SAAF- İran’ın Türkiye ve Kürt meselesi uzmanlarından Muhammed Hadi, PKK’nın ateşkes ilanını ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tutumunu analiz eden “İmralı: PKK Komuta Merkezi” başlıklı yazısı sitemizde yayınlandıktan sonra birçok basın kuruluğunun gündemine girdi.
Başta Sabah ve Vatan gazeteleri olmak üzere birçok yayın kuruluşu, yazının ana temasını atlayarak, yazarın Türk basınından derlediği İmralı Cezaevi’ndeki güvenlik durumu ilgili bilgilerde “derin istihbarat” bağlantıları aradı.
Yazarın İmralı’daki güvenlik durumuna ilişkin bilgileri verdikten sonra “Türkiye basınında Abdullah Öcalan’la ve onun kaldığı İmralı Cezaeviyle ilgili yayınlanan bu bilgilerden anlaşılmaktadır ki…” diyerek yazısında bahis konusu ettiği bilgilerin kaynağını açıkça ortaya koymasına rağmen, istihbarat, komplo teorileri ve sansasyon meraklısı basınımızın söz konusu yazıya bu merakları tahrik edici bir perspektifle yaklaşması, yazının asıl tartışılması gereken kısmının perdelenmesine sebep oldu.
Türk basınından derlediği bilgilerle İmralı’daki yoğun denetimi ve izolasyona dikkat çeken yazar, bu cezaevi şartları altındaki bir mahkumun, nasıl olup da avukatları aracılığıyla bazen savaş, bazen ateşkes ilan ederek İmralı Cezaevini örgütün komuta merkezi gibi kullanabildiğine; buranın örgütün komuta merkezi gibi kullanılmasının Genelkurmay’a rağmen olup olmadığına ve Genel Kurmay’ın savaş ve ateşkes ilanları karşısındaki tutumunun nasıl algılandığına ve bu konularda başka hangi muhtemel değerlendirmelerin yapılabileceğine ilişkin analizler yapmıştı.
Yazarın yaptığı değerlendirmelere katılıp katılmamak ayrı bir sorun olmakla birlikte gündeme getirdiği soruları tartışmaya değer bulduğumuz için söz konusu yazıya sitemizde yer vermiştik. Önceki yazısını “Şimdi, ordunun İmralı’dan göndereceği mesajın ne olacağını beklemek durumundayız” cümlesiyle bitiren yazar, Öcalan’ın avukatları aracılığıyla 27 Ekim’de verdiği mesajı ateşkes sonrası verilmiş yeni bir mesaj diye değerlendirerek yeni bir yazı kaleme aldı.
Muhammed Hadi’nin bu yazısını da İran’dan yayın yapan Baztab sitesinden Alptekin Dursunoğlu çevirdi.
PKK komuta merkezinin ateşkes sonrası mesajı
Hepimiz, PKK’nın İmralı’daki komuta merkezinden göndereceği bir sonraki mesajın ne olacağını bekliyorduk. Böylece ülkedeki muhtelif kesimlere verilen bir aylık süre sonunda konuyu analiz edebilecektik. 27.10.2006 tarihinde PKK komutanlığına avukatlarıyla görüşme yapması ve bir sonraki mesajını iletmesi için izin verildi.[1]
Abdullah Öcalan, (ordunun) asıl mesajını anlayabilmemiz için ateşkesle ilgili olarak şu üç noktayı vurguluyor. Öcalan’ın mesajını aşağıya alıntılıyoruz.
1- "Operasyonlarla imha amaçlı üzerlerine giderlerse, doğal olarak savunma hakkı doğar.
2- Eğer bu şans da kullanılamazsa, zaten her şeyin bir sınırı vardır, ben ancak beş-altı ay bu ateşkes üzerinde etkili olabilirim. Ondan sonra etkili olmak istesem de olamam. Çünkü bu süreç de değerlendirilmezse ne PKK beni dinler artık, ne de ben bir şey yapabilirim. Bu son şanstır. Önümüzdeki Mayıs'a kadar, çözüme yönelik adım atılması gerekir. Eğer çözüm için adım atılmazsa önümüzdeki altı aylık sürenin sonunda süreç değişecektir.
3- Onlarca Belediye kazansan da on-on beş milletvekili meclise koyarsan neye yarar, bir şey değiştirmedikten sonra. Çünkü senin kimliğin tanınmadığı müddetçe belediye başkanı, milletvekili olmak çok önemli değil.
