YDH- Lübnan’da yayımlanan Al-Khandak gazetesi, YDH Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu ile Türkiye Rusya ilişkileri konusunda bir söyleşi yaptı.
“Şam’dan Kiev’e kadar Türkiye Rusya rekabeti” başlığıyla yayımlanan söyleşinin Türkçesini yayımlıyoruz.
***
1- Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkinin bugünkü gerçekliği nedir? Biden’ın iktidara gelmesi Ankara ile Moskova arasında bir yakınlaşmaya yol açabilir mi?
2- Moskova ile Ankara arasındaki ilişkilerin ortak noktası nedir: Ekonomi veya gaz mı? Karadeniz'de ve Doğu Akdeniz'de Güvenlik mi? Balkanlar ve Kafkasya'daki ortaklık ve siyasi uyum mu? İki ülke için bu noktalardan hangisine daha fazla öncelik veriyorsunuz ve neden?
3- Ukrayna ve Moskova krizi konusunda Türkiye'nin perspektifi nedir?
4- Rusya Dışişleri Bakanlığı Ankara'yı Ukrayna konusunda neden tehdit etti?
5- Rusya ile Türkiye arasındaki Karadeniz krizi Suriye'ye ve Ortadoğu'daki genel Türk politikasına nasıl yansır?
Soğuk Savaş döneminde Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerde karşılıklı olarak güvensizlik hakimdi. Türkiye, NATO üyeliğini Rusya tehdidiyle açıklıyordu. Rusya ise Türkiye’nin NATO üyeliğini kendisine yönelik bir tehdit olarak görüyordu.
Sovyetlerin yıkılmasından sonra karşılıklı tehditlerin yerine aşamalı olarak ticari işbirliği almaya başladı. 1992 yılında 700 milyon dolar civarında olan ticaret hacmi, 2000 yılında 4.5 milyar dolara, 2013 yılında ise 32 milyar dolara yükseldi.
Türk yetkililer, korona salgını sebebiyle 2020 yılında 26 milyar dolara gerileyen ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkarma hedefinden bahsediyor.
Türkiye ve Rusya 2011’den beri örneğin Suriye ve Libya gibi bölgesel meselelerde farklı, hatta zıt pozisyonlarda oldu. Ama bu iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerde fark yaratacak bir etki yapmadı.
Bunun sebeplerini biraz sonra açıklayacağım; ancak Türkiye ile Rusya’nın zıt taraflarda olduğu dönemlerde bile nasıl bir ekonomik ilişkiye sahip olduğunu anlamak için aşağıdaki rakamlara dikkat edelim.
Örneğin Suriye krizinin başladığı 2011 yılında 29 milyar dolar olan ticaret hacmi, 2014 yılında 31 milyar dolara yükseldi.
2015 yılında Türkiye, Suriye konusunda Rusya ile o kadar zıtlaştı ki 24 Kasım 2015’te bir Rus uçağını dahi düşürdü. Bu olaydan sonra ticaret hacmi 2016’da 17 milyar dolara kadar düştü; ama Türkiye’nin özür dilemesinden sonra 2017 yılında 22 milyara, 2019’da ise yeniden 26 milyar dolara yükseldi.
Çoğu kimse devletler arasındaki karşılıklı bağımlılığı dikkate almadan devletlerin sadece bölgesel meselelerdeki ittifak veya ihtilaflarından sonuçlar çıkarmaya çalışıyor ve doğal olarak da yanlış değerlendirmeler yapıyor.
Örneğin 2016 yılının Aralık ayına kadar Türkiye Astana sürecinin bir parçası değildi ve Suriye’de Rusya ile tam zıt konumdaydı.
İran ise Suriye’de hem siyasi hem de askeri olarak başından beri Rusya’yla aynı safta yer alıyordu. Ancak Moskova, müttefikleri olan hem Şam’ın hem de Tahran’ın karşı çıkmasına rağmen Türkiye’nin Suriye topraklarına girmesine izin verdi.
