Putin’in Doğu Ekonomi Forumu’nda yaptığı konuşma, Elon Musk’a “Twitter Co.yu almakta biraz frene basalım,” dedirtecek kadar önemliydi gerçekten. Business Insider’in haberine göre Musk, aynen öyle demişti: “Birkaç gün daha frene basalım bakalım. Putin’in yarınki konuşması gerçekten önemli. Eğer Üçüncü Dünya Savaşı’na gidiyorsak Twitter’i almanın bir anlamı olmayacak.”
Üçüncü Dünya Savaşı çıkartacak bir konuşma değildi, hatta yeni bir şey de söylediği iddia edilemez, ama şimdiye kadar söylediklerini derli toplu söylemiş olması, yeterince önem kazandırıyor.
“Batılı elit, istikrarı ve hayat kalitesini Washington’un emirleriyle harcıyor”
Putin, Forum’un “Asya-Pasifik bölgesi ülkeleriyle Rusya arasındaki işbirliğini ve sınai ilişkileri güçlendirmek için” önemini vurgulayarak başladı. Bu, daha en baştan, yaptırım yağmuru altında Doğu’nun önemini vurgulamaktan başka, “Asya-Pasifik bölgesinin” ikinci soğuk savaşta da göz ardı edilmeyeceği demek.
Arkasından geçen yılki Forum’da hâkim olan iyimser havayı hatırlattı. O zaman herkes, büyük salgının arkasından “dünya iş hayatının yeniden ayağa kalkmakta olduğunu” düşünüyordu. Daha sonra “bütün dünyaya karşı tehdit oluşturan” küresel nitelikli yeni meydan okuyuşlar geldi: “Batı’nın yaptırım humması, başka ülkelere davranış modelini dayatmak, egemenliklerini ellerinden almak ve kendi iradesine tâbi kılmak için çıplak, saldırgan girişimleri.” Ancak gerçekte bunda da alışılmadık hiçbir şey olmadığını ve “kolektif Batı”nın bu siyaseti on yıllardır sürdürdüğünü belirtti.
Bunu, konuşmanın birçok yayının spotunda yer alan cümlelerinden biri takip etti: “Bu süreçlerin katalizatörü, ABD’nin küresel ekonomi ve siyasetteki kayıp gitmekte olan hâkimiyeti, keza batılı elitlerin objektif olguları görmekte ve kabul etmekteki isteksizliği yahut belki de yeteneksizliği oldu.”
Putin, sadece 24 Şubat’tan beri değil, en azından geçen yaz yayınladığı Ukrayna makalesinden beri Kremlin’in resmi diskursuna hâkim olan izleği sürdürdü:
“Dünyanın dinamik, gelecek vaat eden devlet ve bölgelerinin, en başta da tabii ki Asya-Pasifik bölgesinin rolü büyük ölçüde arttı. Bu bölgenin ülkeleri iktisadi ve teknolojik büyümenin merkezleri, personel, sermaye ve sanayi için çekim noktaları haline geldiler. Buna rağmen batılı ülkeler eski, sadece kendileri için avantajlı olan dünya düzenini korumayı, herkesi o kötü şöhretli, kendilerinin uydurduğu, kendilerinin mütemadiyen ihlal ettiği, meydana gelen güncel konjonktüre bağlı olarak kendileri için sürekli değişen ‘kurallara’ göre yaşamaya zorlamayı amaçlıyorlar. Başka ülkelerin böyle bir emir-talimat ilişkisine ve keyfiyete boyun eğmekte isteksizliği, dosdoğru söylemek gerekirse, batılı elitleri itidallerini kaybetmek, hem dünya güvenliği anlamında, hem de ekonomi anlamında miyop ve serüvenci kararlar almak zorunda bırakıyor. Bütün bu kararlar ülkelerin ve halkların, bu kapsamda batılı devletlerin vatandaşlarının da menfaatleriyle tamamen çelişiyor. Batılı elitlerin kendi vatandaşlarının menfaatlerinden kopuşu derinleşiyor. Böylece, Avrupa’nın eriştiği sınai gelişmişlik seviyesi, insanların hayat kalitesi, sosyal-iktisadi istikrar, bütün bunlar bir yaptırım sobasının alevleri içine atılıyor, kötü şöhretli ‘Avrupa-Atlantik birliği’ adına Washington’dan gelen emirle harcanıyor, aslında ABD’nin dünya işlerindeki diktatörlüğünü korumak için kurban ediliyor.”
Putin, sözlerine, yabancı şirketlerin daha bahar aylarında Rusya pazarından çıkarken bunun en çok Rusya’ya zarar vereceğini düşündüklerini söyleyerek devam etti: “Oysa şimdi görüyoruz ki sanayi ve iş yerleri bizatihi Avrupa’da birbiri ardınca kapanıyor.” Putin’e göre Avrupalı girişimcilerin rekabet kapasitesi düşüyor, zira bizatihi AB yetkilileri, erişilebilir hammadde, enerji ve pazarı bunların elinden alıyor.
