve ciddiye alınıyor. Poligraf, tahmin edilebileceği gibi, seçimlerden önce de boykot çağrısı yapmış.

Poligraf’ta yayınlanmış iki yazı büyük önem taşıyor. Bunlardan ilki, 11 Ağustos tarihli, Poligraf editoryalının çağrısı. Bu yazı, şiddet sarmalının Belarus’un yakın tarihinde hiç görülmediği kadar hızla tırmandığına dikkat çekiyor ve bu sarmalın derhal durdurulması çağrısında bulunuyor. Bunun muhatabı, kuşkusuz, Lukaşenko iktidarı.

Aynı yazıda Tihanovskaya ekibinin aldığını iddia ettiği oy oranının (bunlar yüzde 70’in üzerinde olduğunu söylüyorlar; resmi rakamlara göre ise yüzde 10,12) gerçekçi olmadığının altı çiziliyor.

Editoryal, iktidar cephesine seslenişinde ise, Lukaşenko’ya oy verenlerin de iktidarın şiddetine karşı olduklarını belirterek, herkesi barışçıl yöntemlerle mücadeleye çağırıyor ve bu yöntemler arasında mektup, dilekçe ve işçi kolektiflerinin toplantılarını sayıyor.

Dahası, muhalefet cephesinde provokatörler bulunduğunu belirterek, bilhassa Nexta’nın adını anıyor. Batı basınının (ve hemen tek haber kaynağı batı basını olan bizimkilerin) haberlerini dayandırdığı Nexta’yı provokatör olarak niteliyor.

Editoryal, en önemli güncel hedef olarak “ölümüne düşmanlık”tan kaçınılmasını koyuyor.

Poligraf’ın 15 Haziran tarihli bir başka yazısı ise, gelişmelerin dünü ve bugününü kavramak açısından son derece önemli. Bu yazıda, Belarus’ta sınıf ilişkilerini özetliyor, muhalefetin batıcı neoliberal piyasa ekonomisinden yana olduğunun altını çiziyor ve (sıradışı bir görüngü olarak), lumpen proletarya olarak niteleyebileceğimiz bir asalak kesimin Lukaşenko iktidarına düşman olduğunu vurguluyor.

Neden farklı bir görüngü? Çünkü kapitalist ülkelerde lumpen proletaryanın iktidardan yana, onun potansiyel milis gücü olması beklenir; oysa Belarus’ta durumun tam tersi olduğu görülüyor.

Bu, önemli; zira Lukaşenko iktidarının çatışmaları bastırmak için çıkardığı 3 no’lu kararname “toplumda hazır yiyiciliğin önlenmesi” başlığını taşıyor. Bu kararname genellikle, eylemlere katılanların iş güvencesini ortadan kaldırma girişimi olarak yorumlanıyor; böyle bir yanı olması çok olası, ancak arkasında, Poligraf'ın dikkat çektiği gibi sosyal bir görüngü de yatıyor.

15 Haziran tarihli yazıda şu üç madde önemli:

“Birincisi, Lukaşenko, ona karşı şahsen Babariko’nun değil [editoryal yayınlandığı sırada muhalefetin en güçlü adayı olarak Tihanovskaya değil Babariko görülüyordu — bn.], kendi adaylarına ciddi, konsolide destek sunan bir iş-klanı  (бизнес-клан) olduğundan emin.

“İkincisi, bu iş-klanından gelen tehdit öylesine ciddiye alınıyor ki, arka planda bunlar yaşanırken kadir-i mutlak Gazprom’la çıkabilecek olası bir çelişki bile daha küçük bir tehlike sayılıyor.

“Üçüncüsü, bu bize, Lukaşenko’nun sözün ve iknanın gücüne kendisinin de pek inanmadığını gösteriyor. Yönetimin kaynakları [şiddet araçlarını kastediyor — bn.] daha güvenilir.”

Poligraf’ın değerlendirmelerinin öngörülü olduğu anlaşılıyor.

Belarus’taki olaylarda en dikkat çekici dönüm noktası iki gün önce işçilerin meydanlara çıkmasıyla yaşandı. Bu gösterilere polis müdahale etmediği gibi, Lukaşenko da bütün işletme yöneticilerine, eylemci işçilerle (işçi kolektifleri) görüşme ve taleplerini öğrenme talimatı verdi. Bu, şiddet sarmalının tamamen bitmese bile büyük bir hızla zayıflamasına yol açtı.

Minsk’teki birçok işçi kolektifinin 17 Ağustos’tan itibaren grev ve genel grev çağrısı yaptığı haberleriyle de karşılaştım. Bu çağrılara marksist gruplar da katılıyor. Bu gruplar serinkanlılık çağrıları yapıyorlar ve “mücadelenin daha etkili yolları” olduğunu bildiriyorlar. Grev çağrısı, bu bağlamda anlam kazanıyor.

