Bugün, nükleer silahların ABD ve NATO tarafından on yıllardır defalarca kullanıldığını ve halen kullanılmakta olduğunu yazdım.
Bunun üzerine, seyreltilmiş uranyum içeren mühimmatın ve silahların silah sayılmadığını, bunların ağır metal olduğu için zırh delici olarak kullanıldığını belirten ve “bunlar tehlikeli olsa Amerikan askerlerine de zarar vereceği için bunların kullanılmış olamayacağını” öne süren inanılmaz naif yorumlarla karşılaştım.
Hatta birisi, “tükenmiş uranyum” dedi ki, insan yorum yapmakta bile güçlük çekiyor.
Aşağıda, Yemen’de Suudilerin İsrail yapımı bir nükleer bomba kullandıkları haberlerine hiç değinmeyeceğim. Ancak kısaca, önemli bir dizi makaleye dayanarak bütün bu tartışmaların muhtevasına bakmaya çalışacağım.
Evet, bu silahlar yasak değil. Ben de zaten bu silahların yasak olduğunu söylememiştim.
Yasak olmayışının birçok nedeni var. Bunların hepsi de tahmin edilebilir, hepsinin kapısı aynı yere çıkar: Bu silahlardan para kazananlar, onların yasaklanmasını istemiyorlar.
Aslında yasaklanmasına yönelik pek çok girişimde de bulunuldu; üstelik bunlardan biri Avrupa Parlamentosu’ndan gelmişti.
22 Mayıs 2008’de Avrupa Parlamentosu AB ve NATO ülkelerinden “seyreltilmiş uranyum içeren silahlarının kullanımına bir moratoryum getirmeleri ve küresel bir yasak için çabalarını iki katına çıkartmalarını” isteyen bir karar tasarısını kabul etmişti.
Yani uranyum silahlarının nükleer silah olarak kabul edilmesine ve yasaklamaya yönelik bir uzlaşı yok.
Ama bu tartışmanın tersi de doğrudur; bunlarının nükleer silah olmadığına dair uzlaşma da yok.
Uranyum silahları deyimini bilinçli olarak kullanıyorum, çünkü bu, genel bilimsel literatürden başka, BM Silahsızlanma Araştırmaları Enstitüsü’nün Disarmament Forum (2008 (3)) dergisinin de başlığı: Uranium Weapons.
Epeydir bu konu hakkında yazmayı planlıyordum ve başka kaynaklarla birlikte dergiyi de temin etmiştim; hiç beklemediğim bir vesileyle olsa bile hiç değilse birkaç yazısına değinmek gerek.
Makale sahiplerinden Avril McDonald’ın şu sözleri, meselenin hukuki çerçevesine değinen birçok yerde, bu silahların silah sayılamayacağına delil gösteriliyor:
“Seyreltilmiş uranyum” silahları zehirli ve radyoaktif olabilse veya yangın çıkarıcı veya zehirli etkiler gösterebilse bile bu; nükleer, radyolojik, zehirli, kimyasal veya yangın çıkarıcı silahların yasal tanımlarını karşıladıkları anlamına gelmez.”
Bu son derece zorlama bir yorum; öyle ki McDonald’ın diğer yazılarına ve ilişkilerine de bakmaya teşvik ediyor insanı (ama buna girişmeyeceğim). Çünkü bu mantığa göre, yaralamada kullanılan bir bıçağın da silah sayılamayacağını; çünkü yaralamak amacıyla üretilmediğini, yaralamanın sadece bir yan etki olduğunu iddia etmek mümkün. (Ne de olsa, bana karşı çıkışlardan birin de ileri sürüldüğü gibi, bunlar zırh delici olarak kullanılıyorlar, on yıllara yayılan ölümler ancak bir yan etki sayılabilir.)
Kaldı ki, Disarmament Forum’un aynı sayısında yer alan birçok başka makale, aslında durumun tam tersi olduğunu gösteriyor.
Dergideki en önemli makalelerden biri, Chris Busby’ye ait: “Uranyum silahları: Neden bütün bu patırtı?”
McDonald hukukçu, Bursby ise fizikçi. Makalesi, araştırma sonuçlarını özetliyor.
Busby, 1990’ların ortalarından beri seyreltilmiş uranyum silahları konusunda aktif çalışma yürüttüğünü belirtiyor. Bu çalışmalar, ABD’nin Irak’tan dönen askerlerini ve Irak halkını da kapsıyor.
Busby makalesinde, 2000’de Irak hastanelerinde yaptığı çalışmada, güneyde bombalanan alanlarda hâlâ uranyum bulunduğunu vurguluyor.
2001’de benzer bir araştırmayı Kosova’da yapmış ve örnekleri İngiltere’ye de götürmüş.
2001’de kesin olarak şu sonuçlara vardığını belirtiyor:
- Muharebe alanında kullanılan seyreltilmiş uranyumdan ortaya çıkan sağlığa ciddi radyolojik etkide bulunuyor;
- Bu bölgelerdeki hastalıklarda artış, uranyumla bağıntılı.
