Gazze’deki savaş Ortadoğu’da akla hiç gelmeyen yeni bir dönem başlattı. Kızıldeniz ticaretinin aksaması ve Lübnan’daki olası savaş da dahil bu dönemin sonuçları henüz yeni ortaya çıkmaya başlıyor.
7 Ekim’de Hamas’ın Gazze çevresindeki İsrail kasabalarına gerçekleştirdiği saldırının üzerinden üç aydan fazla bir süre geçti; 25.000’e yakın insan öldürüldü ve yüzbinler yaralandı ya da yerinden edildi. Şu anda savaş artık yalnızca Gazze ile sınırlı değil. İsrail ve Lübnan’ın birbirlerine saldırılarındaki tırmanışın yanı sıra savaş en son Yemen’deki Husi milis grubunun olaya dahil olarak Kızıldeniz’deki ticari gemileri hedef almasına ve ardından ABD ve İngiltere deniz kuvvetlerinden misilleme niteliğindeki füze saldırılarının gelmesine yol açtı.
Şu anda İsrail ve destekçilerine karşı savaş yürüten tüm milis grupların ana hâmisi olarak merkezi bir rol oynayan İran’ın açısından mecvut çatışma durumu, içeriden kaynaklara göre ciddi anlamda şöyle başlamış olabilir:
7 Ekim 2023 tarihinde İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücüne bağlı, Filistin ile ilgili konuları denetleyen üst düzey bir yetkilinin telefonuna ani ve telaşlı alarmlar geldi. Başlangıçta bu alarmları İsrailli füze uyarı uygulaması Tzofar’dan kaynaklanan bir aksaklık zannederek görmezden gelen yetkili, Bağdat’taki bir meslektaşından gelen arama ile gerçeği anladı. Arayan kişi, Gazze’de gelişen olaylarla ilgili sorgulara boğulmuşken Devrim Muhafızları yetkilisini demin görmezden geldiği bildirimlere bakmaya; dikkatini Gazze yakınındaki yerleşimlerden gelen fotoğraf ve video akışıyla da kanıtlanmış bulunan tırmanışa vermeye zorladı.
Hamas saldırısının beklenmeyen ölçeği İsrail, İran, Hizbullah, Katar, Türkiye, ABD ve dünyanın büyük bir kısmı dahil herkesi sersemletti. Hamas’ın içinden bir kaynağa göre Hamas politik liderliği bile çok hızlı gelişmelerden ötürü şaşırdı. Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar ve silahlı kanadının başındaki Muhammed Dayf, İsrail ile açık bir savaş başlatmıştı. Bu hayret verici karar, hem müttefikleri hem de düşmanları kargaşa durumunda bıraktı; iki taraf da uzun dönemli stratejiler yerine hızlı tepkilere odaklandılar.
Ancak Tahran çatışmanın patlak vermesiyle başta affallamış olsa da bölgede gelişen dinamiklere hızla uyum sağladı. 1990ların sonunda ve 2000lerin başında Direniş Ekseni denilen, bugün ise resmi olarak Kudüs Ekseni olarak adlandırılmış oluşumun kuruluşundan bu yana İran ilk kez etkisi altındaki grupların çeşitli operasyonlarını ve oynadıkları rolleri görece güvenli bir mesafeden gözlemliyor. İran’ın merhum komutanı Kasım Süleymani’nin yokluğunda ve İranlı olmayanların liderliği altında, gözle görülür biçimde Gazze, Lübnan ve Yemen’de gelişen bu yeni aşama, Tahran’ın karar vericileri için yeni bir dönemi temsil ediyor.
Bu aynı zamanda, özellikle İranlı yetkililerin Kudüs’te yakın bir zafer vaat eden ateşli retoriklerine yönelik baştan çıkma ve kafa karışıklığından oluşan bir karışımı da beraberinde getiriyor. İran, tüm bölgeyi kapsayan hırslı, güçlü ve dirençli bir milis ağı oluşturmakta başarılı oldu. Ancak oluşturduğu bu eksen şimdi tüm bölgeyi Kudüs’ün fethi ve Sykes-Picot döneminden bu yana var olan siyasi sınırları yeniden çizmek gibi ulaşılamaz ve maksimalist hedeflere dayanarak savaşa sürükleme tehdidinde bulunuyor. İran’ın katastrofik başarısı olabilecek şey araç ve amaçların bu uyumsuzluğudur ve İran uzun zamandır üzerinde hakimiyet arayışında olduğu bölgenin hakimi olarak ortaya çıkmış olsa bile bu durum İran için ciddi zorluklar meydana getiriyor.