Türkiye, Rusya’nın uçağını düşürdükten sonra S-400’lerin korkusundan dolayı kendi hava sahasında bile uçağını uçuramıyordu. Ancak Ankara özür diledikten ve Moskova da bunu kabul ettikten sonra Türkiye, 26 Ağustos 2016’da ‘Fırat Kalkanı Operasyonu’ ile Suriye topraklarına girdi. ‘Fırat Kalkanı’ndan sonra ‘Zeytin Dalı’, daha sonra da ‘Barış Pınarı’ operasyonları Rusya ve Amerika ile istişare edilerek yapıldı.
Öte yandan Rusya, İsrail rejiminin hatta bir Rus uçağının düşürülmesine sebep olmasına rağmen Suriye’ye sürekli olarak saldırmasına izin veriyor veya en azından seyirci kalıyor.
İsrail rejimi de Suriye’de İran hedeflerini vurduğunu açıkça dile getiriyor. Yani Rusya ‘müttefiki’ olan Suriye’nin topraklarını Türkiye’ye veriyor. ‘Müttefiki’ olan İran ve Suriye’nin askeri mevzilerinin de İsrail rejimi tarafından bombalamasına göz yumuyor.
Peki neden? Rusya’nın 2019’da İsrail rejimi ile 3 milyar dolarlık, İran’la ise 1.6 milyar dolarlık ticaret hacmine sahip olması bu sorunun cevabına ışık tutuyor.
Yani Suriye’de aynı tarafta olmak müttefik olmak anlamına gelmiyor; karşıt tarafta olmak ise ortaklığı engellemiyor.
Öte yandan şunu da belirtmek gerekiyor: Türkiye ile Rusya ticaret hacminde denge çok büyük bir farkla Rusya’nın lehine.
Son 10 yıla ilişkin şu iki örnek çok dikkat çekici. Ticaret hacminin en yüksek olduğu yıl olan 2013’te Türkiye’nin Rusya’ya ihracatı 6.9 milyar dolar, Rusya’nın Türkiye’ye ihracatı ise 25 milyar dolar. Yani Rusya, açısından 18 milyar dolarlık bir avantaj söz konusu.
2016 yılında Rus uçağının düşürülmesinden dolayı 17 milyar dolara gerileyen ticaret hacminde de Türkiye, Rusya’ya 2 milyar dolarlık, Rusya da Türkiye’ye 15 milyar dolarlık ihracat yaptı.
Rusya’nın bir önceki yıl olan 2015’te Türkiye’ye 23.9 milyar dolarlık ihracat yaptığı dikkate alınırsa, Moskova’nın Ankara’nın özür dilemesini neden hemen kabul ettiği de anlaşılmış olur.
Çünkü Moskova’nın uçak meselesinden dolayı Ankara’yı cezalandırması, Rusya’ya yaklaşık 8 milyar dolara mal oldu.
Ekonomik ilişkilere dair bu genel tablo, “Türkiye Rusya ilişkilerinin gerçekliğinin ne olduğunu” bize anlatıyor. Rusya açısından Türkiye ile ilişkilerin gerçekliği şöyle özetlenebilir:
1- Rusya Türkiye’yi çok karlı bir pazar olarak görüyor.
2- Rusya, askeri konularda Türkiye’yle ilişkilerini güçlendirerek Türkiye’nin Amerika ile ilişkilerini bozmayı hedefliyor. Türkiye’nin Rusya’dan S-400 füzeleri alması yüzünden Amerika ile ilişkilerinin bozulması buna örnek.
3- Rusya, başkasının kesesinden verdiği jeopolitik rüşvetlerle, Türkiye’nin yapıcı roller oynamasını sağlamaya çalışıyor.
Örneğin Türkiye, Amerika liderliğindeki ‘Suriye’nin Dostları Grubu’nun içindeyken silahlı gruplara ayrım gözetmeksizin destek veriyordu. Ama Astana sürecince katıldıktan sonra en azından siyaseten silahlı grupların bir kısmını ‘terörist’ olarak tanıdı. ‘Ilımlı’ gruplarla terörist grupları birbirinden ayırma ve ‘ılımlıları’ siyasi sürece katma rolü üstlendi.