Putin aynı yerde, Avrupalıların pazarlarının ABD şirketleri tarafından işgal edileceğinden de söz etti: “Avrupa ticaretinin alanını, kıtada olduğu gibi bütün olarak küresel pazarda da sonuç olarak Amerikalı hamiler işgal ederlerse şaşırtıcı olmaz; bunlar menfaatlerinin peşinde koşarken kendilerini hiçbir şeyle sınırlamazlar ve hedeflerine ulaşırken hiçbir çekince duymazlar.”
Putin, Avrupa ülkelerinin yüzyıllar boyunca kurulmuş bulunan dünya ekonomik sisteminin kilit dayanaklarını tarihin gidişine direnmek amacıyla yerle bir ettiğini de ileri sürdü. Dolar, avro ve sterlinin itibarının “gözlerimizin önünde” tüketildiğini vurguladı ve şöyle devam etti: “Bu türden güvenilmez, kendisini tehlikeye atan para birimlerinin kullanılmasından adım adım uzaklaşıyoruz.”
Bir sonraki cümle ise bu bağlamda daha dikkat çekici sayılabilir: “ABD’nin müttefikleri bile dolar havuzlarını tedricen daraltıyorlar, bu, istatistiklerden görünüyor.”
“Hâlâ sömürgeci gibi hareket ediyorlar”
Ve Putin, hemen arkasından, Gazprom’un Çinli ortaklarıyla doğalgaz ödemelerini yarı yarıya yuan ve rubleyle yapmak üzere anlaştıklarını hatırlattı.
Daha sonra “batılı yetkililerin dar görüşlü eylemlerinin” küresel enflasyonu tetiklediğini söyledi ve enflasyon rakamlarına daldı; bunlar zaten her yerde bulunabilir, dolayısıyla yazıyı uzatmaya gerek yok.
Ama konuşmanın dünyanın en yoksul ülkeleriyle ilgili kısmı, önemli. Putin, “küresel pazarlarda fiyat artışının en yoksul ülkelerin çoğunluğu için gerçek bir trajedi haline gelebileceğini” belirtti ve BM verilerine göre 2019’da bütün dünyada 135 milyon kişi gıda sıkıntısı yaşarken bunun bugün iki buçuk katına çıkarak 345 milyona dayandığını hatırlattı. Sonra, dün birçok ciddi yayın organının spota aldığı, birçok ciddi yayın organının da açıkça ve bilinçli olarak gizlediği önemli ifadeleri kullandı. Özetle, Ukrayna’dan sözümona yoksul ülkelere ulaştırılması için çıkarılan hububat zengin ülkelere gidiyor:
“Afrika Birliği liderleriyle, Afrika devletlerinin liderleriyle görüştüm ve onlara, menfaatlerini sağlamak için her şeyi yapacağımıza ve Ukrayna hububatının çıkmasına yardımcı olacağımıza söz verdim. Türkiye’yle birlikte her şeyi yaptık. Yaptık. Sonucu size bildiriyorum, saygıdeğer meslektaşlarım: eğer Türkiye’yi aracı ülke olarak istisna edersek, Ukrayna’dan çıkarılan bütün hububat, fiilen bütün hububat, gelişmekte olan ve en yoksul ülkelere değil, AB ülkelerine gönderildi. Sadece en muhtaç ülkelere yardımı amaçlayan BM Dünya Gıda Programı’na göre sadece iki gemi yüklendi; altını çiziyorum, 87 gemiden sadece ikisi, bunlarla da toplam 2 milyon ton gıdadan sadece 60 bin tonu çıkarıldı. Gelişmekte olan ülkelere gönderilen sadece yüzde 3.”
Şöyle bağladı:
“Şunu da söylemek isterim ki, birçok Avrupa ülkesi geçmiş onyıllar ve yüzyıllar boyunca sömürgeci olarak hareket ettiler ve bugün de öyle hareket etmeye devam ediyorlar. Gelişmekte olan ülkeleri bir kez daha kandırdılar ve kandırmaya devam ediyorlar.”
Putin, bu mesele üzerine Erdoğan’la muhakkak görüş alışverişinde bulunacağını da vurguladı.
Rusya Devlet Başkanı, soru-cevap kısmında bu konuya tekrar döndü. Online bağlanarak bir konuşma yapan Myanmar Devlet Başkanı Min Aung Hlaing’in Rusya’dan gübre almak istediklerini ve bunun için kara ve deniz yolu bulunması gerektiğini söylemesi üzerine, gübre üzerindeki yaptırımların resmi olarak kalktığını, ama fiilen sürdüğünü belirtti: “Bu, çok kurnazca yapılmış ve ayarlanmış bir ortam, güya bizim mallarımıza doğrudan bir yaptırım yok, ama lojistik, gemi kiralama, para havalesi, sigortayla ilgili sınırlamalar var.” Putin, bütün bu sınırlamaların dünya gıda piyasasındaki fiyatları yukarı ittiğini de söyledi.
Putin, hububat anlaşmasıyla açıkça bir aldatma yapıldığını ileri sürdü:
“Mesele biz değiliz, bu uluslararası toplumun aldatılması, Afrika’daki ve başka ülkelerdeki, gıdaya son derece muhtaç ortakların aldatılması. Bu, bütün bunları kendileri için yaptığımız ortaklara yönelik dolandırıcılara has, hödükçe, kibirli bir tutum.”
