Lavrov’un dünkü (14 Ocak 2022) basın toplantısında sorulara verdiği cevapların eksiksize yakın çevirisinin son bölümünü de YDH’da sunuyorum.
Bu defa, Rusya’nın yurtdışındaki Ruslarla ilişkileri, keza (aslında genellikle ve çoğu zaman bilinçli şekilde yanlış bilinen) Rusya ve Belarus arasında Birlik Devleti anlaşması üzerine soru ve cevabı çevirmedim. Bu, ayrı bir yazıyı hak ediyor.
İran’ın mükleer programı konusunda ben daha iyimser bir tutum taşıyorum. Burada gerçek bir ilerleme, İran ve ABD arasında somut endişeleri tanıma, bu endişelerin ortak bir pakette nasıl ele alınabileceğini bilme arzusu var. Bu ancak “İran pazarlığının” kendisi gibi bir paket çözüm olabilir. Ortak ve kapsamlı eylem planı bir paket çözümdü. Viyana’da şu anda tecrübeli görüşmeciler bulunuyor. Bunlar, bu görüşme malzemesinin en ince ayrıntılarına kadar girdiler ve iyi bir gelişme yakaladılar. Mutabakata varılacağını düşünüyoruz. Bunun için hem İranlı ortaklarımızın azami düzeyde realist olması, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile işbirliği yapmaları, hem de bu görüşme sürecinin batılı katılımcılarının medyaya, kamuoyuna periyodik olarak İran eleştirileri ve İran’dan taleplerle ilgili inisiyatifler atarak psikolojik bir gerginlik yaratmaya çalışmamaları önem taşıyor. Bu noktada “dingin bir diplomasi” gerekli ve bu, tekrar ediyorum, işliyor. Batı, İran’ın füze programına (ortak kapsamlı eylem planında [OKEP] bu yoktu) ve bölgedeki “davranışlarına” kısıtlamalar getirilmesini kapsayan nükleer programını yenilemesi şartlarını ileri sürdüğündeki durum tanrıya şükür aşıldı. Biz [bu şartlara] kategorik olarak karşıydık. Böyle bir yaklaşımın galip gelmesi sahtekârlık olurdu. Burada mevzubahis olan, BM Güvenlik Konseyi’nde, imzalandığı şekliyle onaylanan OKEP. D. Trump yönetimi bu anlaşmadan çıktı, anlaşmayı mutabık kalındığı gibi tam kapsamlı olarak istisnasız, ilavesiz ayağa kaldırmak gerek. Neticede yaklaşımın bu olacağında anlaşıldı.
Füze programına, bölgedeki davranışlara gelince, bizim tutumumuz şu: Bütün bölge ülkeleri ve bölge dışı ülkelerin birbirlerinden bir dolu şikâyetleri var. İran’ın Arap komşularından var, Arap komşularının İran’dan var. Batının, ABD’nin, Avrupa ülkelerinin de İran’ın neyle iştigal ettiği hususunda soruları var. Her birinin kendi sınırları dışında menfaati bulunan, Suriye, Libya, Cibuti, Yemen’deki hadiseler üzerinde gerçek bir etkiye sahip ülkeler var. ... OKEP üzerine çalışmanın bu planı yeniden tesis etmek görevi çerçevesinin dışına çıkmaması gerektiğini ısrarla tavsiye ettik. Bölge ülkelerini ve onların bölge dışı meslektaşlarını çok daha geniş bir planda endişelendiren başka problemlerde olduğunu kabul ettiğimizi, İran’ın da kabul ettiğini söyledik. Bu problemleri İran Körfezi’nde ve daha geniş bir alanda güvenlik konferansı toplantısı çerçevesinde tartışalım. Herhalde Körfez’den daha geniş bir alanda olmalı. Yemen, Irak, bütün bunlar birbiriyle ilişkili. İranlılarla Arapları birleştiren, tartışmaların öznesi olarak İran’ın konulmayacağı, tarafların her birinin kendi endişelerini masanın üzerine koyacakları bir konferans. Füzeler sadece İran’da değil. Arapların füze üretimi de gelişiyor. Yemen, Suriye, Irak konusunda, diğer ülkeler arasında şöyle veya böyle çelişkilere yol açan pek çok başka ve sıcak nokta konusunda endişeler var. Bizim konseptimiz bu. ... Geçen güz, potansiyel katılımcı ülkelerden siyaset bilimciler ve uzmanların katılımıyla bir bilimsel konferans düzenledik. Şu anda OKEP’in tekrar uygulamaya konması çalışmalarını tamamlama süreci devam ediyor. Bu inisiyatifin göz ardı edilemeyeceğini düşünüyoruz. İranlı meslektaşlarımızın da İran Körfezi ülkeleri için benzer teklifleri var. İranlılar pozisyonlarını Hürmüz inisiyatifiyle gösterdiler. Ama bizim konseptimiz daha geniş, çünkü İran Körfezi’ne kıyısı olan ülkeler grubu çerçevesinin dışına çıkmayı ve BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinin, Arap Devletleri Ligi’nin, Avrupa Birliği’nin katılımını öngörüyor.