Bölge basınında çıkan haberlere göre Tahran, Bağdat, Şam, Beyrut ve Sanaa arasındaki yüksek uyarı sistemli iletişim hattı, 7 Ekim’deki ilk saldırılardan bu yana gözle görülür biçimde aktif hâle geldi.
Londra merkezli Amwaj Medya’ya göre Beyrut’ta bir komuta merkezi İran liderliğindeki eksenin bölgesel stratejilerini koordine ediyor ve müttefiklerin sahip olduğu coğrafi avantajlardan yararlanıyor. Bağdat merkezli milisler Amerikan birliklerine karşı eylemlerini yoğunlaştırdı, Lübnan’da Hizbullah İsrail ile çatışmaya girdi, Sanaa komplike deniz operasyonları yürüttü ve Suriye ara sıra füze ve drone fırlattı; Suriye de İran ve İsrail arasındaki bölgesel vekâlet savaşında çok zayıf da olsa bir diğer cephe hâline geldi.
Geçtiğimiz aralık ayında üst düzey Devrim Muhafızları yetkilisi Seyyid Razi Musavi’nin Şam’da resmi bir görevdeyken iddiaya göre İsrail’in hava saldırısıyla öldürülmesi, İsrail ve destekçilerinden gelen misillemeyle bölgede artan gerilimi vurguluyor keza İsrail’in Beyrut’un güneyinde Hizbullah’ın kalesi olarak bilinen Dahye’de Hamas’ın üst düzey lideri Salih el Aruri’yi hedef alması da.
İsrail’in Musavi’nin öldürülmesinde olası dahli İran’dan doğrudan bir karşılık almazken Beyrut’taki suikast Hizbullah’ın Meron Dağı’ndaki stratejik İsrail hava üssüne saldırarak misilleme yapmasını beraberinde getirdi ve İsrail medyasındaki haberlere göre bu saldırı ciddi hasarla sonuçlandı.
Tahran’ın Hamas ve İslami Cihat dahil olmak üzere Filistin’deki milis grupların ve Lübnan’da Hizbullah’ın büyüyüp yeteneklerini artırmasında çok önemli bir etkisi olduğu yaygın olarak biliniyor. Bugün Filistinli gruplar yükselen şiddet ve geniş çaplı ölümlerin arasında güvenilir destek ve vaatler arıyorlar. Bunları kendilerine borçlu olunan yükümlülükler olarak görüyorlar, bu tür taahhütler yerine getirilmediğinde adaletsizlik ve hayal kırıklığı duyguları hissediyorlar.
İsrail ve Batılı güçlerle çekişmelerine karşın Hizbullah, Husiler ve Iraklı milisler şu ana kadar Filistinlilere yardım için topyekûn bir savaş başlatmadılar. Gazze’den bir arkadaşımın yakınlarda bir sohbette söylediği gibi: “Gazze’de Eksen’in kendilerine yaptığının Kufelilerin İmam Hüseyin’e yaptığının aynısı olduğunu hissedenler, böyle düşünenler var.” Bu referans, yedinci yüzyılda Hazreti Muhammed’in torununu Emevilerden kurtarmakta başarısız olunan tarihsel olarak ikonik bir anla ilgili. Bu anekdot, İslam tarihinde çok önemli bir yere sahip ve Şii Müslümanlar için özel bir önemi var.
Tahran, İsrail’e karşı birleşik bir cephe oluşturmak için çatışma alanlarını bütünleştirme sözü vermişti. Ağ dahilindeki karar alıcılar bunu yapmaktaki başarısızlıklarını kendilerini İsrail ve ABD saldırılarına gerilimi topyekûn yükseltecek eşiğin altında kalarak misilleme yaparken buldukları beklenmeyen koşullara bağladılar.