Putin, bir ay önce, henüz Ukrayna hububatı yüklü 21 gemi yolu çıkmışken görüştüğü Avrupalı bir lidere, bunların sadece ikisinin gelişmekte olan ülkelere gittiğini söylediğini vurguladı. Bunun Macron olduğu belli; Putin’in bu hatırlatmasının özellikle Afrika ülkelerine Fransa’nın yaklaşımını göstermek için özellikle düşünüldüğü de anlaşılıyordu. Şu sözler de öyleydi: “Gerçekten de, bir zamanlar sömürgeci olanların içi hep sömürgeci kalmış.”
Konuşmanın bir sonraki bölümü, “kolektif Batı”nın doğrudan Rusya’yı hedef aldığı üzerineydi.
Putin Rusya’nın, Batı’nın iktisadi, mali ve teknolojik saldırganlıklarıyla başa çıkmakta olduğunu söyledi ve ekledi: “Saldırganlık diyorum, bu başka türlü adlandırılamaz.” Arkasından Rusya’da döviz ve finans pazarlarının istikrarının sağlandığını, enflasyonun düşürüldüğünü, işsizlik seviyesinin de “tarihi minimumda, yüzde 4’ün altında” olduğunu belirtti: “İktisadi dinamiklere dair değerlendirmeler ve tahminler, işletmecilerin değerlendirme ve tahminleri de dâhil, şu anda bahar başında olduğundan çok daha iyimser.” Bununla birlikte, “ülkede bir dizi sektörde ve federal bölgede, kimi girişimlerde, özellikle de Avrupa’dan tedarike bağlı olanlar veya ürünlerini oraya satanlarda bir dizi problem görüyoruz. İş çevreleriyle bundan sonra da hızlı kararları birlikte almak ve hedefe yönelik etkili destek mekanizmalarını başlatmak önem taşıyor.”
Putin biraz sonra da Asya-Pasifik bölgesi ülkelerini Rusya’nın Uzakdoğu’suna çekmenin öneminden söz etti ve bölgenin yabancı yatırımcı için reklamını yaptı. Şu sözler ise sadece Uzak Doğu değil, bütün Rusya’yı ilgilendiriyor sayılmalı: “Diğer ülkelerle modern ve ortak projeler için gelişmiş kalkınma bölgeleri mekanizması düzenlemeye niyetliyiz.”
“Biz uluslararası hukuka uygun davrandık, onlar Irak’ı, Libya’yı, Yugoslavya’yı yerle bir ettiler”
Putin, Rusya’nın egemen bir devlet olduğunu ve milli çıkarlarını daima savunacağını söyledi (bunda yeni bir şey yok), hemen arkasından ise “uzun yıllardır ticari, girişim ve diğer işbirliklerinde güvenilirlik ve sorumluluklarını sergileyen ortaklarında da aynı niteliklere değer verdiğini” vurguladı: “Elbette, Asya-Pasifik bölgesindeki ülkelerden ortaklarımızı kastediyorum.” Bu ilişkiler de “karşılıklı yarar, işbirliği, ülkelerimizin vatandaşları yararına iktisadi potansiyellerin geliştirilmesi ilkesi üzerinde” kuruludur.
Putin konuşmasının soru-cevaplı bölümünde, Ermenistan Başbakanı N. Paşinyan’ın konuşmasının arkasından bu meseleye bir kez daha döndü:
“Başka ülkelerin menfaatlerine saygı göstermek, şu veya bu ülkenin toprak büyüklüklerine, GSYH’nın büyüklüğüne veya ordusunda modern silah olup olmadığına bakmaksızın eşit olarak yaklaşmak gerekli. Birilerinin kendi icat ettiği bir takım kuralları değil uluslararası hukuku temel almalıyız.”
Bunun üzerine moderatör, makul görünen şu soruyu sordu: Öyleyse dünya neden bir takım problemleri çözemiyor?
Putin’in cevabı, Kremlin’in uluslararası hukuka bakışını belirginleştiriyordu:
“Çünkü uluslararası hukuk daima ayaklar altına alınıyor. Bugünlerde pek çok kişi, Rusya’nın uluslararası hukuku ihlal ettiğini söylüyor. Bunun gerçekle kesinlikle örtüşmediğini düşünüyorum. BM’nin herhangi bir yaptırımı olmaksızın Irak’ta savaşı kim başlattı? Makul görünen bahanelerle Yugoslavya’yı kim yıktı? Kim yaptı bunu? Belgrad’ı bombalayarak Avrupa’nın ortasında kim bir savaşa girişti? O zamanlar kimse uluslararası hukuku hatırlamıyordu.”
Böylece şu bir kez daha öne çıkıyor: Rusya, ilişkilerini devletler seviyesinde yürütür.