KGAÖ’nün genişletilmesi konusu. KGAÖ tüzüğünde her şey yazılı. Katılmak isteyen bu taleple başvuruda bulunmalı. Son bir buçuk yıldır devlet başkanları, tüzükte değişiklikler getiren Protokol’ü imzaladılar; buna göre tam üyelerden başka ortak ve gözlemci müesseseleri kurulacak. Bu bilgi ilgili ülkelere gönderildi. KGAÖ ile ilişki kırmak için ilgi var. Bu sürecin nasıl geliştiğini de size anlatacağız. ...
[İranlı gazetecinin sorusu: İran Başkanı S. E. Reisi Rusya’yı ziyaret edecek. Ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin güçlendirilmeye devam edilmesi açısından bu ziyaretin önemine dair düşünceniz nedir?]
Bu çok önemli bir ziyaret. Temasları en yüksek seviyede yenileme zamanı geldi. Bizim İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkilerimiz geleneksel olarak sıkı ve düzenli; ancak bunlar da yeni koronavirüs enfeksiyonunun kurbanı oldular. Liderler telefonla görüştüler. Yüzyüze temas, birbirini görmeden yapılan konuşmadan çok daha yapıcı. İran yönetimindeki değişikliği dikkate alarak gündemlerimizin envanterini çıkarmak, hangi istikametlerde süreklilik sağladığımızı anlamak zaruri. İktisadi meselelerde ikili planda zengin bir gündem var. Ancak çok miktarda ortak proje olduğunda ayrıntılara daha fazla dikkat gösterilmesi zaruri. Hükümet çalışıyor. Enerji bakanları başkanlığındaki hükümetler arası komisyon da katkısını sunacak. Elbette, uluslararası siyasetle ilgili sorularımız var; hem OKEP, bütün olarak İran Körfezi’ndeki durum (bu hususta az önce yeterince ayrıntılı konuşmuş bulunuyoruz), BM’de ve başka uluslararası örgütlerde, bilhassa da Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü’nde ve diğer organlarda ortak çalışmamız. Bu noktada İran, uluslararası hukuk ilkelerini, evrensel (birileri tarafından dar çerçevede mutabık kalınan değil) anlaşmaları savunan ortaklığımızın bir parçası. Tahran, BM’nin merkezi rolünü savunuyor ve BM Şartının savunulması dostlar grubunun da katılımcısı. Bir dizi bölgesel meselede sıkı ilişkilerimiz var. Elbette, Suriye’de. Türkiyeli komşularımızla birlikte “Astana formatının” katılımcılarıyız. Bunu, 2018’de olduğu gibi, (yüzde yüz denk düşmeyen pozisyonlarda) nasıl birleşebileceğimizin ve bu üç ülkenin de Suriyelilerin siyasi bir süreç başlatmasına yardım edebilecekleri bir platformu pragmatik şekilde yaratabileceklerinin çok iyi bir örneği sayıyorum. Bu “Astana üçlüsü”, Soçi’deki Suriye Halkı Kongresi’nde, görüşmelerin çerçevesini çizen belgenin formülasyonuna yardım etti. “Üçlü” (kibarca söyleyeyim) bu aşamada yaklaşık bir yıl boyunca hiçbir şey yapmadan “uyuklayan” BM müzakerecilerini de harekete geçirdi. “Astana süreci” şu anda Cenevre’de problemsiz olmasa da yürüyen görüşmeleri teşvik etti. ...
[Soru: Son zamanlarda batıda yeni sosyal akımlar, bu kapsamda “yeni etik” hâkim hale geldi. Saygıdeğer bilim ve kültür insanlarının, fikir ve görüşleri güya bu “yeni etiğin” çerçevesine oturmadığı için “iptal kültürünün” kurbanları olduklarına tanıklık ettik. ABD’de bu süreç, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında zaten mevcut olan acılı bir kopuşla da çakıştı. Bu tür akımlara nasıl yaklaşıyorsunuz?]