Yine de Eksen üyelerinin Gazze’deki savaşa verdikleri yanıtlar önemli ve riskliydi, özellikle Irak ve Suriye’deki Amerikan üslerinin Kataib-i Hizbullah ve diğer Iraklı gruplar tarafından hedef alınması. Ayrıca Lübnan Hizbullah’ı, son 17 yıldır görece sakin durumda bulunan bir çatışma bölgesini, Lübnan’ı yeniden aktif hâle getirdi. Ancak en önemli ve en beklenmeyen tırmanış Yemen’den geldi; Husiler, Kızıldeniz’de efektif bir deniz ablukası başlatarak İsrail’e ve daha geniş ölçekte Akdeniz açıklarına giden ticari rotaları etkiledi.
Husiler ya da resmi adıyla Ensarullah tarafından uygulanan ve Babü’l-Mendeb boğazındaki kontrolden faydalanmaya dayanan strateji, Mısır’ın eski devlet başkanı Enver Sedat’ın 1973’teki İsrail ile savaşta uyguladığı manevrayı, küresel ekonomiyi durma noktasına getirme tehdidini hatırlatıyor.
Bu dönemin kötü hatırası, bugün ABD ve İngiltere’nin olaya hızla dahil olmasını bir ölçüde açıklamaya yardımcı oluyor. Bu çatışma süreci esnasında Sedat, Kızıldeniz’in Babü’l-Mendeb girişini ve Süveyş kanalını bloke ederek güneydeki temel petrol tedarik yolunu etkili biçimde kapatmıştı. Bu strateji ilk olarak, Mısır’ın Yemen’de beş yıl boyunca savaş yürüten merhum devlet başkanı Cemal Abdulnasır tarafından tasarlandı. Abdulnasır’ın hedefi Yemen üzerinde kontrol kurmak böylece Mısır’ın Süveyş kanalından Babü’l-Mendeb boğazına kadar uzanan Kızıldeniz’de hakimiyetini sağlamaktı.
Husilerin Kızıldeniz ablukasının arkasındaki hesapları ve dahi eylemlerini İran’ın yönlendirmesiyle yapıp yapmadıkları net değil. Ancak Kızıldeniz ablukası, Yemenli grubun Gazze savaşına dahil olduğu ilk eylem değil. İsrail’in Gazze saldırılarının başlamasından kısa bir süre sonra, 19 Ekim’de Husiler İsrail’e balistik füze ve İnsansız uçaklarla saldırdı; İsrail’in misillemesi ise aralarında mesafe olan devletler arasındaki bilinen ilk silahlı çatışma örneğini ortaya koydu.
Husilerin İsrail-Filistin çatışmasına dahil olması, şaşırtıcı bir şekilde gruba önceleri yalnızca İran’ın vekil gücü olarak bilindikleri bölgenin birçok yerinde kendilerine yeni bir kamusal imaj oluşturması için yardımcı oldu.
Bugün Husiler Filistin davasının kahramanları olarak geniş çapta övgü alıyor; saldırılarına büyük televizyon kanallarında ve sosyal medyada olumlu şekilde yer veriliyor. Özellikle Kızıldeniz ticaretini sekteye uğratmanın önemli etkileri netleştikten sonra Husilerin Filistinliler arasındaki popülerliği hızla arttı.
Büyük şirketler bölgedeki tüm transit geçişlerin durdurulduğunu duyurdu; bu durum yalnızca bölgeyi değil deniz ulaşımı maliyetleri üzerindeki etkisiyle tüm küresel tedarik zincirini etkiliyor. Pek çok Filistinlinin bakış açısına göre Husilerin eylemleri yıkıcı olsa bile aksi hâlde Gazze’nin yok edilmesini sessizce kabul etmeye hazır bulunan uluslararası topluma maliyetler yükledi.