Putin arkasından, “uluslararası hukukla ve eylemlerimizin meşruiyetiyle ilgili” çok basit bir mantık örgüsü sunacağını söyledi; bu, benim daha önce “Kırım meselesinin hukuku” başlığı altında etraflıca ele almaya çalıştığım hukuki çerçeve içinde okunmalı:
“BM Şartı, ulusların kendi kaderini tayin hakkından söz eder. Kosova krizi sırasında BM Uluslararası Mahkemesi [Adalet Divanı] bir karar aldı, buna göre, bir toprak parçasının bir bölümü, bir ülkenin bir bölümü bağımsızlığını ilan etmek isterse bu kısım ülkesinin merkezi hükümetinin iznini sormak zorunda değildir. Bu, Kosova’ya uygulandı.
“Donetsk ve Lugansk Halk Cumhuriyetlerine uygulanan aynısı değil mi? Aynısı. Eğer buna hakları varsa, BM şartı ve kendi kaderini tayin hakkı uyarınca var, bu hakkı hayata geçirerek bağımsızlıklarını ilan ettiler. Uluslararası hukuk ve BM Şartı açısından hakları var mı? Var ve bu hak, BM Mahkemesi’nin Kosova kararıyla teyit edildi. Bir ön örnek var.
“Onların buna hakları varsa, bunu yaptılarsa, bizim ve herhangi bir ülkenin de onları tanımaya hakkımız var mı? Var. Biz de tanıdık. Tanıdığımıza göre onlarla dostluk, işbirliği ve karşılıklı yardım konulu uluslararası anlaşma imzalayabilir miyiz? İmzaladık. Bu anlaşma Rusya Federasyonu parlamentosu ve onların parlamentoları tarafından onaylandı; orada da Rusya tarafına belli bir takım yükümlülükler yükleniyor: saldırganlık hali de dâhil, yardımda bulunmak.
“Mevcut durumda saldırganlık, esasen gayri meşru olan Kiev rejiminden geliyor; gayri meşru, çünkü Ukrayna’da bugünkü iktidarın başlıca kaynağı olarak bu rejimin temelinde devlet darbesi var.
“Bunu yapıyoruz. BM Şartı’na uygun mu? Uygun. Orada BM Şartı’nın 51’inci maddesi var; savunma ve öz savunmadan söz ediyor. Bu anlaşmanın bir tarafı olarak bu maddeye uygun davranmakla, BM Şartı’nın bu maddesiyle müttefiklerimize yardımda bulunmakla yükümlüyüz. Biz de bunu yapıyoruz.
“İşte size uluslararası hukuka tamamen uygun basit bir örgü ve mantık. Hepsi bu. Peki diyelim ki Irak’ta nerede var böyle bir durum? Aldılar, yerle bir ettiler, ülkeyi dümdüz ettiler. Aynısı Libya’da oldu; Libya’yı dümdüz ettiler. Nerede uluslararası hukuk? Yok.
“Bunu yapanlar, hepsi de, bunun uluslararası hukuka uygun olmadığını biliyorlar. Bu yüzden bir takım uyduruk kurallardan söz ediyorlar. Hangi kurallardan? Nasıl bir şey keşfetmişler? Nereden kazıp çıkarmışlar bunları, bu kuralları? Öyleyse kendileri onlara göre yaşasınlar.”
“Doğal kaynakları kendine yeterli tek ülke”
Putin, “Rusya’nın doğal kaynakları kendine yeterli belki de dünyadaki tek ülke olduğunu” vurguladı ve Uzak Doğu’nun kaynak zenginliği açısından özel öneminin altını çizdi. Doğal kaynakların “en sert ekolojik standartlar” temelinde kullanıldığını da vurguladı. Arkasından, “çıkarılan hammaddenin her şeyden önce ülke içinde köklü bir yeniden dağıtım, ülkenin egemenliğinin güçlendirilmesi, sınai güvenliğin temini, vatandaşların gelirlerinin yükseltilmesi ve bölgelerin gelişmesi için” kullanılacağını söyledi.
Daha ilginci, Putin’in şu sözleriydi: “Hammadde çıkarılması alanını dost olmayan eylemlere karşı korumuş bulunuyoruz; artık sadece Rusya kanunlarına göre kurulmuş şirketler, doğal kaynaklarımızı kullanma hakkına sahiptir.”
Rusya’nın uzun ve orta vadeli kalkınması üzerine de konuşan Putin, bunun merkezine uluslararası Kuzey-Güney koridorunu koydu. Putin’e göre bu koridorun gelişmesi “Rusya şirketlerinin İran, Hindistan, Ortadoğu, Afrika ülkelerine çıkışı ve elbette bu ülkelerden karşılık olarak alınacak mallar için yeni imkânlar açacak.”
“Biz bir şey başlatmadık ama bitiriyoruz”
Putin’in kendi ölçülerinde bile uzun sayılabilecek söylevinin ardından toplantının soru cevap kısmına geçildi. İlkinden de uzun süren bu bölümde dikkat çekici sorulara dikkat çekici ifadelerle dikkat çekici cevaplar verdi. Bunların bir kısmını, yukarıda, bağlamları içinde yazmıştım. Ancak geri kalanı da dikkatle incelenmeyi hak ediyor.
“24 Şubat’tan beri devlet olarak ne kazandık, ne kaybettik?” sorusuna verdiği cevap onlardan biriydi:
“Bence eminim ki hiçbir şey kaybetmedik ve hiçbir şey kaybetmeyeceğiz. Kazandıklarımıza gelince, kazandığımız başlıca şeyin de egemenliğimizi güçlendirmek olduğunu söyleyebilirim; bu da olanların kaçınılmaz sonucu.