“Yeni etik” mi? Yeni bir “eskisi” de vardı? Ben orada yaşarken bundan her ne anlaşılıyor idiyse “eski etik” hâkimdi. İnsanı tanrının yarattığını kabul ediyorum. Hıristiyanlıktaki farklı akımlarda olduğu gibi bizde de, başka dünya dinlerinde, İslam’da, Yahudilik’te, Budizm’de vb. mevcut olan değerlerin aynısı var. Farklı inançlardan atalarımızın bu binlerce yıllık mirası, insanoğlunun bilgeliğini yoğunlaşmış bir surette yansıtıyor. Şimdi bunu sadece şüphe değil imha öznesi de kılmak tehlikeli. UNESCO ve diğer insani örgütler, geleneksel, klasik etikte yazılmış olan tüzüklerine kesin surette bağlı kalmalılar. ...
2021 aralığında Rusya Başkanı V. Putin, Yeni Delhi’yi ziyaret etti. ... Rusya Başkanı V. Putin ve Hindistan Başbakanı N. Modi, yararlı görüşmeler gerçekleştirdiler. İlişkilerimize yüksek değer biçiyoruz. Bunların hususen ayrıcalıklı stratejik ortaklık olarak anılması boşuna değil. Bunu eksiksiz geliştireceğiz.
Rusya-Hindistan-Çin (RHK) üçlüsü de var. ... RHK hakkında pek az konuşuluyor, oysa bu epey etkili bir organ. Dışişleri bakanları, RHK’nın kurulduğundan beri neredeyse 20 defa bir araya geldiler. ... Rusya, Hindistan ve Çin, BRICKS ve Şanghay İşbirliği Örgütü katılımcıları. 1 Ocak’tan başlayarak üç ülke bir arada iki yıl boyunca BM Güvenlik Konseyi üyesi olacaklar. ... Hindistan ve Çin arasında güvenlik de dâhil pek çok meselede doğrudan diyalog var. Hindistan ve Çin arasında bir stratejik ortaklık deklarasyonu var. Eğer RHK, güven atmosferinin güçlenmesinde yararlı olabilirse, aktif olarak destekleyeceğiz. ...
[Irak’la aramızda] Eski bir dostluk tarihimiz var. Şu anda ekonomik ilişkiler de iyi. Şirketlerimiz Irak’ta çalışıyorlar. Onlar için elverişli şartlar yaratılmış olmasından ötürü müteşekkiriz. Irak ne kadar istikrarlı olursa biz de ikili ilişkilerin gelişmesinden o kadar emin oluruz. Iraklı dostlarımızın barış içinde yaşamasını istiyoruz. ...
Suriye’de Kürt meselesi, tam teşekküllü görüşmelerin yolundaki engellerden biri. Anayasa Komitesi’nde Kürtler var, ama bunlar bütün Kürt organlarını temsil etmiyorlar. Anayasa sürecinin dışında kalanların bir kısmı ABD’nin, bir kısmı da Türkiyeli komşuların oryantasyonunda. Eski ABD Başkanı D. Trump, ABD birliklerinin Irak’tan çıkacağını duyurduğunda, Suriye Demokratik Güçleri de derhal Şam’la diyalog tesis edilmesi ricasıyla bize başvurdular. ABD fikrini değiştirir değiştirmez bu istek de kayboldu. Tabii, hayat. Kürt siyasetçileri daha geniş ufuklu olmalı. Perspektifleri görmek gerek. Suriye’nin kaderini belirleyecek olanın Amerikalılar olmadığına kuşku yok. Onlar da dünyanın diğer ülkeleri gibi Suriye Arap Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğüne bağlılıklarını eskiden olduğu gibi teyit ediyorlar. Ama aslında Fırat’ın doğusunda ayrılıkçı eğilimleri “kabartıyorlar”.
Sayın İ. Ahmed ve onun meslektaşları da dâhil bizim temaslarımız, Kürtlerin Suriye devletinde hangi şartlarda yaşayacakları üzerine Şam’la ciddi bir görüşmenin başlatılması zaruretini kendilerine izah etmeyi hedefliyor. Bu hususta Suriye hükümetinde bir tahdit var. Önceki safhalarda Kürtlerin hükümet karşıtı bir tutum takındığını unutmadılar. Ama diplomasi de geçmişin üstesinden gelip geleceğe yönelik ilişkiler kurmak demek. Irak’ın, Erbil’in, Kürt otonom bölgesinin tecrübesi burada gerekli. İki yıl önce Erbil ve Bağdat’a gittim. Temas kurma eğilimini aktif şekilde destekledim. Irak ve Suriye Kürtlerinde bunlar var. Irak Kürtlerinin kendi tecrübelerini Suriyeli kardeşlerine daha aktif şekilde aktarmaları gerek.
