Alptekin Dursunoğlu: Lübnan’a saldırı intihar olur

29 Ocak 2024

Aydınlık Gazetesinden Özgür Altınbaş, YDH Genel Yayın Yönetmeni Alptekin Dursunoğlu ile bölgedeki gelişmelerle ilgili söyleşi yaptı.

YDH- Aydınlık Gazetesi Dış Haberler Şefi Özgür Altınbaş’ın yaptığı söyleşide Aksa Tufanı sonrası bölgede yaşanan gelişmeler ele alındı.

***

Özgür Altınbaş: Yakın Doğu Haber’in Genel Yayın Yönetmeni araştırmacı yazar Alptekin Dursunoğlu, Filistin direnişinin bölgeye ve dünyaya etkisini Aydınlık’a anlattı. 

Aksa Tufanı Operasyonu’nun HAMAS’ın liderleri Muhammed Dayf ve Yahya Sinvar tarafından özel olarak planlandığını belirten Dursunoğlu, İran, Hizbullah ve direniş eksenindeki diğer güçlerin habersiz olmasına rağmen buna itiraz etmeyip destek verdiğini söyledi. 

Oslo süreci gibi Batı’nın dayattığı “siyasi çözüm”ün artık geride kaldığını belirten uzman, “Önce İsrail’in meşru müdafaa hakkı olduğunu söyleyen Batılı devletler, HAMAS’ın kararlı mücadelesi sonrası ‘iki devletli çözüm’ planını tekrarlamaya başladı. Fakat geçmişte buradan hiçbir şey elde edilmediğini Filistinliler gördü.” ifadelerini kullandı.

ALANLARIN BİRLİĞİ STRATEJİSİ

Gözlemlerime göre öncelikle 7 Ekim’de operasyonun yapılmasının özel bir seçim olduğuna dair bir fikrim yok. Yani tarihsel olarak atıf yapılacaksa işte o meşhur 73 savaşı (Yom Kippur) ekim ayında olmuştu. Ama yine de onunla paydaşlık kurulacak bir durum olduğunu düşünmüyorum. Fakat HAMAS’ın böylesi bir hazırlığı olduğu çok açıktı. Onu şuradan söyleyebiliriz, İran’ın 2017’den itibaren Şehit Kasım Süleymani’nin geliştirmeye çalıştığı ‘Alanların Birliği’ stratejisi vardı.

Bu stratejiyi şöyle özetleyebiliriz: Gazze’de bir olay olduğunda Batı Şeria’dakiler bunu basından izliyordu. Aynı şey Batı Şeria’da oldu mu Gazzeliler olduğu yerden izliyordu. Yani harekete geçilemiyordu. Bu stratejiye göre Batı Şeria’da, Kudüs’te ya da Gazze’de bir olay olduğunda diğer bölgeler de buna karşı organize bir hareketlilik gösterecek. Bir de bu stratejinin daha geniş çaplısı ise bölgesel anlamda Alanların Birliği. O da şu: Filistin merkez olmak üzere bütün direniş ekseni bileşenlerinin, birine karşı yapılan saldırıya yanıt vermesi. Bunu da Yemenlilerin, Hizbullah’ın, Irak direnişinin yaptığı eylemlerde görüyoruz.

İLK PRATİK: ‘KUDÜS’ÜN KILICI’

Alanların Birliği stratejisini somut olarak ilk defa 2021’de Kudüs’ün Kılıcı savaşında gördük. İşgalci İsrail, Kudüs’ün Şeyh Cerrah mahallesini tehcir etmek istedi. Sonra olaylar büyüdü ve Filistin tarihinde hiç olmayan bir şey meydana geldi: Gazze’den İsrail’e yanıt olarak füzeler atıldı. Yani Alanların Birliği çerçevesinde Kudüs’teki bir olayda Gazze devreye girmiş oldu. Bu süreçte İslami Cihad liderleri hedef alındı. İslami Cihad bir haftaya varan çatışmalara girdi. İsrail, Kudüs’e Gazze’ye defalarca saldırıyordu fakat HAMAS’tan ses yoktu. İster istemez direniş gruplarında, ‘HAMAS neden ortada yok? Hani Alanların Birliği vardı? HAMAS İsrail’le uzlaşıyor mu?’ gibi sorgulamalar yapılıyordu. Anlaşıldı ki 7 Ekim’e kadar HAMAS kendini Aksa Tufanı Operasyonu’na hazırlamış. Bu belli olmasın diye de kendisinin başlatmadığı kontrol etmediği savaşlardan uzak durmuş.