“Evet, elbette belli bir kutuplaşma da yaşanıyor; hem dünyada hem ülke içinde. Bunun yararlı olacağını düşünüyorum, çünkü gereksiz ve zararlı olan her şey, bizim ilerlememize engel olan her şey geri çevrilecek. İvme ve kalkınma temposu kazanacağız, çünkü modern bir kalkınma ancak egemenlik üzerine kurulabilir. Bu istikametteki bütün adımlarımız egemenliğin güçlendirilmesine yönelik. Bu birincisi.
“İkincisi ve en önemlisi ise, bunu bir kez daha vurgulamak istiyorum, sıkça dile getiriliyor bu, görüyorum, vurgulamak istiyorum, kesinlikle doğru bir tez bu, askeri eylemler anlamında başladığımız bir şey yok, sadece bitirmeye çalışıyoruz.
“2014’te Ukrayna’da devlet darbesinden sonra normal, barışçıl bir gelişme istemeyenler ve kendi halkını ezmeyi gaye edinenler, birbiri ardınca askeri harekâtlar yürüterek ve sekiz yıl boyunca, Donbass’ta yaşayan insanları soykırıma maruz bırakarak askeri eylemleri başlattılar.
“Rusya, bu meseleyi barışçıl bir yoldan çözmek için sayısız girişimden sonra potansiyel düşmanımızın davrandığı şekilde, tamamen simetrik olarak cevap verme kararı aldı. Bunu bilinçli olarak yaptık, bütün çabalarımız Donbass’ta yaşayan insanlara yardım etmeye yönelik. Bu bizim görevimiz ve bunu sonuna kadar yerine getireceğiz. Nihayetinde bu, ülkemizin güçlenmesine yol açacak; hem içeride, hem de uluslararası durumda.”
Soru-cevap kısmının en önemli bölümlerinden biri, kuşkusuz, gaz ve petrol fiyatları meselesiyle ilgiliydi. Moderatör, “batı yönü tamamen kapanırsa doğu yönünün bütün ihtiyaçları tatmin edip etmeyeceği” sorusu üzerine Putin, öncelikle, enerji kaynaklarının kendi ülkesinin kalkınması için gerekli olduğunu söyledi ve şöyle devam etti:
“Önde gelen Avrupa ülkelerinin ekonomisi on yıllardır Rusya Federasyonu’ndan doğal gaz almakla küresel nitelikte açık, somut bir rekabet avantajı da kazandı. Eğer bu avantajlara ihtiyaçları olmadığını düşünüyorlarsa, bu bizi hiç rahatsız etmez, çünkü dünyada enerji kaynaklarına olan talep çok büyük.”
Putin, sadece ekonomisi hızla büyüyen Çin Halk Cumhuriyeti’nden söz etmediğini, bütün dünyada talebin büyük olduğunu belirttikten sonra, Avrupa pazarı her zaman birinci sınıf kabul edilmiş olsa da dünyada her şeyin çok hızlı değiştiğini ve Avrupa’nın daha Ukrayna’daki krizin başlangıcında birinci sınıf olmaktan çıktığını vurguladı. Putin, Amerikalıların bu durumdan yararlanarak sıvılaştırılmış gaz göndermeye başladıklarını hatırlattı. “Çok pragmatik insanlar” olduklarını söylediği ve “bu anlamdan kendilerinden çok şey öğrenilebilir” dediği Amerikalılarla ilişkilere dair şu sözleri dikkat çekiciydi:
“Arktik’teki sıvılaştırılmış doğalgaz projelerimizden biriyle savaştılar, bu şirketin kimi yöneticilerini parmakla göstermeyeceğim, ama bu doğalgaz yatağından ilk sıkıştırılmış doğalgaz tankeri, bu şirketten ABD’ye gitti, çünkü bu kadar kârlı.”
Putin, G7 maliye bakanlarının Rusya petrolü ve petrol ürünlerine tavan fiyat getirme kararı için de “yeni bir aptallık” dedi:
“Dünya ticareti alanında bütün idari kısıtlamalar sadece dengesizliğe ve fiyat artışına yol açar. Şu an Avrupa pazarlarında olanlar da Avrupalı uzmanların ve Avrupa Komisyonu’nun çalışmasının sonucu. Biz her zaman fiyatların uzun vadeli sözleşmeler temelinde şekillenmesinde ısrar ettik. Petrol ve petrol ürünleri fiyatları pazar tarafından belirlenir, uzun vadeli sözleşmelerdeki gaz fiyatı ise bu fiyata bağlı olur. Neden? Çünkü bu üretim büyük yatırımlar gerektiriyor ve üretime yatırım yapanların ürünün paraya döneceğinden emin olması gerekir. Bu yüzden Gazprom genel olarak, uzun vadeli sözleşmeler yapmakla ilgilenir.