Seçimlerden sonra Irak’taki durumun nasıl değerlendirildiği hususunda, bunun kararını vermek Irak halkına düşer. Bugün değindiğimiz konunun bir veçhesi var; İran Körfezi’nde ve daha geniş bir bölgede güvenlik. Amerikalıların bugün sadece Suriye’yi değil Irak’ı da İranla ve onun çıkarlarıyla mücadele alanı yapmaya çalıştıklarını görüyoruz.
İlginç paralellikler. Irak topraklarında yabancı askerler bulunuyor. Kazakistan Başkanı K. Tokayev, KGAÖ’ne barış gücü göndermesi için başvuruda bulunduğunda, operasyonun en başında Washington’dan, Nursultan’ın neden bu Örgüt kuvvetlerini davet ettiğini açıklaması talepleri yükseldi. Üstelik Rusya, Kazakistan “teşekkürler” der denmez çıkmak zorundaydı. Kazakistan öyle dedi ve Rusya ile KGAÖ çıktılar. Peki Amerikalılar Irak’tan ne zaman çıkıyorlar? Iraklılar, onları çağırmamakla kalmadılar, Irak parlamentosu da onların eve dönme zamanlarının geldiğini karar altına aldı. Hani denir ya, en eşit olandan başka herkes eşit. Bu, batılı meslektaşlarımızın nasıl davrandıkları ve hangi tavırları gösterdikleri meselesiyle ilgili.
Yapılan seçimlerin bundan sonraki siyasi istikrarın bölge meselelerinin çözülmesine yardımcı olacağını ve bölge dışı ülkelerden hiçbirinin Irak’a ve komşularına kiminle işbirliği yapacakları tercihini dayatacaklarını umuyoruz. Bu da ittifak seçimi hürriyeti meselesiyle ilgili. Washington, Rusya’dan silah alınmamasından, İran’la veya başka bir ülkeyle görüşülmemesinden söz ettiğinde, bu doğrudan doğruya, sadece ittifak değil, elemanter ortak seçimi hürriyetine de tecavüz. ...
[Rusya’da batı yanlısı liberal medyanın koçbaşı Dojd’un sorusu: Geçen yılın sonunda batılı ortaklardan söz ederken “kamasutrayı” hatırladınız. Bu yılın başında ise ansızın “iktidarsızlıktan” söz etmeye başladınız. Yılbaşı tatilinde ne oldu?]
Bence hiçbir şey değişmedi. İktidarsızlık derken Avrupa Birliği hakkında konuşuyordum. Basın toplantısına Avrupa Birliği ile başladık, sonuna doğru da gene ondan söz ediyoruz. Avrupa Birliği’yle ne ölçüde müzakere edilebileceğinden, üzerinde anlaşılanları ne ölçüde yerinen getirebileceğinden söz ediyordum. Örnekler verdim. Avrupa Birliği’nin BM Genel Kurulu kararıyla Belgrad ve Piriştina arasında arabulucu yapılmasının üzerinden çok zaman geçmedi. 2013’te Kosova’da Sırp Belediyeler Birliği’nin kurulması üzerine bir belgede mutabık kalındı. Buna göre Sırplar, Kosova’nın kuzeyinde, kültürel, beşeri, dil, eğitim işlerinde, Sırbistan’la özel ilişkiler içinde ciddi özerklik haklarıyla donatılıyordu. Bu, Minsk mutabakatlarında Donetsk ve Lugansk Cumhuriyetleri için tanınan haklar toplamına benziyor. Avrupa Birliği, hem Kosova’da hem de Donbass’ta, “Normandiya formatında” Almanya ve Fransa tarafından temsil ediliyordu. Hem orada hem burada, onaylanan belgeler, tek taraflı olarak yerine getirilmemekte. Somut olarak, Kosova’da Piriştina tarafında, Minsk mutabakatlarında ise Kiev rejimi tarafından.