Birinci madde, militanlarla ilgilidir. O, kendilerini savunabilirler diye emir buyuruyor! Halbuki ordu da PKK güçlerini temizlemek için ülke içindeki operasyonlarını sürdürüyor. PKK’nın verdiği rakamlara göre geçen bir ay içinde (yani ateşkesin ilan edildiği Ekim başlarından itibaren) PKK’dan 8, Türk ordusundan da 12 kişi ölmüş.
İkinci maddede, devlete verilen süre belirleniyor. Yani kışın son ayına kadar PKK’nın istekleri doğrultusunda adım atılmazsa tıpkı geçmiş yıllarda olduğu gibi, saldırılar tekrar başlayacaktır. Bu mesaj, “PKK’nın ateşkesi taktik gereğidir, bu şekilde kışın güçlerini yenilemekte ve yazın silahlı saldırılarını tekrar başlatmak için hazırlık yapmaktadırlar” diyenlerin görüşünü teyit eder niteliktedir.
Üçüncü mesaj ise PKK’nın Türkiye içinde Demokratik Toplum Partisi (DTP) adıyla faaliyet gösteren siyasi kadrolarına yöneliktir. Bu mesaj, kimliğin tanınmasının en önemli mesele olduğunu ve bu yönde hareket edilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır.
Bu mesajlar, bu mülakatı verenlerin ulaşmak istedikleri hangi hedefleri göstermektedir?
Genel bir bakışla bu üç mesajı şöyle değerlendirebiliriz:
-Meşru savunma: Yani savaş ortamını sıcak tutma.
-Ateşkes süresi: Yani hükümete baskı.
-Kimliğin tanınması: Yani Kürt meselesinin resmen tanınması.
Bir cümleyle: Yani eğer ben istersem başkalarının PKK ile hesaplaşmasına izin vermem. (Sonuç itibariyle şu sonuca varılabilir: Ordu, meselenin asli muhatabı benim ve her şey benim kontrolüm altındadır.)
Genel itibariyle bu mesajın daha çok hükümete yönelik olduğu söylenebilir. Meselenin sivil yollarla halledilmesi doğrultusunda çözülmesini isteyen ABD ve AB baskıları altındaki hükümetin, orta vadede bazı demokratik haklar tanıması ve bazı gerekli yasal değişiklikleri yapması mümkündür. Hükümet bu yönde adımlar atılması durumunda şiddetin büyük ölçüde azalacağını iddia etmektedir. Öte yandan da bu adımların sayesinde 2007 seçimlerine kadar ülkede çatışmadan uzak ve sakin bir ortam oluşacağına inanmaktadır.
Fakat askeri kesimin, ABD ve AB’nin Kürt meselesiyle ilgili son dönemlerdeki politikalarından razı olmadığı gözüküyor. Bununla birlikte askerler, ABD’ye karşı açıkça tavır almıyor; ama AB taleplerine karşı duydukları rahatsızlıkları dile getiriyorlar.
Askerler, 8 Kasım’da yayınlanacak İlerleme Raporunda ordunun siyasetteki rolünün eleştirileceğine inanmaktadırlar. Bundan dolayı da AB’ye karşı çok daha sert bir tutum takınıyorlar. Bu çerçevede, ordu ile hükümet arasındaki gerginlik yükselecek gibi gözükmektedir.
Sonuç olarak ordu, iç ve uluslar arası kamuoyu nezdinde kendine PKK sorununu halledebilecek makbul bir sima oluşturmak istemektedir. Bu çerçevede de örgütün silah bırakmasını ve Silahlı Kuvvetlere teslim olmasını istemektedir. Bunun gerçekleşmesi durumunda ordunun kamuoyu nezdindeki konumu güçlenecektir.
Bu oyunu ordunun kazanması ve Erdoğan hükümetinin kaybetmesi durumunda onlar da ABD çizgisine girmeye mecbur olacak ve Kürtlere yaklaşma yönünde pratik adımlar atacaktır. Çünkü ABD’nin yeni Ortadoğu stratejisinde Türk ve Kürt ittifakı bir zarurettir ve bunlar ABD’nin bölgedeki en güvenilir müttefiklerindendir.
[1] http://www.firatnews.com/modules.php?name=News&file=article&sid=16167