“Bize dediler ki: ‘Hayır, bu pazar ekonomisine uymaz. Spota, spot piyasasına göre hareket etmek gerekli.’ Onları ikna etmeye çalıştık, ben Brüksel’de şahsen şöyle dedim: ‘Bunu yapmamalısınız, çünkü gaz ticareti her şeye rağmen dünya pazarının özel bir alanı. Bunu çıkaran, satan, satın alan herkes ilişkilerde istikrardan emin olmalı.’ Hayır, dediler bize, o zamanki fiyatların hiç de yüksel olmadığına bakarak; bin metrekübü 100 dolar o zaman onlara çok yüksek geliyordu, veya daha sonra 300 dolar. Fiyatlar böyleydi. Oysa şimdi fiyatlar 3 bin avroya fırladı. Bize dediler ki: ‘Gerek yok, böyle yapmayın.’ Hayır, aslında kendi şirketlerini zorladılar ve onlara spota dayanmalarını dayattılar, düpedüz dayattılar! Şimdiki fiyat yapısında, fiyatın büyük kısmı spottan.
“Bu bizim talebimiz değil; bu, Avrupalıların bize dayattığı. Gaz ticareti için bu aslında aptalca olan kararı dayattıktan sonra, şimdi, olan bitenlerle burun buruna gelmişken, bundan nasıl çıkacaklarını düşünüyorlar. Nasıl? İdari kararlarla fiyatı sınırlayarak. Yeni bir hezeyan, dünya pazarlarında ve Avrupa’da da fiyatların daha çok yükselmesine yol açacak bir saçmalık. Ekonomi ve dünya ticareti alanında idari yoldan hiçbir şey çözülemez.”
Putin, Kuzey Akım 2’nin boş yere yapılmış olmadığını, karşılığında teknoloji aldıklarını söyledi ve gerekiyorsa her istenen anda Kuzey Akım 2’yi açabileceklerini vurguladı. Putin, Kuzey Akım 1’in fiilen kapanmış olması üzerine “Rusya, enerji silahını kullanıyor!” iddialarının artmasına karşılık da “yeni bir hezeyan” dedi ve mevcut durumun ortaya çıkışını özetledi. Buna göre, Ukrayna’dan geçen iki boru hattından birini Kiev rejimi kendisi kapattı. Yamal-Avrupa boru hattını Polonyalılar kapattı. Putin, Kuzey Akım 1’deki durumu da şöyle açıkladı:
“Alman ortaklarımız Kuzey Akım 1’in bütün teknik yanını, gaz kompresör ünitelerinin bakımını Britanya hukukuna bağlamışlar, çünkü, ortaya çıktı ki (ben de bilmiyordum bunu, Aleksey Borisoviç [Miller] rapor etti) Siemens şirketinin üretimi olan bu ünitelerin bakım sözleşmesi için Gazprom’un Siemens’in merkez bürosuyla değil Gazprom’a yaptırım getiren Büyük Britanya’daki şubesiyle sözleşme imzalaması gerekmiş, bu türbinlerin tamiri için de Siemens’in Kanada’daki fabrikasıyla anlaşılmış.
“Biz ne yapalım buna? Kanada sonunda Almanya’nın sayısız ricasını kabul etti, [üniteyi] Almanya’ya verdi, ama Siemens’in Büyük Britanya’daki şubesiyle sözleşmeye göre türbinlerin doğruca Petersburg’a gönderilmesi gerekiyor. Lojistik değiştiyse değişikliği sözleşmeye de koymak gerekli. Oysa Siemens’in Britanya şubesi, Gazprom’un başvurularına cevap bile vermiyor.
“Bu durumda türbinin önünde istediğiniz kadar fotoğraf çektirebilirsiniz [Putin, Almanya şansöliyesi Scholz’un Siemens fabrikasında türbinin önünde poz vermesine gönderme yapıyor], ama şu belgeleri verin artık. Bu bizim mülkümüz. Bu mülkün hukuki statüsünü ve teknik durumunu bilmeliyiz. Genel konuşmalar dışında hiçbir şey vermiyorlar.
“Son türbin de artık çalışmaz durumda; Siemens temsilcileri geldiler, baktılar, yağ sızıntısı var, patlama tehlikesi olan bir durum, yangın tehlikesi var. Tabii ki türbin böyle çalışamaz. Türbinleri verin, Kuzey Akım 1’i yarın açalım. Hiçbir şey vermiyorlar. Sonra da silah olarak kullanıyorlar diyorlar. Ne silahı? Kendileri bir şeyler karıştırdılar, şimdi bununla ne yapacaklarını bilmiyorlar. Kendilerini yaptırım çıkmazına soktular.
“Tek bir çıkış yolu var. Görüyoruz ki Almanya’da Kuzey Akım 2’nin açılması talebiyle gösteriler yapılıyor. Almanya’daki tüketicilerin bu talebini paylaşıyoruz, bunu hemen yarın yapmaya hazırız, bir düğmeye basmak yeterli, ama Kuzey Akım 2’ye yaptırım getiren biz değiliz. Bunu Amerikalıların baskısı altında yaptılar, peki onlar neden baskı yapıyor? Çünkü astronomik fiyatlara satış yapmak istiyorlar. Daha önceki [Amerikan] yönetiminin tutumunu biliyoruz. Şöyle diyorlardı: ‘Evet, biz pahalıya satıyoruz. Alsınlar işte, çünkü onları koruyoruz.’ İstiyorlarsa alsınlar işte. Biz de kendi malımızı satıyoruz.”