Bu çağrılarda dile getirilen ortak talepler şöyle:

— İşletmelerin özelleştirilmesinin yasaklanması.

— İş yerlerinin korunması [iş güvenliği —bn].

— Siyasi sistemin demokratikleştirilmesi.

— Eylemlerde gözaltına alınanların derhal serbest bırakılması.

— “Toplumda hazıryiyiciliğin önlenmesi üzerine” 3 no’lu kararnamenin iptali.

— Para cezalarının ve ikramiye iptallerinin yasaklanması.

— Sözleşme sisteminin iptali.

— Sosyal desteklerin artırılması.

— Emeklilik reformunun iptali.

— Bizim çıkarlarımızı savunan sendikalar.

 

Bunlar, ortak talepler; ancak kimi çağrılarda Lukaşenko’nun istifası da şart koşuluyor.

Bu durumun önderliksiz işçi hareketinde iki farklı eğilimi ortaya koyduğunu düşünüyorum. İlki, Lukaşenko’dan bıkkınlığa rağmen, işçilerin sınıf taleplerini öne çıkarmak, ancak muhalefetin yanında saf tutmaktan da kaçınmak şeklinde özetlenebilir. Yukarıda naklettiğim talepler listesi, bu anlayışın sonucu. Dolayısıyla, bu talepler listesinin sadece “üretimden gelen gücün kullanılması” anlamına gelmediğini düşünüyorum; zira burjuva muhalefetin uzağında durarak fiilen neoliberal bir geleceğe karşı Lukaşenko ile uzlaşma arayışına da işaret ediyor.

Bu taleplere Lukaşenko’nun istifasını da koyanlar ise, burjuva muhalefetinin gücünü tahkim etmeye yöneliyorlar.

* * *

Bugün bir işçi kolektifi tarafından yayınlanan aşağıdaki açıklama ise çok daha dikkat çekici.

Öncelikle kısa bir açıklama gerekiyor. Bu açıklamanın yayınlanış nedeni, anladığım kadarıyla, bir gün önce çıkan ve 17 Ağustos’ta genel grev çağrısı yapan bazı bildirilerin talep listesinde, Lukaşenko’nun istifasının da istenmiş olması. Aşağıdaki bildiri ise, başkanlık yarışında taraf olunmasına karşı çıkıyor; bununla birlikte burjuva muhalefetinin piyasa reformlarının yıkıcı etkisine özellikle dikkat çekiyor. Dolayısıyla, yukarıda sıraladığım iki eğilimin ilkinden doğduğunu ve bu ilk eğilimin giderek güçlendiğini düşünüyorum.

İkincisi, şunu da belirtmeliyim ki, işçi hareketi içinde çeşitli gruplar bulunmasına rağmen, genel olarak bir önderliksizlik durumu var. Ancak örgütsüzlük yok. Tersine, anlaşıldığı kadarıyla, Belarus emekçileri fabrika kolektifleri şeklinde ve yaygın olarak örgütlüler. Bu örgütlülükler ve onların kolektif eylemleri aynı zamanda güçlü bir demokrasi bilinci olduğunu da gösteriyor.

Artık çeviriye geçebiliriz. Burada şöyle deniyor:

İşçiler ve Memurlar!

Birleşmeye ve taleplerinizi ülke yönetimine sunmaya başladınız. Nihayet ülkede siyasetçilerin, memurların ve işadamlarının değil emekçilerin sesi yükseliyor.

Seçimlerdeki hilelerden, güvenlik kuvvetlerinin şiddetinden öfkeye kapıldınız. Kötü çalışma şartları ve düşük ücretlerden, yalanlardan ve adaletsizlikten, kanunsuzluktan ve haksızlıktan yorgun düştünüz. Değişim istiyorsunuz.

Seçimler ve oy sayımları sırasında sizi aldattılar. Ama yalan, daha önce, önümüze fiilen iki aday arasında seçimler konulduğunda başlamıştı: ya herkesin yorgun düştüğü mevcut başkan, ya da emekçi halk için çöküş ve sefalet getirecek olan radikal piyasa reformlarının temsilcisi.

Aslında önümüzde bir seçim yoktu. Çokları, sırf Lukaşenko’dan ve onun hükümetinin yürüttüğü siyasetten bıktığı için Tihanovskaya’ya oy verdi.

Nexta ve Sohbet 97 adlı telegram kanalları, sadece iki şey arasında bir seçim yapabileceğimize bizi inandırmak için büyük bir çalışma yürüttüler: ya Lukaşenko, ya da ona karşı Tihanovskaya. Lukaşenko’nun siyasetini kendi postumuzda biliyoruz; Tihanovskaya ve onunla birleşen Babariko ile Tsepkalo’nun ise hürriyet, adalet ve refah getireceğine inandık.