Türkiye açısından Rusya ile ilişkilerinin gerçekliğini de şöyle özetleyebiliriz:
1- Türkiye, doğalgaz konusunda başka hiçbir ülkeye olmadığı kadar Rusya’ya bağımlı. Ticaret dengesinin büyük bir farkla Rusya lehine olmasının en önemli sebeplerinden biri de bu.
2- Petrol ve doğalgaz gibi doğal zenginlikleri olmayan Türkiye, boru hatlarının kendi topraklarından geçmesini sağlayarak hem doğu ve batı hem de kuzey ve güney yönünde bir enerji merkezi (energy hub) olmak istiyor. Bu konuda da Rusya’nın etkisini ve gücünü yanında görmek istiyor.
3- Suriye’de Amerikan yanlısı bir rejim yaratma projesinin bir parçası olan Türkiye, Halep’in kurtarılmasından sonra bu projenin çöktüğünü kabullendi. Çünkü Amerika 2014’te IŞİD sebebiyle Suriye’ye dayattıkları vekalet savaşının kontrolünü kaybettiğini anladı ve bu savaştan çekildi.
Rusya’nın sahaya inmesiyle birlikte Türkiye ve Suudiler de Amerika’yı yeniden savaşa döndürme konusunda başarısız oldu. Halep’in kurtarılması, Türkiye’nin tüm umutlarını kaybetmesine sebep oldu ve Ankara Rusya’ya yakınlaşarak Suriye oyununa dahil olmak için Astana sürecine girdi.
4- Türkiye, Rusya ve Amerika dengesini birbirine karşı kullanarak Suriye’de etkili olmayı hedefliyor. Örneğin İdlib’in teröristlerden kurtarılması söz konusu olduğu zaman Amerika’yı; Fırat’ın doğusu söz konusu olduğu zaman ise Rusya’yı yardıma çağırıyor.
Bu sayede İdlib’in ‘teröristan’ niteliğini kalıcı hale getirmeye, Suriye’nin Kürt bölgelerinden ise toprak kazanmaya çalışıyor.
Amerika ve Türkiye, Suriye’ye dayattıkları vekalet savaşını kaybedince ‘vekillerinin’ yanında sahaya girdiler. Türkiye, Amerika’ya Kürtleri kullandığı için karşı çıksa da aslında Suriye’de Amerika’dan farklı bir şey yapmıyor.
Çünkü ikisi de İdlib ile Fırat’ın doğusunun yeniden Suriye topraklarına katılmasının Suriye üzerindeki müdahalelerinin sonu olacağını bildikleri için birbirlerine dolaylı olarak destek de veriyorlar. James Jeffrey 1 Nisan 2021’de Türk basınına verdiği mülakatında bunu açıkça söyledi.
Trump, Amerika’nın makyajsız yüzüydü; bu yüz herkese iğrenç görünüyordu. Biden bu yüze yeni bir makyaj yapma iddiasında.
Ancak iki sebepten dolayı bu yüz makyaj tutmayacak. Birincisi Amerika’nın makyajsız yüzü İsrail rejimine hayal dahi edemeyeceği büyük kazanımlar armağan etti.
Suudi ekseninin İsrail rejiminin elini eteğini öpmek için birbiriyle yarışması, İran’ın ekonomik açıdan büyük baskı altına alınması, Suriye, Irak ve Lübnan’ın istikrarsızlaştırılması, Yemen’in paramparça edilmesi, Biden’ın feda etmek isteyeceği kazanımlar değil.
İkincisi ise Amerika’nın bölgede Biden’ın makyajına uyum sağlayacak müttefikleri yok. Bu yüzden evet Biden sözde Yemen savaşı veya Cemal Kaşıkçı meselelerinden dolayı Bin Selman’dan ve S-400’ler sebebiyle de Erdoğan’dan rahatsız.
Ancak Suriye’de Erdoğan’a ve bölge ülkelerinin İsrail rejimi için İran’a karşı seferber edilmesi için de Bin Selman’a ihtiyacı var.