Buradaki ironi şu ki Yemen önceleri Arap yarımadasının güneyinin istenmeyeni durumundayken bugün Husiler, Yemen’in çeşitli şehirlerine yapılan ABD ve İngiltere hava saldırılarının ardından Yemen’deki nüfuzunu güçlendirmeye yönelik bir duruş sergiliyor ve Suudi Arabistan da dahil olmak üzere bölgesel ve yerel düşmanları için kendilerinin meşruiyetlerine karşı çıkmayı daha da güçleştiriyor. Bu meşruiyet Filistin davasıyla derin biçimde iç içe geçmiş durumda ve paylaşılan mücadele vesilesiyle sembolik olarak daha da pekişti.
Husilerin askeri sözcüsü Yahya Seri, çatışma hakkında kamuya yaptığı ve grubun gerçekleştirdiği eylemlerin tanınıp tasdik edilmesine dair kaygısını vurgulayan açıklamaların sonucu olarak bölgede bilinen bir isim hâline geldi.
Husilerin üst düzey yetkilisi Muhammed Ali el-Husi’nin X platformunda (önceki adıyla Twitter) yazdığı bir gönderi, grubun pozisyonunu açıklıyordu. Muhammed Ali Husi, gönderide grubun eylemlerinin içeride popülerlik kazanmak için değil Gazze’deki ablukanın kalkmasına yardımcı olmak için yapıldığının altını çizdi ve şunları ekledi:
“ABD-İngiltere-Suudi Arabistan ve BAE koalisyonu ve müttefiklerinin neden olduğu benzer acıları yaşıyoruz ve Filistin’in acısını hissediyoruz. Yemen silahlı kuvvetleri, Gazze’ye yönelik Amerika ve İsrail saldırganlığının durmasını ve Gazzelilere gıdayla ilaç sağlanmasını talep ediyor.”
Bunlar Husilerin ABD ve İngiltere saldırısından önceki düşünceleriydi; fakat şu anda bazı şeyler değişti ve hem Husiler hem de kendilerini Direniş Ekseni’nin parçası addeden diğer gruplar için yeni hedefler ortaya çıktı.
Kataib-i Hizbullah’tan bir kaynağın New Lines’a aktardığına göre Irak’ta ABD’ye karşı gerilimi yükseltmeye yönelik hedefler yalnızca rahatsızlık vermenin ötesine geçti; İsrail’e insansız uçak ve füze saldırıları gerçekleştirerek tümüyle yeni bir cephe açmak hedefleniyor. Bu strateji, ABD’nin karar alıcılarını durumun kendilerinin kontrolü dışında hızla tırmanmakta olduğunu idrak etmeye zorlamak için tasarlandı. Bağdat’taki kaynağın söylediğine göre yükselen bu tehdit ABD’nin bu riskleri ele almaktaki yaklaşımında değişiklik yapmasını gerekli kılacak; ABD için bu saldırılara karşılık vermek açısından operasyonel güçlüklere işaret edecek.
Aynı kaynak, Kataib-i Hizbullah ve diğer Iraklı grupların İsrail sınırı yakınında konuşlanmış güçleri olduğunu da ifade etti. Bu güçler, gerektiğinde merkezi operasyon komutanlığından gelen emirle hareket etmeye hazır. Dahası, kaynak Yemen’deki Husi hareketi saldırılarla karşı karşıya kalırsa Iraklı grupların karşılık vereceğini belirtti. Bu, Körfez’deki ABD üslerinin hedef alınmasını içerebilir ve potansiyel olarak iki önemli deniz yolunda; Babü’l-Mendeb ve Hürmüz boğazlarında kritik durumlara yol açabilir.
Kataib-i Hizbullah’tan kaynak ayrıca çok sayıda ABD uçağının Irak üzerindeki varlığını gösteren günlük haritalar paylaştı; yalnızca Bağdat üzerinde yirmiden fazla uçak düzenli olarak devriye geziyor; hem keşif uçakları hem de silahlı uçaklar.
Kaynak, son saldırıların ABD’yi Irak’tan tamamen çekilmeye daha açık hâle getirdiğine inandıklarını da kaydetti. Irak Başbakanı Muhammed Şiya el-Sudani, geçtiğimiz günlerde ABD’nin ülkeyi terk etmesi için müzakerelerin başlatılmasını önerdi ve çekilmenin müzakerelerle eş zamanlı olarak, sonuç beklenmeden başlaması gerektiğini ileri sürdü; bunlar önceki yaklaşımlarda daha agresif bir değişiklik yapıldığına işaret ediyor.