Ama, AB’nin, kuvvetlerini, yeteneğini ve çabasını koyduğu şeylerin gerçekleştirilmesini çalışması gereğine dair bütün dil dökmelerimize sıfır tepkide bulunuyorlar. Minsk mutabakatları konusunda, Rusya’nın, AB’nin o zamanki dışişleri ve güvenlik siyaseti yüksek temsilcisi F. Mogerini’nin koyduğu “beş ilkeyi” yerine getirmesi gerektiğini söylüyorlar: Avrupa Birliği ve Rusya ilişkiler, Rusya Minsk mutabakatlarını yerine getirdiğinde normalleşir. Burada mecazi olarak, bunun bir “siyasi şizofreni” olduğunu söylemek de mümkün. Çünkü Minsk mutabakatları Rusya ile ilgili değil; Kiev, Donetsk, Lugansk ile ilgili. Kiev’dekiler devamlı surette, muhtelif seviyelerde resmi olarak, bu cumhuriyetlerle konuşmayacaklarını söylüyorlar. Almanların ve Fransızların dikkatini buna çektiğimizde Fransızlar bize şöyle diyorlar: Minsk mutabakatlarında, Kiev’i bu insanlarla görüşmeye zorlayacak hiçbir şey yok.
Medyaya dönecek olursak, Kiev’de üç televizyon kanalı kapatıldığında Fransız meslektaşlarımıza başvurduk. Konuşma hürriyetinden yana olduklarını, ama bu televizyon kanallarının Ukrayna kanunlarına göre kapatıldığını söylediler. Bu yeterince ibretlik bir şey. Biz, AB’nin bağımsız bir rol oynamasını istiyoruz. Ukrayna ile ilgili bir başka örnek daha. 2014 şubatında V. Yanukoviç ile muhalefet arasındaki mutabakata garanti veren de AB idi. Muhalefet ise ertesi sabah bu mutabakatın “içine tükürdü”. Brüksel sustu; şimdi de kimileri bu darbeyi darbe değil “demokratik süreç” diye anmaya başlıyorlar.
Avrupa Birliği ile normal ilişkilerimiz olsun istiyoruz, bunları biz yıkmadık. Bunların yeniden kurulmasına ne kadar hazır olduğunu AB kendisi tespit etsin. Eğer bütün bunlar karşılıklı saygı temelinde her zaman söylediğimiz gibi bir menfaatler dengesi arayışı temelinde yapılacaksa, biz karşısında durmayız. ...
Topraklarımızda düzenli olarak tatbikatlar yapılıyor. Rusya Federasyonu’nun batısında tatbikatlar vardı, şimdi de ülkemizin doğu sınırında ani bir teftiş ilan edildi. Bunlar bizim kendi işlerimiz, kendi kararlarımız. Rusya sınırlarına askeri teçhizat, askeri kuvvet yığıldığında Amerikalılar on binlerce, Britanyalılar yüzlerce askerlerini, binlerce askeri araç gereçlerini sevk ediyorlar. Bu teçhizatın Baltık’ta, Polonya’da, Rusya Federasyonu topraklarındaki problemleri belli silah türleriyle doğrudan çözebilecek başka ülkelerde yığıldığını bilmemiz gerek. Gizli bir anlam aramaya kalkışmayacağım. Biz her zaman, Rusya Federasyonu’nun güvenliğine karşı ortaya çıkan tehditlere tepki gösteriyoruz.
Teklifleri bekliyoruz. Bize artısı eksisiyle bir haftada iletmeye söz verdiler. Ortaklarımızı, öncelikle de Amerikalıları, bunun bir menü değil paket olduğu hususunda uyardık. Bugün ittifakını seçme hürriyeti meselesiyle ilgili konuştuğumuz paketin ta kendisi. Bu unsuru, en yüksek seviyede onaylanmış bulunan, güvenliğin bölünmezliği ve kendi güvenliğini başkalarının güvenliği zararına güçlendirmenin kabul edilemezliği genel formülünden ayırmak mümkün değildir. Olan, neredeyse budur. Meslektaşlarımız önerilere koyuldular: Hadi güven tedbirlerini, silahlanmanın azaltılmasını görüşelim, şeffaf olalım, tatbikatlar konusunda birbirimizle konuşalım ve gösterelim. Birincisi, bu güncel olduğu bir sırada NATO bizim teklifimizi göz ardı etti. Neredeyse üç yıl önce Genelkurmayımız tarafından tatbikatların Rusya-NATO temas hattından mutabık kalınan bir mesafeye ötelenmesi hususunda anlaşma önerilmişti. İkincisi, aynı şekilde, Rusya ve NATO’nun savaş uçakları ve savaş gemileri için de azami yakınlaşma mesafesi üzerine mutabakat önerilmişti. Doğruca göz ardı edildi. Rusya Başkanı V. Putin’in karadan orta ve kısa menzilli füzelerin doğrulanma kaydıyla konuşlandırılmasına yönelik karşılıklı moratoryum inisiyatifi de göz ardı edildi.