Putin, bu konuda yeterince konuşmamış olduğunu düşünmüş olacak ki, biraz sonra aynı meseleye geri döndü ve net ifadeler kullandı:
“Sözleşme yükümlülükleri var, tedarik sözleşmeleri. Yani sözleşmeyle çelişen siyasi karakterli bir takım kararlar mı alacaklar? Eğer bu menfaatlerimizle, mevcut durumda iktisadi menfaatlerimizle çelişirse, bunları yerine getirmeyeceğiz ve hiçbir şey de sunmayacağız. Ne gaz sunacağız, ne petrol, ne kömür, ne kalorifer yakıtı, hiçbir şey sunmayacağız. Kendi sözleşme yükümlülüklerimizi eksiksiz yerine getireceğiz. Şunu da belirtmek istiyorum; bize bir şeyleri dayatanlar bugün bize kendi iradelerini dikte edecek durumda değiller. Bırakalım akılları başlarına gelsin. Ekonomide her yerde böyledir, ülke içi ekonomide de böyle.”
Putin, bilinen bir Rus halk masalına gönderme yaparak sözlerini tamamladı: “Don, don, kurdun kuyruğu.” [Kurnaz tilki kurdu buz tutmuş ırmağa kuyruğunu daldırıp balık avlayabileceğine inandırır.]
Putin, Batı ülkelerinin önünde iki yol olduğunu da vurguladı:
“Ya yüksek fiyatları sübvanse edecekler; bu kötüdür, çünkü tüketici davranışlarını değiştirmez, tüketiciler daha önce olduğu gibi tüketirler, kıtlık şartlarında ise fiyat yükselir. Ya da tüketimi kısacaklar. Ekonomik açıdan, daha doğrusu sosyal açıdan bu tehlikelidir, patlamaya yol açabilir. En iyisi kurallara ve medeni ilişkilere uygun sözleşme yükümlülüklerini uymaya devam etmek.”
Büyük burjuvaziyle ilişkiler
Putin’in konuşmasının bana kalırsa en dikkat çekici yanlarından biri, eğer birincisi değilse, büyük burjuvaziyle ilgili sözleriydi. Şöyle dedi:
“Rusya girişimciler topluluğu bugün genel olarak ülke, vatan, Rusya vatandaşları karşısında yüksek bir sorumluluk gösteriyor. Bunu belirtmek ve buna teşekkür etmek istiyorum. Bu birincisi.
“Yeri gelmişken, ben birçoklarına ne dedim, biliyor musunuz: Menfaatlerinizi savunmak için koşturun bakalım. Bir takım şeylerini müsadere ettiler: hesaplarını, teknelerini, ve saire. Bunun için uyarmıştım. O tekneleri burada tutsaydınız, paraları da yabancı hisselere değil Rusya’da altyapının gelişmesine yatırsaydınız daha iyi olurdu. Hiçbir şey kaybetmezdiniz, her şey burada, vatanda olurdu, yatırdığınız paradan da kâr yapardınız. Ama neyse. Bu herkes için ders oldu.”
Bunun üzerine moderatör şu soruyu sordu: “Ama kim bilebilirdi ki böyle bir şey olacağını?”
Putin’in cevabı şöyle oldu:
“Ben bunu söylemiş ve uyarmıştım. Daha akıllı olduğum için değil, elimde daha çok istihbarat olduğu için. Uyarmış ve söylemiştim bunu. Ama pek çokları, yeri gelmişken, aralarında bu salonda oturanlar da var, bunu anladılar ve dağın arkasında hiçbir şey tutmadılar, her şeyleri burada, evde.”
Putin konuşmasında, metalurji sektörünün büyük şirketlerinin fiilen vergi muafiyeti talebini neden geri çevirdiğini anlatırken, bu yöndeki bir soruya karşılık devletin rolünü şöyle sınırladı:
“Devlet sadece, buna [konjonktüre] zamanında tepki göstermeli, ihracatı sınırlamak veya aşırı kârı muhtelif yollardan geri almak için uygun pazar mekanizmalarını ve enstrümanlarını kullanmalı. Bunlar pazar enstrümanları; herkesin bildiği şeyler: ya gümrük resimleri, ya da bu aşırı kârın başka yollardan geri alınması.
“Ama bu alanda çalışan girişimciler tabii ki devletin bu anlamda yapmaya niyetli olduğu ve yapabileceği şeyi de önceden bilmeli. Bu çok incelikli bir alan, bu ekonomi içinde hassas bir karşılıklı etkileşim ‘dokusu’. Bunda bir korkunçluk yok, bütün bunlar sakince düzenleniyor, bunu gelecekte de özenle yapacağız.”
Bu sözler, büyük burjuvazinin bitmeyen hırsının kamçısıyla, moderatörün şu sorusuna yol açtı: “Sermaye burada kalsın, offshoredan çıksın diye gerekli şartları yarattık, şimdi de biliyorum ki Rusya’da kayıt oluyorlar. Ama mesele şu: gene ellerinden alacaklarından korksunlar mı, yoksa normal, iyi şartlar yarattık mı?”