Sudani’nin bir danışmanının bildirdiğine göre Irak Başbakanı ve ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland arasında 20 Aralık’ta gerçekleşen ve ABD’nin Irak’taki askeri varlığını sonlandırması meselesinin odak noktası olduğu toplantının gergin geçtiğini bildirdi.
İran bu gelişmeleri yakından izliyor ve sonraki hamlelerini hesaplıyor. İran’ın Kudüs Gücü’nden New Lines’a konuşan bir kaynak, bölgenin şu anki durumunu çok oyunculu, karmaşık bir satranç oyununa benzetti.
Kaynak, şunları söyledi: “Batı Asya’nın görünüşünün yeniden şekillenmesinde her bir grubun çeşitli ajandalar çerçevesinde bölge haritasının sınırlarını yeniden çizmek için rekabet ettiği önemli bir tırmanma yaşandı. Bu çatışmalarda zamanlama çok kritiktir ve her hamlenin geniş kapsamlı etkileri vardır; duygusal kararlara ya da hatalara asla yer yoktur.”
Başka bir İranlı kaynak, İran’ın çatışmalara doğrudan müdahil olmasına ittifakın kilit üyelerinin kuvvetli biçimde karşı çıktığını ekledi:
“İran, askeri müdahaleye meyletse dahi direniş grupları buna karşı çıkacaktır. İran, sağladığı askeri, finansal, siyasi ve diplomatik destek ile ittifakın belkemiği konumunda. İran’ın doğrudan dahli yalnızca tüm ittifak ciddi bir tehditle karşı karşıya gelirse, özellikle ABD aktif olarak müdahil olursa düşünülür.”
İran destekli ittifakın en güçlü ortağı Lübnan Hizbullah’ının durumu özellikle ilgi çekici. Hizbullah, Güney Lübnan’a yönelik İsrail işgaline karşı savaşarak işgali başarıyla durdurduğu 2006’dan bu yana İsrail ile önemli bir askeri etkileşime girmedi. İsrail ile uzun zamandır büyük bir karşı karşıya gelme yaşamayışı grubu savaş yeteneklerini değerlendirmek ve İsrail’in yeni stratejilerini anlamak için yeniden kendi içine odaklanmaya yöneltti.
Son kriz patlak verdiğinde Hizbullah, İsrail toprakları dahilindeki hedeflere başarılı saldırılar gerçekleştirerek İsrail’in Lübnan’a saldırması meselesindeki caydırıcılığını gösterdi. Hizbullah, Gazze’de Hamas’ı desteklemek için topyekûn bir tırmanışa geçmekten kaçınırken İsrail’i askeri gücünün ciddi bir kısmını kuzeyde tutmaya zorlayarak bunun yanında Demir Kubbe füzeleri ve Patriot savunma sistemini kullanan İsrail’in savaş bütçesine ciddi bir maliyet yükleyerek düşmanını etkili biçimde yıprattı.
Bu savunma sistemleri Lübnan’dan atılan Katyuşa ya da özelliksiz hava savunma füzeleri gibi görece basit silahlara karşı kullanıldı. Hizbullah’ın daha gelişmiş ve modern silahlarını henüz kullanmama stratejisi görünüşe göre özellikle İsrail’de hüsrana neden oldu. Bunun istisnası, Hizbullah’ın kullandığı normal ve ileri düzey Kornet füzesi çeşitleri oldu ki bu füzeler şu anda İsrail’in 5 mile kadar içindeki askeri alanları hedef almak için kullanılıyor.
Kornet füzeleri özellikle İsrail askerlerince ele geçirilmiş binaların imha edilmesinde ne kadar etkili olduğunu kanıtladı. Ancak ölü sayıları bir eşitsizliğe işaret ediyor: İsrail’in Lübnan cephesinde verdiği kayıpların sayısı görece düşük kalırken Hizbullah savaşın başlangıcından bu yana 140’tan fazla üyesini kaybetti.