GAZZE’DE SİLAH ÜRETİMİ VAR

2017’de Gazze’de tek bir Filistin yönetimi var ve dolayısıyla oraya silah intikali direniş ekseni tarafından sağlanıyor. Özellikle İran, Suriye ve Hizbullah üzerinden oraya bir silah aktarımı söz konusu. Hatta askeri altyapı inşası söz konusu. Yani yerelde bir üretim var. Bu projenin formülünü de ablukadan dolayı General Kasım Süleymani geliştirdi. Bunu zaten Filistinliler de söylüyor. Daha öncesinde İran Sudan’da roket fabrikası kurmuştu, hem Sudan’ın hem de Gazze’nin ihtiyaçlarına yönelik. Fakat sonrasında Sudan, Suudilerin safına geçince proje sona ermiş oldu. Böyle bir durumda birincisi Gazze'de askeri altyapı oluşturulması, ikincisi de Batı Şeria'nın silahlandırılması söz konusu oldu. Gazze’ye desteğin sağlanması için bir silahlı gücün oluşturulması fikrini en üst perdeden Ayetullah Hamaney defalarca söylemiştir.

AKSA TUFANI’NIN AMAÇLARI

Resmi açıklamadan hareketle Aksa Tufanı Operasyonu’nun iki amacının olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, işgalci Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’in Mescidi Aksa'yı Yahudileştirme yönündeki ciddi açıklamaları. Bunun engellenmesi için harekete geçildi, hatta operasyona Aksa Tufanı isminin koyulmasını da bununla bağdaştırdılar. İkincisi de esir değişimi. İsrail ile sözüm ona siyasi çözüm sağlanmaya çalışılır, ya da bu konu İsrail’in insafına bırakılacak olunursa Filistinli tutsaklar ömür boyu serbest bırakılmayacaklardı. Mesela bunların arasında Mervan el-Bergusi, Ahmet Saadat gibi isimler var, bu isimleri siyasi çözüm vs bekleyerek çıkaramazsınız. Bundan dolayı olabildiğince fazla İsraillinin esir alınması planlandı ve pazarlık için masaya konuldu. Yahya Sinvar da Gilad Shalit ismindeki İsrailli asker ile takas edilerek serbest bırakılmıştı hatırlarsanız.

İSRAİL-ARAP NORMALLEŞMESİNİ ENGELLEME

HAMAS’ın siyasi olarak Arap ülkeleriyle ilişkilerinden dolayı açıklanmayan bir üçüncü hedef de İsrail-Arap normalleşmesinin engellenmesi. Çünkü İsrail ile Arap ülkelerinin tamamının normalleşmesi halinde Filistin direnişi doğrudan ‘terör pozisyonuna’ düşecekti. 7 Ekim’den birkaç gün önce Suudi Arabistan'la artık normalleşme görüşmeleri konuşuluyordu. Aksa Tufanı olmasaydı 1-2 hafta içerisinde muhtemelen Suudilerle İsrailliler masaya oturmuş İbrahim Anlaşması imzalıyor olabilirdi. Örneğin Suudiler 2015’te HAMAS’ı terör örgütü ilan etti. Hizbullah'ı da aynı şekilde. Benzer bir durum Birleşik Arap Emirlikleri için de geçerli. Bölgede nüfuz sahibi olabilecek Arap devletlerinden birisi Mısır, devlet kapasitesiyle, ordusuyla diğer Arap ülkelerine göre en potansiyelli onlar. Ama Mısır’ın artık eskisi gibi bir pozisyonu yok. Şimdi liderlik anlamında Mısır böyle tarih sahnesinden çekilince, diğerleri de para ile (Mısır da dahil) her şeyi satın alarak bu işi sürdürüyorsa, dolayısıyla geçmişteki gibi bir Arap pozisyonu kalmıyor. Eskisi gibi kalmayan Arap pozisyonu bir de normalleşmeyle İsrail’in tarafına geçmiş olacaktı. Bu sebeple normalleşme sürecinin bir şekilde sabote edilmesi gerekiyordu. Aksa Tufanı’nın en önemli etkilerinden birisi de bu oldu.