Putin, mülkiyet hakkını en tepeye koyarak cevap verdi: “Tamamen haklısınız. Öncelikle mülkiyetin korunması haklarıyla ve güvenilirlikle ilgili şartların sağlanması şart.”
“Bugün Kiev rejimini destekleyenler 30’larda faşist Franco’nun darbesini desteklerdi”
Putin’in Zaporoje nükleer santraline Ukrayna’nın düzenli topçu saldırıları ve IAEA’nın denetimine ilişkin sözleri Türk basınında yeterince ayrıntılı aktarıldı, bu nedenle tekrar çevirmeyi ve değerlendirmeyi gereksiz görüyorum. Ama dün Rusya’ya “faşist” diyerek diplomatik bir krize neden olan, daha sonra çeviri hatası diye toparlamaya çalışan Avrupa’nın diplomasi şefi, İspanyol “sosyalisti” J. Borrell ile ilgili sözleri önemliydi. Putin meseleyi kendisi açtı ve şöyle dedi:
“Avrupa diplomasisinin başının Rusya’yı savaş alanında yenme çağrısı yaptığını da gördük. Tuhaf bir diplomatik yaklaşım. Eğer herhangi bir ülkenin savunma bakanı olsaydı bu retorik anlaşılabilirdi, ama AB’nin baş diplomatının ağzından çok tuhaf kaçıyor. Tanrı yardımcısı olsun, hükmünü tanrı versin; bırakın ne isterse söylesin.
“Faşist rejimlere gelince, buna ne söylenebilir? Biliyor musunuz, 30’lu yıllarda yaşasaydı... İspanyol, öyle değil mi? [Evet, İspanyol.] 30’lu yıllarda İspanya’da yaşasaydı ve hava raporunda şu meşhur, neredeyse kutsal, “bütün İspanya’nın üzeri bulutsuz gökyüzü” cümlesini duysaydı (bilindiği gibi bu, General Franco’nun devlet darbesinin başladığının sinyaliydi) silaha sarılırdı, ama kimin tarafında olurdu? İspanya’nın o sıradaki demokratik, seçilmiş, sol hükümetinin tarafında mı? Yoksa darbecilerin tarafında mı? Benim görüşüme göre darbecilerin tarafında olurdu, çünkü bugün Ukrayna topraklarında tam da aynı türden darbecileri destekliyor. Bugünkü iktidarın başlıca kaynağı 2014’teki devlet darbesi. O da bunları destekliyor; o zaman kesinlikle faşistlerin tarafında olurdu. İşte, faşistlerin tarafında olan kimmiş. Bu birincisi.
“İkincisi. Bugün kendisi, bütün Avrupa gibi, Ukrayna iktidarını aktif şekilde destekliyor. Bu konuları Avrupalı ortaklarımızla devamlı tartıştım; bugünkü Kiev iktidarında neonazi izlerini de her zaman gösteriyoruz. Ama bana hep şöyle cevap veriyorlar: Peki! Böylesi neonaziler sizde de var bizde de var. Evet, var. Ama ne bizde ne de başka uygar ülkelerde bu nazileri ve nazi cinsinden aşırı milliyetçileri milli kahraman mertebesine yükseltmiyorlar. Fark işte bu. Ukrayna’da ise aynen bunu yapıyorlar.”
Putin, konuşmasının sonlarına doğru Ukrayna meselesine bir kez daha döndü:
“Uzun bir süredir Ukrayna’da iktidar fiilen aşırı milliyetçilerin ve neonazilerin elinde; bunlar orada tam bir terör estiriyorlar. Birçok insan ağzını açmaya ve aslında ne düşündüğünü söylemeye bile korkuyor.
“Orada ne oluyor? Biz kimi zaman, Donbass’ı savunmak için giriştiğimiz eylemleri kendilerince kabul etmeyen kendi vatandaşlarımızdan bazılarına eleştirel yaklaşıyoruz. Orada insanları sokak ortasında kurşuna diziyorlar, sorgusuz sualsiz öldürüyorlar; iktidardakilerden farklı, başka görüşte olanları. Fiziken imha ediyorlar. Fark var mı? Orada neler olup bittiğini anlıyor muyuz? Anlamalıyız.
“Bu yüzden, sizi temin ederim ki, Ukrayna’da bu rejimden nefret eden çok büyük sayıda insan var ve biz de neler olup bittiğini anlayan ve bunlarla mücadele etmeye hazır olduğu halde imkânı bulunmayan bu insanlara destek olmalıyız. Bunlar orada bir neonazi rejiminin zulmü altında bulunuyorlar. Bu yüzden, ne yapılabilir? Sizi temin ederim ki bu insanların sayısı çok fazla ve biz onlarla ilişkide bulunmalıyız, bunu da yapacağız. Gelecekteki Rusya-Ukrayna ilişkilerinin Ukrayna toplumunun bu kesimine bağlı olduğuna eminim.”
* * *
Çin Ulusal Kongresi Li Çanşu’nun, Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın ve Vietnam Başbakanı Fam Min Tin’in konuşmaları da önem taşıyor; ancak onları başka bir yazıya bırakmak gerek.