Hâlâ inanıyor musunuz medyaya? Hâlâ inanıyor musunuz siyasetçilere? Üstelik de bir sürü para kaldıranlara? Büyük işadamlarının iktidara bir gelsinler, size yüksek ücretler ödeyeceklerine, hastaneler ve okullar yaptıracaklarına inanıyor musunuz? Bir işadamının tek bir hedefi vardır: ne pahasına olursa olsun kâr --- maliyeti düşürmek için ücretleri düşürme, “gereksiz” işçileri atma, sosyal ödemeleri ve iş güvenliği giderlerini kısma pahasına kâr.

Değişim istiyorsunuz, ama önünüze sadece radikal piyasa reformları şeklinde bir değişim konuluyor: işletmelerin geniş şekilde özelleştirilmesi, yabancılara toprak satışı, iş yerlerinin “optimizasyon”u, özel sağlık hizmetlerinin ve ücretli eğitimin genişletilmesi; ayrıca cazip gelen, gerçekteyse sadece çok parası olanlar için avantajlı olan daha pek çok şey.

Tek bir siyasetçi bile, özellikle de radikal piyasa reformlarına sadık olanlar, size hürriyet, adalet ve refah vermeyecek. Bunları sadece siz, hayatınızı iyileştirmek için örgütlü mücadelenizle kazanabilirsiniz.

Şiddeti durdurmak ve iktidara yeni bir başkan getirmek için kolektif faaliyete başladınız. Ama bu yeni başkan size daha büyük bir adaletsizlik ve hayat şartlarında düşüş getirecek. Hürriyeti sadece işadamları için getirecek: işletmeleri ve toprağı satma, sizi kovma, ücretlerinizi ve sosyal ödemelerinizi kısma hürriyeti.

Avrupa Birliği ve ABD’nin Belarusya’daki protestoları neden desteklediğini sanıyorsunuz? Neden kendi sokaklarındaki protestocuları bastırmak için coplarını, silahlarını ve gözyaşartıcı gazlarını kullanıyorlar da, bizim ülkemizdeki protestoların bastırılmasını kınıyorlar? Cevabı açıktır: Belarus’daki gösteriler, Avrupa Birliği ve ABD’nin menfaatlerine uygun gidiyor. Emperyalist ülkelerin menfaatlerine uygun protestoda bulunmamız size de tuhaf gelmiyor mu?

Siyasetçilere gözlerimiz kapalı inandığımız ve onları bizim işçi omuzlarımız üzerinde başkanlık makamına yükseltmeye çalıştığımız müddetçe, nasıl ve ne için protesto edeceğimize dair yurtdışından danışmanlara kulak verdiğimiz müddetçe, başkalarının menfaatlerine uygun hareket eden kör bir kalabalık olarak kalacağız.

Bizim menfaatimiz, ister batıdan olsun ister doğudan, yabancı danışmanların buraya girmesine izin vermemektir. Nasıl yaşayacağımıza ancak biz kendimiz karar verebiliriz.

Bizim menfaatimiz, fabrikaların “etkin” yöneticiler tarafından değil bizzat işçiler tarafından yönetilmesidir.

Bizim menfaatimiz, herkes için ücretsiz ve nitelikli sağlık ve eğitimdir.

Bizim menfaatimiz, çalışma güvencesinin sağlanması, ücretlerin ve sosyal ödemelerin yükseltilmesidir.

Bizim işçi bayrağımız daima kızıldı! İşçiler umutlarını “iyi” bir başkana bağlamıyor, bu bayrağın altında iktidarı ve sorumluluğu ellerine alıyorlar.

Kahrolsun radikal piyasa reformlarının beyaz-kırmızı-beyaz [Belarus bayrağının renkleri — bn.] suç ortakları! Kahrolsun yabancı danışmanlar!

Emekçi Belarus halkımız için kızıl bayrakların altında ayağa kalkalım!

* * *

Lukaşenko dün sabah saatlerinde Putin ile bir telefon görüşmesi yaptı. Görüşme, Kremlin’in internet sitesinde genel ifadelerle bildirildi; ancak Lukaşenko görüşmenin ayrıntılarını öğleden sonraki konuşmasında verdi.

Buna göre iki lider, eğer zaruret doğarsa Belarus’a yardım konusunda mutabakata vardılar. Açıkça belirtmemekle birlikte bunun askeri yardımı da kapsadığı anlaşılıyor. Lukaşenko, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Belarus ve Ermenistan arasındaki Kolektif Güvenlik Anlaşması’na atıfta bulundu ve “Belarus hükümetinin ilk talebiyle birlikte Belarus Cumhuriyeti’nin güvenliğini temin etmek üzere çok yönlü yardımda bulunacağı” hususunda Rusya hükümeti ile anlaştıklarını bildirdi.