- Irak’ta uranyumdan ötürü kanser ve sakat doğum vakalarında kanıtlanabilir artışlar var.
- Seyreltilmiş uranyum parçacıkları havada uzun süre kalıyor ve kilometrelerce öteye ulaşabiliyor.
Busby, bu tarihten sonra yapılan bütün araştırmaların, “uranyumun sanılandan çok daha tehlikeli bir mutajen olduğunu gösterdiğini” vurguluyor.
Makalesinin sonucunda da bilimsel kanıtların hükümetler tarafından göz ardı edildiğini ima ediyor.
Dergide Dai Williams’ın makalesi de büyük önem taşıyor. Şu rakamlar oradan: 1991’de I. Körfez Savaşı’nda 286 ton, 1994-1995’te Bosna’da 3 ton, 1999’da Yugoslavya’da 11 ton, 2003’te Irak’ta 75 ton seyreltilmiş uranyum kullanıldı.
Williams, gelişmiş silahlar ve füze başlıklarında uranyum kullanımı üzerinde önemle duruyor. Buna göre, ABD Hava Kuvvetleri 1997 Misyon Planı, bomba ve füzelerin “ağır metal” füze başlıklarıyla donatılmasına yönelik 9 başlık kapsıyor.
Williams, ünlü savunma dergisi Jane’s Defense’e de atıfta bulunuyor; dergi (8 Ocak 2001) Balkanlarda “delici etkiyi artırmak için bazı güdümlü silahlarda seyreltilmiş uranyum kullanıldığını” yazıyor.
Williams, uranyumun savaş başlıklarında kullanıldığına dair kanıtlar olduğunu vurguluyor ve İngiltere Savunma Bakanlığının web sitesinde yer alan açıklamaları da referans gösteriyor.
Aynı yerde kısa ve uzun menzilli, 250-20.000 libre ağırlığındaki füze başlıklarında, Irak ve Yugoslavya’da uranyum kullanıldığını belirtiyor.
Ama daha önemli bir nokta daha var.
Williams, bu silahların sadece seyreltilmiş uranyum değil, seyreltilmemiş uranyum da içerdiğini, Kanada Uranyum Tıbbi Araştırmalar Merkezi’nin (UMRC) verilerine dayanarak kanıtlıyor.
Buna göre, Afganistan’da 2002’de ve Irak’ta 2003’te 80-400 ng/l seyreltilmemiş uranyum seviyesine rastlandı. (İngiltere’de sivil halkta bu oran 5 ng/l seviyesinde.)
Keza 2004’te İngiltere’de yapılan araştırmalarda, 1998-2003 arasında Bağdat’tan alınan hava örneklerinde uranyum seviyesinde muazzam artış tespit edildi.
Aynı artış 2002’de Afganistan’da da görüldü.
Wiliams’ın araştırmalarında son derece çarpıcı bir başka sonuç da, 2006’da (İsrail savaşından sonra) Lübnan’da yapılan araştırmalarda yapılan toz ve idrar incelemelerinde seyreltilmemiş ve hafif zenginleştirilmiş uranyum örneklerine rastlandı.
Aynı yıl gene Beyrut’ta BM Çevre Programı (UMEP) tarafından finanse edilen araştırmalarda iki bomba kraterinden birinde hafif zenginleştirilmiş uranyum tespit edildi; ikinci bir kraterde ise orta ve yüksek seviyede seyreltilmemiş uranyum bulundu (normal seviye 2-3 ng/l iken örneklerdeki seviye 26-52 ng/l).
Tekrar ediyorum: Irak, Afganistan ve Lübnan’dan alınan örneklerde sadece seyreltilmiş değil, seyreltilmemiş ve hatta hafif zenginleştirilmiş uranyum da bulundu.
Williams’ın raporunda 2003’te en azından 19 Amerikan askerinin Irak’tan uranyum oksitle zehirlenmiş havadan kaynaklanan ölümleri de anlatılıyor.
Dergideki son makale, Mario Burger’e ait; ancak daha teknik olduğu için özetlemeyeceğim.
Disarmament Forum’un bu sayısı, ilgilisi için çok önemli bir kaynaktır. Cinayetin nasıl işlendiğini ve işlenmekte olduğunu teknik, saha incelemelerine dayanan, bilimsel verilerle özetler.
Nükleer malzeme savaş başlıklarında (patlayıcı, delici, vb.) dahi kullanılırken, on yıllara yayılan radyasyon etkisi açıkça ortadayken, nükleer silahları yapan ve satanlar bu silahların silah olarak nitelenmesine karşı çıkıyorlar diye silahlar silah olmaktan çıkmazlar. Bu nedenle, sözlerimi aynen tekrar ediyorum:
1) Bütün dünyada Putin’in nükleer silah kullanma tehdidi savurduğu konuşuluyor.
2) Oysa nükleer silahlar zaten ABD ve NATO tarafından defalarca kullanıldı ve kullanılıyor.
Buna karşı çıkmak, ancak BBC sunucusunun “sarışın uygar Avrupalı” yorumuyla veya Polonya yetkililerinin mülteci trenlerinden Afrikalıları atmalarıyla açıklanabilir.