Son gelişmeler, “yaklaşan tehlike” ve bazı hatırlatmalar

17 Ekim 2020

Rusya’nın en “derin” refleksi olarak dört başlık ileri sürmüştüm. Bunlar sırasıyla savaş tehlikesi, ani bir sefalet tehlikesi, devlet kapitalizmi ve toprak bütünlüğüdür.

Başta Rusya’da yönetici elit ve Rus milliyetçiliği üzerine yazım olmak üzere, birçok defa, Rusya’nın en “derin” refleksi olarak dört başlık ileri sürmüştüm. Bunlar sırasıyla savaş tehlikesi, ani bir sefalet (sosyal bir altüst oluş) tehlikesi, devlet kapitalizmi ve toprak bütünlüğüdür. 

İlk üçüne tekrar değinmeyeceğim; ancak sonuncusuyla ilgili, yayınlanmayı bekleyen bir çalışmamdan aşağıdaki bölümleri nakletmek isterim. 

Bununla birlikte, son dönemde yoğunlaşan, her birinde silahlı cihatçı militanların öldürüldüğü veya tutuklandığı, Kırım’daki, Volgograd’daki, Çeçenistan’daki FSB operasyonlarını ve bu operasyonların Rusya'nın Karadeniz ve Kafkaslara yakın güneyinde yoğunlaştığını hatırlatmak gerek. 

Bu hatırlatmaya, Dağlık Karabağ’a (Ankara tarafından inkâr edilmekle birlikte en son Putin’e varıncaya kadar Rusya’da hemen her kademede, belgeli ve teyitli olduğu bildirilerek dile getirilen) Azerbaycan’a Türkiye tarafından Suriye’deki çetelerden cihatçı turları “iddiasını” da eklemek isterim. 

Keza, bu hatırlatmaya, Ukrayna ile dün imzalanan anlaşmayı, Kırım’a dair “lisan-ı münasip”in dışına çıkarak yüksek perdeden açıklamaları ve Ukrayna’ya (belki de Biden familyasının Ukrayna’daki menfaatlerini dikkate alarak ve ABD seçimlerinde Biden’in kazanma ihtimaline güvenerek) silah satışlarının olası sonuçlarını da eklemek isterim. 

Bu üç kaygıya, Çeçenistan ve son dönemde de Kırım’la birlikte devletin varlığına yönelik köklü bir tehdit olarak algılanan, bölünme eğilimlerini eklemek gerek, zira ... başta Türkiye olmak üzere bu eğilimleri “kaşıyan” ülkelerle ilişkilerini de büyük ölçüde tayin ediyor. ... Kırım’la ilgili Rusya dışında söylenen her şeyin, atılan her adımın, Kırım’daki azınlıkları, özellikle Tatarları kaşımaya yönelik her girişimin Moskova’da gerçek bir tehdit olarak karşılandığını ve tam bir teyakkuz hali yaşandığını söylemeden bitirmek olmaz. 

Kırım’a yönelik her tür söylem, Rusya’yı provoke etme sonucunu doğurur (veya zaten bu amaçla söyleniyordur) ve bunlar, aslında hiç unutulmayıp sadece küllenen Çeçenistan hatıralarını canlandırır. Dahası, bu söylemler, Rusya yetkililerinin teyakkuzunu artırdığı ölçüde, Kırım halkına provokasyon olarak yansır (veya belki de zaten bu amaçla gündeme getirilir). 

Herhangi bir ülkenin toprak bütünlüğünü kaşımak tehlikelidir; bir komşunuzun toprak bütünlüğünü tartışmalı hale getirmek tehlikelidir; Rusya’nın toprak bütünlüğünü tartışmaya açmak daha da tehlikelidir. Eğer bunu yaparken ölçü kaçırılıyorsa, bu, ya dirayetsizliğe ve basiretsizliğe ya da (daha muhtemelen) bilinçli bir provokatif çabaya işaret eder ki, her ikisinin de her ülkede ve her komşu ülkede olduğu gibi, Rusya’da da sonuçları olur.

Provokasyon çabalarına girişenler, bunu belki samimiyetle, belki de kendi (adına âli denilen) şahsi menfaatleri için ve bedelini nasılsa kendilerinin değil geniş halk kesimlerinin ödeyeceğini düşünerek yapıyor olabilirler; ama bir başka ülkenin egemenliğini tehdit etmek her halükârda bedelini herkesin ödeyeceği bir tehlike yaratır. 

Kuşkusuz, Kırım’ın statüsü konusunda uluslararası hukuk kesin bir şey söylemiyor; bu, uluslararası hukukun yerini gücün aldığı örneklerden biri olarak da değerlendirilebilir; ama netice değişmez: bu durumu lisan-ı münasiple ifade etmek başka bir şeydir, egemenlik ve toprak bütünlüğünü her şeyin üzerine koyan bir ülkeye yönelik tehdit amacıyla kullanmak tamamen başka bir şey.