İsrail, savaşı Hizbullah ile müttefiklerine yıpratıcı zararlar vermek ve Güney Lübnan’da Litani Nehri’nin güneyindeki alanda altyapı ve diğer hedefleri tahrip etmek için bir fırsat olarak kullanıyor. Ayrıca Batılı ve Arap arabulucular aracılığıyla yapılan Hizbullah güçlerinin ya da en azından bir kısmının sınırdan İsrail standartlarınca güvenli “sayılan” bir mesafeye yerleştirilmesi şeklinde bir politik baskı mevcut. Bu yer değiştirme, İsrail’in ifade ettiği bir hedefi.
Uluslararası delegasyonlar tarafından sunulan bu taleplere Hizbullah’ın yanıtı Gazze’deki çatışmalar bitene kadar herhangi bir müzakere olmayacağında diretmek yönünde. İsrail, bu pozisyondan memnun değil; Hizbullah üyelerini hedef alarak öldürme ve Hizbullah’ın mülklerini bombalama gibi provokasyonlarla daha fazla eylem için bastırmaya devam ediyor. İsrail’in bu eylemleri Hizbullah’ı ya sınırdan çekilmesi ya da çatışmada istemediği bir tırmanışa geçmesi için zorlamayı amaçlıyor.
Yakınlarda üst düzey Devrim Muhafızları yetkilisi Seyyid Razi Musavi’nin öldürülmesi de dahil olmak üzere Suriye’deki İsrail saldırılarına henüz orantılı bir yanıt verilmemiş olması, İsrail saldırılarına rağmen Hizbullah’ın heybetli varlığını sürdürdüğü Güney Lübnan’daki caydırıcılık dengesiyle keskin bir kontrast ortaya koyuyor. Görünüşe göre Tahran’ın diğer yerlerdeki tüm gücüne karşın Irak ve Suriye’yi bağlayan destek hatlarında gözle görülür bir caydırıcılık eksikliği var.
Başlangıçtaki bazı haberler aksini söylemesine karşın İran, 7 Ekim’de başlayan çatışmayı istemiyordu. Ancak, öncenin akla gelmeyeni bugünün gerçekliği ve İran bölgenin hızla değişen dinamikleriyle başa çıkmak zorunda.
İran, önceleri İsrail saldırılarına vekilleri aracılığıyla ne karşılık vereceğinin net olmadığı belirsizlik “gri alanları” oluşturmaya bel bağlamıştı. Ancak Lübnan sınırındaki çatışmadaki hızlı değişimler ve şimdi Kızıldeniz ile Husiler şu anlama geliyor ki İran artık arkasına yaslanıp belirsizliğe bel bağlayamayacak. İran, daha direkt karşılık vermek zorunda olabileceği ve ateşli retoriğini eylemle desteklemekteki istekliliğini kanıtlaması gerekebilecek bir aşamaya itiliyor.
Bu değişimler İran bağlantılı grupların olduğu kadar İran’ın kendisinin de stratejik manzarasında önemli bir değişime işaret ediyor. İran, kendisi ve müttefikleri için bölgeyi siyasi olarak yeniden şekillendirmenin, ABD’yi bölgeden kovmanın ve güçlü İsrail ordusuyla birden fazla cephede doğrudan savaşmanın da içinde olduğu iddialı hedefler koydu.
İran’ın silahlandırdığı ve eğittiği gruplar ideolojik olarak şevkli ve Kudüs Gücü ile birlikte çatışmaya girmeye hazır. Ancak İran’ın bu ittifakı oluşturmaktaki başarısı şimdi onun için en büyük zorluk olabilir.
Kendi milisleri tarafından çatışmaya sürüklenen İran, yakında ABD ve İsrail ile ne planladığı ne de hemen gerçekleşmesini arzu ettiği askeri ve politik çatışmalara doğrudan girmek zorunda kalabilir.
Belirsiz gri alan çatışması dönemi 7 Ekim’de sona erdi. Hem İran hem de Gazze’den Yemen’e bölgenin daha geniş kısmı için yankılarının önümüzdeki yıllarda da hissedilmesi mümkün olan, benzeri görülmemiş bir dönem başlıyor.
New Lines Magazine’den Çeviri: YDH