Lukaşenko, dün söz konusu görüşmeden önce, Putin ile konuşması gerektiğini söylemiş ve şöyle demişti: “Çünkü bu tehdit sadece Belarus’a değil. Belarus’un savunması, bütün bölgemizin, Birlik Devleti’nin savunulmasından daha azı değildir.”

Lukaşenko, “Belaruslar dayanamazlarsa bu dalga daha da ilerler,” diyerek bu “devrim”lerde sıradaki hedefin Rusya olduğunu ima etmişti.

* * *

Son olarak, Lukaşenko’nun bugün Minsk’te düzenlediği büyük mitinge de değinmek gerek. (Bununla birlikte Lukaşenko'nun mitinginin aynı saatlerde muhalefetin gösterisine göre sönük kaldığı anlaşılıyor.) TASS’ın haberine göre, Lukaşenko’nun konuşmasındaki en dikkat çekici noktalar şunlar:

Belarus devlet başkanı, aslında sokak gösterilerine taraf olmadığını, ama halkı yardıma çağırmak zorunda kaldığını söyledi ve şöyle dedi: “Meydanlara çıkmamaya yemin etmiştim… ancak sizi yardıma çağırmak zorunda kalışım benim suçum değil.”

Lukaşenko, muhalefete gazetecilere ve doktorlara dokunmamaları çağrısında bulundu: “Bir şey olursa hesabını vereceksiniz! Bu barışçıl ve gelişmekte olan ülkeyi rezil etmeyin!”

“Belarusya eğer seçimleri tekrarlamayı kabul ederse ölür,” diyen Lukaşenko şu ifadeleri kullandı: “NATO yönetimi bizi yeni seçimler yapmaya çağırıyor. Eğer onların yoluna gidersek devletimiz ölecektir.”

Lukaşenko, seçimlerde hile iddialarını da yalanladı: “Yüzde 80’den fazla sonuç aldığımız seçimlerde hile olamaz.”

Lukaşenko koltuğa yapışmadığını da söyledi: “Çeyrek asır; bütün gençliğimi, en güzel yıllarımı size ve vatanıma hizmete verdim. … Onlar [muhalefet] bana ‘Defol!’ diye bağırıyorlar. Hiç mesele değil! Hiç mesele değil! Başkanlar gelirler ve giderler. …  Nedir? Yarın burada kimi bekleyeceğiz? Yarın kimin karnını doyuracağız?”

Lukaşenko, ölse bile ülkeyi vermeyeceklerini de vurguladı: “Sizinle birlikte, her tür zorluğu aşarak, her yetersizliğe rağmen güzeller güzeli bir ülke inşa ettik. Onu kime vermeye karar verdiniz? Eğer biri ülkeyi teslim etmek isterse, ölmüş olsam bile size izin vermem.”

Lukaşenko “sert bir siyaset” güttüğünü de itiraf etti: “Evet, benim siyasetim kimilerinin hoşuna gitmeyebilir. Ama bu iktidarı onayladık, anayasayı kabul ettik. Benden düzen getirmemi istediniz, ben de getirdim. Oligarksız bir düzen istediniz. Hani, neredeler? Minsk sokaklarını haydutlardan temizlememi istediniz. Ben de bunu yaptım.”

Lukaşenko ayrıca, batılı ülkelerin Belarus sınırlarında askeri varlıklarını artırdıklarını da söyledi: “Tankları ve uçakları sınırımızdan on beş dakikalık mesafede.”

Lukaşenko, yönetimi boyunca Belarusların bağımsız ve egemen bir devlet kurduklarını vurguladı: "Benden, benim gibi tamamen tecrübesiz genç bir adamdan, halkı uçurumun kıyısından almamı istediniz. Bunu yaptık, önceki kuşaklardan milyonlarca insanın hayal ettiklerini yaptık.”

Lukaşenko, “yabancı kukla oynatıcıların Belarus sınırlarının Minsk’e kadar daraltılmasını istediklerini” söyledi: “Bu olmayacak. Hepimiz Bretsk kalesi olacağız. Ülkeyi teslim etmeyeceğiz.”

 

Hazal Yalın. Çoğunluğu klasik Rus edebiyatından kırktan fazla çevirisi var. Aralarında Tolstoy, Dostoyevski, Saltıkov-Şçedrin, Gogol, Turgenyev, Puşkin, Zamyatin, Kuprin, Gonçarov, Leskov, Grin, Zoşçenko, Strugatski Kardeşler gibi yazarların bulunduğu çeviriler, Kitap, İthaki, Helikopter, Remzi gibi yayınevlerinde yayınlanıyor. @Hazal_Yalin