Ankara, Biden’ın bu çaresizliğini ve onu nasıl ikna edebileceğini çok iyi biliyor ve bu yüzden Suudilere, Mısır’a ve İsrail rejimine yakınlaşmaya çalışıyor. Ancak bunları yaparken Rusya ve Amerika dengesini de ihmal etmiyor.
Örneğin S-400’lerden taviz vermeyeceğini ve ticaret hacmini 100 milyar dolara çıkarmak istediğini belirterek Rusya’ya güven vermeye çalışıyor.
Kanal İstanbul projesi ile Montrö Anlaşmasını iptal edip Amerika’yı Karadeniz’e taşıyabileceğini ima ederek ve Rusya’ya karşı Ukrayna’dan yana durarak da Amerika’ya göreve hazırım mesajı veriyor.
Türkiye’nin Amerika’ya mı yoksa Rusya’ya mı daha fazla yakınlaşacağı, taraflardan birinin Türkiye’nin bu denge oyununa ihtiyacı kalmadığında belli olacak. Taraflardan birinin bu oyuna son vermesinin ise Türkiye’ye çok pahalıya mal olacağı çok açık.
Türkiye, Soğuk Savaş dönemindeyken bile Orta Asya ve Kafkaslar üzerinde milli, dini ve kültürel bağları kullanarak nüfuz kurmaya hevesliydi.
Sovyetlerin dağılmasından sonra bu heves hayata geçirilmeye çalışıldı. Bu sadece Adalet ve Kalkınma Partisi ile ilgili bir heves değil. Türkiye’de daha önce içeride başörtüsü yasağı gibi çok sert laik politikalar uygulayan iktidarlar bile Fetullah Gülen grubunun Orta Asya ve Kafkaslarda okullar açmasını teşvik ettiler.
Fethullah Gülen grubu dini ve milliyetçiliği Amerikan çıkarları lehine istismar eden; ancak bir dini cemaatten çok istihbarat örgütü gibi hareket eden bir örgüttü.
Aslında bu Spykman’ın meşhur ‘rimland’ teorisini destekleyici bir girişimdi ve ‘Yeşil Kuşak’ adı verilen bu proje ile Müslüman halkların Amerikan çıkarları için geçmişte Sovyetlere ve bugün de Rusya’ya karşı seferber edilmesini öngörüyordu.
Türkiye de bu projeye etnik ve dini bağlarından dolayı liderlik edebileceğini düşünüyordu.
Mesela Soğuk Savaş sonrasında Türkiye’den en popüler slogan “Adriyatik’ten Çin Seddine kadar Türk dünyası” idi. Elbette böyle bir projenin hiçbir gerçekliği yoktu; ama bunun içeride kamuoyunu, dışarıda ise Amerika’yı heyecanlandırabileceği düşünülüyordu.
Ukrayna’nın etnik veya dini olarak Türkiye ile ortak hiçbir bağı yok. Ancak Türkiye’nin yukarıda özetlenen Rusya üzerinde nüfuz kurma hevesi, Ankara’yı her zaman Ukrayna yanlısı bir pozisyona sürüklüyor.
Aslında Türkiye’nin Ukrayna konusundaki tavrını, Ukrayna yanlısı olmaktan çok Rusya karşıtlığı ile açıklamak daha doğru gözüküyor.
Rusya’nın içinde veya çevresinde, Türkiye’ye veya Amerika’ya nüfuz alanı açabilecek herhangi bir gelişme Türkiye’nin ilgi odağı olmasına yetiyor.
Bu, Çeçenistan gibi halkı Müslüman bir bölge de olabiliyor, Gürcistan veya Ukrayna gibi Müslüman veya Türk olmayan yerler de olabiliyor. Türkiye, bu tür bölgelere dini veya kültürel ortaklılar değil, daha çok Rusya karşıtlığı ile ilgi duyuyor.
Rusya NATO’nun Karadeniz’e olan ilgisinden rahatsız oluyor. Ukrayna ve Kırım konusunu da doğrudan bir ulusal güvenlik meselesi olarak görüyor.