Bugün, Cenevre’deki görüşmelerden sonra bu üç meselede de (tatbikatların ötelenmesi, ek tedbirlerin belirlenmesi, kazai olaylardan kaçınılması, orta ve kısa menzilli füzeler meselesi) konuşmaya hazırlar. Demek ki bizi göz ardı ettiklerinde ciddiye almamışlar. Eğer bunu şimdi yapmaya başlıyorlarsa, şükür. Sadece memnun oluruz. Ama bütün bunların anahtarının, NATO’nun doğuya genişlememesi garantisi olduğunu anlamalılar. Geri kalan her şey genel bir anlaşmaya uyacaktır, ama anlaşma bu şekilde olmalıdır. Amerikalılar NATO’yu işaret ediyor ve ABD’nin, konuştuğumuz konularda bizimle görüşmekten memnun olacağını, ne var ki Washington’un müttefikleri olduğunu söylüyorlar. Bence bu, durumun tam bir dürüstlükle serimlenmesi değil. Müttefikleri olmadan karar alamayacaklarını söylüyorlar. NATO, esas itibariyle Washington’a, sadece batının liderliği iddiasında bulunmanın vasıtası olarak, sadece bütün onları da kendi siyasetinin ve planlarının dümen suyunda tutmak için gerekli. ABD’nin müttefiklerinin menfaatlerini ne kadar hesaba kattığını, AUKUS meselesi gösteriyor. Fransa’nın, Anglosaksonların kulis arkası pazarlıklarına nasıl tepki gösterdiğini biliyorsunuz.
“Kuzey Akım 2” meselesi. Almanya da Birleşik Devletler’in müttefiki. Almanya’nın menfaatleri nasıl gözetiliyor? Büyük bir “gıcırtıyla”. Almanya, yaptırım getirilmemesi için yalvarmak zorunda kalıyor.
OKEP anlaşmasını da Amerikalılar müttefikleriyle danışmadan yıktılar. Müttefikler ancak bundan sonra, Amerika’nın haklı olduğunu, Rusya’nın bir şeyler yapması gerektiğini “şakımaya” başladılar. Açık semalar anlaşmasında kimse kimseyle danışmadı. Bu yüzden, ABD’nin burada lider rolü oynayamayacağına ilişkin ikna edici hiçbir gerekçe görmüyorum. ...
[Soru: Güvenlik garantisi talebi ne zaman ortaya çıktı? Hangi zamanlamayla? Zira Sovyetler Birliği zamanında bu tür talepler ileri sürülmüyordu.]
Her zaman vardı. Bu güvenlik talebi, 1990’larda, Sovyetler Birliği ortadan kalktıktan sonra, en yüksek seviyede kabul edilen siyasi yükümlülükler içinde formüle ediliyordu. Batılı meslektaşlarımız bu siyasi yükümlülükleri kötüye kullandılar ve yerine getirmediler. 2009’dagüvenlik garantilerinin siyasi yükümlülükten hukuki yükümlülüklere çevrilmesini istediğimizde ve bu yönde bir belge önerdiğimizde, bize şöyle dediler: Bu bizi ilgilendirmiyor, hukuki güvenlik garantileri sadece NATO üyeleri tarafından veriliyor. Tarihsel önem taşıyan bu 30 yıl boyunca, bundan sonra nasıl hareket etmemiz gerektiğine dair yeterince kavrayışa eriştik. Sözlerden, siyasi vaatlerden hiçbir şey çıkmıyor. Rusya Başkanı’nın dediği gibi, belgeleri sunduk ve NATO’nun genişlememesine ilişkin başlıca endişemizin hukuki bağlayıcılığı olmasında ısrar ediyoruz. Cevap olarak, bunun batıya uygun düşmediğine dair şu an süregiden tartışmaların dışında elle tutulur bir şey almayı umuyorum. Bize “kâğıt üzerinde” ne vereceklerine bakalım. Sonra, batılı meslektaşlarımızın Rusya Federasyonu ile ilişkilerde 1990’larda değil ama şimdi ne kadar samimi olduklarına karar vereceğiz.