RUSYA VE ÇİN 90’LARDAKİ GİBİ DEĞİL ARTIK ÇOK KUTUPLULUK VAR

Suudi Arabistan, Türkiye ve diğer bölge ülkeleri de bu alışık olduğumuz dış politika tavırlarında zannedildiği gibi, ABD’ye rağmen bağımsız bir politika izlemeye başlayan ülkeler olarak ortaya çıkmıyor aslında. Dünya Soğuk Savaş ve sonrasındaki gibi bir dönemde değil artık. Tek kutuplu dünya yok. Yani ABD bir şey diyecek herkes esas duruşa geçecek diye bir durum yok. Dolayısıyla bölgede ABD’nin müttefiki konumda olan ülkeler en küçüğünden en büyüğüne kadar, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi. Tabi devlet geleneği ve yapısıyla bakacak olursak Türkiye bu ülkelerle kıyaslanamaz bile. Ama NATOiçerisinde olmak, mevcut ve eski yöneticilerin ABD ile ittifak halinde olduğunu belirttiğini göz önünde bulundurunca bir müttefiklik ilişkisi durumu oluyor. Fakat Rusya’yla ilişki, S-400 alımı ve ABD ile gerginleşen ilişkilere baktığınızda bağımsız bir oyuncu profili çiziliyor. Aslında bu ABD’nin bölgede hegemonyasının zayıflaması gibi uluslararası şartların ortaya çıkarttığı bir durum. Yani doğal bir sonuç çünkü ABD eski gücünde olmadığı için herkes kendi ulusal çıkarlarını veya kendi bölgesel çıkarlarını temin için farklı ittifak arayışlarına giriyor. Birleşik Arap Emirlikleri 2011’de Suriye’deki savaşı şiddetle destekledi. Sonra ABD’nin itirazlarına rağmen Şam ile en hızlı normalleşen ülke oldu. Katar da aynı şekilde. Fakat bu onların bağımsızlığından dolayı değil, dünyanın çok kutuplu bir sürece girmesinden. Çünkü ne Çin ne de Rusya 1990’lardaki gibi. Eskiye göre daha da etkililer.

TÜRKİYE’DE İLK BAŞLARDA HAVA FARKLIYDI

HAMAS’ın operasyonuyla birlikte hükümet içerisindeki beklenti şuydu: ‘İsrail tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir saldırı yedi, dolayısıyla İsrail rejimi bunları mahvedecek. İsrail saldırılarına Gazze nasıl dayansın? Bundan dolayı biz bu işe bulaşmayalım.’ Hatırlayın Bülent Arınç HAMAS’a ‘2 tane füze atıyorsun senin ne gücün var’ gibi açıklamalar yapmıştı. Bu bence Arınç’ın kişisel görüşü değildi. HAMAS’ı suçlayan İran’ın bölgeyi kışkırttığı yorumları yapılıyordu. Fakat HAMAS’ın ciddi direnişi, İsrail’in katliamları sonrası sert tepkiler geldi ve Türkiye’de hava değişti. İsrail hastane bombalıyor 500’den fazla insan ölüyor İslam İşbirliği Teşkilatı toplanıyor sadece kınıyor. Bu açıklamalar tepki topladı.

DİRENİŞ DEMEK HAMAS DEMEK

İsrail’in istihbarat yöneticileri açıklamalarında HAMAS’ın bitirilemeyeceği itiraflarında bulundu. Beğenin ya da beğenmeyin direniş demek HAMAS demektir. Benim de HAMAS’a eleştirilerim vardır o ayrı mesele ama şu an direniş HAMAS’tır. Yaser Arafat’a da eleştirilerim vardı ama yani sonuçta direniş rolü oynadığı dönemlerde El-Fetih benim için çok değerliydi. Yani düne kadar direniş seçeneğinden yana olmayıp, müzakere seçeneğinden yana olan Filistinliler ve düşünceler Oslo'da kaldı. Oslo öncesinde HAMAS, İslami direniş vs seçeneği çok marjinal şeylerdi. Arafat’ın arkasında müthiş bir kamuoyu desteği vardı. Siz bu kadar kamuoyu desteğiyle oturdunuz İsrail ile Oslo Anlaşmasını imzaladınız. Sonra İsrail size ne yaptı? 2002 yılında Mukaata’da Arafat’ın olduğu karargahı başına yıktılar. İsrail askeri geldi affedersiniz oranın duvarına işedi, Arafat’ın orada olduğunu biliyorlardı. Şimdi buna tanık olan bir Filistinli ‘ben 8 sene 10 sene boyunca müzakere yapmışım, anlaşma yapmışım, iki devletli çözüm bekliyorum, sonra benim liderimi bu hale getiriyorlar.’ diyor. Bu yüzden HAMAS’ın direnişi sorgulamak sizi saçma bir noktaya düşürür.

İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜMÜN GERÇEKLİĞİ YOK

Amerikan Ulusal Güvenlik Danışmanı Jack Sullivan Davos'ta iki devletli çözümden bahsetti ve bunu da İsrail-Arap normalleşmesine bağladı. Yani İsrail rejimine diyor ki ‘Bak ben seni düşünüyorum. 3 aydır hiçbir haltı başaramadın, böyle giderse de bir şey başaramayacaksın. Seni kurtaralım.’ Bu da zaten iki devletli çözüm onlar için. Fakat iki devletli çözümün ne pratikte ne de teoride bir geçerliliği var. Ama bu herkesin papağan gibi tekrarladığı bir şey haline geldi. Bu Amerikan tezlerine yakın olan bir ‘güvenli liman.’ Arap ülkeleri için de aslında bu kabul edilebilir bir şey, çünkü hepsi zaten HAMAS'a karşı. Yani İran ve Türkiye dışında HAMAS’ın arkasında duran yok. Her şeye rağmen Türkiye’nin bu tutumu olumlu bir şey. Fakat Erdoğan da o ‘güvenli liman’ olan iki devletli çözüme sığınıyor. Bunun Filistin tarafında bir karşılığı olmadığı gibi Netanyahu’da da bir karşılığı yok ve buna direniyor. Fakat Netanyahu’nun erken seçimle muhalefete düşme gibi bir durumu olmayacak. Büyük bir ihtimalle hapse girecek. Geçmişte yolsuzluk olayları ve şimdiki işgal süreçlerindeki ihmallerden dolayı yargılanacak. Bu yüzden iktidarda kalması için tek yol savaşı uzatmak. ABD de genişleyen bir savaşın içine çekilmekten endişeleniyor. Bu yüzden aralarında bir ayrılık var.

LÜBNAN’A SAVAŞ AÇMAK İNTİHAR OLUR

Netanyahu Lübnan’a saldırı sinyali vererek ABD’nin kendisini yalnız bırakmayacağı hesabını yapıyor. İlk başta ABD’nin Doğu Akdeniz’e uçak gemisi konuşlandırmasının sebebi, HAMAS güneyden savaşırken, kuzeyden de Hizbullah’ın girmesi durumunda bir engelleme oluşturmaktı. Fakat Hizbullah bunu yapmadı ve bir yıpratma savaşına girdi. İsrail rejiminin önemli hava kontrol radar sistemlerini yok etti. İsrail, Hizbullah’ın Litani nehrinin kuzeyine çekilmesini istiyor. Çekilmezlerse Gazze’ye yaptıkları gibi Lübnan’a saldıracaklarını söylüyor. Netanyahu’nun savaşı uzatıp hele ki Lübnan'a yayması halinde bu bir intihar olur. Çünkü 2006 yılında başlarına ne geldiğini biliyoruz. Aynısını 2006’da denediler yapamadılar. Ki şu anda 2006’daki Hizbullah’la şimdiki arasında uçurum var. Eskiden Katyusha füzeleriyle savaşıyordu Hizbullah, şimdi nokta atışı yapacağı füzeleri var. Hayfa'da kimyasal tesisler var. Hizbullah’ın oraları vurduğunu düşünün. İsrail bir kitle imha silahın üstünde oturuyor aslında. Bu açılardan rasyonel olarak düşündüğümüzde bunun bir blöf olabileceğini varsayıyoruz. Ama Gazze’ye nükleer füze atmayı düşünen bir Netanyahu gibi akıl dışı bir yönetimin böyle bir çılgınlığı yapacağı da ihtimal dışı değil.

YEMEN DAHA BÜYÜK KATLİAMLAR YAŞADI

Yemen 2015’ten beri bu saldırıların, savaşların hepsini zaten yaşıyor. Amerikan silahlarıyla yıllardır vuruluyor. İç savaş sürecinde Suudiler vuruyordu. Yemenliler ABD’nin vurduğu yerlerle ilgili şunu söyledi: ‘Daha önce buralar vuruldu, buralarda ne askeri gücümüz, ne de silahımız var. ABD istihbaratının zayıflığı da buradan anlaşılıyor.’ Bu yüzden Yemen’i ne ile tehdit edebilirsiniz ki? 2015’te Yemenlilerin yaşadığı Gazzelilerden daha acıydı. Şu an tüm dünya Gazze için seferber olmuş durumda. Ama Yemenliler katliamlar yaşarken kimse bilmiyordu orada ne olduğunu. Yalnız kalmışlardı. Hatta HAMAS’ın o dönemde direniş eksenine en yakın isimlerinden Mahmud El-Zahar, Ensarullah’ı darbecilikle suçladı, Mansur Hadi’yi destekledi. Yani Filistinliler tarafından bile mazlum bırakılmıştı Yemenliler. Geçen gün İslami Cihat’ın Lübnan temsilcisiyle röportaj yaptım. Bana çok esaslı bir şey söyledi. Bunca yıldır bölgeyi izleyen birisiyim hiç aklıma gelmemişti bu. Dedi ki: ‘2015’te kendileri çok daha vahim saldırılar altındayken, Babül Mendep silahını kullanmadılar. Ama bizim için (Filistin) kullandılar.’ Sen kendisi için kullanmadığı silahı Filistin için kullanan Yemen’e saldırarak onu engelleyebilir misin? Ki şu anda da ciddi somut kazanımlar da var. Gemiler geçemiyor, sigorta şirketleri İsrailli gemilere sigorta yapmıyor, bunu gören Yemenli zevkten dört köşe oluyor.