Kırım’daki olaylarla Türkiye’nin Montrö Anlaşmasından çekilmesi konusu eş zamanlı olarak gündeme geldi.
22 Haziran 1936 tarihli Montrö Anlaşması İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının hukuki durumunu belirleyen ve bir anlamda Amerika’nın Karadeniz’e geçişini sınırlandıran bir anlaşma.
Adalet ve Kalkınma Partisi, İstanbul’un Avrupa yakasında Marmara Denizini Karadeniz’e bağlayan bir kanal açmak istiyor.
Montrö Anlaşması Boğazlardan Karadeniz’e gidişi düzenleyen bir anlaşma olduğu için Amerikan savaş gemilerinin herhangi bir sınırlama olmaksızın bu kanaldan geçerek Karadeniz’e gidebileceği, dolayısıyla da Montrö Anlaşmasının anlamını yitireceği söyleniyor.
Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yakın zamanda bir kararname ile Türkiye’nin daha önce imzaladığı bir uluslararası sözleşmeden çekilmesi de Montrö sözleşmesini farklı bir şekilde yeniden gündeme getirdi.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Türkiye’nin bir kararname ile Montrö sözleşmesinden tek taraflı bir şekilde çekilebileceğini söylemesi de Rusya’nın endişesini arttırdı.
Türkiye’nin Ukrayna’ya silahlı insansız uçaklar satması ve Amerika’nın iki savaş gemisinin Karadeniz’e geçmek için Ankara ile temaslarda bulunması ise Rusya’nın sabrını taşırdı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 11 Nisan’da İstanbul’da Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’yi kabul etti.
Türkiye’nin “Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini güçlü biçimde savunduğunu” söyledi. “Kırım'ın ilhakını tanımama yönündeki prensip kararını” vurguladı ve “Ukrayna’ya her türlü desteği vermeye hazırız” dedi.
Bundan bir gün sonra da Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Ukrayna’ya silah sevkiyatı yapılmaması gerektiğini belirterek Türkiye’ye “Ateşe körükle gitmeyin” uyarısında bulunduklarını açıkladı.
Türkiye’nin Suriye’deki askeri varlığı Amerika’ya, Amerika’nın varlığı da Türkiye’ye gerekçe oluşturuyor.
Rusya, hem Suriyeli Kürtlerle kurmak istediği ilişkiden hem de Amerika ile doğrudan bir çatışmaya girmek istemeyeceğinden dolayı muhtemelen Fırat’ın doğusu için askeri seçeneği düşünmüyor.
Ancak İdlib Amerika ve Türkiye de dahil olmak üzere tüm dünyanın terörist kabul ettiği örgütlerin kontrolünde.
Rusya, 2018’de İdlib’e yönelik geniş çaplı operasyonu iptal etti. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan, Wall Street Journal gazetesine bir yazı yazarak Amerika’yı müdahaleye çağırmış ve Amerika da kimyasal silah bahanesiyle Suriye’ye saldırı tehdidinde bulunmuştu.
Suriye ordusu ve müttefiklerinin İdlib operasyonu, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında yapılan Soçi anlaşmasından dolayı 2018’den beri askıda bekliyor.
Eğer Rusya, Türkiye’nin Ukrayna konusundaki tavrına ve Amerika’nın Karadeniz’e girişini kolaylaştırmasına Suriye üzerinden bir cevap vermek isterse bu cevabın adresi İdlib olabilir.
Böylesi bir senaryoda Türkiye, yine Amerika’yı müdahaleye çağırabilir veya İdlib’i Ukrayna’dan daha önemli görüyorsa Ukrayna konusunda geri adım atabilir.
Birinci ihtimal doğrultusundaki bir savaş senaryosu, kısa vadede İdlib’in uzun vadede ise Fırat’ın doğusunun Suriye’ye dönüşünü hızlandırabilir.
İkinci ihtimal, ise İdlib ile Fırat’ın doğusunun yarattığı denklemin mevcut haliyle süreceğinin habercisi olur.